twitter'ı annem anlatmak ayrı bir mesele. iki de bir bilmem kime yaz diyor bana. tutturuyor sevdiği bir ünlüye yazacakmışım. sanki telefon hattı bu adam da karşımda.
-'yaz tivittırdan; sayın martha stewart'a,' diyor.
bu akşamki programda yayınlanan yemek tarifini çok beğendim. acaba turp yerine havuç koysak... şunun yerine bunu bunun yerine şunu şöyle yapsanız. bir de şu tarifi yapsanız... uzuuun uzun yazdıracak bana..
tivittırda bu kadar uzun yazılmıyor, hem binlerce kişi yazmıştır bir şeyler, görmeyebilir diyorum. inanamıyor. görürmüş!!
önceleri elektronik posta vardı. ona buna yazmamı isterdi. anne derdim elektronik posta adresi olmadan nasıl yazayım. bulacakmışım ne varmış ki.. herkesin adına olmuyor ki... neden??
hani küçükken çocuklar sürekli niye niye diye sorar ya ona döndüydük. bilmiyorum ki nasıl açıklayacağımı. bilgisayar mühendisi değilim hacker da... nasıl açıklasam inandırıcı gelmiyor. bulunurmuş. ben bulmayı beceremiyorsan o başkaymış.
öyle kaç ünlüye bir şeyler yazdırdı bana, cevap bekledi üstelik hep.
-'aç bak bakalım bilgisayarı cevaplamış mı?'
bu dönem geçinceye yani sıkılıncaya kadar o bilgisayar kaç kere açıldı kapandı...
hele şimdi tivittır çıktı. illa şuna şunu buna bunu yaz tivitterdan diyor. anında da cevap bekliyor. telefonda görüşmüyorsun ki.. iki de bir ee ne yazmış, ne demiş diye soruyor sonra. cevap alamayınca da kızıyor karşı tarafa. bu ne kendini beğenmişlikmiş, iyilik yaramıyormuş.
anne diyorum bu kişi sürekli internet başında mı hemen görsün? zaten bilmem kaç bin takipçisi var 100de 1i bile yazsa nasıl okuyacak hepsini?
ee cep telefonundanda bakılıyormuş ya tivittır'a?? ne varmış ki?
ben yazınca telefonu çalmıyormuymuş?? hani arkadaşlarım bana yazınca bip bip diyordu ya?!
anne o kısa mesaj o telefon numarasıyla. ee bu farklı mıymış. hıı olsunmuş, hiç mi açmıyorlarmış interneti sanki!
hala cevap yoksa benim gönderemediğimden şüpheleniyor. bazen.
-'sen gönderememişsindir belki'
yaa yüzbinlerce takipçisi var, nasıl görsün, okusun ve cevaplasın hepsini,
ama biz güzel yazmışızmış...
bir gün de artık benim yazamadığımımı ne düşündüyse ben nasıl gönderebilirim diyor. annem diyor ki der öyle yazarım diyorum. nasıl adı geçecekmiş öyle? nereden bilsinlermiş o olduğunu. bilgisayar kullanamıyor ki, bir kaç defa öğretmeye çalışmıştım, korkusundan cüzzamlıya dokunacakmış gibi oluyor adeta. yanlış tuşa basacak, bilgisayar bozulup bir daha tamir olmayacak, biteceğiz... mi?
işte bilgisayar kullanamıyorsun ki sana hesap açsam ne fayda.
o söylemiş ben onun adına olan hesaptan yazarmışım. ya ben hendi hasabımla bile doğru dürüst ilgilenemiyorum da bir de anneminkine yazacağım.
başlıyor şöyle yaz bunu yaz demeye. twitter'da uzun yazılmamasına anlam veremiyor bir de. yani çok bölünür yazı, hepsini okumayan bir anlam veremez ne yazmışsın.
bahane buluyormuşum.
illa yazdırdı bir gün. tüm gün ben bilgisayar başında annemin dediklerini yazdım. o kadar da hızlı konuşor ki ben yazman mıyım yavaş söyle? deyince de kızıyor bana.... üstelik öyle bir olayın gene içine girip, sinirleniyor, bağırıyor malum unutmayı değil hatırlayıp hatırlayıp sinirlenmeyi, tansiyonunun çıkmasını, defalarca aynı konuyu konuşmaya bayılır, en doğrusu buymuş. unutmak ve affetmek değil yani.. tabi unutmak insanın tamamen elinde olan bir şey değil ama o özellikle hatırlamayı ve sinirlenmeyi seçmekte ısrarcı...
offf...akşamı ettik. neyse ki sıkıldı. neymiş bu böyle çok zaman geçiyormuş. yeni formül; annem kağıda yazacakmış ben internete geçirecekmişim. konuştuğu yetmiyor sanki bir de uzuuun uzun yazacak. yüzlerce defa dinlediğim şeyleri bir de yazacağım...
ertesi gün sabah ben kalkmadan yazmış, sayfalar dolusu. neyse işte yazdıkları, yaşadığı olaylar tüm ayrıntılarıyla, isim ve soyisimlerle kişiler de.. ya açık saçık falan sanmayın ha. bildiğin hayatını yazmış. bir kısmını o an hangisi önemli geldiyse. ama hani sadede gelemiyor ya. gene o kişilerle nerede nasıl tanıştığını, evlerinin nedere ve nasıl olduğunu, nerelerde çalıştıklarını vs en detayına kadar bir de yazmış.
hakaret yok ama suçlama var. üstelik isim soyisim iş ve adres bilgileriyle. güncel olmasa da. kimse okumasa da.
yaa dedim bu böyle yayınlanır mı anne suç duyurusu gibi. isim var adres var. olacak şey mi. o gizili saklı şeyleri hiç sevmezmiş, öyle rumuzlar ardına gizlenmezmiş. yazacaksa ayan beyan yazacakmış.
vazgeçirdim bir şekilde. yazılır mı öyle herşey yaa. onu bir anlatamadım ama. milletin başına bir şey gelir sonra suçlu bir oluruz. falan diye...
uzun anlamsız karamsar birbirine benzeyen yazılar... *biraz atıyor ve abartıyor olabilirim de olmayabilirim de, garanti yok. *bu blogdaki yazılar gerçek kişi, olay ve mekanlardan ilham alınarak yazılmıştır. *isimler akıl sağlığım açısından, bir çemberin iç açıları yüzünden falan fiştan değiştirilmiştir. *benzer durumlardaki isimler tutmuyorsa ondandır... *bu blogdaki yazılar sırasında hiçbir canlıya zarar verilmemiştir (kendim hariç^^) *varsa fotoğraflar alıntıdır. *hepsi saçmalıktır ^__^
28.02.2013
sadede gel
doktora gideceğim geçende, annem de illa ben de geleyim diye tutturdu. kendi hastalanınca kendi için gitmiyor da, benim polikistik overimi merak ediyor.... bir endişe bir endişe... sanki verem çıkacam.. kist büyümüş işte abartı bir şey yok.
yok gelme dedim ne gerek var. ödlek tavuk muyum o kadar. korkuyorum sanıyor da. niye korkacaksam artık.
daha da giderken ben, 'unutma sakın haa' diyor.
başlıyor saymaya. şöyle de böyle de öyle de. stresten olur muymuş? oturup neden ve hangi konularda strese girdiğimi anlatacakmışım. anne diyorum o kadın doğum uzmanı psikolog değil ki, ne gerek var uzatmaya. olsun ben anlatayımmış gene de. sonra ben hiç konuşamayacağım sanıyor, bunu da bana çok laf biliyorsun diyen kişi yapıyor yani ha! endişelenip bende geleceğim diyor.
unutma sakın ha. sanırsın kendi hissettiğim rahatsızlığı kendim anlatamayacağım! böyle durumlarda annem yapamayacağımı sandı hep. hani çok laf biliyordum dilim pabuç kadardı??
yıllar önce bir kere beraber gittik bu teşhis ilk konulduğunda. doktor karşısında beni susturup kendi anlattı. yok şöyle sorunlar yaşıyormuş, yok böyle. lafa giriyordum kesip kendi devam ediyordu. ben iyi anlatamıyormuşum, kısaca deyip geçiveriyormuşum, olmazmış öyle. o kadar da uzatıyor ki adam sıkılıyor artık. lafı sadede getirmeye çalışıyor ama nafile. bana dönüp soruyor mesele hop oradan annem atlıyor beni susturup kendi anlatacak.
garip bir sahneydi. annem bir endişe bir telaşla doktora benim yerime benim rahatsız olduğum şeyleri anlatıyor. doktor benimle konuşmak istedikçe ben muhatap değilmişim gibi annem atlıyordu lafa. hatta bir ara kendini bir kaptırdı ki, henüz aklına gelmemiş bir şey sorunca, ya da bilmediği, şaşırıp aynı soruyu sanki ben doktordan duyamazmışım gibi dönüp bana sorduydu.
tabi sabır sabır bir yere kadar. yabancıların karşısında da annesine karşı saygısız biri olmak istemiyorum ama dayanamıyordum yaa. sanırsın sağır dilsizim, zihinsel engelli falanım, ya da hiç Türkçe bilmeyen bir yabancıyım. susturup susturup kendi konuşuyor. doktor bana soruyor ama annem beni bastırıp kendi anlatmak istiyor. hani kendi hakkında bir bilgi falan edinmek için değil tamamen ben.
hatta sanki ben bunları hem de doktorla konuşmaya utanıyorum, kendi yaşamış da anlatıyor, ne dedi hatırlamıyorum sancımla ilgili, o kadar abartılı ki artık yalana varacak. (kızları içinde doğrusu en güçlü, cesaretli, atılganı, hatta belki pek çok konuda en güveniliri benim bence ama ona göre tam aksi sanki. bana neden güvenmiyorsun dediğimde bana sonsuz güvendiğini ama çok tecrubesiz olduğumu söyler.)
sancılanmamı kendince böbreklerime bağlamış herhalde. hah bak dili uzun, gereksiz işler uzmanı kızı hasta çıktı, haa ondan böyle kişiliği... ay! bir ara bu sancılı durumdan nasıl vardıysa oralara, okuduğu yazı ve ya izlediği programlardan vardığı sonuç biyopsi olduydu!! alt tarafı bir kistcik. o kadar çok kadında olan birşey ki. üstelik ilaçla eriyecek kadar bir şey..
demişim ki sanki böbreklerim ağrıyor, sancı oraya giriyor. demedim hiç öyle bir şey, kendi kuruntusu. işte orada film koptu bende.
+"anne! ne böbreği yaa! böbreğim falan ağrımıyor benim!!"
-'senin gösterdiğin yerler böbrek ama nazlı!'
+"yumurtalık o! of! sana kalsa kistten beyin kanserine ulaşacağım"
-'iyi kendin anlat o zaman'
+"fırsat vermiyorsun ki!!"
-'utanırsın diye kızım' (utanınca yapılan hareketleri yaparak kısık sesle konuşuyor)
+"doktordan niye utanayım ya! hiç duymadığı görmediği bir şey mi??"
-'iyi kendin anlat o zaman anlatabilirsen'
+"neden anlatamayayım? geri zekalı mıyım? acaba hazır bir hastanedeyken bana test mi yapsalar? belki mankafayım falan da benim haberim yok bir tek sen anlayabiliyorsun."
annem o zamanlar bağırsak faaliyetlerime takmıştı, illa öğrenecek, her gün bana çıktın mı diye sorardı. daha eskiden beridir de sorardı. regl dönemlerimi falan da bilmek isterdi. zaten çok sancılı geçtiği için bilmemesi imkansızdı. bardak bardak sıcak içecekler, sıcak su torbaları, ayağımı sıcak su dolu leğene basmalar. acıyor tabi bana da iş masaj yapayım mı karnınaya bile vardı. bu yüzden herşeyimi bilir, ve hatta benden iyi bildiğini sanır. bir ay regl dönemim iyi geçti de bahsi geçmedi mi, tamam endişe! nazlı regl olmuyor, hamile olmayacağına göre kisti ameliyat gerektirecek, narkozdan kalkamayp terki diyar eyleyecek... kurgu böyle karanlık, biyopsiye vardığına göre...
annem bir konuya girerken hemen sadede gelemiyor (ayy ben de ona çekmişiiiim ^^) en önce tee bilmem ne zamanlara gidip, konunun başlangıcına falan varıp buraya kadar getirecek. ama o kadar uzatıyor ve detaya giriyor ki esas mesele unutuluyor bazen.
o zaman işte konu nasıl uzandıysa artık, haa doktor kilo alma, tuzdan şekerden uzak dur ki tansiyonun yükselmesine biraz olsun engel olsun falan gibi bir şeyler diyor. tabi yemekler annemden sorulur ya hemen savunmaya geçiyor annem. öyle yemek yaparmış, böyle yemek yaparmış. bir anda yemek tarifine giriştiydi de ben kesmek zorunda kalmıştım. ama kanıtlaması gerekirmiş zaten az tuzlu yemek yendiğine evde. yemiyorum zaten tuzlu demek yetersizmiş.
ben anlatamıyormuşum iyice...
böyle düşündüğünden hala endişeli ve şüpheli. tek başıma doktora gideceğim, derdimi anlatamayacağım ve yanlış anlayıp bir organımı falan alacaklar...artık annemin nasılsa karabasan fantezileri.
bu yersiz endişeleri yüzünden doktora ya annemden habersiz gider oldum, ya da tartışma çıkarmak zorunda kaldım. püskürtmeyi başardım..
ama dayanamıyor ki. ne kuruyorsa kafasında. ben yumurtalıklarımdan falan bahsedeceğime burnumdan mı bahsedeceğim acaba? kapının önünde ayakkabımı giyiyorum konuşup duruyor. şöyle de böyle de , sakın unutma ha bunu da de. de ki şöyle şöyle...
+"ay anne tamam yaa! benim sorunumu benden iyi biliyor gibisin. hani çok laf biliyordum"
-'sen çok kısa kestiriyorsun, olmaz ki öyle!! iyice anlat'
anneme kalsa tee 13 yaşında ilk regl olmaya başladığım dönemden itibaren anlatmaya başlamalıyım. özel hastaneymiş bana zaman ayırmak zorundaymış! iyice anlatayımmış. hazır bir doktora gitmişken her derdimi anlatıp aradan çıkarayım :))
... ha bir de benim yerime anlatıyordu ya, benden iyi hatırlıyor detayları. bir keresinde böyle olmuş bir keresinde şöyle olmuş.
neyse annemi atlatmayı başarıp gittim doktora. ciddi bir şey değil işte. gittiğim hastane biraz uzak eve, dolmuşla da gidip döndüğüm için bile uzadı zaman. ama anneme göre çok çabuk gidip dönmüşüm!!
kapıda bana ne çabuk döndün diyor. fazla bile sürdü. dolmuş o kadar yavaştı ki uykum bile geldi, göz kapaklarım inecekti neredeyse...
bu kadar çabuk döndüğüme göre çok korkunç bir şey olmalı üç ay ömrüm falan kalmıştır...tövbe yarabbim tövbe tövbeee..
-'noldu niye çabuk döndün' ya anlatamamışımdır ya salaklığımdan kalabalığı aşıp doktora bile ulaşamamışımdır. vah bana vah. gidiciyim ben!!
+"iki saat oldu anne daha ne olsun"
-'iyice anlatsaydın ha!! anlattın mı?'
+"off anne rüyalarımı da anlatayım bari, nasıl ağda yaptığımı da anlatayım mı?!"
daha devam ediyor sorguya. şöyle demiş miyim böyle demiş miyim. sinir küpüne çevirdi çevirecek beni yaa..
offffff!!
+"aa demedim hiç birini! kadın doğumcuya gidip burnum çok kaşınıyor neden acaba dedim . gerizekalıyım ne de olsa! derdimi anlatamam ki! ben var türkçe bilmemek hiç"
-'aman nazlı sen de, soruyoruz!!'
+"çok soruyorsun? neden doktora derdimi kendim anlatamayacağımı düşünüyorsun?"
-'anlatamıyorsun da ondan. geçende anlatamamıştın'
+"geçen dediğin 10 yıl oldu. anlatamamamın sebebi de senin sürekli beni susturup durmandı anne. susturup susturup kendin anlattın."
hiç hatırlamıyor ki... mesele orada benim derdime çare bulmak değil kendi endişelerinin yersizliğini ya da haklılığını kanıtlamaktı. bir konuda haklı çıksa aman sakın! unutmaz asla...
benim başım sık ağrır. ağrının çeşidine göre ansiklopedilerden, gazete, dergi ve tv'den öğrendiğiyle bana bir keresinde kendi teşhis koydu. migren. haklı çıktı. ve hiç unutmadı. yaa bir doktor kadar iyi teşhis koyabiliyormuş istese yaa...
yok gelme dedim ne gerek var. ödlek tavuk muyum o kadar. korkuyorum sanıyor da. niye korkacaksam artık.
daha da giderken ben, 'unutma sakın haa' diyor.
başlıyor saymaya. şöyle de böyle de öyle de. stresten olur muymuş? oturup neden ve hangi konularda strese girdiğimi anlatacakmışım. anne diyorum o kadın doğum uzmanı psikolog değil ki, ne gerek var uzatmaya. olsun ben anlatayımmış gene de. sonra ben hiç konuşamayacağım sanıyor, bunu da bana çok laf biliyorsun diyen kişi yapıyor yani ha! endişelenip bende geleceğim diyor.
unutma sakın ha. sanırsın kendi hissettiğim rahatsızlığı kendim anlatamayacağım! böyle durumlarda annem yapamayacağımı sandı hep. hani çok laf biliyordum dilim pabuç kadardı??
yıllar önce bir kere beraber gittik bu teşhis ilk konulduğunda. doktor karşısında beni susturup kendi anlattı. yok şöyle sorunlar yaşıyormuş, yok böyle. lafa giriyordum kesip kendi devam ediyordu. ben iyi anlatamıyormuşum, kısaca deyip geçiveriyormuşum, olmazmış öyle. o kadar da uzatıyor ki adam sıkılıyor artık. lafı sadede getirmeye çalışıyor ama nafile. bana dönüp soruyor mesele hop oradan annem atlıyor beni susturup kendi anlatacak.
garip bir sahneydi. annem bir endişe bir telaşla doktora benim yerime benim rahatsız olduğum şeyleri anlatıyor. doktor benimle konuşmak istedikçe ben muhatap değilmişim gibi annem atlıyordu lafa. hatta bir ara kendini bir kaptırdı ki, henüz aklına gelmemiş bir şey sorunca, ya da bilmediği, şaşırıp aynı soruyu sanki ben doktordan duyamazmışım gibi dönüp bana sorduydu.
tabi sabır sabır bir yere kadar. yabancıların karşısında da annesine karşı saygısız biri olmak istemiyorum ama dayanamıyordum yaa. sanırsın sağır dilsizim, zihinsel engelli falanım, ya da hiç Türkçe bilmeyen bir yabancıyım. susturup susturup kendi konuşuyor. doktor bana soruyor ama annem beni bastırıp kendi anlatmak istiyor. hani kendi hakkında bir bilgi falan edinmek için değil tamamen ben.
hatta sanki ben bunları hem de doktorla konuşmaya utanıyorum, kendi yaşamış da anlatıyor, ne dedi hatırlamıyorum sancımla ilgili, o kadar abartılı ki artık yalana varacak. (kızları içinde doğrusu en güçlü, cesaretli, atılganı, hatta belki pek çok konuda en güveniliri benim bence ama ona göre tam aksi sanki. bana neden güvenmiyorsun dediğimde bana sonsuz güvendiğini ama çok tecrubesiz olduğumu söyler.)
sancılanmamı kendince böbreklerime bağlamış herhalde. hah bak dili uzun, gereksiz işler uzmanı kızı hasta çıktı, haa ondan böyle kişiliği... ay! bir ara bu sancılı durumdan nasıl vardıysa oralara, okuduğu yazı ve ya izlediği programlardan vardığı sonuç biyopsi olduydu!! alt tarafı bir kistcik. o kadar çok kadında olan birşey ki. üstelik ilaçla eriyecek kadar bir şey..
demişim ki sanki böbreklerim ağrıyor, sancı oraya giriyor. demedim hiç öyle bir şey, kendi kuruntusu. işte orada film koptu bende.
+"anne! ne böbreği yaa! böbreğim falan ağrımıyor benim!!"
-'senin gösterdiğin yerler böbrek ama nazlı!'
+"yumurtalık o! of! sana kalsa kistten beyin kanserine ulaşacağım"
-'iyi kendin anlat o zaman'
+"fırsat vermiyorsun ki!!"
-'utanırsın diye kızım' (utanınca yapılan hareketleri yaparak kısık sesle konuşuyor)
+"doktordan niye utanayım ya! hiç duymadığı görmediği bir şey mi??"
-'iyi kendin anlat o zaman anlatabilirsen'
+"neden anlatamayayım? geri zekalı mıyım? acaba hazır bir hastanedeyken bana test mi yapsalar? belki mankafayım falan da benim haberim yok bir tek sen anlayabiliyorsun."
annem o zamanlar bağırsak faaliyetlerime takmıştı, illa öğrenecek, her gün bana çıktın mı diye sorardı. daha eskiden beridir de sorardı. regl dönemlerimi falan da bilmek isterdi. zaten çok sancılı geçtiği için bilmemesi imkansızdı. bardak bardak sıcak içecekler, sıcak su torbaları, ayağımı sıcak su dolu leğene basmalar. acıyor tabi bana da iş masaj yapayım mı karnınaya bile vardı. bu yüzden herşeyimi bilir, ve hatta benden iyi bildiğini sanır. bir ay regl dönemim iyi geçti de bahsi geçmedi mi, tamam endişe! nazlı regl olmuyor, hamile olmayacağına göre kisti ameliyat gerektirecek, narkozdan kalkamayp terki diyar eyleyecek... kurgu böyle karanlık, biyopsiye vardığına göre...
annem bir konuya girerken hemen sadede gelemiyor (ayy ben de ona çekmişiiiim ^^) en önce tee bilmem ne zamanlara gidip, konunun başlangıcına falan varıp buraya kadar getirecek. ama o kadar uzatıyor ve detaya giriyor ki esas mesele unutuluyor bazen.
o zaman işte konu nasıl uzandıysa artık, haa doktor kilo alma, tuzdan şekerden uzak dur ki tansiyonun yükselmesine biraz olsun engel olsun falan gibi bir şeyler diyor. tabi yemekler annemden sorulur ya hemen savunmaya geçiyor annem. öyle yemek yaparmış, böyle yemek yaparmış. bir anda yemek tarifine giriştiydi de ben kesmek zorunda kalmıştım. ama kanıtlaması gerekirmiş zaten az tuzlu yemek yendiğine evde. yemiyorum zaten tuzlu demek yetersizmiş.
ben anlatamıyormuşum iyice...
böyle düşündüğünden hala endişeli ve şüpheli. tek başıma doktora gideceğim, derdimi anlatamayacağım ve yanlış anlayıp bir organımı falan alacaklar...artık annemin nasılsa karabasan fantezileri.
bu yersiz endişeleri yüzünden doktora ya annemden habersiz gider oldum, ya da tartışma çıkarmak zorunda kaldım. püskürtmeyi başardım..
ama dayanamıyor ki. ne kuruyorsa kafasında. ben yumurtalıklarımdan falan bahsedeceğime burnumdan mı bahsedeceğim acaba? kapının önünde ayakkabımı giyiyorum konuşup duruyor. şöyle de böyle de , sakın unutma ha bunu da de. de ki şöyle şöyle...
+"ay anne tamam yaa! benim sorunumu benden iyi biliyor gibisin. hani çok laf biliyordum"
-'sen çok kısa kestiriyorsun, olmaz ki öyle!! iyice anlat'
anneme kalsa tee 13 yaşında ilk regl olmaya başladığım dönemden itibaren anlatmaya başlamalıyım. özel hastaneymiş bana zaman ayırmak zorundaymış! iyice anlatayımmış. hazır bir doktora gitmişken her derdimi anlatıp aradan çıkarayım :))
... ha bir de benim yerime anlatıyordu ya, benden iyi hatırlıyor detayları. bir keresinde böyle olmuş bir keresinde şöyle olmuş.
neyse annemi atlatmayı başarıp gittim doktora. ciddi bir şey değil işte. gittiğim hastane biraz uzak eve, dolmuşla da gidip döndüğüm için bile uzadı zaman. ama anneme göre çok çabuk gidip dönmüşüm!!
kapıda bana ne çabuk döndün diyor. fazla bile sürdü. dolmuş o kadar yavaştı ki uykum bile geldi, göz kapaklarım inecekti neredeyse...
bu kadar çabuk döndüğüme göre çok korkunç bir şey olmalı üç ay ömrüm falan kalmıştır...tövbe yarabbim tövbe tövbeee..
-'noldu niye çabuk döndün' ya anlatamamışımdır ya salaklığımdan kalabalığı aşıp doktora bile ulaşamamışımdır. vah bana vah. gidiciyim ben!!
+"iki saat oldu anne daha ne olsun"
-'iyice anlatsaydın ha!! anlattın mı?'
+"off anne rüyalarımı da anlatayım bari, nasıl ağda yaptığımı da anlatayım mı?!"
daha devam ediyor sorguya. şöyle demiş miyim böyle demiş miyim. sinir küpüne çevirdi çevirecek beni yaa..
offffff!!
+"aa demedim hiç birini! kadın doğumcuya gidip burnum çok kaşınıyor neden acaba dedim . gerizekalıyım ne de olsa! derdimi anlatamam ki! ben var türkçe bilmemek hiç"
-'aman nazlı sen de, soruyoruz!!'
+"çok soruyorsun? neden doktora derdimi kendim anlatamayacağımı düşünüyorsun?"
-'anlatamıyorsun da ondan. geçende anlatamamıştın'
+"geçen dediğin 10 yıl oldu. anlatamamamın sebebi de senin sürekli beni susturup durmandı anne. susturup susturup kendin anlattın."
hiç hatırlamıyor ki... mesele orada benim derdime çare bulmak değil kendi endişelerinin yersizliğini ya da haklılığını kanıtlamaktı. bir konuda haklı çıksa aman sakın! unutmaz asla...
benim başım sık ağrır. ağrının çeşidine göre ansiklopedilerden, gazete, dergi ve tv'den öğrendiğiyle bana bir keresinde kendi teşhis koydu. migren. haklı çıktı. ve hiç unutmadı. yaa bir doktor kadar iyi teşhis koyabiliyormuş istese yaa...
tadilat tamirat
günlerdir evde tadilat tamirat vardı... off çile çile!! hiç bir şey tam istediğin gibi olmaz, istediğin zamanda da olmaz. bekle bekle bekle... telefon et, bekle... hayır gücüm yetse ben yapacam da olmuyor yaa :) cam balkonu nası takayım ben? de mi?
annem tutturdu da arka balkona cam balkon yaptıralım, hazır işe girişmişken salona parke yaptıralım... beynim yoruldu beklemekten...
annem tutturdu da arka balkona cam balkon yaptıralım, hazır işe girişmişken salona parke yaptıralım... beynim yoruldu beklemekten...
17.02.2013
gereksiz işler uzmanı
gereksiz işler uzmanı. buyrun benmişim!
ne efendim dışarı süslenmeden çıkamaz mıymışım? tartışma buydu. temiz, düzgün görünmek tamamen yeterliymiş, ne diye bu kadar boya.. ben de porselen makyaj yapsam bari.. gözlerimi belirginleştiriyorum, biraz da ruj... yuvarlak yüzlüyüm allık sürmem, fondoteni de bazen.. sadece göz altım morardığı için artık kapatıcı sürüyorum... tabi saçıma şekil vermeden de çıkmam.
hep son dakka karar vermese ya da haber vermese. beş dakikada kapıda, sonra sinirli sinirli hadi diyor. saçmaymış bu özenim. gereksizmiş. ben de uzmanmışım gereksiz işlerde...
bu son anda haber vermeleri yüzünden eskiden, kameralı telefonum yokken kötü olurdu. acelesinden makinayı unuturdum, ben anılara meraklıyım fotoğrafçılık kadar.. biraz anı fotoğrafımız olsun da ilerde bakarız değil mi?
annem eski albümlere bakarken bazen hayıflanır bilmem ne yılında hiç fotoğrafı yok diye. ama benim bu takıntımı da gereksiz bulduğu çok oluyor. sanırsın bakkalda çekelim de anı olsun demişim...
hem benim ona göre süslenme işimi gereksiz bulur, zaman kaybı ve oyalanmaymış, hem de bakımlı güzel kızlara 'ay ne tatlı' der, bir de bana sorar... değil mi diye... şimdi öyle olmuyor ama yeni yetmelikte oldu ve dokunduydu bana. beni pejmürde bir halde çıkarıyor acelesinden, ama yolda benim yaşımda bakımlı bir kıza özenerek bakıyor, tatlıymış.. bir de benden büyük olduğunu iddia ediyor. ben küçükmüşüm.
o zamanlar küçük olmam bahaneydi. şimdi de başka şeyler. zaman kaybıymış, falan..
-'sanki koca bulacan!' ya da.
bi keresinde teyzemle birlik olup bana erkeklerin doğal kızlardan hoşlandığını söylediler, en iyisi hiç saç-makyajla uğraşmayayımmış. temiz düzgün görünsem yetermiş, bu kadar da özenmeme gerek yokmuş, düğüne mi gidiyormuşım sanki.
sanmayın ki ben gelin başı yapıp çıkıyorum dışarı??

ya da defileye-konsere çıkacak gibi bir rock star makyajı.

bizimkilere göre benim saç makyajım şöyledir kesin;


oysa ki anca bu kadar;

gel gör ki bu onlara göre gereksiz.
ne efendim dışarı süslenmeden çıkamaz mıymışım? tartışma buydu. temiz, düzgün görünmek tamamen yeterliymiş, ne diye bu kadar boya.. ben de porselen makyaj yapsam bari.. gözlerimi belirginleştiriyorum, biraz da ruj... yuvarlak yüzlüyüm allık sürmem, fondoteni de bazen.. sadece göz altım morardığı için artık kapatıcı sürüyorum... tabi saçıma şekil vermeden de çıkmam.
hep son dakka karar vermese ya da haber vermese. beş dakikada kapıda, sonra sinirli sinirli hadi diyor. saçmaymış bu özenim. gereksizmiş. ben de uzmanmışım gereksiz işlerde...
bu son anda haber vermeleri yüzünden eskiden, kameralı telefonum yokken kötü olurdu. acelesinden makinayı unuturdum, ben anılara meraklıyım fotoğrafçılık kadar.. biraz anı fotoğrafımız olsun da ilerde bakarız değil mi?
annem eski albümlere bakarken bazen hayıflanır bilmem ne yılında hiç fotoğrafı yok diye. ama benim bu takıntımı da gereksiz bulduğu çok oluyor. sanırsın bakkalda çekelim de anı olsun demişim...
hem benim ona göre süslenme işimi gereksiz bulur, zaman kaybı ve oyalanmaymış, hem de bakımlı güzel kızlara 'ay ne tatlı' der, bir de bana sorar... değil mi diye... şimdi öyle olmuyor ama yeni yetmelikte oldu ve dokunduydu bana. beni pejmürde bir halde çıkarıyor acelesinden, ama yolda benim yaşımda bakımlı bir kıza özenerek bakıyor, tatlıymış.. bir de benden büyük olduğunu iddia ediyor. ben küçükmüşüm.
o zamanlar küçük olmam bahaneydi. şimdi de başka şeyler. zaman kaybıymış, falan..
-'sanki koca bulacan!' ya da.
bi keresinde teyzemle birlik olup bana erkeklerin doğal kızlardan hoşlandığını söylediler, en iyisi hiç saç-makyajla uğraşmayayımmış. temiz düzgün görünsem yetermiş, bu kadar da özenmeme gerek yokmuş, düğüne mi gidiyormuşım sanki.
sanmayın ki ben gelin başı yapıp çıkıyorum dışarı??
ya da defileye-konsere çıkacak gibi bir rock star makyajı.
bizimkilere göre benim saç makyajım şöyledir kesin;
oysa ki anca bu kadar;
gel gör ki bu onlara göre gereksiz.
sütyen ve sütyen baleni düşmanlığı
geçende çamaşır yıkayıp astım. annem balkona çıkınca görmüş sinirli geliyor yanıma.
dememiş mi sütyenleri makina da yıkama diye. teyzemin sütyen baleni makinanın içine kaçmış bozulmuş ve makina bir daha adam olmamıştı da.
bizim kızlar sütyene düşman da. evden çıkacağım bir gün bana amann evde oturmak en güzeliymiş, hem sütyen takmama da gerek yokmuş, oh ne rahatmış, en güzeli pek dışarı çıkmamakmış gibi şeyler söylemişlerdi.. sütyen takmamak için hep evde oturmak. ne güzel!
gerçekten bazen çok sıkıyor, acıtıyor insanın sırtını ama, napacan. hatta kopçasının metali alerji yapıyor ama..
bunu öğrenince teyzemle beraber takma o zaman! dediydiler...
neyse teyzemin çamaşır makinasını sütyen balenine kurban vermesi zaten sevmedikleri sütyene düşman etti onları.
ezelden beri sevmez annem de. yetişme çağında gidip kendim almıştım. ne zaman lazım desem, küçükmüşüm gerek yokmuş daha. arkadaşlarıma bakmayaymışım. derdi. mecburen gidip bir yerden ben seçmiştim, çalışan abla yardım etmişti nasıl bir şey alayım diye. annem de ne gerek vardı diye kızmıştı. o zaman daha balenli yoktu ya da bana vermemişti o dükkanda. ona göre takmaya mecbur kalıncaya kadar beklemeli.. sanki çok matah bir şeydi. benimse hoşuma gidiyordu.
ohoo yıllarca kendi bana seçmek istedi iç çamaşırını. te üniversiteli kızım bana çamaşır almış. bilmem bazı insanlar aldırmaz belki buna, arkadaşlarımdan da umursamayan vardı. iyi işte beni bir külfetten kurtardı. ama ben kendim seçmek istiyorum iç çamaşırımı... çoğu zaman kendi işimi kendim yapmak isterim de.
gene o zamanlar bu kadar seçenek yoktu, böyle renkli desenli falan. ancak büyük firmaların vardır, onu da ben alamazdım. daha sonraları da uğraştı bana çamaşır almaya, ben bilemezmişim. niyeyse. kocaman beyaz donlar alırdı. iyiymiş işte belimi tutarmış. şükür uzun don sevmez :))
uzuun zamandır kendim alıyorum elbet, ama beğendiremiyorum o ayrı. hele bu balen korkusu..
teyzemin balen olayı patlak verdiği sıralarda annem ne kadar sütyen varsa evde bulup çıkarmıştı balenleri.
ben kızınca da bunun mantıklı olduğunu iddia etmişti. mecbur çöpten geri alıp diktiydim yerine balenleri..
daha da üsümdekini de çıkarıp vereymişim sökseymiş..
kaç tanesinin böyle şekli bozuldu. balensiz iyi durmaz ki. hele askısız kullanılanın. olsunmuş, ben de takmazmışım!
o zamanlar bir yöntem buldum bende, ya elde yıkayacaktım ya da bir yastık kılıfının içine koyup ağzını bağlayıp. sonradan bu iş için geliştirilmiş bir yıkama çantası buldum. fermuarlı, içine koyuyorsun neyse de balen çıksa bile içinde kalıyor.
bunu belirtmeme rağmen çoktan unutmuş.
-'nazlı! niye makinada yıkadın ya balen kaçarsa???!!!'
(bu çanta o çanta değil ama bu da bi versiyon )
+"anne, özel çantası var ya!"
-'ha öyle çıkmaz mı sanki?'
+"kapanıyor ya ağzı. çıksa bile içinde kalıyor"
-'hııı' şüpheli... kesin uyduruyorumdur :))

bunu kullanmak isteyeceğimden emin diilim ^^
dememiş mi sütyenleri makina da yıkama diye. teyzemin sütyen baleni makinanın içine kaçmış bozulmuş ve makina bir daha adam olmamıştı da.
bizim kızlar sütyene düşman da. evden çıkacağım bir gün bana amann evde oturmak en güzeliymiş, hem sütyen takmama da gerek yokmuş, oh ne rahatmış, en güzeli pek dışarı çıkmamakmış gibi şeyler söylemişlerdi.. sütyen takmamak için hep evde oturmak. ne güzel!
gerçekten bazen çok sıkıyor, acıtıyor insanın sırtını ama, napacan. hatta kopçasının metali alerji yapıyor ama..
bunu öğrenince teyzemle beraber takma o zaman! dediydiler...
neyse teyzemin çamaşır makinasını sütyen balenine kurban vermesi zaten sevmedikleri sütyene düşman etti onları.
ezelden beri sevmez annem de. yetişme çağında gidip kendim almıştım. ne zaman lazım desem, küçükmüşüm gerek yokmuş daha. arkadaşlarıma bakmayaymışım. derdi. mecburen gidip bir yerden ben seçmiştim, çalışan abla yardım etmişti nasıl bir şey alayım diye. annem de ne gerek vardı diye kızmıştı. o zaman daha balenli yoktu ya da bana vermemişti o dükkanda. ona göre takmaya mecbur kalıncaya kadar beklemeli.. sanki çok matah bir şeydi. benimse hoşuma gidiyordu.
ohoo yıllarca kendi bana seçmek istedi iç çamaşırını. te üniversiteli kızım bana çamaşır almış. bilmem bazı insanlar aldırmaz belki buna, arkadaşlarımdan da umursamayan vardı. iyi işte beni bir külfetten kurtardı. ama ben kendim seçmek istiyorum iç çamaşırımı... çoğu zaman kendi işimi kendim yapmak isterim de.
gene o zamanlar bu kadar seçenek yoktu, böyle renkli desenli falan. ancak büyük firmaların vardır, onu da ben alamazdım. daha sonraları da uğraştı bana çamaşır almaya, ben bilemezmişim. niyeyse. kocaman beyaz donlar alırdı. iyiymiş işte belimi tutarmış. şükür uzun don sevmez :))
uzuun zamandır kendim alıyorum elbet, ama beğendiremiyorum o ayrı. hele bu balen korkusu..
teyzemin balen olayı patlak verdiği sıralarda annem ne kadar sütyen varsa evde bulup çıkarmıştı balenleri.
ben kızınca da bunun mantıklı olduğunu iddia etmişti. mecbur çöpten geri alıp diktiydim yerine balenleri..
daha da üsümdekini de çıkarıp vereymişim sökseymiş..
kaç tanesinin böyle şekli bozuldu. balensiz iyi durmaz ki. hele askısız kullanılanın. olsunmuş, ben de takmazmışım!
o zamanlar bir yöntem buldum bende, ya elde yıkayacaktım ya da bir yastık kılıfının içine koyup ağzını bağlayıp. sonradan bu iş için geliştirilmiş bir yıkama çantası buldum. fermuarlı, içine koyuyorsun neyse de balen çıksa bile içinde kalıyor.
bunu belirtmeme rağmen çoktan unutmuş.
-'nazlı! niye makinada yıkadın ya balen kaçarsa???!!!'
+"anne, özel çantası var ya!"
-'ha öyle çıkmaz mı sanki?'
+"kapanıyor ya ağzı. çıksa bile içinde kalıyor"
-'hııı' şüpheli... kesin uyduruyorumdur :))
bunu kullanmak isteyeceğimden emin diilim ^^
herşeyin bir sırası var - ertelemek
eskiden beridir annemin diline pelesenk olan bir cümle var; herşeyin bir sırası var.
yüzde yüz yanlış diyemem ama adeta ona göre bu sıralama bozulur, bir madde daha erken yapılıp bir madde atlanırsa yani sıralama bozulursa yandın, bittin demektir.
bizim okul yıllarında da bunu söyler dururdu. biz daha doğrusu ben kendi yöntemlerimle çalışmak, dinlenmek ya da gezmek falan istersem.
herşeyin bir sırası varmış hele şu öys'yi bir geçeyimmiş. bu konu ortaokul yıllarından başladı, ablamın benden önden gitmesi bir örnek teşkil etti herhalde.
okul gezisine gitmeye çalışıyorum diyelim;
-'ne gerek var şimdi nazlı! başına bir şey gelirse ya! hem nasıl gireceksin sınava?'
+"anne ben orta sondayım!!"
olsunmuş şimdiden başlamak gerekirmiş.. ama şu ki kendi kendi çocukluğunu ve yeni yetmelik yıllarını tatlı tatlı anlatır. bahçeli bir ev ve mahallede büyüdüğü için koşuştururlar ve ağaçlara tırmanırlarmış, doğayla barışıklarmış vs.
bize gelince apartman çocuğuyuz tabi, odamıza çekilip sadece ders çalışmak kalıyor. ama bunu söyleyince de şimdinin onun zamanı gibi olmadığını, bu kadar çok sınav zaten olmadığını, ne bileyim şehrin büyüyüp kalabalıklaşmadığını ve bu kadar tehlike olmadığını söyler.
en iyisi kıçımızın üstüne oturup evde ders çalışmak, dışarıda olası tehlikelerle başbaşa kalacağımıza eve , dört duvar arasına ev hapsine çarptırılmış gibi yaşama.
ha sonra kendi teyzemle eski günleri yad ederken aha ah yapamadıkları şeyleri az çok dile getirirler, ama biz yapmak istesek yok olmaz.
yani dedim bir gün bizim de içimizde uhde kalsın, işte ablamızla, arkadaşımızla eski günleri anarken ah vah deriz şunu bunu yemedik, gezmedik, görmedik, etmedik. nesilden nesile içine uhdeler tıkılmış kadınlar olalım!!
ben de everestin tepesine çıkıp paraşütle atlamayı, ne bileyim kremlin sarayına gizlice girmeyi falan düşlüyor değilim. o kadar da adrenalinli değil, ama bu gidişle naftalinli!!
işte bu erteleme, tee orta okul yıllarından başladı. sınav bahaneydi, önce sınav bahane oldu yıllarca. tabi hep de yemedim numara , biraz başına buyruk da davrandım ne kadar olacaksa artık. öys geldi geçti, üniversiteli olduk. o zaman da bahane sınavlar, ya dersten kalırsan, ya okul uzarsa... herşeyin bir sırası varmış.
bak teyzemin eşinin bile içinde kalan şeyler var, oturup sohbet edrleken lafı geçiyor. ama herhalde artık unutmuşlar hayalleri. biride çıkıp demiyor ki kızım bizim içimizde çok şey kaldı, dersleri falan aksatma ama kafana göre de takıl. ye, iç arkadaşlarınla gül bol bol gül, güzel giyin..ve gençlik çabuk geçiyor... demiyor. ama yaş ilerledikçe gülecek şey bulunmuyor, komik gelmiyor diye de hayıflanıyorlar. halbuki hani 13-15 hatta 18-20li yaşlara kadar herşeye güleriz ya, hatta gülme krizlerine de gireriz, bunu gürültü olarak gördükleri bile oldu.
yüzlerine vurunca bu ikilemi çok laf biliyorsun! oluyor o zaman da ama ha!
her zaman bir bahane var, üniversite biter. aman çalışmayı aksatma yok les sınavı yok kpss.. aman ya geçemezsen kızım, sınavı geç de öyle gezersin!! çok duydum bunu. herzaman işe yaramayacağını bilse de en azında yüzde 50 şansını kullandı. belki biraz cayarım...
hem kendi aralarında laflarken gençlik ne çabuk geçiyor değil mi derler, hem bir daha o yıllara dönemeyeceklerine hayıflanırlar, hem de aman bari bu çocuklar bizim kadar hayıflanmasın yıllar geçmiş demesin demezler..
insanlara hala zaman var, hala çok zaman var gibi geliyor ya..
yapmak istedikleri bir şeyi yapmaz, yapamazken, ertelerken hala zamanım var gibi geliyor.. sonra bir sürü engel, bahane. geçmiş gitmiş yıllar ellerinde..
sıralama şuymuş; ders çalışmak ve üniversiteye girmek, üniversiteyi uzatmadan bitirmek, iş bulmak, evlenmek, çoluk çocuk.
ablamın evlenmesini bu yüzden pek istememişti. sıralama bozuluyor. ya okulu bitiremez de lise mezunu kalırsa korkusu. öyle olmadı tabi. iki şıkkı aynı anda yürüttü. o kadar kolay olmadı belki ama..
okulda erkek arkadaşı olma olayı da sinir ederdi annemi, önce dersler! önce bir okul bitsinmiş hele! sonra sıra gelirmiş aşka meşke evlenmeye.. engelleyici bir tarafı yok değil ama, olsun. herşeyi aynı anda idare etmeye enerjin varken olsun esas..
hem görücü usulüne karşı hem de okulda eş bulmaya... sonra olurmuş nasılsa. olmuyor işte anacığım diye takılıyorum. olurmuş herhangi bir yerde de karşına çıkabilirmiş. ama okuldaki gibi çok vakit geçiremezsin ki. işte bu yüzden marketlerden medet umuyordu :)) evleneceğim adamla markette tanışabilirmişim, niye olmasınmış. yahu diyorum ben insanlara zor güvenirim, bir süredir tanıdıklarıma bile, tutupta markette ayaküstü sohbet ettiğim diyelim ki, adama niye ve nasıl güveneyim de görüşeyim??
amaan nazlı imiş, tek derdim evlenmek miymiş?? arada sırada bu sohbetler geçer aramızda çok bu konudan bahsetmişsem sinirlenir ve böyle der işte. ney ya anne? yaş olmuş 30 u geçmiş, ne düşüneceğim ya?
amaan sende! cevabı.
bir ara da önce bir atanayımmış da olurmuş nasılsa evlilik. lisedeyken üniversiteye girmek, üniversitedeyken mezun olmak, mezun olunca yükseğini yapmak ve kpss yi geçmek, sonrada atanmak hedef. bunlar öncelik sonra yaşarmışım, gezermişim. evleninceymiş. allah allaah. sırf onun sözünü dinlesem var ya malın ineğin önde gideni olacaktım. bakımsız ve de.
hele bir sınavı kazan da öyle eğlenirsin, hele bir okulunu bitir de öyle gezersin, hele bir ataman olsun da öyle gezer tozarsın, istediğini yaparsın, hele bir kppss geçsin de , hele bir okul bitsin, hele bir atan da, hele bir evlen de...
benzer şekilde hep birşeyler ertelenir zaten bazen mecburen, bazen sebepsiz, bir şeyler engeller. sanki evlenenler yaşayıp da geziyor mu? hep eğleniyor mu?
diyorum bir gün. sanki o zaman ertelenmiyor.
kendi arkadaşlarımdan biliyorum yaa.. onlarda çoğu zaman öyle düşündü bir şeyleri erteledi. mesela konserlere gitmeyi. evlenince kocasıyla gideceğini düşünürdü. hiç de öyle olmadı. maalesef. kolay mı düğün yapıyor yeni bir ev kuruyorlar. bir sürü taksit bekliyor her ay onları, bir sürü fatura, yeni bir hayata alışıyorlar, aileler az çok her işlerine müdehale ediyorlar... azıck para biriktirmişler iki gün balayı yapacaklar kızkalesi tarafında akılları sıra. ailelere göre müsriflikti, taksitlerin birazına harcandı paraları, zamanında balayı mı vardı??
hayat koşuşturmacası, taksitler, borçlar, faturalar, ardından ailelerin biraz desteğiyle ev taksidine girdiler. her yaz kısa bir yaz tatili hayal ettiler, ama vazgeçirildiler. onun yerine borç ödenirdi. bu koşuşturma içinde tabi aile olacağım derken arkadaşlarından ve eski sosyal hayatlarından koptular, deli gibi kitap okuyan, gözünü şeşbeş edip bozacak kadar okuyan kız gitti yerine 'amaan ona ayıracak zamanım yok' geldi. rockçı çocuk gitti yerine kelleşen, göbeklenen klasik bir adam geldi. engeller, bahanelerle kopa kopa sinirli bir hale de gelmediler değil. neyse ki kebap ve futbol var :)) balayı hayalleri gelip geçerken çocuk sahibi oldular. sorumluluklar ve ödeme güçlükleri artarken zamanları azaldı... vs vs. yani yüksek gelirli kimseler için bu kadar engel ve bahane yoktur belki ama memur için var. kısıtlayıcı bir şey tabi..
ne kitap ne hayallerindeki balayı ne beraber gidip zıplayacakları konserler kaldı. hatta unuttular ve tatlı bir hayale dönüştü bunlar.
e bunlar ne zaman yapacak bunları. herşeyin bir sırası varmış. akşamları kırk yılda bir arkadaşları organize edebilirsem çıkacağım zaman aman ne gerek var şimdi, nasıl döneceksin der annem. biri bırakacak ya da beraber döneceğiz, zaten ayarlanmış. ama karanlıkta dönmesi zor diye çıkmayacakmışım. hatta bir gün bana aman evlenince çıkarsın kocanla dediydi.
+"ne zaman bulacağım koca acaba anne? hiç bir yere kımıldamadan evde süper koca bulacam? esas evlenince çıkamıyorlar" dedim, şu arkadaşlarımı örnek verdim. amann ben de!
ertelemek böyle işte. sonra evlenirsin diyelim belki bir iki gezersin falan da sorumluluklar engeller falan gene ertelemek için bahane hazır.
çocuğun olur amann derler, dersin çocuk büyüsünde öyle... ikinci olur bu da büyüsünde. e büyüyünce iş bitse, çocukların geleceği, okulu, sınavı, taksitler vs. derken bir bakmışsın aboooovvv geçmiş lan yıllar!! annen baban kadar olmuşsun!! ee sıralama bitti napçan??
sonra diyecen ki amaaan gençlik çabuk geçiyor, amaaan bizden geçti artık gençler gezsin eğlensin... gençler de aynı kısır döngünün içine girerler sınav-atama/iş-para yapma-evlenme-taksit-bebek-ev alma-araba alma...
resmen kısır bir döngü, fark edip kırabildiğin kadar kır!!
bir gün demişti ki annem zamanında emel sayın mı kimdi ise biri konsere gelmiş de bu taraflara, ama gidememiş çok üzülmüş. ne güzel nesiller boyu içimizde kala kala yaşlanalım!
ben de "başka bir konsere gidelim beraber bari" dedim. 'aman yok' dedi o kadar yüksek sesi artık çekemezmiş.. he tuttu bir de 'gençken gitmek lazımmış' dedi.
ee dedim "ben bir yere gitmek istedim mi öyle demiyorsun ama hep bir bahane, sınav var, para yok, akşam vakti, nasıl dönecen..vb"
anne olunca anlarmışım! endişeleniyormuş ama. tamam da bir de endişe engel olursa herşeye daha nasıl yaşayacağız. olduğu kadarmış....
ne güzel nesiller boyu içimizde kala kala yaşlanalım!
+"beni görücü usulü verecen kocaya herhalde. gündüz bile bir yere kımıldamazsan nasıl insanlarla tanışayım da.."
görücü usulüne karşı. modern, çalışan anne tanımına yakıştıramıyor. ama endişeleniyor diye kızı fazla kendine özen göstermeden ve çook gerekmedikçe de çıkıp dolaşıvermesin öyle..
hay allahım.. ben iki gün evden çıkmadım mı sinir küpü olurum. hiiiiç işim de olmasa çıkar bir dolaşırım.
markete mi? der! yani sadece ihtiyaç ya da mecburiyetten çıkılır. işe, okula gitmiyorsan ve marketten bir şey lazım değilse evde kukumav kuşu gibi oturursun. yıllarca okuldu, dershaneydi derken hergün dışarı çıkmaya alışmışım işte, iki gün bile duramam öyle evde.... kalsam sinirli oluyorum, annem de kızıyor çok sinirli bir tipmişim. işte eve tıkıldım ondan diyorum ne alakası varmış ki?
annem buna gıcık. çok kızıyorum diye bazen de bir şey diyemiyor yine kapışırız diye. ama bir bakışı var beyin özürlü, aptal ve beceriksiz, cebinde kuruşu olmayan kızını ayy yavrusunu uzaylıların, vampir, kurtadam ve zombilerin dünyasına yolluyor gibi bakıyor...
neyse kendimi eve kitleyim de evlenince çıkarım!! :)) sonra çocuk falan olur işte .. zaman mı var para mı var??
.kısır döngüye hoşgeldiniz.. zaten dünyaca ünlü bir sporcu, oyuncu, haberci, gezgin falana değiliz ki çok değişken bir hayatımız olsun. küçük şeyler yapalım bari....
sürekli aynı şeyleri yapmak bence beyin uyuşturuyor, bir bakıma belki fazla düşünmeni ve fazla düşününce üzülmeni engelliyordur da.. hergün aynı şeyleri yapmak, yaşamak bana beyin hücrelerini öldürüyor gibi geliyor...
hatta bazen kendimi bir film vardı ya hani adam her gün aynı güne uyanıyor, hep aynı şeyleri yaşıyordu. o filme benzetiyorum hayatımı. ya da başkalarının hayatını... tek farkı zamanın değişmesi, günlerin geçmesi, saçlarının ağarması ve kırışıklıklarının artması... bill murray oynuyordu filmde...
15.02.2013
bir cuma sabahı
bir cuma sabahı dedi ki paramız bitiyormuş, çekmek lazımmış.
ama o gün çekmeyi unutmuşum.
hiii aman! akşama bir fırtına çıktı! elimizde hiç nakit kalmamışmış, ne yapacakmışız şimdi? haftasonu da gelmiş, ya lazım olursaymış, heryerde herşeyde de kart kullanılırmıymış. falan. ben onun ne kastettiğini o benim ne kastettiğimi anlamamış. gene bankamatiği unuttu, illa bankadan çekilir ve hafta sonu banka kapalı olur.
tüm teknoloji vs işler benden sorulur da evde. hele de bir şey bilme! tv de bir kanalın yerine başkası çıkar olmuş, frekans mı değişti neyse artık. bilmiyorum. al diyor düzeltiver. her şeyi bilemem ki, herşeyin bin türli fonksiyonu var, herşeyi aklımda tutamam.
ne varmış iki tuşa basamazmıymışım. iki tuşla olsa. bilmem nereden bilmem ne açılıp bilmem ne yapılacak...
napacakmışız şimdi pazartesiye kadar nakit kalmamış!!!
+"ne kadar lazımdı ki?"
-'bu ay falan yetecek kadar'
cuma günü çekmemişsin! aah ah! mahvolduk bittik biz. pazartesiye kadar hayatta kalamayız! hoşçakalın ben öbür dünyaya gidiyorum, koskoca iki gün nakitsiz yaşanmaz ki!
+"ha bende çok bir şey sandım, bankamatikten çekiyorum ki zaten"
-'hıı!'
+"ee küçük bir meblağ için niye bankada kuyruk bekleyeceğim ya. herşey bankamatikten yapılıyor ya anne artık."
-'ha ben unuttum onu. ama hafta sonu oldu nazlı!'
+"isterse gece yarısı olsun anne, bir atm bulduktan ve bir kart sahibiysen tamam"
-'ne gece yarısı gece yarısı çıkılır mı nazlı?!!! başına bir şey gelir haa'
+"aayy anne! geceyarısı mı çekeceğim diyorum! yani mecbur kalsan"
-'niye mecbur kalalım, allah korusun!'
geceyarısı lafına takıldı kaldı şimdi o.. kabus senaryosu kurmaya başlamıştır artık kafasında. geceyarısı aptal nazlı, kalkıp dışarı çıkmak isteyecek ve başına bir şey gelecek!...
+"yarın forum'daki atm'den çekerim ne lazımsa"
ama o gün çekmeyi unutmuşum.
hiii aman! akşama bir fırtına çıktı! elimizde hiç nakit kalmamışmış, ne yapacakmışız şimdi? haftasonu da gelmiş, ya lazım olursaymış, heryerde herşeyde de kart kullanılırmıymış. falan. ben onun ne kastettiğini o benim ne kastettiğimi anlamamış. gene bankamatiği unuttu, illa bankadan çekilir ve hafta sonu banka kapalı olur.
tüm teknoloji vs işler benden sorulur da evde. hele de bir şey bilme! tv de bir kanalın yerine başkası çıkar olmuş, frekans mı değişti neyse artık. bilmiyorum. al diyor düzeltiver. her şeyi bilemem ki, herşeyin bin türli fonksiyonu var, herşeyi aklımda tutamam.
ne varmış iki tuşa basamazmıymışım. iki tuşla olsa. bilmem nereden bilmem ne açılıp bilmem ne yapılacak...
napacakmışız şimdi pazartesiye kadar nakit kalmamış!!!
+"ne kadar lazımdı ki?"
-'bu ay falan yetecek kadar'
cuma günü çekmemişsin! aah ah! mahvolduk bittik biz. pazartesiye kadar hayatta kalamayız! hoşçakalın ben öbür dünyaya gidiyorum, koskoca iki gün nakitsiz yaşanmaz ki!
+"ha bende çok bir şey sandım, bankamatikten çekiyorum ki zaten"
-'hıı!'
+"ee küçük bir meblağ için niye bankada kuyruk bekleyeceğim ya. herşey bankamatikten yapılıyor ya anne artık."
-'ha ben unuttum onu. ama hafta sonu oldu nazlı!'
+"isterse gece yarısı olsun anne, bir atm bulduktan ve bir kart sahibiysen tamam"
-'ne gece yarısı gece yarısı çıkılır mı nazlı?!!! başına bir şey gelir haa'
+"aayy anne! geceyarısı mı çekeceğim diyorum! yani mecbur kalsan"
-'niye mecbur kalalım, allah korusun!'
geceyarısı lafına takıldı kaldı şimdi o.. kabus senaryosu kurmaya başlamıştır artık kafasında. geceyarısı aptal nazlı, kalkıp dışarı çıkmak isteyecek ve başına bir şey gelecek!...
+"yarın forum'daki atm'den çekerim ne lazımsa"
napıyorsun orada - bırak şimdi tuvaleti
geçende sabah erkenden kalkmamız lazım, Adana'da bilmem nereye gideceğiz. daha akşamdan bir stres sardı annemi, nasıl gideceğiz, neyle gideceğiz, kaçta kalkmak lazım....vs. sanki sınava gidiyoruz.
nazlı sabah erken kalkamaz, gecikiriz kesin, işlerimizi yapamayız, iflas ederiz, biter ve mahvoluruz... yani böyle demiyor, bizde böyle şeyler açıkça konuşulmaz, üstü örtülü.. telefonun alarmı uyandırır beni diyorum ama güven olmaz telefona ona göre. neredeyse en iyisi hiç uyumamak diyecek. sabahı sabah etti, gece en az beş kere kalkıp ya tuvalete ya su içmeye gitti. bir takırtı bir tukurtu.
amaç beni de uyandırıp sabaha kadar saçma ve karamsar şeyler konuşarak vakit geçirmek sanki... ne diye gidiliyor biliyonuz mu annemin eski arkadaşları bilmem nerede buluşuyor. ay gecikirsek almazlar aralarına. e sen gitme diyorsunuz sıkıysa gitme. bir ömür beni yalnız bıraktın şarkısını dinlerim artık.
gitmeye bile zor ikna oldu. istemiyorsan gitme mecbur değilsin diyorum. mecbur değilmiş ama sonra gelmedi derlermiş, kaçtı derlemiş. miş miş miş. çoğu insanın işi gücü dedikodudur ya. ben de gideyim de ne zamandır görmediğim bir arkadaşımı aradım onunla biraz vakit geçiririm, o gelinceye kadar da bir avm de falan dolanırım. gibisinden bir hayal. neyse işte.
duydum ama kalkmadım gece. ne diye bu kadar stres yapıyor anlamıyorum, strese neden oluyorlarsa görme suratlarını yaa.. esas mesele treni kaçırma stresi, sanki bir sonra bir sefer daha yok! tek seferdi ve bir daha asla Adana'ya gidemeyeceğiz! arkamızdan da gelmedi diye büyük bir dedikodu çıkıp bizi mahvedecek!! anlamadım ki nasıl bir karabasan tasviridir bu.
tabi ki sabah telefonun alarmı çaldı. hani sabah ilk iş napılır,ben de onu yapmak için banyoya girdim. tuvaleti kullanacağım. tabi duymuş kalktığımı, kapı seslerinden, gelmiş banyo kapısına; (tam olmasa da benzer diyaloglar)
-'hadi oyalanma treni kaçıracağız!!'
+"iki saat var daha!"
-'napıyorsun orada? oyalanma! hadi nazlı!'
+"offf anne tuvalette napılır? hala mı soruyorsun"
-'geç kalacağız'
+"tuvaletim saatlerce sürmez ki!"
-'bırak şimdi tuvaleti oyalanma!!'
ben tuvaletteyken acele ettirme ve bu durumu kendini yavaşlatan bir mesele olarak görme konusunda bir uzman!
+"yapmayayım da napayım? çeyiz diye mi saklayayım?"
çocukken beni sümkürtmeye çalışıp başarılı olamadığı zaman bana 'hadi! tutup kocana çeyiz diye mi saklayacaksın?!' diye azarlardı. hemde burnumu sıkıştırıp, kafamı da arkadan mendile doğru bastırarak.
çok sümüklü de olsam bari. yok diyelim sümük, daha hastalık o evreye gelmemiş, ama önden burun arkadan kafa preslenirse çıkar diye düşününerek davranırdı. çıkmazsa da işte öyle azarlardı.
hele ki sabah kalkar kalkmaz tuvalet meselesi. tutamazsın ki gelmişse, hem zaten tutmamalısın da değil mi.. kendimi mi zehirleyeyim yaa içimde bırakıp... ihtiyaç meselesi.
biraz iğrenç oldu ama.
eskiden de beni böyle geç kalacağız diye acele ettirmesinden çok çektim. geç kalma korkusu her şeyden önce temel boşaltım ihtiyacından bile. ama sonra olur olmaz bilemezsin bir yerde e geliyor. 24 saat tutulmaz ki. sonra gene azar. ona göre olur olmadık yerde tuvaleti gelen bir velet.
e sabah acelenden yaptırtmadın diyorum. hatırlamıyor ki. yapsaydın diyor bir de. şimdi nereden tuvalet bulunacakmış, genel tuvaletler temiz olmazmış, ah nazlı ah!!
huylu huyundan vazgeçer mi ? hala aynı. tuvalette oyalanıyormuşum iddiasında. ya diyorum ihtiyaçlarımı da mı karşılamayayım. çabuk ol diyor...
herhalde dinlemiyorum artık. napacaksam yapıyorum işte. geç falan da kalmıyoruz.
nazlı sabah erken kalkamaz, gecikiriz kesin, işlerimizi yapamayız, iflas ederiz, biter ve mahvoluruz... yani böyle demiyor, bizde böyle şeyler açıkça konuşulmaz, üstü örtülü.. telefonun alarmı uyandırır beni diyorum ama güven olmaz telefona ona göre. neredeyse en iyisi hiç uyumamak diyecek. sabahı sabah etti, gece en az beş kere kalkıp ya tuvalete ya su içmeye gitti. bir takırtı bir tukurtu.
amaç beni de uyandırıp sabaha kadar saçma ve karamsar şeyler konuşarak vakit geçirmek sanki... ne diye gidiliyor biliyonuz mu annemin eski arkadaşları bilmem nerede buluşuyor. ay gecikirsek almazlar aralarına. e sen gitme diyorsunuz sıkıysa gitme. bir ömür beni yalnız bıraktın şarkısını dinlerim artık.
gitmeye bile zor ikna oldu. istemiyorsan gitme mecbur değilsin diyorum. mecbur değilmiş ama sonra gelmedi derlermiş, kaçtı derlemiş. miş miş miş. çoğu insanın işi gücü dedikodudur ya. ben de gideyim de ne zamandır görmediğim bir arkadaşımı aradım onunla biraz vakit geçiririm, o gelinceye kadar da bir avm de falan dolanırım. gibisinden bir hayal. neyse işte.
duydum ama kalkmadım gece. ne diye bu kadar stres yapıyor anlamıyorum, strese neden oluyorlarsa görme suratlarını yaa.. esas mesele treni kaçırma stresi, sanki bir sonra bir sefer daha yok! tek seferdi ve bir daha asla Adana'ya gidemeyeceğiz! arkamızdan da gelmedi diye büyük bir dedikodu çıkıp bizi mahvedecek!! anlamadım ki nasıl bir karabasan tasviridir bu.
tabi ki sabah telefonun alarmı çaldı. hani sabah ilk iş napılır,ben de onu yapmak için banyoya girdim. tuvaleti kullanacağım. tabi duymuş kalktığımı, kapı seslerinden, gelmiş banyo kapısına; (tam olmasa da benzer diyaloglar)
-'hadi oyalanma treni kaçıracağız!!'
+"iki saat var daha!"
-'napıyorsun orada? oyalanma! hadi nazlı!'
+"offf anne tuvalette napılır? hala mı soruyorsun"
-'geç kalacağız'
+"tuvaletim saatlerce sürmez ki!"
-'bırak şimdi tuvaleti oyalanma!!'
ben tuvaletteyken acele ettirme ve bu durumu kendini yavaşlatan bir mesele olarak görme konusunda bir uzman!
+"yapmayayım da napayım? çeyiz diye mi saklayayım?"
çocukken beni sümkürtmeye çalışıp başarılı olamadığı zaman bana 'hadi! tutup kocana çeyiz diye mi saklayacaksın?!' diye azarlardı. hemde burnumu sıkıştırıp, kafamı da arkadan mendile doğru bastırarak.
çok sümüklü de olsam bari. yok diyelim sümük, daha hastalık o evreye gelmemiş, ama önden burun arkadan kafa preslenirse çıkar diye düşününerek davranırdı. çıkmazsa da işte öyle azarlardı.
hele ki sabah kalkar kalkmaz tuvalet meselesi. tutamazsın ki gelmişse, hem zaten tutmamalısın da değil mi.. kendimi mi zehirleyeyim yaa içimde bırakıp... ihtiyaç meselesi.
biraz iğrenç oldu ama.
eskiden de beni böyle geç kalacağız diye acele ettirmesinden çok çektim. geç kalma korkusu her şeyden önce temel boşaltım ihtiyacından bile. ama sonra olur olmaz bilemezsin bir yerde e geliyor. 24 saat tutulmaz ki. sonra gene azar. ona göre olur olmadık yerde tuvaleti gelen bir velet.
e sabah acelenden yaptırtmadın diyorum. hatırlamıyor ki. yapsaydın diyor bir de. şimdi nereden tuvalet bulunacakmış, genel tuvaletler temiz olmazmış, ah nazlı ah!!
huylu huyundan vazgeçer mi ? hala aynı. tuvalette oyalanıyormuşum iddiasında. ya diyorum ihtiyaçlarımı da mı karşılamayayım. çabuk ol diyor...
herhalde dinlemiyorum artık. napacaksam yapıyorum işte. geç falan da kalmıyoruz.
14.02.2013
olumsuz konuşma sinirimi bozuyorsun
o sürekli olumsuz şeylerden bahsedebilir, öleli yirmi yıldan fazla olmuş kaynanasıyla hikayelerini sabah sabah anlatabilir ama ben olumsuz bir şeyden bahsetmeye kalkınca 'sus! sinirimi bozuyorsun!'
'olumsuz konuşma!'
ama ben seni dinliyorum, babaannemin kötülüğünü anlata anlata bitiremiyorsun diyorum. ama her seferinde yeniden yaşar gibi bir stres bir heyecan, ilk defa anlattığını sandığı o kadar çok oluyor ki. anlatmıştın deyince aa bunu anlatmadım hiç diye iddia ediyor. ben tamamlasam bildiğimi kanıtlamak için bir konuşturmuyormuşum. o nasıl rahatlayacakmış? napsınmış o çok çekmiş ama! ben ne yaşamışım ki, ne bilirmişim ki.
diyelim dersanede tatsız bir şey oldu anlatmaya başlıyoum aynen böyle susturuyor. sinirini bozuyormuşum..
ne güzel ne hoş değil mi?
dinledi diyelim zaten hafife alıyor, ne varmış ki bunda esas kendi neler çekmiş neler. aha da konu açıldı başlıyor gene aynı şeyleri anlatmaya...
bazen inadım tutuyor ben de konuşup rahatlayacağım diye. napıp edir konuyu değiştirmeye susturmaya çalışıyor yaa.. sinirini bozuyormuşum bu yaşta artık sinir bozukluğu kaldırabilecek durumda mıymış o!!
sen de benimkini bozuyorsun diyorum. her gün 3-4 öğün adeta senin kabus hikayelerini, anılarını dinleyip sinirim bozulmıuyor mu benim?
ama napsınmış o konuşarak rahatlayabiliyormuş.
e ben gidip bilgisayar başında yazıyorum diyelim, e ben de yazarak rahatlayayım bari. bunu da çok görüyor. çok bilgisayar başında kalıp onu yalnız bırakıyormuşum.
ay karı koca gibi olduk biz!!
'olumsuz konuşma!'
ama ben seni dinliyorum, babaannemin kötülüğünü anlata anlata bitiremiyorsun diyorum. ama her seferinde yeniden yaşar gibi bir stres bir heyecan, ilk defa anlattığını sandığı o kadar çok oluyor ki. anlatmıştın deyince aa bunu anlatmadım hiç diye iddia ediyor. ben tamamlasam bildiğimi kanıtlamak için bir konuşturmuyormuşum. o nasıl rahatlayacakmış? napsınmış o çok çekmiş ama! ben ne yaşamışım ki, ne bilirmişim ki.
diyelim dersanede tatsız bir şey oldu anlatmaya başlıyoum aynen böyle susturuyor. sinirini bozuyormuşum..
ne güzel ne hoş değil mi?
dinledi diyelim zaten hafife alıyor, ne varmış ki bunda esas kendi neler çekmiş neler. aha da konu açıldı başlıyor gene aynı şeyleri anlatmaya...
bazen inadım tutuyor ben de konuşup rahatlayacağım diye. napıp edir konuyu değiştirmeye susturmaya çalışıyor yaa.. sinirini bozuyormuşum bu yaşta artık sinir bozukluğu kaldırabilecek durumda mıymış o!!
sen de benimkini bozuyorsun diyorum. her gün 3-4 öğün adeta senin kabus hikayelerini, anılarını dinleyip sinirim bozulmıuyor mu benim?
ama napsınmış o konuşarak rahatlayabiliyormuş.
e ben gidip bilgisayar başında yazıyorum diyelim, e ben de yazarak rahatlayayım bari. bunu da çok görüyor. çok bilgisayar başında kalıp onu yalnız bırakıyormuşum.
ay karı koca gibi olduk biz!!
çıkmadan önce ye!
-'çıkmadan önce yer misin?' ya da -'çıkmadan önce ye!' diye peşimde annem.
dışarı çıkacağım ve aç kalacağım!! sanırsın uzun yola gidiyorum, ne bileyim kıyamet sonrası bir dünya var dışarıda, ya da günlerce dönmeyeceğim, hatta sanki kilometrelerce koşup ağır spor hareketleri yapacağım, futbola yazıldım da futbolcu antrenmanı yapacağım...
altı üstü bir kaç saatliğine çıkıyorum. ve zaten çıkmadan yarım saat önce öğle yemeğini yedim...

bu aralar gene bana bir şeyler yedirmeye çalışma seansları patlak verdi.
yemek istemeyince de nasıl da uğraştığını bunu hazırlarken, ne emekler sarf ettiğini ama benim hiç kıymet bilmediğimi söylüyor. yemeyeceğimi bilmesi gerekirken.
ya da -'artık rejimde değilsin ki!!' diyor.
iyi ki fazla kilolarımdan kurtuldum, ha ha artık onları geri alabilirim!!
rejim bitti evet ama yemek yeme alışkanlığımı değiştirdim bunu anladığı yok. 3 beyaz yasak. sırf bu şekilde kurtuldum fazlalıklardan. şu bu diyeti yapmadım.
çay kahve şekersiz ya da şöyle ucuyla atıyorum artık.
zaten yemekleri çok tuzlu yapmayız ama artık ayrıca üstüne ekmiyorum tuzu. ekmek desen az ve kepekli yiyorum.
bir de annem sabote etmeye kalkmasa..
gene börek, çörek, kurabiye yapmaya başladı fazlasıyla.
böyle dönemleri var annemin. sıkıntılar basınca bir şeyler yapar dönem dönem.
rejimim bitmiş yiyebilir mişim artık dilediğim kadar!! bir de tek başına başa çıkamayacağını düşündüğü zaman ve o sıra teyzem bizdeyse ağız birliği ediyorlar.
esas gençken yenirmiş yaşlanınca yiyemezmişim, teyzem benim yerimde olsaymış ohooo dünyaları yermiş!!
+"ondan tombulsun teyzoş"
e gençlik bahane, alışkanlığa dönüşüyor ve hayatta tek zevk aldıkları şey tıkınmak oluyor. doymanın ve gereksinimin ötesinde bu artık... sonra işte gençken alışınca bırakamıyor, alıyolar kiloları, kalp, şeker, tansiyon, kolestrol...
son zamanlarda her gün yapıyor, yapma ya da azıcık yap ben yemem diyorum. hiç oralı değil ya da azıcık yapmanın ne alemi varmış? azıcık bir şey için o kadar uğraşa değer miymiş.
böyle bir iki dilim değil tonla yememi bekliyorlar hemde...
teyzemde kilo, yüksek tansiyon ve kollestrol var az yiyebiliyor, annemde şükür pek bir şey yok da mesela reflü var, öyle pek kilo almaz ama çok yiyince tıkanıyormuş.

ee hedefte ben!! ben yiyorsam zevk ve mutlulukla bana bakıyorlar...
ben de hadi bir küçük parça yiyeyim desem yetinmiyolar ki, aa daha ye daha!! aa niye beğenmedin mi? o kadar uğraştık nazlı!!
ne var azcık kilo alsam sanki, gene rejim yaparmışım. diyorum ki ben yeme alışkanlığımı değiştiriyorum ki sizin yaşınıza gelince bu tip sağlık sorunlarının oluşmasını biraz olsun engellemiş olayım. abur cubur yok, ihtiyaç kadar.
amaan olsunmuş, bilmem kim varmış, zap zayıfmış, gençliğinden beri çok dikkat eder spor yaparmış ama gene de tansiyonu varmış, bilmem nesi varmış...vs. e yani madem olacakmış illa yiyeyimmiş gitsinmiş, hayatta başka ne varmışmış ki!!
işin ucunu kaçırıp kilo alsam da var ya kalçamla alay ederler! oldu bu!!
ben üniversiteye hazırlandığım yıllarda, aman ders çalışayım bölünmeyeyim diye ne uğraştı annem. neredeyse nefes almamı bile zaman kaybı olarak görecek hale geldiydi. uykumu bile azaltıp ders çalışmalıydım, hani kolumdan tutup sürükletmiyorum ama bu defa çenesine vuruyor. biraz dinlenmeye kalksam da görse dırdır ediyordu..
bir deneme sınavı öncesi beni odamın dışında gördü kıyameti koparttı! ne efendim nasıl zor ödeniyormuş o paralar haberim varmıymış, ne vefasız kızmışım bencilmişim, altı üstü bir kaç ay dişimi sıkacak mışım, daha ben çalışmamak için bahane arıyor muşum, hiç kıymet bilmiyor muşum, ben bölünmeyeyim, dikkatim dağılmasın diye koca evle tek başına uğraşıyormuş... bombardımanı hazırda tutup açığımı bekliyormuş aslında.
sadece tuvalete gitmiştim ha. sonra da meyve almak için mutfağın yolunu tutmuştum. zaten zombi gibi olmuşum beni bu laflarla delirtti!! köleyim sanki, ders çalışma kölesi! insani ihtiyaçlarım falan olamaz. sıkılamam da ben ne anlarım daha çok küçüğüm sıkılmak, bunalmak falan ne bileyim...hep böyle ima eder de...
bu kadar sıkılacak ne varmış, daha hayatta ne zorluklar varmış!!
odamdan da hiç çıkmayayım, neredeyse sonda bağlayacak bir tarafıma çalışma masasından hiç kalkmayayım diye.
kavga çıktı tabi. siniri bozuk, ev hapsine çarptırılmış bir çeşit köle gibi bir ergene hain muamelesi yapıyor tuvalete gitti diye!!
daha lafları bitmiyor felaket senaryoları yazıyor. sırf o gün oyalandım diye bir soruyu öğrenemeyecek, üniversiteyi kazanamayacak ve mahvolacağım, asla mutlu olmayacak, cahil kalacak, iyi koca bulamayacak, ve hayatım bitecek!!
cidden hiç aralıksız ders çalışılabilir sanıyor, sadece o hazırlayıp çağırınca ya da kalkmayayım diye meyve ya da yiyeceği odama getirince yiyebileceğim.. ve odama o kadar çok börek çörek vs getirdi ve yedirdi ki...
bir kaç ayda 12 kilo almışım. aman bir dışarı çıkmak isteyeyim, ya da bir tv izlemek falan oho kavga... banyo yapmamı bile uzun buluyordu.
kilo almamı da şikayet edince ders mi önemliymiş bu mu??
üniversite hazırlık yıllarında, sonra üniversitedeyken, ardından kpss falan, yüksek lisans sınavlarına falan çalışırken de aynı yöntemi uygulamaya çalıştı ama başarılı olamadı. o zamanlar evden dışarı adımımı atmamı istemeyen kadın da son zamanlarda beni göndermeye çalışır oldu bi ara...
yarım saatte bir kapımda 'bu gün çıkmayacak mısın?'
çıkmam için bahaneler arardı, sıkılmamış mıyım. hele bir sıkıldım diyeyim beni markete yollamaya çalışırdı. bir de bunun değişiklik olduğunu iddia ederdi. tee uzakta bir markette değil ha iki sokak aşağıda...
okurken evlenecek birini bulamamışım markette bulabilir mişim. umudu bu idi!!
bir gün böyle dedi hiç beklemediğim bir anda, neden olmasınmış markette de karşılaşabilir mişim evleneceğim adamla!!
yahu dedim üniversitede arkadaşlarımla vakit geçireyim diye uğraştım, sen de çıkmamı, sosyal olmamı hiç istemez, engellemeye çalışırdın. ama o zaman derslerimden olur, okulu bitiremez mişim! ya okulu bitirip diplomamı alamazsammış?? yaa!
e dedim işte ablam ikisini birden yaptı şanslı kerata! hem asistanıyla evlendi hem okulu başarıyla bitirdi. hem evlilik hem ev hem okul. ben niye yapayayımdı ki!
evin küçüğüyüm diye aptalı da mı olacağım ya!!
bazen de her şeyin bir sırası olduğunu iddia eder. önce ciddi ciddi çalışıp okul bitirilecek, öyle gezme eğlenme aşk meşk falan engel okul bitirmeye, sonra ciddi çalışılıp uğraşılıp iş falan bulunacak, iş oturacak sıra evlenmeye gelecek!!!
e dedim görücü usulü mü verecen beni? bu kadar ineklersen kimle tanışacan, kimi tanıyacan ki?
görücü usulüne karşı bir de!! başarılı sonuç vermiyormuş hem de öyle istemediğim biriyle evlenmemi istemezmiş, mutlu olamaz mışım..
a canım okulda bulamayınca bulunmuyor öyle kolay kolay işte diyorum. ona göre market ve pazarda bile bulabilirmişim kader belli olmazmış. hala iddias sürüyor yani okul zamanları biraz sosyal olmaya çalışmamı hata olarak görmeye devam ediyor. ya okulu bitiremeseymişim?? o kadar mi şaşkınım yani? okuldan atılacak kadar kopacağım ve geri dönüşsüz olarak üniversite mezunu olamayacağım!!! kabus senaryosu bilmem kaç!!
şimdi kendi üniversite mezunu değil ya sanıyor ki işte mutluluk bu, üniversite mezunu olmak yetiyor mutluluğa... bu sadece bir adımı ve sonsuza kadar bunun için göbek atacak kadar bir tür mutluluğa sahip olmuyorsun ki...
hayır ben zaten epey çalışkandım ama bir taraftan da keyfime de düşkünümdür. bir yerden sonra kafa almaz olur, okusun yani gözün okur ama beyindeki bir noktaya ulaşmaz adeta, kilitlenmiştir. işte sürekli ders çalışılmaz ki.. ama gel inandır bizim anneyi.. niyeyse üniversiteyi kazanamamam ve mahvolmam an meselesi. sanki sadece bir kere sınav şansım var...
o zamanlar yavrum mp3 mp4 ayfon falan mı var? cd çalar kaset çalar falan var.. işte artık beynim uyuştuğunda beni erken yatırmaya mecbur ettiği zamanlardaki gibi müzik dinleyip kafamı boşaltırdım. ama bu da onu deli ederdi. bir gün arıyorum yerinde yok cd çalar...yer yarılmış içine girmiş.
meğer ben yokken alıp saklamış. dikkatimi dağıtmasına izin vermeyecekmiş!!
hele bir karşı çık anında karşında korkunç kabus senaryoları, sınavı kazanamamaktan arabistan çöllerinde susuz kalmış bir göçmene kadar uzanabilecek gibi geniş bir korkunç hayal gücüne sahip anne sana bir hikaye anlatır!!
sınavı kazanamayacak mahvolup ölecek, dilenci olacak, hasta olacaksın!!
dayakçı koca seni öldürecek ya da...vs vb.
ha bir de üniversite okuyan ve başına garip, ya da korkunç şeyler gelen insanların hikayeleri var ki....
gezmek isteme, eğlenmek, güzel olmak bile isteme sadece ders çalış, bir ot ya da bir bilgisayar, bir robotsun bir genç kız değil!!
zaten sinirim bozuk, evin pardon odanın içinde hareket alanı yok, yıllarca okul diye bir koşuşturma yaşamış ve ardından bu düzen bitmiş ve sürekli tıkınman bekleniyor ayrıca.. harap olmuş sinirim tek zevkim bir kaç adet olan cdlerimi dinlemek. yoksa yaşadığımı bile hissetmiyorum yani. günler nasıl geçiyor bilmiyorum.
arada bahaneler bulup çıkıyorum tabi, ya bahane ya yalan. o da dershanenin kantininde ders çalışcam diye ama bir yandan da arkadaşlarla gülerek vakit geçirmek. sınav sorularına bakarken kıkırdamak..
var ya aslında en iyi hatırladığım bilgiler böyle zamanlarda baktıklarımız...
üstelik tüm bunlarla beraber yeni yetmeliktesin...
artık bu cd çalarımın elimden alınması bardağı taşıran son damla oldu!
ki bütün damlaları kendi bir bir eklemişti zaten.
sürekli dershane ve ev arasında, hiç bir boşluk neredeyse yok sivilceli ve şişkoyum.
e bu durumda çıldırmanın eşiğine getirdi beni. ben zaten kendimi strese sokmuyor değilim ki. ama anlayan mı var ona göre ben bol keseden boşuna zaman harcayan, kıymet bilmez biriyim. ooohhh ne rahatım. bir sınavı kazanamayım da hayatım mahvolsun! o zaman ne yapacak mışım?? yaaa..
hep böyle diyaloglar..
ablam o sırada hem evlilik hem okulu bir arada götürmeye çalışmaktan kendi dünyasında tabi. zaten olmasa da cesaret edip ciddiyetle boğuyorsun nazlı'yı anne falan diyemez. ne şiş yansın ne kebap durumunda o hep.
ha tabi kendimi yalnız hissetmem de cabası, e okul arkadaşları biraz dağılmış, dershanedekilerle sınırlı görüşüyorsun ve yıllardır odanı paylaştığın ablan da uzağa gitmiş, ha bir de evlenmiş dönmeyecek de..
maalesef bizim evde genç kız ruhundan anlayan yok. küçüksün daha lafıyla çocuk yerine konuyorsun ama çocuk ruhundan da anladığı söylenemez...
sıkıntıdan ve tıkınmaktan öyle bir sivilcelendim ki bu kadar olur. tabi hormonlar da. insan kendini berbat hissediyor.
ama tüm bu sıkıntı ve baskıya karşın sinirli olmam da doğru değilmiş, normal değilmiş!! anneme göre.
ne varmış bu kadar sinirlenecek? altı üstü ders çalışacakmışım başka bir şey yapmam gerekmiyor, benden istenmiyormuş.
şu evden çıkmayan, ders çalışmatan delirip kitapları fırında yakan ve az daha yangın çıkartacak manyak komşu kızına dönüşmemi istiyorsun herhalde dedim!!
hiç olur muymuş mutlu olayım istermiş, bunun yolu da üniversiteye gitmekmiş!!
bir önceki gönderide yazmıştım insanlar kendinde eksik olan-kalan şeyin insanı mutlu etmeye yettiğini sanıyor.
üniversiteye gittim, yüksek lisans bile yaptım ee şimdi mutluluktan uçuyor muyum??
o zaman tabi sen benim cd çalarımı nasıl alırsın diye bir kavga çıktı. ama o bardağın taştığı son damlada ben tüm birikmişleri boşalttım. artık psikolojim zaten kötü, hem kavga edip hem bağırıp hem de ağladım. öyle böyle değil ama sinir krizi geçirdim resmen.. 17-18 yaşında
ee sonunda doktorluk oldum tabi..
sırf sivilce olsa migrenim de o yıllar başladı. yumurtalığımda küçük bir limon büyüklüğünde kist çıktı bir de. küçüğüm diye ameliyat yerine aylarca ilaçla tedavi oldum. migren ve sivilce olsa iyi stresten tansiyonum o yaşta o yaşa göre epey yüksekmiş. 15e 9 falan...
daha bir de doktora kendini savunuyor, ev işinde yardım falan hiç bir şey beklemiyormuş benden, yemeğimi ayağıma getiriyormuş, meyvemi soyup veriyormuş, başka da bir şey demiyormuş, sadece sınava çalışsın istiyormuş kızı ama o kız gidip ağlama krizi geçiriyormuş!!
doktorda çok üstüne gitmeyin hassas yaşlar, bak migrendi bu yaşta tansiyondu, kistti..
bir şey yapmıyormuş ki!!
beni e kendimi savunamam sanıyor başkasının yanında.
resmen hapisteyim, tuvalete gitmem bile suç. sürekli korku hikayeleri duyuyorum. müzik çalarımı bile almış. sürekl ders çalışılmaz ki dayanamıyorum yaa, kafam bir yerden sonra yoruluyor.. diyorum.
ha bir de gözüm bozuldu o yıllarda.
doktor dünyaynın sonu değil ya bu sene olmazsa seneye olur sınav, bu kadar germeyim çocuğu diyor. germiyormuş ki? deneme sınavı puanımı bile sormuyormuş ki! gizli baskı yapıyor tabi kanıtlanamayacak!! bende böyle dedim!
neyse işte biraz gevşemek zorunda kalıd ama artık gözünde dayanıksız, güçsüz biri oldum. tabi herkes baskı ortamında çalışamaz bu bir gerçek. kişilik meselesi.
ama benim kişiliğim olması beklenmiyor ki sadece ders çalışayım yeter!!benim gibi küçücük bir kızın neyine kişilik falan!
huylu huyundan vazgeçer mi.. sadece ben bildiğini okumaya başladım, böyle yapmazsam delireceğime kanaat getirdimn dedim. ders çalışıyorum ben sen benim yöntemime güven dedim. aslında güvendiği falan yoktu. ona göre kendi haklı çıkacak ve ben mahvolacaktım... o zamanlarki düşüncesi buydu. söylemiyor ama belli ediyordu. ben ablamdan daha dayanıklı, sezgi gücü yüksek biri oldum ama hep ben aptalımsı ve güçsüz sanıldım niyeyse. herhalde benimle mücadele gerekiyordu daha zevkli .ablamsa hemen pes eder, kendini pek savunmaz, çok da ihtiyacı olmadı, zevk ve yöntemleri konusunda kararlı ve ısrarcı değildi ya da yoktu. işte bir tek evleneceği zaman nasıl olduysa bir inat bir iddia bir ısrar ve ikna gücü geldi...aşık olması gerekirmiş demek...
bir de kızlarına hiç bir konuda hiç baskı yapmadığını iddia etmez mi birilerine. zorla yaptırtmıyor diye baskı olmadığını zannediyor.
en çok benle uğraşmasının nedeni herhalde ablamın söz dinleyen, hep başkalrının dediğini yapan, kolay yönetilebilen biri olmasıydı. yönetme duygusunu tamamlayacak bir ben kalıyorum geriye... mücadeleyi sever de kendisi..
..............................
şimdilerde de yedirme işinde, peşinde.
ne istiyorsun diyorum 100 kilo olayım da kimse dönüp bakmasın, beğenmesin, evlenmeyeceğim garanti mi olsun* ya da bu şekilde kriterimi en aşağıya çekip mecburen mi yaparım bir evlilik?
tek derdim evlilik miymiş!! bu konuları da öyle açık konuşmayı sevmez, hani evlilik cinselliği çağrıştırır mazallah!
bunları okuyan benim didişmeye bayılan tipten kız olduğumu sanır. değil oysa. sadece mecbur bırakılınca. kız arkadaşlarımla yada genel olarak arkadaşlarım ya da olmuş bitmiş de olsa neyse de erkek arkadaşlarımla da öyle didişip duran kavgacı biri olmadım. annem beni mecbur bırakıyor...
hayı kendimi tamamen teslim etsem de sıkılıp beni suçlayacak bir şey bulur çocukken ki gibi.
hani kararsızım fark etmez diyorum o zamanlar bir şeye, kızıyordu biraz kararlı ve kişilikli olmalıymışım nutku çekerdi haa!!
aynı durumdaki ablama da aynı lafı eder, etmez değil. ama o alınmaz buna. ya da bir cevap bulamaz verecek. alt manasını falan anlamadığından mıdır nedir.
ben bu durumda ha ben kişiliksizim ha? derim mesela. ama bir konuda kendi fikrini savunsam da inatçı ve söz dinlemeyen oluyorum derim, ki demiştim. bir durumda. kararlı ve kişilikli mi olayım yoksa hep senin dediğini yapan söz dinleyen mi? ne yapsam bir kulp buluyorsun takacak. da dedimdi. bu defada kavgacı oldum.
dışarı çıkacağım ve aç kalacağım!! sanırsın uzun yola gidiyorum, ne bileyim kıyamet sonrası bir dünya var dışarıda, ya da günlerce dönmeyeceğim, hatta sanki kilometrelerce koşup ağır spor hareketleri yapacağım, futbola yazıldım da futbolcu antrenmanı yapacağım...
altı üstü bir kaç saatliğine çıkıyorum. ve zaten çıkmadan yarım saat önce öğle yemeğini yedim...
bu aralar gene bana bir şeyler yedirmeye çalışma seansları patlak verdi.
yemek istemeyince de nasıl da uğraştığını bunu hazırlarken, ne emekler sarf ettiğini ama benim hiç kıymet bilmediğimi söylüyor. yemeyeceğimi bilmesi gerekirken.
ya da -'artık rejimde değilsin ki!!' diyor.
iyi ki fazla kilolarımdan kurtuldum, ha ha artık onları geri alabilirim!!
rejim bitti evet ama yemek yeme alışkanlığımı değiştirdim bunu anladığı yok. 3 beyaz yasak. sırf bu şekilde kurtuldum fazlalıklardan. şu bu diyeti yapmadım.
çay kahve şekersiz ya da şöyle ucuyla atıyorum artık.
zaten yemekleri çok tuzlu yapmayız ama artık ayrıca üstüne ekmiyorum tuzu. ekmek desen az ve kepekli yiyorum.
bir de annem sabote etmeye kalkmasa..
gene börek, çörek, kurabiye yapmaya başladı fazlasıyla.
böyle dönemleri var annemin. sıkıntılar basınca bir şeyler yapar dönem dönem.
rejimim bitmiş yiyebilir mişim artık dilediğim kadar!! bir de tek başına başa çıkamayacağını düşündüğü zaman ve o sıra teyzem bizdeyse ağız birliği ediyorlar.
esas gençken yenirmiş yaşlanınca yiyemezmişim, teyzem benim yerimde olsaymış ohooo dünyaları yermiş!!
+"ondan tombulsun teyzoş"
e gençlik bahane, alışkanlığa dönüşüyor ve hayatta tek zevk aldıkları şey tıkınmak oluyor. doymanın ve gereksinimin ötesinde bu artık... sonra işte gençken alışınca bırakamıyor, alıyolar kiloları, kalp, şeker, tansiyon, kolestrol...
son zamanlarda her gün yapıyor, yapma ya da azıcık yap ben yemem diyorum. hiç oralı değil ya da azıcık yapmanın ne alemi varmış? azıcık bir şey için o kadar uğraşa değer miymiş.
böyle bir iki dilim değil tonla yememi bekliyorlar hemde...
teyzemde kilo, yüksek tansiyon ve kollestrol var az yiyebiliyor, annemde şükür pek bir şey yok da mesela reflü var, öyle pek kilo almaz ama çok yiyince tıkanıyormuş.
ee hedefte ben!! ben yiyorsam zevk ve mutlulukla bana bakıyorlar...
ben de hadi bir küçük parça yiyeyim desem yetinmiyolar ki, aa daha ye daha!! aa niye beğenmedin mi? o kadar uğraştık nazlı!!
ne var azcık kilo alsam sanki, gene rejim yaparmışım. diyorum ki ben yeme alışkanlığımı değiştiriyorum ki sizin yaşınıza gelince bu tip sağlık sorunlarının oluşmasını biraz olsun engellemiş olayım. abur cubur yok, ihtiyaç kadar.
amaan olsunmuş, bilmem kim varmış, zap zayıfmış, gençliğinden beri çok dikkat eder spor yaparmış ama gene de tansiyonu varmış, bilmem nesi varmış...vs. e yani madem olacakmış illa yiyeyimmiş gitsinmiş, hayatta başka ne varmışmış ki!!
işin ucunu kaçırıp kilo alsam da var ya kalçamla alay ederler! oldu bu!!
ben üniversiteye hazırlandığım yıllarda, aman ders çalışayım bölünmeyeyim diye ne uğraştı annem. neredeyse nefes almamı bile zaman kaybı olarak görecek hale geldiydi. uykumu bile azaltıp ders çalışmalıydım, hani kolumdan tutup sürükletmiyorum ama bu defa çenesine vuruyor. biraz dinlenmeye kalksam da görse dırdır ediyordu..
bir deneme sınavı öncesi beni odamın dışında gördü kıyameti koparttı! ne efendim nasıl zor ödeniyormuş o paralar haberim varmıymış, ne vefasız kızmışım bencilmişim, altı üstü bir kaç ay dişimi sıkacak mışım, daha ben çalışmamak için bahane arıyor muşum, hiç kıymet bilmiyor muşum, ben bölünmeyeyim, dikkatim dağılmasın diye koca evle tek başına uğraşıyormuş... bombardımanı hazırda tutup açığımı bekliyormuş aslında.
sadece tuvalete gitmiştim ha. sonra da meyve almak için mutfağın yolunu tutmuştum. zaten zombi gibi olmuşum beni bu laflarla delirtti!! köleyim sanki, ders çalışma kölesi! insani ihtiyaçlarım falan olamaz. sıkılamam da ben ne anlarım daha çok küçüğüm sıkılmak, bunalmak falan ne bileyim...hep böyle ima eder de...
bu kadar sıkılacak ne varmış, daha hayatta ne zorluklar varmış!!
odamdan da hiç çıkmayayım, neredeyse sonda bağlayacak bir tarafıma çalışma masasından hiç kalkmayayım diye.
kavga çıktı tabi. siniri bozuk, ev hapsine çarptırılmış bir çeşit köle gibi bir ergene hain muamelesi yapıyor tuvalete gitti diye!!
daha lafları bitmiyor felaket senaryoları yazıyor. sırf o gün oyalandım diye bir soruyu öğrenemeyecek, üniversiteyi kazanamayacak ve mahvolacağım, asla mutlu olmayacak, cahil kalacak, iyi koca bulamayacak, ve hayatım bitecek!!
cidden hiç aralıksız ders çalışılabilir sanıyor, sadece o hazırlayıp çağırınca ya da kalkmayayım diye meyve ya da yiyeceği odama getirince yiyebileceğim.. ve odama o kadar çok börek çörek vs getirdi ve yedirdi ki...
bir kaç ayda 12 kilo almışım. aman bir dışarı çıkmak isteyeyim, ya da bir tv izlemek falan oho kavga... banyo yapmamı bile uzun buluyordu.
kilo almamı da şikayet edince ders mi önemliymiş bu mu??
üniversite hazırlık yıllarında, sonra üniversitedeyken, ardından kpss falan, yüksek lisans sınavlarına falan çalışırken de aynı yöntemi uygulamaya çalıştı ama başarılı olamadı. o zamanlar evden dışarı adımımı atmamı istemeyen kadın da son zamanlarda beni göndermeye çalışır oldu bi ara...
yarım saatte bir kapımda 'bu gün çıkmayacak mısın?'
çıkmam için bahaneler arardı, sıkılmamış mıyım. hele bir sıkıldım diyeyim beni markete yollamaya çalışırdı. bir de bunun değişiklik olduğunu iddia ederdi. tee uzakta bir markette değil ha iki sokak aşağıda...
okurken evlenecek birini bulamamışım markette bulabilir mişim. umudu bu idi!!
bir gün böyle dedi hiç beklemediğim bir anda, neden olmasınmış markette de karşılaşabilir mişim evleneceğim adamla!!
yahu dedim üniversitede arkadaşlarımla vakit geçireyim diye uğraştım, sen de çıkmamı, sosyal olmamı hiç istemez, engellemeye çalışırdın. ama o zaman derslerimden olur, okulu bitiremez mişim! ya okulu bitirip diplomamı alamazsammış?? yaa!
e dedim işte ablam ikisini birden yaptı şanslı kerata! hem asistanıyla evlendi hem okulu başarıyla bitirdi. hem evlilik hem ev hem okul. ben niye yapayayımdı ki!
evin küçüğüyüm diye aptalı da mı olacağım ya!!
bazen de her şeyin bir sırası olduğunu iddia eder. önce ciddi ciddi çalışıp okul bitirilecek, öyle gezme eğlenme aşk meşk falan engel okul bitirmeye, sonra ciddi çalışılıp uğraşılıp iş falan bulunacak, iş oturacak sıra evlenmeye gelecek!!!
e dedim görücü usulü mü verecen beni? bu kadar ineklersen kimle tanışacan, kimi tanıyacan ki?
görücü usulüne karşı bir de!! başarılı sonuç vermiyormuş hem de öyle istemediğim biriyle evlenmemi istemezmiş, mutlu olamaz mışım..
a canım okulda bulamayınca bulunmuyor öyle kolay kolay işte diyorum. ona göre market ve pazarda bile bulabilirmişim kader belli olmazmış. hala iddias sürüyor yani okul zamanları biraz sosyal olmaya çalışmamı hata olarak görmeye devam ediyor. ya okulu bitiremeseymişim?? o kadar mi şaşkınım yani? okuldan atılacak kadar kopacağım ve geri dönüşsüz olarak üniversite mezunu olamayacağım!!! kabus senaryosu bilmem kaç!!
şimdi kendi üniversite mezunu değil ya sanıyor ki işte mutluluk bu, üniversite mezunu olmak yetiyor mutluluğa... bu sadece bir adımı ve sonsuza kadar bunun için göbek atacak kadar bir tür mutluluğa sahip olmuyorsun ki...
hayır ben zaten epey çalışkandım ama bir taraftan da keyfime de düşkünümdür. bir yerden sonra kafa almaz olur, okusun yani gözün okur ama beyindeki bir noktaya ulaşmaz adeta, kilitlenmiştir. işte sürekli ders çalışılmaz ki.. ama gel inandır bizim anneyi.. niyeyse üniversiteyi kazanamamam ve mahvolmam an meselesi. sanki sadece bir kere sınav şansım var...
o zamanlar yavrum mp3 mp4 ayfon falan mı var? cd çalar kaset çalar falan var.. işte artık beynim uyuştuğunda beni erken yatırmaya mecbur ettiği zamanlardaki gibi müzik dinleyip kafamı boşaltırdım. ama bu da onu deli ederdi. bir gün arıyorum yerinde yok cd çalar...yer yarılmış içine girmiş.
meğer ben yokken alıp saklamış. dikkatimi dağıtmasına izin vermeyecekmiş!!
hele bir karşı çık anında karşında korkunç kabus senaryoları, sınavı kazanamamaktan arabistan çöllerinde susuz kalmış bir göçmene kadar uzanabilecek gibi geniş bir korkunç hayal gücüne sahip anne sana bir hikaye anlatır!!
sınavı kazanamayacak mahvolup ölecek, dilenci olacak, hasta olacaksın!!
dayakçı koca seni öldürecek ya da...vs vb.
ha bir de üniversite okuyan ve başına garip, ya da korkunç şeyler gelen insanların hikayeleri var ki....
gezmek isteme, eğlenmek, güzel olmak bile isteme sadece ders çalış, bir ot ya da bir bilgisayar, bir robotsun bir genç kız değil!!
zaten sinirim bozuk, evin pardon odanın içinde hareket alanı yok, yıllarca okul diye bir koşuşturma yaşamış ve ardından bu düzen bitmiş ve sürekli tıkınman bekleniyor ayrıca.. harap olmuş sinirim tek zevkim bir kaç adet olan cdlerimi dinlemek. yoksa yaşadığımı bile hissetmiyorum yani. günler nasıl geçiyor bilmiyorum.
arada bahaneler bulup çıkıyorum tabi, ya bahane ya yalan. o da dershanenin kantininde ders çalışcam diye ama bir yandan da arkadaşlarla gülerek vakit geçirmek. sınav sorularına bakarken kıkırdamak..
var ya aslında en iyi hatırladığım bilgiler böyle zamanlarda baktıklarımız...
üstelik tüm bunlarla beraber yeni yetmeliktesin...
artık bu cd çalarımın elimden alınması bardağı taşıran son damla oldu!
ki bütün damlaları kendi bir bir eklemişti zaten.
sürekli dershane ve ev arasında, hiç bir boşluk neredeyse yok sivilceli ve şişkoyum.
e bu durumda çıldırmanın eşiğine getirdi beni. ben zaten kendimi strese sokmuyor değilim ki. ama anlayan mı var ona göre ben bol keseden boşuna zaman harcayan, kıymet bilmez biriyim. ooohhh ne rahatım. bir sınavı kazanamayım da hayatım mahvolsun! o zaman ne yapacak mışım?? yaaa..
hep böyle diyaloglar..
ablam o sırada hem evlilik hem okulu bir arada götürmeye çalışmaktan kendi dünyasında tabi. zaten olmasa da cesaret edip ciddiyetle boğuyorsun nazlı'yı anne falan diyemez. ne şiş yansın ne kebap durumunda o hep.
ha tabi kendimi yalnız hissetmem de cabası, e okul arkadaşları biraz dağılmış, dershanedekilerle sınırlı görüşüyorsun ve yıllardır odanı paylaştığın ablan da uzağa gitmiş, ha bir de evlenmiş dönmeyecek de..
maalesef bizim evde genç kız ruhundan anlayan yok. küçüksün daha lafıyla çocuk yerine konuyorsun ama çocuk ruhundan da anladığı söylenemez...
sıkıntıdan ve tıkınmaktan öyle bir sivilcelendim ki bu kadar olur. tabi hormonlar da. insan kendini berbat hissediyor.
ama tüm bu sıkıntı ve baskıya karşın sinirli olmam da doğru değilmiş, normal değilmiş!! anneme göre.
ne varmış bu kadar sinirlenecek? altı üstü ders çalışacakmışım başka bir şey yapmam gerekmiyor, benden istenmiyormuş.
şu evden çıkmayan, ders çalışmatan delirip kitapları fırında yakan ve az daha yangın çıkartacak manyak komşu kızına dönüşmemi istiyorsun herhalde dedim!!
hiç olur muymuş mutlu olayım istermiş, bunun yolu da üniversiteye gitmekmiş!!
bir önceki gönderide yazmıştım insanlar kendinde eksik olan-kalan şeyin insanı mutlu etmeye yettiğini sanıyor.
üniversiteye gittim, yüksek lisans bile yaptım ee şimdi mutluluktan uçuyor muyum??
o zaman tabi sen benim cd çalarımı nasıl alırsın diye bir kavga çıktı. ama o bardağın taştığı son damlada ben tüm birikmişleri boşalttım. artık psikolojim zaten kötü, hem kavga edip hem bağırıp hem de ağladım. öyle böyle değil ama sinir krizi geçirdim resmen.. 17-18 yaşında
ee sonunda doktorluk oldum tabi..
sırf sivilce olsa migrenim de o yıllar başladı. yumurtalığımda küçük bir limon büyüklüğünde kist çıktı bir de. küçüğüm diye ameliyat yerine aylarca ilaçla tedavi oldum. migren ve sivilce olsa iyi stresten tansiyonum o yaşta o yaşa göre epey yüksekmiş. 15e 9 falan...
daha bir de doktora kendini savunuyor, ev işinde yardım falan hiç bir şey beklemiyormuş benden, yemeğimi ayağıma getiriyormuş, meyvemi soyup veriyormuş, başka da bir şey demiyormuş, sadece sınava çalışsın istiyormuş kızı ama o kız gidip ağlama krizi geçiriyormuş!!
doktorda çok üstüne gitmeyin hassas yaşlar, bak migrendi bu yaşta tansiyondu, kistti..
bir şey yapmıyormuş ki!!
beni e kendimi savunamam sanıyor başkasının yanında.
resmen hapisteyim, tuvalete gitmem bile suç. sürekli korku hikayeleri duyuyorum. müzik çalarımı bile almış. sürekl ders çalışılmaz ki dayanamıyorum yaa, kafam bir yerden sonra yoruluyor.. diyorum.
ha bir de gözüm bozuldu o yıllarda.
doktor dünyaynın sonu değil ya bu sene olmazsa seneye olur sınav, bu kadar germeyim çocuğu diyor. germiyormuş ki? deneme sınavı puanımı bile sormuyormuş ki! gizli baskı yapıyor tabi kanıtlanamayacak!! bende böyle dedim!
neyse işte biraz gevşemek zorunda kalıd ama artık gözünde dayanıksız, güçsüz biri oldum. tabi herkes baskı ortamında çalışamaz bu bir gerçek. kişilik meselesi.
ama benim kişiliğim olması beklenmiyor ki sadece ders çalışayım yeter!!benim gibi küçücük bir kızın neyine kişilik falan!
huylu huyundan vazgeçer mi.. sadece ben bildiğini okumaya başladım, böyle yapmazsam delireceğime kanaat getirdimn dedim. ders çalışıyorum ben sen benim yöntemime güven dedim. aslında güvendiği falan yoktu. ona göre kendi haklı çıkacak ve ben mahvolacaktım... o zamanlarki düşüncesi buydu. söylemiyor ama belli ediyordu. ben ablamdan daha dayanıklı, sezgi gücü yüksek biri oldum ama hep ben aptalımsı ve güçsüz sanıldım niyeyse. herhalde benimle mücadele gerekiyordu daha zevkli .ablamsa hemen pes eder, kendini pek savunmaz, çok da ihtiyacı olmadı, zevk ve yöntemleri konusunda kararlı ve ısrarcı değildi ya da yoktu. işte bir tek evleneceği zaman nasıl olduysa bir inat bir iddia bir ısrar ve ikna gücü geldi...aşık olması gerekirmiş demek...
bir de kızlarına hiç bir konuda hiç baskı yapmadığını iddia etmez mi birilerine. zorla yaptırtmıyor diye baskı olmadığını zannediyor.
en çok benle uğraşmasının nedeni herhalde ablamın söz dinleyen, hep başkalrının dediğini yapan, kolay yönetilebilen biri olmasıydı. yönetme duygusunu tamamlayacak bir ben kalıyorum geriye... mücadeleyi sever de kendisi..
..............................
şimdilerde de yedirme işinde, peşinde.
ne istiyorsun diyorum 100 kilo olayım da kimse dönüp bakmasın, beğenmesin, evlenmeyeceğim garanti mi olsun* ya da bu şekilde kriterimi en aşağıya çekip mecburen mi yaparım bir evlilik?
tek derdim evlilik miymiş!! bu konuları da öyle açık konuşmayı sevmez, hani evlilik cinselliği çağrıştırır mazallah!
bunları okuyan benim didişmeye bayılan tipten kız olduğumu sanır. değil oysa. sadece mecbur bırakılınca. kız arkadaşlarımla yada genel olarak arkadaşlarım ya da olmuş bitmiş de olsa neyse de erkek arkadaşlarımla da öyle didişip duran kavgacı biri olmadım. annem beni mecbur bırakıyor...
hayı kendimi tamamen teslim etsem de sıkılıp beni suçlayacak bir şey bulur çocukken ki gibi.
hani kararsızım fark etmez diyorum o zamanlar bir şeye, kızıyordu biraz kararlı ve kişilikli olmalıymışım nutku çekerdi haa!!
aynı durumdaki ablama da aynı lafı eder, etmez değil. ama o alınmaz buna. ya da bir cevap bulamaz verecek. alt manasını falan anlamadığından mıdır nedir.
ben bu durumda ha ben kişiliksizim ha? derim mesela. ama bir konuda kendi fikrini savunsam da inatçı ve söz dinlemeyen oluyorum derim, ki demiştim. bir durumda. kararlı ve kişilikli mi olayım yoksa hep senin dediğini yapan söz dinleyen mi? ne yapsam bir kulp buluyorsun takacak. da dedimdi. bu defada kavgacı oldum.
10.02.2013
bırak şimdi tuvaleti
daha bu sabah, odamdan çıktım, banyoya doğru iki adım attım vee anneme yakalandım. sanırsın çok gizli bi iş yapacağım. elime telefonu tutuşturdu. tabi benden saatler önce uyanmış her zaman ki gibi ve oturup düşünmeye başlamış.
-'tüpçüyü ara tüp bitti'
+"tamam bi tuvalete gideyim"
daha açılamadım ki, ben sabahları enerjik ve cin gibi uyanan tiplerden değilim. annem öyle. bu durumu hiç anlamaz bunun için.. ona göre kapris, naz falan. adımı nazlı koymayaydın diyorum!
-'bırak şimdi tuvaleti!'
tuvaletimi bırakırsam her yer batar ki!!
ay sabah sabah zaten sıkışmışım, uyanamamışım hemen tüpçüyü arayacağım. zaten tüpçü benim aşığım olduğu için ezbere bilirim telefonunu!
+"bi tuvalete gideyim, bi yüzümü yıkayayım anne yaa!"
-'önce bi ara! çay buz gibi çay ne içeceksin?'
+"ezbere nerden bileyim?"
-'sen çevir ben konuşayım'
+"telefona kayıtlı değil ki"
ezbere mi bileceğim tüpçünün numarasını? tee telefonun yanında rehberin bir yerinde kayıtlı, ara ki bulasın..
telefonu iade edip tuvalete giriyorum.
bazı insanlar herhalde bir yaştan da sonra geceleri bir kaç kere kalkarlar ya tuvalet için, e sabah uyanır uyanmaz çok acil şekilde gitmeye ihtiyaçları olmuyor olabilir. annem de öyle.
ama ben gece uyanmıyorum bu iş için. haliyle sabaha kadar birikince, uyanır uyanmaz tuvalete koşturuyorsun. gelgelelim anlaşılamıyorum. bir keresinde e gece kalk o zaman dedi. allah allah bünye böyle işliyor demek bizde de, saat mi kurup kalkayım?
kendimi banyoya kapattım ama annem koridorda elinde telefon beklemede. arada da tam duyup anlayamasam da söyleniyor... çok oyalanıyormuşum, hemen arayıp sipariş versem benim işim bitinceye kadar gelirmiş, şimdi kahvaltım gecikecekmiş...
sabahları da zıttız işte. başka konularda da sabah beni görür görmez ya bir şey ister ya bir şeyler anlatmak. sıkışık durumda olduğumu, acilen tuvalete gitmem gerektiğini anlayamıyor çoğu zaman. eğer kapıda görmüşse.
benim odamla mutfağın kapısı neredeyse karşı karşıya, kapım açıldığı an görüyor ve saatlerdir düşündüklerini bana anlatmak istiyor. alelacele banyoya kapanırsam şaşırıyor niye.
bi keresinde sitem etti bana o bir şey anlatmak istiyormuş ben suratına kapıyı kapatmışım.
annecim sıkışığım, tuvalete gitmeliyim diyorum, tamammış da ne varmış bu kadar sıkışacak, böyle sıkışacağıma gece kalkaymışım.
durduk yere nasıl kalkayım, bünye böyle demek diyorum, sen gençken de gece kalkar mıydın diyorum, evet diyor. ona kendi bünyesinin yaptığı kesin doğru geliyor, bende bi yanlışlık var! ay bir keresinde 'istersen gece seni uyandırayım' demişti!! yahu ben sabahları beni uyandırmasını istemiyorum, zor vazgeçirdim, yüreğime indiriyor bir de gece çişe kaldıracak koca kızı!!
+"yok aman sakın haa!"
-'tüpçüyü ara tüp bitti'
+"tamam bi tuvalete gideyim"
daha açılamadım ki, ben sabahları enerjik ve cin gibi uyanan tiplerden değilim. annem öyle. bu durumu hiç anlamaz bunun için.. ona göre kapris, naz falan. adımı nazlı koymayaydın diyorum!
-'bırak şimdi tuvaleti!'
tuvaletimi bırakırsam her yer batar ki!!
ay sabah sabah zaten sıkışmışım, uyanamamışım hemen tüpçüyü arayacağım. zaten tüpçü benim aşığım olduğu için ezbere bilirim telefonunu!
+"bi tuvalete gideyim, bi yüzümü yıkayayım anne yaa!"
-'önce bi ara! çay buz gibi çay ne içeceksin?'
+"ezbere nerden bileyim?"
-'sen çevir ben konuşayım'
+"telefona kayıtlı değil ki"
ezbere mi bileceğim tüpçünün numarasını? tee telefonun yanında rehberin bir yerinde kayıtlı, ara ki bulasın..
telefonu iade edip tuvalete giriyorum.
bazı insanlar herhalde bir yaştan da sonra geceleri bir kaç kere kalkarlar ya tuvalet için, e sabah uyanır uyanmaz çok acil şekilde gitmeye ihtiyaçları olmuyor olabilir. annem de öyle.
ama ben gece uyanmıyorum bu iş için. haliyle sabaha kadar birikince, uyanır uyanmaz tuvalete koşturuyorsun. gelgelelim anlaşılamıyorum. bir keresinde e gece kalk o zaman dedi. allah allah bünye böyle işliyor demek bizde de, saat mi kurup kalkayım?
kendimi banyoya kapattım ama annem koridorda elinde telefon beklemede. arada da tam duyup anlayamasam da söyleniyor... çok oyalanıyormuşum, hemen arayıp sipariş versem benim işim bitinceye kadar gelirmiş, şimdi kahvaltım gecikecekmiş...
sabahları da zıttız işte. başka konularda da sabah beni görür görmez ya bir şey ister ya bir şeyler anlatmak. sıkışık durumda olduğumu, acilen tuvalete gitmem gerektiğini anlayamıyor çoğu zaman. eğer kapıda görmüşse.
benim odamla mutfağın kapısı neredeyse karşı karşıya, kapım açıldığı an görüyor ve saatlerdir düşündüklerini bana anlatmak istiyor. alelacele banyoya kapanırsam şaşırıyor niye.
bi keresinde sitem etti bana o bir şey anlatmak istiyormuş ben suratına kapıyı kapatmışım.
annecim sıkışığım, tuvalete gitmeliyim diyorum, tamammış da ne varmış bu kadar sıkışacak, böyle sıkışacağıma gece kalkaymışım.
durduk yere nasıl kalkayım, bünye böyle demek diyorum, sen gençken de gece kalkar mıydın diyorum, evet diyor. ona kendi bünyesinin yaptığı kesin doğru geliyor, bende bi yanlışlık var! ay bir keresinde 'istersen gece seni uyandırayım' demişti!! yahu ben sabahları beni uyandırmasını istemiyorum, zor vazgeçirdim, yüreğime indiriyor bir de gece çişe kaldıracak koca kızı!!
+"yok aman sakın haa!"
9.02.2013
kötü insanlar - ikilem
annem;
-'aa iyi fikir!'
ben;
+"sizin büro neredeydi, ben getirsem yarın, ya da siz geçerken alıverseniz"
annem atlıyor;
-'hadi nazlı bıraksın oraya kadar işte, hem bize de lazım birazcık fazla çekersin'
ben de bir şekilde atlatmayı umuyorum. ne işim var tanımadığım adamın arabasında... ama annem durup durup atlıyor 'hadi' diye. niye olduğunu anlamıyor da üşendiğimi sanarak bir de beni mazur göstermek için adama 'biraz üşengeçtir' diyor. kusura bakmayın der gibi. gene ben kabahatliyim yani..
ee yani bunda ne var diyeceksiniz. ya da demeyeceksiniz muhtemelen okumadınız.. ben dediğinizi farzederek devam edeyim. başka türlü uzatamam ki :))
şudur sebep; annem paranoyak bir kişidir, endişe küpüdür. daha bir şey olmadan kafasında kurar kurar ya olmuş ya olacak gibi gelir, gene endişelenir..
bunun bir sürü sebebi olabilir, neyse de çocukluğumdan beri hatta bazen bizi korkutacak şekilde yabancılardan sakınmamızı öğretti..
küçükken çocuklara bir şeyleri tam anlatamazsın ya, hem anlayamaz hem korkar diye üstü örtülü 'kötü insanlar' diye anlatırsın. annem de öyle yaptı. hatta artık bunları anlayacak yaştayken bile manyakları, sapıkları, katilleri kötü insanlar diye tanıttı.
sıklıkla bayağı korkutucu bir yüz ifadesiyle (korkutucu olması gizlemeye çalışmasından ileri geliyordu) bize kötü insanları tarif etti, defalarca tembihledi. (işin garibi zeki olmasına rağmen sezgi gücü olmayan ablamı değil de beni daha saftirik sandı durdu yıllarca.) daha ufakken yabancılardan şeker almayın, konuşmayın, arabasına binmeyin diye tembihledi. artık öyle bir belletmiş ki, bir de bize tekrarlatıyordu, çocuğunu arayan veliyle bile konuşmaya korktuk, yabani gibi... kadına yardım etmedik tüydüydük bi keresinde. (çocuk tuvaletteymiş, sınıf arkadaşımızmış)
yıllarca bu ve benzeri olaylarla karşılaştık, kazık kadar olsan da aynı lafları işitirsin. sağına soluna iyi bak, karanlık sokaktan geçme, yalnız başına karanlıkta yürüme, tenha sokaklara girme, tanımadığının arabasına binme, tanımadığınla fazla konuşma.....vs vb.
çift kişilik ebeveynliği tek bedende buluşturup yaşayan annem hatta arkadaşlarıma bile güvenmezdi. bir keresinde eve bir arkadaşım bıraktı arabasıyla, bunu duyunca bir saat benle kavga etti. yeni tanıdığım biri de değil yıllardır arkadaşım, arkadaş grubumdan da. ama erkek ya, binmeyeyimmiş. hatta bazen yalnız başına dolmuşla eve gelmek bile daha güvenli olurmuş birinin arabasına binmekten. bunu söyleyen de bana boş otobüs dolmuşa da binme, mecbur kalsan bile tek başına taksiye binme, dolmuşta tek kalırsan devam etme, in başka kalabalık dolmuşa bin vs diye tembihleyen kişi.
bütün bunlara karşın şimdi bana tutmuş, ilk defa çağırdığımız ve karşılaştığımız servis elemanının arabasına binip gitmemi istiyor, hatta hafiften kızarak ısrar ediyor. aklına bile gelmiyor niye ben gitmek istemiyorum, üşendiğimi düşünüp bana illa da süslenmem gerekmediğini, ayakkabımla montumu giyip çıkıverebileceğimi söylüyor... şimdi e bu ikilem değil mi.
adamın kapıda beklemiş olması, işine gücüne birazcık gecikmiş olması onun tasası o an ama benim bir yabancının arabasına binip gitmem değil.
adamın dibinde denmiyor tabi böyle böyle diye. yüzümden anlasın diye umuyorum ama onun çıkardığı sonuç benim üşenmem oluyor.
tabi bunları yazarken ki kadar falan bir süre geçiyor değil. 3-5 dakika..
daha da -'hadi nazlı! üşenme! adamın işi gücü var!!' arada da bir cık diyor. sonra da 'ben gidecek değilim herhalde'
ne kadar kabahatliyim görüyorsunuz... adamı ayakta dikip zamanını çalmışım. ha belki kötü niyetli falan değil. neyse de ama elin adamının arabasına binmenin ne alemi var ki?
işte titizlik olayındaki gibi hem kendi öğretiyor, hem kendi şüpheleniyor, hem kendi unutup yapmanı bekliyor..
hala bazen tuvaletten sonra nasıl elini yıkadığını, banyo yaparken nasıl keselendiğini ve keseyi kullanmadan önce şöyle bir yıkadığını vs anlatıp benden de "evet ben de öyle" dememi bekliyor, kısa bir quiz yapıyor. eğer bu yanıtı alamazsa içine bir kurt düşmesi an meselesi. acaba kızı temiz değil mi?
hem dışardan gelince el nasıl yıkanmalı, hijyen sağlanmalıyı öğretti hem dışardan geldiğimin saniyesinde mesela sofraya geçeceksek gelmemi bekler. ard arda çağırır, duymuyorum, yemeğe gelmeyeceğim sanır sinirlenir. elimi yıkıyorum derim kızarak hadi çabuk der...
alllah allah! bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.. hemen olsun istiyor.
yıllarca okuldan geldik mi yemeğe oturmadan önce eller yıkandı mı sorusu sordu, cevabımı niyeyse beğenmeyip, inanmayıp tartışma çıkardı, elimi bi daha yıkattı. şimdi el yıkamaya ayırdığım zamana gıcık oluyor...
neyse sonunda adam bu 3-5 dakikalık sahneden sıkıldı, yarın büroya bırakabileceğimi söyledi, o sırada hazırladığı belgeleri verdi, gitti.
ama annem hala anlamadı niye gitmediğimi. kızarak kapıyı kapatıyor, ayakları ağrıyormuş bense onu ayakta dikiyormuşum, adamı da bekletmişim, hem yarın para lazım olurmuş, ne yapacakmışız gerekse nakit!, bu ne kaygısızlıkmış nazlısı, bu ne üşengeçlikmiş, bencillikmiş?? altı üstü bir botumu montumu giyip çıkacakmış ne varmış ki bunda? her zaman dışarı çıkacam diye ölürmüşüm ama gerektiği zaman hiç çıkmak istemiyormuşum, bencilmişim işte..
motor gibi sıralıyor, araya girdirmiyor. tabi bencil dediği noktada koptum ben!
+"ha bir de bencil oldum!"
-'tabi ya'
+"yıllarca yabancıların arabasına binme diye kafa ütüleyen sen, kaç yıllık arkadaşlarımdan şüphelenen sensin. şimdi de git servis elemanının arabasına bin diyorsun! ne kadar akıllıca!!"
afallıyor bir an.
+"elin adamının arabasına bin. ben karar verince yanlış sen izin verince doğru! ne biliyoruz manyak olmadığını? ne işim var elalemin arabasında?"
-'haa onun için mi binmedin yani?'
+"yok ne için?"
-'e ne olacak ki yeri belli, işi belli. ne var sanki. biliyoruz işte servis çalışanı nazlı?'
illa kendi haklı çıkacak. yani hangi servis elemanı olduğu belli, kağıtta da adı yazıyor. kaçırılsam bulunurum, saldırıya uğrasam kimliği belli vs. ne var yani? iyi mi? bu mu? bak belli olmasa yeri kimliği o kötü bir tek !!
bunun gibi şeyler de ekledim. aman ben de abartıyormuşum!!!
yıllarca bizi korkutacak kadar tembihledi, yıllar yılı arkadaşlarımızı güvenmedi, tutmuş servisciye güveniyor ya! üstelik temiz bir yüzü varmış aman bendeymiş!!
bak aynısını ben ondan habersiz yapsam da söylesem böyle yaptım diye kıyameti koparır. beni aptallıkla bile suçlar emin olun!
okuldan 10-15 dakika geciksem kaçırıldığımı, kaybolduğumu, kötü insanların eline geçtiğimi falan kafasında kurar, endişeden kudurur, delirir, eve gelince de kıyameti koparır. karanlıkta evden çıkış yapmamı istemez, hani ama sigara uğruna yollar karanlık sokaklara o ayrı!
bir keresinde grupça toplanmıştık arkadaşlarla, sonra biraz geç vakit bir arkadaşı babası gelip aldıydı akşam, (haberi var geç döneceğimden, geç dediğim sabahın ilk ışıkları falan değil haa, 22.00-22.30 suları) evimiz yakın diye beni de bıraktılar. bunu öğrenince evde kıyameti koparttıydı. ben ne kadar düşüncesizmişim, tedbirsizmşim, insanlara güveniyormuşum, aptalmıymışım! ah nazlı ah. annem olmasaymış ah ben ne yapacakmışım?? başıma birşey gelirmiş! ... yahu birkaç yıldır tanıdığım bir kız arkadaşımın babası, üstelik arabada yalnız değilim kızı da var işte! olsunmuş! binmeyeymişim, güven mi olurmuş insanlara! ah nazlı ah!!
bunları yapan da yanı kişi beni serviscinin arabasıyla yollamak için uğraşan da.. bu yazdıklarım ne ilk ne son üstelik, daha neler var...
yahu bir kaç yıl önce 30 yaşına gelmişim artık.!! ne dedi bilir misiniz? nereden bileceyniz ben söylemeden tabi? o zaman ki erkek arkadaşımla dışarda buluşmasammış gelip evde otursakmış!! şaka sandıydım, değildi. ne kurduysa kafasında artık. adam diye gidip p..venk buldum sanıyor herhalde!! normal bir gençti işte..
hem olacak şey mi? hani iş ciddiye binmiş, aileler tanışmıştır falan, neyse belki evde de vakit geçirilir beraber. ama daha yeni, çocuğun yüreğine iner be!! yeni çıktığı kızın annesiyle de beraber evde oturacağız!!
hani bu çocukken beni arkadaşlarıma göndermek istemeyip onların hep gelmesini beklemesi gibi. ben böyle çok arkadaş kaybettim. birinin annesi böyle düşünmüş tabi. kendi nazlıyı göndermiyor bize güvenmiyor diye. hem kızını göndermedi hem kızına benimle arkadaşlığı kesmesini öğretti. ben bunu anlayıp söyleyince de aman ne var sanki başka arkadaş yok, çok da matah bir şey sanki! demişti annem...
..................
yani sonuç;
kendinin endişesi endişe, şüphesi şüphe benimkisi ise abartma!
----------
sapıklar, manyaklar, katiller...vs eğer beni kaçırmak falan isterseniz anneme iyi görünüp izin alsanız yeter!! onun haberi olsun yeter!
arkadaş havası - seni arkadaş olarak görüyorum tipi :(( :))??
hani kadınlar genelde en çok konuşarak rahatlar ya! :)) tuhaf ama bir erkek arkadaşım da böyle... git futbol oyna abi! git duvara yumruk at, kafa at birine... anlatma bana !!!
herhalde beni çok arkadaş olarak görüyor da ondan. bu iyi mi kötü mü..
herhalde beni çok arkadaş olarak görüyor da ondan. bu iyi mi kötü mü..
ne gerek var
zaten okulda hergün gördüğün birini ne diye bir de hafta sonu göresin? saçma, gereksiz. anneme göre doğumgününe vs gitmek... yazcam yazcam... zaten az biraz yazmıştım geçende.. çocukken bir doğum gününe gitmek için verdiğim mücadeleyi... ama bitmedi ki...
dışarı çıkmamı özellikle yeni emekli olduğunda istemezdi. sıkılıyomuş. çıkmayayım diye uğraşırdı üstü kapalı. yok bu pantolon kıçını büyük gösteriyor kızım demek gibi!! dışarıda olabilecek tehlikeleri sıralamak gibi.
dışarı çıkmamı özellikle yeni emekli olduğunda istemezdi. sıkılıyomuş. çıkmayayım diye uğraşırdı üstü kapalı. yok bu pantolon kıçını büyük gösteriyor kızım demek gibi!! dışarıda olabilecek tehlikeleri sıralamak gibi.
ya ben ya ben?? - mutluluğun formülü
bir şeyden memnun olma, beğenme, eleştir ne bileyim itiraz et, kusur bul. kendi başına gelenleri anlat bu kadar olur mu diye... çok acayip, trajik bir şey olduğundan değilde... özeleştiri, şikayet ederek deşarj olma gibi bir şey, dert yanma falan.. ama aldığım karşılık "aman canım boşver takma kafana değmez üzülüp kafa yormaya" değil de beni ve hayatımı hafife almak, hiçe saymak iyi mi?
ne zaman bir şey anlatsam böyle ; 'ya ben ya ben!!' duyuyorum.
yani ben de tüm kötü şeyler benim başıma gelir diye düşünen bir bencil diilim, bilirim böyleleri var.. onu da yazarım ama... ama karşımdaki böyle yani benim hiç itiraz etmeye, üzülmeye, beğenmemeye, ya da şöyle olsaydı böyle olmasaydı demeye hakkım yokmuş gibi sürekli kıyas halinde. yarışır gibi benle 'ya ben ya ben' diyor...
ona göre tüm kötü şeyler vs onun başına geliyor, kalan herkes 6 milyardan fazla insan çok mutlu!!
------------
bunu yapan 'arkadaşım' tuhaf biçimde insanlarla yarış halinde, sanki özellikle de benle... hani ben tatsız bir durumdan bahsetsem 'manyaklara bak! sen takma kafana nazlı' diyeceğine adeta ben senden beterim yarışına giriyor. bir kaç kez geldi de başıma aynı şekil...
hayır yani kendi anlattığı da öyle filmlere konu bir şey değil, incir çekirdeğini doldurmaz ama kendininki daha önemli geliyor ona. en önemli, daha önemli!! benimkinden önemli!!
ya ben ya ben!?? dilinde bu. bir kaç yıldır tanıyorum, eskiden böyle değildi. hayır insanlar birbirinin ne bilim tipini, parasını, sevgilisini kıskanır da problemini de kıskanır mı be anam??
ayağımı burkmuştum bi keresinde, ilk anda acımaz ya pek, sonradan ders esnasında şişiverdi, eve dönerken üstüne zorla bastım da gittimdi. neyse arada "ayağımı da çok fena burkmuşum, şişti" derken bir yandan da bağcıkları gevşetiyorum.
yetişiyor hemen!
-'ayy! ya ben ya ben!'
ay onun da boynu bir tutukmuş ki çeviremiyormuş, ağrısından ağlayacak gibiymiş.
ne bilem kıskanıyor mu dikkat çekme hastalığı mı var... ilgi odağı olmayı seviyor o belli de..
___________________
insanlar kendinde olmayan, yapmadığı, yapamadığı, elde edemediği ya da neyse kendinde eksik olan şeyin insanı mutlu ettiğini zannediyor. kendinin mutsuzluğu bu kendinde olmayan şeyden kaynaklanıyor sanki.
mesela üniversite okumayanlar üniversite okuyanların mutlu olduğunu sanıyor, ya da yeterli olduğunu mutluluğa. o anki mutsuzluğu üniversite okumuş olsaydı olmayacaktı gibi geliyor.
mesele sadece üniversite de değil şunu eğitim almak yapalım.
neyse.
bekarlar, yalnızlar da evlenince mutlu olunduğunu sanıyor. çoğu. hani hatta kalıplaşmış bir cümle vardır bekarların diline dolanan; 'ben de artık evlenip mutlu olmak istiyorum'.
evlenip de mutlu olmak. garantili mi?
evliler de tabi o cicim ayları falan geçmişse, yok geçmemişse sürekli evliliği öven şeyler anlatır herkesin evlenmesi gerektiğini düşünür söylerler. yok cicim ayından eser yoksa aman evlenme sakın, bekarlık sultanlık derler.
yani evliler de bekarlara özeniyor, evli olmayayıdı mutlu olacağdı!
çocuğu olmayanlar çocuk sahibi olanların çok mutlu falan olduğunu sanır. çocuk sahibi olanlar, tabi o yeni heyecan zamanı bitip sorumlulukların ve endişelerin dayandığı dönemde değillerse sürekli bebişlerinden ve onların muhteşemliğinden bahsedip herkesin bebek sahibi olması gerektiğini söylerler. sorumluluk, sorun ve endişe dönemindeki ebeveynler de çocuk sahibi olmanın şahane ama bir o kadar da kısıtlayıcı olduğunu vurgulayıp bekarlara özenirler.
bana diyen oldu da. ah şimdi benim gibi bekar olsaymış ver elini dünya, gezer tozarmış süslenip püslenip!
tamam bir yandan çocuk peşinde bir yandan tatilin tadı belki zor çıkar da millet nasıl çıkarıyo abi?
geziye gittiğim zaman turistik bölgelere eteğinde çoluk çocuk ülke ülke gezen çiftler var. bir yandan turist bir yandan aman çocuk denize düşmesin peşinde, bir yandan kendi dondurma yiyor bir yandan çocuklara yalatıyor.. arada birinin burnuna sürüveriyor ailecek kahkahalara boğuluyorlar. böyle bir turist aile gördüm de özenmedim değil yani. dört küçük sarışın çocuğu olan gençten bir çift turist. kıkır kıkır kıkırdıyor arada da çocuğun tehlikeli bir şeye kalkışacağını sezince uyarıp fırçayı basıyor. ama eğlencesinden geri kalmıyor. onlar başarıyorsa biz neden başaramayalım.
üstelik bu çocuklu olduğu için diyar diyar gezemeyeceğini düşünen, emekliliğini bekleyen arkadaşımın iki çocuğu var dört de değil.
bizde çoğu insanda şu mantık mı var acaba. evlenince bir yere sabit yerleşip kök salmalı ve çoğalmalısın ama artık fazla hareket edemezsin. taksitle ev araba alacan, çocukların okulu, geleceği falan zevk ve eğlence yok artık sana... biri maç izlemekle öbürü ev temizliğine kafayı obsesif biçimde takmakla yetinsin zevk diye.. artık gezme tozma, eğlenme, kıkırdama kısıtlı... tamam yaş ilerledikçe herşey daha zor komik geliyor da... o kadar da değil.
yok yani benim evli çocuklu mutlu bir kaç arkadaşım bu modda da. git eğlen deyince de kızarlar. sabahlara kadar değilde bir iki saat anneniz baksa çocuğa da karı koca başbaşa bir canlı müzik dinleyip dağıtsanız kafayı. bak işte anlamıyormuşum onları. bekarmışım çünki de ondan. bek ben de evlenip çocuk yapaymışım böyle şeylere vaktim param olmazmış. altı üstü iki saat başbaşa kalıp bir eğlenemeyecekseniz ne b.ka benzer ki bu çift olma durumu? kafayı yiyecek bunlar valla!!
bir saat de mi ayıramıyorsunuz birbirinize, gidip bi sahilde yürüyün bi çay için bari. hayır böyle zevk, eğlence, hobi gibi şeylerden koptukça sinir birikimi ile hasta edecekler kendilerini. amaan canım nasılsa depresyon hapları var! böylesi de var. çare varmış nasılsa tıpta!! manyak! kafayı yiyecek. sonra o evlilikten o çocukların yetiştirilmesinden hayır nasıl gelecek acaba... bazen de kadınlar fedakarlık edecem diye tüm hobilerinden, eğer varsa, tüm sosyalliğinden feragat ederek yaşıyor, ama duur! temizlik saplantısı çıkıyor bu kez.. mesela kocası da deli gibi futbol oynuyor. e deşarj oluyor tabi ama eve gelinde eve tıkılıp kalmaktan manyamış suratsız karısı burnundan getirebiliyor. ondan sonra da bu kadın niye kafayı yedi oluyor!!
ha mesela çalışan kimseler de çalışmayanlara özeniyor, sanıyor ki mutluluk bu. çalışmasa mutlu olacaktı bak..
bazı çalışmayanlar da çalışanların utlu olduğunu sanıyor.
mutlu olmak da zaten garip bir şey. her koşulda herkes mutlu olmadığı gibi daim bir şey de değil. bu yüzden kendimize küçük kıyametler değil de küçük mutluluklar çıkarsak daha iyi olmazmı?
ne zaman bir şey anlatsam böyle ; 'ya ben ya ben!!' duyuyorum.
yani ben de tüm kötü şeyler benim başıma gelir diye düşünen bir bencil diilim, bilirim böyleleri var.. onu da yazarım ama... ama karşımdaki böyle yani benim hiç itiraz etmeye, üzülmeye, beğenmemeye, ya da şöyle olsaydı böyle olmasaydı demeye hakkım yokmuş gibi sürekli kıyas halinde. yarışır gibi benle 'ya ben ya ben' diyor...
ona göre tüm kötü şeyler vs onun başına geliyor, kalan herkes 6 milyardan fazla insan çok mutlu!!
------------
bunu yapan 'arkadaşım' tuhaf biçimde insanlarla yarış halinde, sanki özellikle de benle... hani ben tatsız bir durumdan bahsetsem 'manyaklara bak! sen takma kafana nazlı' diyeceğine adeta ben senden beterim yarışına giriyor. bir kaç kez geldi de başıma aynı şekil...
hayır yani kendi anlattığı da öyle filmlere konu bir şey değil, incir çekirdeğini doldurmaz ama kendininki daha önemli geliyor ona. en önemli, daha önemli!! benimkinden önemli!!
ya ben ya ben!?? dilinde bu. bir kaç yıldır tanıyorum, eskiden böyle değildi. hayır insanlar birbirinin ne bilim tipini, parasını, sevgilisini kıskanır da problemini de kıskanır mı be anam??
ayağımı burkmuştum bi keresinde, ilk anda acımaz ya pek, sonradan ders esnasında şişiverdi, eve dönerken üstüne zorla bastım da gittimdi. neyse arada "ayağımı da çok fena burkmuşum, şişti" derken bir yandan da bağcıkları gevşetiyorum.
yetişiyor hemen!
-'ayy! ya ben ya ben!'
ay onun da boynu bir tutukmuş ki çeviremiyormuş, ağrısından ağlayacak gibiymiş.
ne bilem kıskanıyor mu dikkat çekme hastalığı mı var... ilgi odağı olmayı seviyor o belli de..
___________________
insanlar kendinde olmayan, yapmadığı, yapamadığı, elde edemediği ya da neyse kendinde eksik olan şeyin insanı mutlu ettiğini zannediyor. kendinin mutsuzluğu bu kendinde olmayan şeyden kaynaklanıyor sanki.
mesela üniversite okumayanlar üniversite okuyanların mutlu olduğunu sanıyor, ya da yeterli olduğunu mutluluğa. o anki mutsuzluğu üniversite okumuş olsaydı olmayacaktı gibi geliyor.
mesele sadece üniversite de değil şunu eğitim almak yapalım.
neyse.
bekarlar, yalnızlar da evlenince mutlu olunduğunu sanıyor. çoğu. hani hatta kalıplaşmış bir cümle vardır bekarların diline dolanan; 'ben de artık evlenip mutlu olmak istiyorum'.
evlenip de mutlu olmak. garantili mi?
evliler de tabi o cicim ayları falan geçmişse, yok geçmemişse sürekli evliliği öven şeyler anlatır herkesin evlenmesi gerektiğini düşünür söylerler. yok cicim ayından eser yoksa aman evlenme sakın, bekarlık sultanlık derler.
yani evliler de bekarlara özeniyor, evli olmayayıdı mutlu olacağdı!
çocuğu olmayanlar çocuk sahibi olanların çok mutlu falan olduğunu sanır. çocuk sahibi olanlar, tabi o yeni heyecan zamanı bitip sorumlulukların ve endişelerin dayandığı dönemde değillerse sürekli bebişlerinden ve onların muhteşemliğinden bahsedip herkesin bebek sahibi olması gerektiğini söylerler. sorumluluk, sorun ve endişe dönemindeki ebeveynler de çocuk sahibi olmanın şahane ama bir o kadar da kısıtlayıcı olduğunu vurgulayıp bekarlara özenirler.
bana diyen oldu da. ah şimdi benim gibi bekar olsaymış ver elini dünya, gezer tozarmış süslenip püslenip!
tamam bir yandan çocuk peşinde bir yandan tatilin tadı belki zor çıkar da millet nasıl çıkarıyo abi?
geziye gittiğim zaman turistik bölgelere eteğinde çoluk çocuk ülke ülke gezen çiftler var. bir yandan turist bir yandan aman çocuk denize düşmesin peşinde, bir yandan kendi dondurma yiyor bir yandan çocuklara yalatıyor.. arada birinin burnuna sürüveriyor ailecek kahkahalara boğuluyorlar. böyle bir turist aile gördüm de özenmedim değil yani. dört küçük sarışın çocuğu olan gençten bir çift turist. kıkır kıkır kıkırdıyor arada da çocuğun tehlikeli bir şeye kalkışacağını sezince uyarıp fırçayı basıyor. ama eğlencesinden geri kalmıyor. onlar başarıyorsa biz neden başaramayalım.
üstelik bu çocuklu olduğu için diyar diyar gezemeyeceğini düşünen, emekliliğini bekleyen arkadaşımın iki çocuğu var dört de değil.
bizde çoğu insanda şu mantık mı var acaba. evlenince bir yere sabit yerleşip kök salmalı ve çoğalmalısın ama artık fazla hareket edemezsin. taksitle ev araba alacan, çocukların okulu, geleceği falan zevk ve eğlence yok artık sana... biri maç izlemekle öbürü ev temizliğine kafayı obsesif biçimde takmakla yetinsin zevk diye.. artık gezme tozma, eğlenme, kıkırdama kısıtlı... tamam yaş ilerledikçe herşey daha zor komik geliyor da... o kadar da değil.
yok yani benim evli çocuklu mutlu bir kaç arkadaşım bu modda da. git eğlen deyince de kızarlar. sabahlara kadar değilde bir iki saat anneniz baksa çocuğa da karı koca başbaşa bir canlı müzik dinleyip dağıtsanız kafayı. bak işte anlamıyormuşum onları. bekarmışım çünki de ondan. bek ben de evlenip çocuk yapaymışım böyle şeylere vaktim param olmazmış. altı üstü iki saat başbaşa kalıp bir eğlenemeyecekseniz ne b.ka benzer ki bu çift olma durumu? kafayı yiyecek bunlar valla!!
bir saat de mi ayıramıyorsunuz birbirinize, gidip bi sahilde yürüyün bi çay için bari. hayır böyle zevk, eğlence, hobi gibi şeylerden koptukça sinir birikimi ile hasta edecekler kendilerini. amaan canım nasılsa depresyon hapları var! böylesi de var. çare varmış nasılsa tıpta!! manyak! kafayı yiyecek. sonra o evlilikten o çocukların yetiştirilmesinden hayır nasıl gelecek acaba... bazen de kadınlar fedakarlık edecem diye tüm hobilerinden, eğer varsa, tüm sosyalliğinden feragat ederek yaşıyor, ama duur! temizlik saplantısı çıkıyor bu kez.. mesela kocası da deli gibi futbol oynuyor. e deşarj oluyor tabi ama eve gelinde eve tıkılıp kalmaktan manyamış suratsız karısı burnundan getirebiliyor. ondan sonra da bu kadın niye kafayı yedi oluyor!!
ha mesela çalışan kimseler de çalışmayanlara özeniyor, sanıyor ki mutluluk bu. çalışmasa mutlu olacaktı bak..
bazı çalışmayanlar da çalışanların utlu olduğunu sanıyor.
mutlu olmak da zaten garip bir şey. her koşulda herkes mutlu olmadığı gibi daim bir şey de değil. bu yüzden kendimize küçük kıyametler değil de küçük mutluluklar çıkarsak daha iyi olmazmı?
ama onlar uzun
annem abd'lileri uzun boylu görüyor muhakkak. orta ve ya kısa boylu olmaları mümkün değilmiş. ne zaman bir ünlünün boyunu söylesem inanmıyor. ya yanlış çevirmişler ya yanlış yazmışlar. mümkün değilmiş, onlar uzunmuş ama!! illa söylediğim rakama 10 cm daha ekliyor..
lucy liu ve reality şov salağı kızı bile... yazıcaaam yarın.
___
geçen de yaşayınca aklıma geldi. bu zaman zaman olan bir şey bizim evde.. yazdığım gibi anneme göre Amerikalıların boy ortalaması yüksek, kemik yapıları farklı ve illa bizden uzunlar.
geçende işte zaplarken Jimmy Fallon'ın programına rasladık, nasıl olduysa bir süre orada kaldık. konuk da Lucy Liu'ydu. capcanlı reklerde bir elbiseyle çıkageldi. Jimmy ile yanyana gelince epey ufak kaldı.
+"aa bayağı da minyonmuş"
-'yok canım en az 1.70tir.'
+"ne 1.70 i anne yaa, baksana daha ufacık"
-'ama onlar uzun oluyor! zaten onlara 1.70 minyon'
+"iyi, biz cüceyiz o zaman"
-'ama onlar uzun nazlı!'
+"yaa baksana Jimmy'nin yanında ne kadar kısa"
-'e kızım Jimmy çok uzun ya zaten 1.95miş ya!'
+"o 1.95 olan Jimmy değil anne, Conan"
-'neyse de bu da olsun hadi 1.85'
+"1.85lik birinin yanında bu kadar ufak mı kalır 1.70lik biri?"
-'ama onlar bizden uzun oluyor da nazlı, kemik yapıları farklı'
+"işte konuşurken kendi dedi kadının, maçlara gitmeye çekiniyormuş, kısa olduğu için ezilmekten korkuyormuş"
-'tamam işte kısa zaten, ama onlara göre kısa'
sanırsın Avatar filmindeki tiplerden bahsediyoruz.
telefondan bakıyorum internette yazıyor işte, Lucy Liu'nun boyu 1.60cm miş ( http://www.imdb.com/name/nm0005154/bio), Jimmy Fallon ise 1.78cm ( http://www.imdb.com/name/nm0266422/bio)
+"işte yazıyor burada 1.60 cm miş kadın, benden bile kısa!"
-'yanlış yazmışlardır! internette her okuduğuna güvenilmez diyen sen değil misin?'
+"bu güvenilir bir sinema sitesi ama"
-'yanlış çevirmişlerdir o zaman ölçüyü! onlar uzun ama!'
inanmıyor ki, karar vermiş ama onlar uzun!!
daha sonraki bir gün e2'de Ellen şov'a bir reality şov yıldızı kız katılıyor Snooki takma adını kullanıyormuş, Lucy Liu'dan da ufak bu.
+"ay ne kadar kısa bu?!"
-'ya evet ama gene 1.65 vardır bu'
+"ne 1.65i anne yaa! baksana minyatür gibi"
-'ama onlar uzun ya, kemik yapıları farklı. boy ortalaması uzun olunca zaten 1. 65 falan kısa kalır.'
+"Ellen de deve o zaman!"
-'e o da biraz daha uzun demek'
+"ama aralarında en minik kalan bu kız, öbürleri de çok uzun görünmüyor demek bu kız çok kısa"
-'yok yok öbürleri bayağı uzun, mankendirler belki önceden'
gene internetten bakıyorum, annemin illa benden uzun gördüğü kızın boyu 1.42cm!! ( http://www.imdb.com/name/nm3725472/bio) , Ellen DeGeneres'in de 1.71 ( http://www.imdb.com/name/nm0001122/bio)
+"işte burada yazıyor, aa bu kız 1.42'ymiş"
-'yok artık!! uzunluk birimi farklıymış onlarda yanlış çeviridir o!! hadi olsun 1.62cm'
inanmıyor ki! illa onlar uzun ama!!
bi de illa benden uzunlar.
ben mi. işte ben ortalama Türk kızı boyundayım. nee?? Hülya Avşar'la aynı boydayım!! hıh!
lucy liu ve reality şov salağı kızı bile... yazıcaaam yarın.
___
geçen de yaşayınca aklıma geldi. bu zaman zaman olan bir şey bizim evde.. yazdığım gibi anneme göre Amerikalıların boy ortalaması yüksek, kemik yapıları farklı ve illa bizden uzunlar.
geçende işte zaplarken Jimmy Fallon'ın programına rasladık, nasıl olduysa bir süre orada kaldık. konuk da Lucy Liu'ydu. capcanlı reklerde bir elbiseyle çıkageldi. Jimmy ile yanyana gelince epey ufak kaldı.
+"aa bayağı da minyonmuş"
-'yok canım en az 1.70tir.'
+"ne 1.70 i anne yaa, baksana daha ufacık"
-'ama onlar uzun oluyor! zaten onlara 1.70 minyon'
+"iyi, biz cüceyiz o zaman"
-'ama onlar uzun nazlı!'
+"yaa baksana Jimmy'nin yanında ne kadar kısa"
-'e kızım Jimmy çok uzun ya zaten 1.95miş ya!'
+"o 1.95 olan Jimmy değil anne, Conan"
-'neyse de bu da olsun hadi 1.85'
+"1.85lik birinin yanında bu kadar ufak mı kalır 1.70lik biri?"
-'ama onlar bizden uzun oluyor da nazlı, kemik yapıları farklı'
+"işte konuşurken kendi dedi kadının, maçlara gitmeye çekiniyormuş, kısa olduğu için ezilmekten korkuyormuş"
-'tamam işte kısa zaten, ama onlara göre kısa'
sanırsın Avatar filmindeki tiplerden bahsediyoruz.
telefondan bakıyorum internette yazıyor işte, Lucy Liu'nun boyu 1.60cm miş ( http://www.imdb.com/name/nm0005154/bio), Jimmy Fallon ise 1.78cm ( http://www.imdb.com/name/nm0266422/bio)
+"işte yazıyor burada 1.60 cm miş kadın, benden bile kısa!"
-'yanlış yazmışlardır! internette her okuduğuna güvenilmez diyen sen değil misin?'
+"bu güvenilir bir sinema sitesi ama"
-'yanlış çevirmişlerdir o zaman ölçüyü! onlar uzun ama!'
inanmıyor ki, karar vermiş ama onlar uzun!!
daha sonraki bir gün e2'de Ellen şov'a bir reality şov yıldızı kız katılıyor Snooki takma adını kullanıyormuş, Lucy Liu'dan da ufak bu.
+"ay ne kadar kısa bu?!"
-'ya evet ama gene 1.65 vardır bu'
+"ne 1.65i anne yaa! baksana minyatür gibi"
-'ama onlar uzun ya, kemik yapıları farklı. boy ortalaması uzun olunca zaten 1. 65 falan kısa kalır.'
+"Ellen de deve o zaman!"
-'e o da biraz daha uzun demek'
+"ama aralarında en minik kalan bu kız, öbürleri de çok uzun görünmüyor demek bu kız çok kısa"
-'yok yok öbürleri bayağı uzun, mankendirler belki önceden'
gene internetten bakıyorum, annemin illa benden uzun gördüğü kızın boyu 1.42cm!! ( http://www.imdb.com/name/nm3725472/bio) , Ellen DeGeneres'in de 1.71 ( http://www.imdb.com/name/nm0001122/bio)
+"işte burada yazıyor, aa bu kız 1.42'ymiş"
-'yok artık!! uzunluk birimi farklıymış onlarda yanlış çeviridir o!! hadi olsun 1.62cm'
inanmıyor ki! illa onlar uzun ama!!
bi de illa benden uzunlar.
ben mi. işte ben ortalama Türk kızı boyundayım. nee?? Hülya Avşar'la aynı boydayım!! hıh!
meltem mi ayşe mi?
iddialaşmaya bir örnek daha!! annem ilkokul ve orta okul arkadaşlarımdan meltem'in ayşe , ayşe'nin meltem olduğu iddiasında.
uzatırım merak etmeyin! (ay sanki merak eden var be nazlı!!)
uzatırım merak etmeyin! (ay sanki merak eden var be nazlı!!)
saman nezlesi meselesi
saman nezlesi meselesi ve bir düğüne yetişme telaşesi.. ooo çok yakında!! kısa yazmış diye sevinmeyin :)) yarın yazarım... ya da uzatırım... şimdilik unutmayayım diye yazdım, aklıma gelmişken..
sanki ben onu dinlemeye gönderildim dünyaya!
sanki ben onu dinlemeye gönderildim dünyaya! ya da her istediğini yapmaya! bir dinlemek isteme, bir dediğini, istediğini bir yapma hemen 'beni anlamıyorsun' , 'çok bencilsin' olur! kendi beni dinlese, yapsa bari!
insanları böyle alıştırmak da hataymış demek... elini verip kolunu kaptırmak ya da yüz verip astarını da istemek diye boşuna atasözleri yok yani... benim yaşadığım da bu..
durun durun! daha uzatacağım! ama yarın...
insanları böyle alıştırmak da hataymış demek... elini verip kolunu kaptırmak ya da yüz verip astarını da istemek diye boşuna atasözleri yok yani... benim yaşadığım da bu..
durun durun! daha uzatacağım! ama yarın...
3.02.2013
komşunun intikam çabası -- gaibten elektrik süpürgesi sesi mi duyuyorum
erken yatalım'a bir bahane daha üretildi!!
dün tv'de birşey yoktu.
annem yine 'yatalım en iyisi bir şey de yok izleyecek' dediğinde saat daha 23.00dı.
o saatte yatmayacağımı bilse de... sonrada 'sen de erken yat biraz, ayak sesinden alt komşu rahatsız oluyormuş' dedi.
alt kat komşunun dediğine göre gece yarıları tapır tapır dolaşıyor, kadıncağızı uyutmuyormuşum aylardır. hemde aylardır bak!
kendi beni uyandırıyor oysa. haftada üç gün sabahın köründe yerleri bir gürültüyle elektrik süpürgesiyle temizler... özellikle de yatak odaları tarafından başlar. sabahın körü olur tabi kadının ışıkları 21.30da sönüyor...
ama zaten kime söylesen şu iddiada; alt katlardan üst kata gürültü gelmez. bir de kesin bilimsel bir bulgu gibi konuşmazlar mı. ne yani gaibten elektrik süpürgesi sesi mi duyuyorum ben yaa!! bu dırdırcı alt kat komşumuzun da bir alt katında yaramaz çocukları ve yeni bir bebeği olan bir aile var. gece bebek uyanıyor annesi de gezdire gezdire uyutuyor zahir.. ya daaa yeni bir çocuk yapma peşindeler :)) ama hanım teyze benden gıcık kaptığı için kabahati bende arıyor...
halbuki çok dikkatliyimdir, öyle gördüm öğrendim. gürültücü bir aile olmadık hiç. annemin beni uyandırmak için yaptığı numaralar hariç ki onun da başka bir kattan duyulduğunu hiç sanmam, çalar saate de telefonun alarmına da güven olmazmış. şimdi sabah 07.30 da kalkılacak ya annem hemen böyle bir gereksinimde 05.00 da kalkıp beklemeye başlar. yok başka zaman o kadar da erken kalkmaz yani. sınav falan değil ne içinse yolculuk mu, uçağa yetişmek için, ders alasım veresim mi tutmuşsa ; hemen stres. ya geç kalırsam korkusu sarmaya başlar...sanırsın cerrahım beyin ameliyatını kaçırıp hastanın ölümüne neden olacağım falan...
neyse beni uyandırmak için üstüste hemen bitişikteki banyoda bulunan klozetin sifonunu çeker mesela. kapıları hızlı kapatır.. ya uyanamazsammış!! alarm var telefonda diyorum.. güven olmazmış...
benden başka duyacak kimse olmaz. eskiden de biraz fazla ses yapsak annem bizi uyarırdı, komşular rahatsız olmasın.
hem ben zaten yüksek sesle müzik bile dinlemem, tv'nin sesini çok açmam... ayağımda da kış olduğu ve ayaklarım donduğu için ugg botlardan var evde.. benimkisi o kadar hafifki..
+"ne zaman tıkırdamışım?"
-'geçen gün dedi, saat bir buçuğa kadar yerinde durmamışsın, öyle dedi.'
+"e ben o saatte salonda tv karşısında olurum, nasıl yatak odasından duymuş te orayı"
-'ne bileyim sormadım'
o gün hem salondaydım, hem de kanepeye uzandığım gibi içim geçmiş, sihirli o kanepe, yani tıkırdamış olamam.. bir uyandım ki saat 03.10 olmuş.. kalkıp odama gidip, kıvrılıverdim yatağa...
----------------------------
ertesi gün tekrar sordum anneme. ne bileymiş sormamış, dememiş o saatte gürültü yapmaz, hem yatak odasında olmaz, hem yumuşak tabanlı kışlık terlik giyiyor...
öyle asansörde karşılaşmışlar, kısa bir sürede deyivermiş. cevap verecek vakti olmamış.
zaten kadının mesleği asansörde karşılaşınca daha iyi akşamlar demeden şikayet bildirmek. çoğu kabahati de bende buluyor. sigara içiyormuşum balkonda, aşağı silkeliyormuşum kendi balkonu kirleniyormuş. kadın silkelemekle kaldı! ben sigara içmem diyorum inanmıyor bir de. annemin külü uçtu zahir. ama söylemedim.
çamaşırlarına halı silkelemişim bir keresinde, iddia ediyor, emin. dünyanın en temiz ve en dürüst kadını o!! yalan söylemez, yanılmaz. belki uyurgezerim de gece uyanıp tutup halıları silkeliyorum!!
biz hiç halı silkelemeyiz. hayatımda yapmadım öyle bir şey! elektrik süpürgesi dururken manyak mıyım?
ama anlatabilirsen anlat kadına! hayır diyor sen silkeledin, tüm yıkadığı beyaz havluları halı tozu ve havıyla dolmuş. ben halı silkelemem diyorum, hala iddia ediyor sendin diye.. gördünüz mü beni diyorum. görmemiş ama halı silkeleme sesi duymuş işte benmişim!! yukarıdandır diyorum ben halı silkelemem, elektrik süpürgesi ne güne duruyor. inanmayarak burun kıvırarak gidiyor...
şimdi de gürültü yapıyormuşum. ben ne kadar kötülük timsali biriyim böyle!!
ama mesele şu; ben anladım. oğluna zıt gitti azarlı konuştum diye aklı sıra beni cezalandıracak.
"ayy sen de nazlı! nasıl kıydın el kadar yavruya, yazık demedin mi?" mi diyorsunuz?
ya ne el kadarı yaa!! oğlu benden 10 yaş büyük!!
başka bir şehirde öğretmenlik yapıyor, anca tatillerde geliyor anneciğini ziyarete...
tabi evde annesine, kız kardeşlerine ve ya varsa kız arkadaşına hükmetmeye çalışmak yetmiyor, bir de komşu kızına hükmedeyim, dayılanayım diyor.
(annesine göre müzmin bekar kız beğenmiyormuş. ay bir keresinde başka biri beni işaret etti bunun oğluna kadın da 'valla oğlum sarışın istiyor' dedi. ben de ay dilimi tutamadım "sarışınlar onu istiyor mu peki?" dedim ^__^ sonra da güldüm. )
bu yaz karşılaştık apartman girişinde. tuttu benim giyim kuşamımı eleştirdi iyi mi? ona neyse artık.
aynı binada oturan sadece adlarını bildiğimiz insanlar. senin ne haddine benim giysimi eleştirmek.. sanki okula böyle gidiyorum. o zaman bile hakkı yok! kimin haddine kimin kıyafetini eleştirmek yahu?
önce bir şu şarkıdaki gibi kal geldi. beklemiyorum böyle bir çıkış çünkü bir sohbetimiz dahi yok.
belki de zaten olmaması mesele onun için. kızlar etrafında pervane hizmet etsin ona kız kardeşleri ve annesi gibi, müdür yardımcısı ya kız öğrenciler yağ çeksin gibi..
birinden bir hizmet bir şey ne bileyim bir elpençe divan durma görmeyince egosunu eziyor herhalde bu durum..
üstüme iyilik sağlık! böyle haddini bilmeyenlere gıcığım yaa..
annesi övüyor okulda müdür yardımcısı olmuş, bir kaç seneye müdür emekli olunca oğlucuğu müdür olurmuş. sanki okul değil de dünyanın müdürü, şişkinliğe bak!
yüzde yüz net hatırlamıyorum tam ne dedim o tutukluktan sonra bir açıldım ben herhalde..
annesi de oğlunu savunuyor mu övüyor mu okulda müdürmüş ya ondan düzen nizam severmişmiş; sizi ne ilgilendiriyor'dan başlayarak, okulunda bir öğrenci ya da öğretmen olmadığımı, okul zamanı bile olmadığını söyledim, kendini benim hayatımın hiç ilgilendirmediğini... sıraladım. tabi karşımdakinin had bilmez ses tonu ve tavrına dayanarak ses tonumu ayarlayarak...
vazgeçer mi daha hala konuşuyor. hala annesi de övüyor-savunuyor oğlunun had bilmezliğini ve ayrıca despot ve hödük oluşunu. evde de böyleymiş hah ha (gülerek anlatıyor) çocukluğundan beri her işe karışırmış, müdürüymüş onların hah ha. memnun oluyor kadın yani. ah diyor içinden herhalde benim oğlan müdür şimdi herkesin haddini bildirecek...ama benim oğlan müdür!!
okulda müdür olduğu için herkesin müdürü olunmayacağını vurguladım.
-"büyük maharet doğrusu! size karışabilir o beni hiç ilgilendirmez, o sizin aile meseleniz ama bana karışamaz! sizin müdüriyetiniz bizim evde sökmez..."
büyüklerimle saygılı konuşayımmış,
+"büyüklerde küçüklerle sevgili konuşsun! sizin ne haddinize benim giyimim acaba ne sanıyorsunuz kendinizi?"
bir de öyle bir tavırla söylüyor ki yani dışarda böyle rahat giyinmeye alışırsa okulda zorlanırsın nazlı hanımcığım falan ayarında değil. iyiliğine değil. gidim değiştiriim mi hocam, bundan sonra böyle giyinmem, nasıl giyineyim sizce desem devam edecek karışmaya yani...
çok uzatmadım sinirli sinirli cevaplar yapıştırıp uzaklaştım. hani bir de açıklama yok bu sözleri neden ettiğinin. hani kızmayın iyiliğiniz için söylüyorum falan da deme yok. öyle emir kipinde.. oo müdürümüz emretmiş!!
siz böyle şeyler yazıp durduğuma bakmayın nedense bende bir bebek surat mı var nedir bir yumuşak yüz mü.. hep ona aldanıp böyle bana ya bilmişlik taslarlar, ya emir kipinde konuşurlar...vs. bir huyum var damarıma basıncaya kadar pambık gibiyim yüzüme de yansımış olacak ki buna aldanıyor insanlar... sonra ters tepince de şaşırıp bozuluyorlar...
çünkü sürekli parmaklarının ucunda oynatacakları, güçlerini üzerlerinde deneyecekleri ve üstlerinde güçlerini kendilerine falan ispatlayacakları başka insanlar arıyorlar. bu şekilde kendilerini güçlü ve önemli hissedecekler akılları sıra. hadleri olmayan kişilerin hayatına müdehale edip, yönetmeye çalışarak... hele bir de bilmem ne müdürü, yöneticisi vs bilmem neler ise.. ooo gelsin dünya lideri sanırsın... minik ezikler büyüyüp başımıza 'yönetici' olmuş... herkese hükmedecek ayol!! aslında bu insanlar için için ezikler! bir yerlerde birileri ezmiş, hor görmüş bunlarda böyle bir güç elde edince dünyadan intikam alıyorlar. git zamanında seni ezenlerden, küçük görenlerden al intikamını sıkıyorsa!! hani bir de kendi ayarında, kalıbında kimselere değil lafları kolay lokma sandıklarına...
sarımsak dönemi - evden çıkmasak daha iyi - senin için yalan söyleyemem
konu konuyu açtı çamaşırlar için renk koruyucu bezden nereye geldik...
annemin kendi garip rüyalar görüyor, kabus hatta. çoğunda çocuklarının başına korkunç şeyler geliyor. uyanınca çok hatırlamıyor ama o izlenim ve korku ona yetiyor. ya hatta bir keresinde yani çok eski değil bu, 4-5 sene önce. bir gece yarısı uyuyorken ben zort diye odama daldı bir telaşla. ödümü koparmak ayrı mesele.
ne olmuş gelmiş! annee diye bağırmışım. bağırmadım diyorum yok inanmıyor. bir de gelmiş yatağın ucuna oturmuş, ne oldu yavrum diyor. niye illa zavallı olmam gerekiyor ki. biliyorum koruma iç güdüsü. ama ben gelmişim 27-28 yaşına o zaman. gece yarısı bebek gibi Allah korusun ne olacak da böyle feryat ederek çağıracağım. hem ben de de bir annemi koruma iç güdüsü var.. ya rüyasında görmüş ya dışardan birinden duymuş ben sanmış ya da ne bileyim uyuyorken dışarıdan gelen sesi rüyasına eklemiş ben sanmış... ay bir de inanmıyor.. üstünden kısa bir süre geçince de hala 'ama seslendin' diyor.. mışıl mışıl uykudaydım o sıra ben... dışardan kim diyecekmiş ki!! etraf çoluk çocuk dolu yaa..
yani bu durumda o doktora gitmiyor da ben toz yalamak istemediğim için hastayım!! doktorluğum.. gitmezsem de işte daha kötü bir şey söyleyeceğinden korktuğum için gitmiyorum sanıyor...
annem de kuruntu çok ki. hep de içinde tutar, içinde büyütür, anca patlayacak da... söylemez kuruntularını ama bu seferde başka şekilde dışavuruyor işte...
hele çocukken biz.. aşırı endişeliydi. neredeyse hiç evden çıkarmayacak, dışarısı post apokaliptik filmlerden fırlamış bir dünya sanki.. öyle bir dönemi olduydu.. ara ara da hortlar bu korku dönemi... kötü bir olay mı duydu artık neyse çaresi hiç dışarı çıkmamamız... ama baskıcı anne olmayacak ya yasaklamak yerine fikir ekimi uygular, bir şeyi tekrar tekrar söyleyerek yaptırır ya da vazgeçirtir falan...
bir gün iki gün değil hergün. tazesi de olabilir sarımsağın...
baktı ben sarımsak yiyince çıkamıyorum sanki..
+"artık koyma usandım, dışarı da çıkamıyorum kokacağım insanlara diye" dedim.
amaan boş vereyimmiş insanları, kokmamak için bu sağlıklı besinden uzak mı duracakmışız, hem nasılsa market yakınmış, istesek telefonla bile getirirlermiş gerekli şeyleri!
+"anne ev hapsine mi çarptırıldım! arkadaşlarımı da görmeyeyim mi?"
ne varmış, ben de çıkmayıverirmişim!! sanki bir halt varmış dışarıda! sanırsınmış dışarı çıkınca milleti öpecekmişim de!! kokmayayım diyormuşum.
temizlik titizlikden bahseden mutlaka temiz ve ütülü giyinme nutukları atan kadına baksen.. dişimi fırçalar da çıkarmışım ya da zaten çıkmayıverirmişim. arkadaş görünce de ne oluyormuş ki sanki başım göğe mi eriyormuş!! plaket mi veriyorlarmış en çok arkadaş gören kız diye!!
+"hiç dışarı çıkmazsam, arkadaşlarımı görmez ve edinmezsem yenilerini acaba nasıl evleneceğim? ha hani uykuların kaçıyordu?"
ikileme baksen. hem bu kız evlenemeycek mi diye düşün, uykularını kaçır, hem dışarı çıkıp sosyalleşmesin. nasıl bulsun bu koca acaba? yoo öyle eski usul görücü işlerine falan da karşı yani..
buna da cevabı ters. ne yani koca bulmaya mı çıkıyormuşum ben??!! sanırsın müşteri dedim. tövbe tövbeee!!
+"çevrem olmazsa nasıl evlenecek birini bulayım anne?" dedim o zamanlar... kaç yıl oluyor bilemedim.
-'sanırsın sarımsak kokmadan çıkınca, şimdiye kadar çok dolaştın da buldun!!'
dışarı çıkmak, dolaşmak deyince siz de gece yarılarına kadar hoppa kız arkadaşlarımla orada burada takılıyorum sanmayın. eğer birinden birinde bir araba varsa bizi bırakabilecekse ya da yakın oturuyor da beraber dönebileceksek, ne biliim biri nolur nolmaz diye eşlik edecekse biri... belli bir saate kadar. ben zaten hiç bir zaman da öyle eğlenerek sabahı sabah edecek kadar enerjik bir insan olmadım bile..
yani balkabağına dönüşmeden epeeeey önce döneriz, dağılırız evlere... zaten millette de enerji yok ki, sabahtan beri çocuklara birşey anlatacam dinletecem diye bağırmaktan tükenmişler... daha bıraksan orada uyuyacak hale gelen var... ha bi de evli olan çoluk çocuğu olan çıktı. efendim babası izin vermeyen var... eee..
dönüyoz işte tıpış tıpış.... parası gani gani de milletin sanki öyle diyar diyar geziyoruz...
bir ara aramızda böyle bir konuşma geçtiği için de teselli ediyor beni çıkarmış karşıma illa ki biri. nerede olacak belli olmazmış falan. hatta alışverişe gittiğim marketlerden medet umduydu. çok mu romantik komedi izlettim ne...
--------------------------
evden çıkmayan 7/24 ders çalışan inek bir sosyopat olsam daha iyi. başkasının bana zarar verme olasılığı olacağına kendi kendimi delirtsem, hasta etsem daha iyi. olmadı doktor ilaç yazar içer içer otururum evde...
...
hadi daha küçükken neyse de.. o zaman bile sinir olurdum. bir şekilde gitmeyeceksin, yasak demez ama gitmemi engellemek için başka bahaneler uydururdu. ben de bunu hissettikçe sinir olur gitmeyeceksem de gidesim gelirdi..
bir keresinde bir okul arkadaşımın doğum günü vardı. gitmek istiyorum. önce ders çalışmam gerektiğini söyledi, sonra temiz kıyafetim olmadığını, aman şimdi de hiç ütü yapmak istemeyeceğini, ben yaptım, iyi olmamış dedi, böyle görürlerse bu kadın hiç bakmıyor çocuklarına derlermiş, ben ister miymişim annesini böyle aşağılasınlar!!?? vs vs. sonra kızın ailesini hiç tanımadığını, kimbilir kimin nesi olduklarını bilmediğini söyledi. sanki hepsini tanıyor da. sonra ev çok uzakmış, gidemezmişim, bak kaybolurmuşum sonra...
yahu çıkıp arkadaşlarla iyi vakit geçirmek yerine uzaktan uzaktan koybolma korkusu, kaçırılma korkusuyla falan uğraşmalıyım bak! bu daha iyi...
orta birde miydim ne...
ama o çocuklar bize gelebilirmiş.. bir de o var. ben gidemem ama onlar gelsin bize. e kendilerine gelmeyenin evine gitmez ister mi o çocuklar ya da anneleri öyle düşünmez mi?
nasılsa okulda görüşüyormuşuz, hafta sonu da görmesem ne olurmuş şu kızın yüzünü, sanırsın çok şahane birşeymiş. hediye alırmışım pazartesi verirmişim ne varmış.
siz şimdi annen senle vakit geçirmek istiyor da ondan diyorsunuz belki. benim de öyle düşündüğüm oldu. beraber vakit geçirdiğimiz de oldu. ama özellikle sırf benim değil ablam da yani dışarı çıkmakla ilgili endişeleri var esas. o gün gitmesem üçümüz beraber eğlenecek falan değiliz yani. bizi ders çalışın bahanesiyle odaya gönderecek kendi de ya yazılı kağıdı okuyacak, ya başka birşeyle uğraşacak...
bunu belirttiğim zaman da bana kızardı hayat ders çalışmaktan mı ibaret diye.. ders çalışmak, başarılı olmak geleceğimiz demekmiş, ben üniversiteye gitmeyi istemiyor muymuşum? ev kızı olup ezilecek miymişim kocaya falan!? hep dediği bu... bir yerde ders çalışmaktan koparsan hayatın biter mahvolur sanki...
oysa sosyalliğe, nefes almaya, değişikliğe falan ihtiyacı var insanın... ama ya başıma bir şey gelirseymiş.. bir gün öyle de bir kavga ettik...
mahalleden bir kaç çocuk kızlı oğlanlı beni çağırmaya gelmişler kapıya.. hani aynı zamanda okul arkadaşlarım bunlar. annem açmış kapıyı ;
-'nazlı gelemez adeti, çok kanaması, sancısı var şimdi' demiş.
neden hasta gelemez şimdi demedin diyorum. sanırsın gizli ajanızda sır veriyormuş hani olay amaan ne varmış bunda söylenmeyecek'ten uzayınca 'senin için yalan mı söyleyeyim'e ulaştı.
+"aman dünyanın en büyük yalanı! cehennemde yanarsın valla !! hem insan kızı için yalan söylemeyecek de kimin için?"
-'aman nazlı sen de sanki çok önemli bir şey de bu!!'
+"önemli tabi! kaç kere dedim sana dalga geçiyorlar böyle bir şeyle! herşey herkese söylenmez! sırf kızlar olsa hadi neyse"
-'bir şey olmaaaz!! aman sen de ne çok laf biliyorsun!'
+"ağlayayım da zavallı nazlı olayım! ancak o zaman acır ve ciddiye alırsın beni!"
-'hiç de bile! ben seni hep ciddiye alıyorum kızım!! sen şu an büyütüyorsun'
+"ancak ağlayınca acıdığın için! çok ağlarsam da ezik olma diye nutuk atıyorsun"
-'gene abartıyorsun ama'
+"bu şu an benim için önemli bir konu! banyoda olduğumu niye bilsin yada adetli olduğumu!!!!"
....
uzayıp gidiyor bu konu....
herkese söyleme böyle şeyleri yok banyoda yok kanaması var! dillerine düşüyorum diyorum. inanmıyor, ben alınıyormuşum.. ben anlatmaya çalıştıkça itiraz edecek bir kulp bulup beni daha da sinirlendiriyor inanmamasıyla, sonra da ben ne kadar sinirli bir insanmışım böyle oluyor.
bu kadar sinirli olursammış ilerde daha neler olurmuş, ne yapacakmışım. bana inanmaman, hafife alman sinirlendiriyor diyorum. aman nazlı sende abartıyorsun diyor...
bu beni küçümsemeler, inanmamalar daha da sinirli yaptı bir yana büyüttü. büyüyeyim diye de yaptığını sanmayın... ablama da benzer davranırdı herhalde. ama o sinirleri alınmış gibi durur. bu şeyden ileri geliyor işte daha önce dediğim özelliğinden, ablam imadan, ne bileyim birinin ettiği lafın ardındaki manasından falan hiç anlamaz, kendiyle dalga geçildiğini de. yani çok aşikar birşey olmadıkça.. öyle sezdirme yoluyla, gizli kapaklı şeyleri hiç sezmez... bu da onu daha rahat biri yapıyor galiba. onun bu rahatlığı bu gibi durumlarda bana da kötü örnek oldu.
bahane ya da bir çeşit savunma annemin; ablam benden büyükmüş ama hiç böyle şeyler söylemezmiş ki! o bile anlamamış da ben nasıl anlamışım!!! ablam çok akıllıymış oysa. ama kendi hakkında böyle düşünüldüğünü hiç söylememiş....
+"anlamıyor o! fark etmiyor, saf!" diyorum. çünkü öyle popüler ve politik olmasının yanında elbet çekemeyenler oldu, üç sınıf geride bile olsam bana kadar ulaştı. en başta inek'ti adı. ruhu bile duymadı. ben savundum daha kötü bir şey söylenince...
(yani yalancı olduğumu düşündüğünden değil yaşıma uygun değilmiş söylediklerim anlayamazmışım, ama anlıyorum hissediyorum görüyorum. demekki yaşımdan önce olgunlaşmışım, kişiliğim gelişmiş. boyumdan büyük konuşmam ondan belki. kısa ve zayıfım diye aptal değildim ya)
---------------------
bu adet dönemi de bir dışarı çıkmama bahanesi oldu. eskiden beridir epey zorlu geçer. bazen dışarı çıkamayacak hale gelirim hatta yattığım yerden kalkamam... bazen de ya mecburumdur ya da sıkıldığım için gitmek istiyorumdur. ama hemen laf suratıma yapışır;
-'adetlisin ama!! gidemezsin ki'
+"çok sancı yok"
-'bak sonra kötülersin, çok olur falan bak rezil olusun'
+"yedek ped diye bir şey var değil mi?"
-'ne gerk var şimdi çıkmanın alemi mi?'
.........
yağmur yağıyorsa da çıkma... mesela bu durumlarda dersin varsa bile gitmen gerekmez. geçerli bahane adet sancısı ve ya yağmur. otur evde çalış....
............................
şu doğum günü olayına döneyim. naptım ettim ikna ettim. hatırım için falan diye. annem beni arkadaşın evine bırakmak istedi. 'iyi tamam bir uğrarız'.
ona göre usulen, madem hediye de almışım, işte 5-10 dakika yeter... sanki hasta ziyareti... baştan da söylüyor 10 dakika yetermiş, hiç gitmemiş olmazmışım işte böyle gereksiz bir şeye... o zaman onlar da benim doğum günüme gelmez ama diyorum. gelmezlerse gelmesinlermiş, başkaları olurmuş nasılsa... ama Ayşe'yi çok seviyorum diyorum. iyi seveyimmiş ne olmuş. yahu insan sevdiğinin yanında olmak istemez mi yaa...
neyse adresi aldım, gittik. umudum orada beni bırakmasınlar, Ayşe'nin annesiyle annem anlaşsınlar da hemen gitmeyelim... aa kapıyı bir açtılar ki doğum günündeki tüm çocuklar suratını boyamış, palyaço olmuş, gülmekten kopuyorlar... bu eğlenceli organizasyonu da Ayşe'nin babası planlamış... çocuklarıyla gelen ebeveyleri oturma odasına almışlar, çocuklar salonda kopuyor..
ben çok sevinmiştim tabi.... annem de mecburen uyumsuz demesinler diye dahil oldu... ben de suratımı boyamış, çok da eğlenmiştim. daha okulda haftalarca gülmek için konu malzemesi oldu bize...
tabi anneme göre gereksizdi, tamam eğlenelim tabi küçüğüz de.. yani usulüne göre olsun canım!! eve dönerken böyle söylendi durduydu.... suratımda böyle boyalar, herkes bakıyormuş, gülüyormuş... eve de boyalı suratla gitmiştim de...
normalde bana gülünmesinden pek hoşlanmam ama eğlenmişim işte, hem kötü niyetle değil ki bakışları, eğlenmiş bir çocuk diye bakıyorlar sonuçta....
nasıl çıkacakmış şimdi bu boyalar, o da ayrı meseleymiş...
(benim de böyle bir fotoğrafım var ama bu fotoğraftaki ben değilim)
ablam böyleydi mesela, sırf ders çalışır. okulda hani konuşur herkesle politiktir biraz ama okulda olan okulda kalır misali. okul dışı hayatı dershane, derslerden, sınavlardan bahsetmek, ha bir de puanlar. öğretmen ve sınıf arkadaşı dedikodusunu bile zorla yapardı..
anneme göre en iyi ve doğrusu, sadece ve sadece derse odaklanmak! hiç hobisi yoktur mesela ablamın. hadi bir iki roman okumak... küt diye asistan hocası ve ilk aşkıyla evlendi, neyse ki hepten şanslı canımın içi de.. ama iş dışında ot gibi bir hayatı var... o kadar düz ki. insanı endişelendiriyor. beni yani... bu düzlük bazen eniştemi de sıkıyor... kızda gezip tozma isteği de yok. hiç yaşamadı ki, haberi yok, nasıl bir his...eğlenmek, güzel vakit geçirmek. eniştem de olmasa robot gibi yaşarlar.. fütüristik bir çağda bir film insanı sanki gattaca ya da şu istila'daki gibi bir yaşam. sıkılmaz mı, sıkılırsa güzel yemekler yapar... onu da ben gazladım. "ayy abla şahane börek yapıyorsun, değişik şeyler de yapsana"..
ben keyifçiyim onlar görevci ve robotik... keyif için değil gerekiyorsa, mecbursan, bir şekilde yapman icap ediyorsa yapmalısın bu gibi şeyleri... gerisi görev, angarya....
ya zaten mecburen yaptığımız onca şey var.. biraz da sırf istiyoruz, seviyoruz, keyif alıyoruz, ya da eğleniyoruz diye yapalım bir şeyleri... laf olsun torba dolsun diye yapılmazmış ama saçmaymış... saçma olsun, aptalca ve komik olsun, gülelim diye olsun...
---------------------
böyle etkinliklere dahil olmak için uğraştım hep tee o zamandan bir defasında böyle tartışıyorduk. anneme göre evde, güvende ders çalışsam daha iyi. ne gerek varmış okul gezisine...
hiç mi eğlenmeyeyim ben yaa, hiç mi eğlenirken bir kare fotoğrafım olmasın??? hep suratsız vesikalıklar... hiç mi arkadaşlarımla bir anım olmasın? ilerde ne fotoğraflarına bakacağım??
ben isyan o itiraz ediyor.. sonra da mahsus ablama soruyor gitmek istiyor mu o da çok diye.. o da bu durumda iki arada bir derede kalıyor. çok istiyorum dese annem kızabilir, olmasa da olur dese ben. karar veremiyor. kimseyi kırmak istemez o... ama bazen kimseyi kırmamak için ya kendi kırılır ya herkesi kırmış olur farketmeden. yani öyle çok değil de...
nasılsa suratına dan dan söylemezsen pek anlamıyor... mesela annem gibi çok endişe küpü de değildir ablam. çok rahat bir anne olur. ama ben işte bu yönden annem gibiyim... ben de endişeliyim, kuruntuluyum. ama bunun için eve tıkılmış, ödlek gibi yaşanmaz ki!! önlemini alıp, dikkatli olup yapacasın napacaksan....
annemin çok sevdiği bir öğretmenin gözetmen olarak gitmesi işime yaradı da biraz değişiklik oldu, bir sırıtık fotoğrafımız oldu...
hani o yaşlarda da herşeye gülünür, sürekli kikirdemek istersin... :))
evet bazen şaşkınca, aptalca olabiliyor ya da öyle bir ifade oluyor halinde tavrında suratında. aman boşver olsun...
annem biraz gıcık olur bu durumlara. biz o yaşlardayken de bi gıcık olurdu, gürültü yapıyormuşuz, başı şişiyormuş, sustururdu, öyle de pek komik değilmiş... hala da gıcık olur, yolda sokakta kikirdeyen yeni yetmeler görünce eleştirir ne de aptallarmış.. ben de onları savunurum...
o yaşlar öyle.. sonra büyüyüp, sorumluluk aldıkça, darbe yedikçe zaten çok kolay gülemiyorsun...iyisi mi o zamanlar bol bol gül!
_________________________
gene uzattım ama ikiye bölemedim de yazıyı.
unuttum bir de şu var..
bir gün yine çıkıp dolaşmak istiyorum kızlarla... hani 'ama yarım saat' sınırlaması koymak üzere annem...
sonra durup bana komşu kızını örnek veriyor... bak ne güzelmiş hep evde dersinin başındaymış... dışarı çıkıp dolaşayım mı diyormuş...
+"zaten dışarı çıkmadığı, hiç bir değişiklik yaşamadığı için çıldırmış, sanki bilmiyoruz! dışarda biraz yaa biraz eğlenmek, mutlu vakit geçirmek yerine evde sınav stresinden hasta olsak iyi yani"
-'aman canım sende! hem herkes öyle olacak diye bir şey yok ki!'
+"ha bir deneyeyim o zaman bakalım kendimi hasta edecek miyim!! sonra düşünürüz"
-'aman sende nazlı! aman tamam git! sonra başımın etini yiyeceksin'
o kızcağız da ablamdan da büyüktü. üniversite sınavına hazırlanıyor lise yıllarından beri deli gibi. ama normal değil hali.. annem sanki bilmiyor gibi davranıyor. kızın resmen psikolojik sorunları vardı... sınav stresinden mi artık neyse... aşırı sinirli, bir ara yemek yemek için bile dersinin bölünmesini istemeyip kıyamet koparıyordu evde, ciyak ciyak bağırmalar, ağlamalar, kırıp dökmeler... arada bir başka kat daireler olmasına rağmen ses bize kadar gelmişti... hatta bir gün sınavdan kendince düşük not almadığı için tüm defter kitaplarını fırına atmış, yakmıştı.
hele bir deneme sınavından beklediğinden bir kaç puan az gelsin, resmen sinir krizi geçirmiş... panodaki kağıtları cart diye yırtmış, bağıra bağıra, ağlayarak hemde...
hem stres hem ergenlik çağı dengesizlikleri... baş edememiş demek. resmen delirmek üzereydi.
sinirinden bir gün annesi yemek ye deyip böldü diye çatır çatır kendi saçını yolmuş, tutam tutam koparmış... zaten hepten dengesizdi, bir de yüklenince sınav diye diye...
bunun üzerine mecbur olmuşlar doktora götürmeye... yahu sadece yetişkinler mi dedikodu yapıyor!
ama herkes doktorluk olacak değil ya... bir deneyeyim bakalım ben de delirecek miyim...hem üniversiteye gir de delirsen de olur!!
böyle durumlarda annemin bahanesi 'ya sınav?' dı...
hele bir üniversiteye kapağı at, sonra eğlenirsin!!
üniversiteye girince ne oldu dersiniz. o zaman da hele bir okulunu bitir de ondan sonra... herşeyin bir sırası varmış..
ondan sonra başka sınavlar. sınav bitse... yok yüksek lisans sınavları yok kpss sınavları...
ya bir gün bana çok sıkılmışım artık işte... 'hele bir kpss geçsin de!' dedi. sonra da hele bir atanayımmış da...
sonra gezermişim tozarmışım!!
sonra iş güç olacak diyelim, hatta çoluk çocuk. amaan çocuk büyüsün de... bir süre sonra da çoğu insanın yaptığı gibi benden geçti artık derim, eğlenmeyi, mutlu olmayı, iyi vakit geçirmeyi, hobilerle uğraşmayı falan ya emeklilik yıllarına ya da bir sonraki nesle bırakırım!!
aman bizden geçti gayrı gençler eğlensin, gezsin!!!
ama uğraşılacak ciddi işler var, dünyaya angaryalar için geldim. görevimi icra ederken, faturalar, taksitler, çocuğun geleceği vs derken nasılsa yaşlanacağım... amaan göçüp giderim sonra da... gençler mutlu olsun!!
bir şeylerden mutlu olmayı, kendini bir şekilde biraz mutlu etmeyi bilmeyen insanlar da çocuk yetiştiyor işte...
ne kadar sağlıklı zihinleri olursa...
sonra insanlar iyice yaşlanıp elden ayaktan düşünce çok üzülüyor ama yapmadıklarına. ama işte işişten geçip kendin pişman oluncaya kadar bekle gene de!!
büyük halam, çok yaşlıydı ve hastaydı bana "gençliğin değerini bil, ben bilemedim. hiç farkına varmadan, aman daha zaman var derken yaşlanıyor insan" demişti. saçmala, hata yap, başarısız ol, parasız kal, sürün demedi ki. zamanını güzel geçir dediydi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)