benden biraz yaşça büyük bir arkadaşım evlenemediği her yıl yeni bir evreye girdi. şöyle;
kendisi bu yıl 39 unda. ben de onu 12 yıldır falan tanıyorum. aramızda 8 yaş olunca gözlemlemem daha kolay oldu. evlenmeye kafayı taktığı için ve her yıl 'bu yıl evlenirim' deyip evlenemediği için her yıl yeni kompleksler üretti evre evre. her yıl evlenirim demesi saçma değil mi bunun için birisi olması lazım hayatında...
ilk tanıştığımız yıllarda o 27 yaşında falandı, 30lara yaklaştığı için endişeleniyordu.
evre 1; fiziksel
önce evlenememesini kalın bacaklara bağladı, erkekler ince bacaklı kızları seviyormuş.
bir ara burnuna ve küçük göğüslerine da taktı (halletti)
(bu kızla ilgili yazmıştım bir şeyler diil mi?? haa ben sevsem yeter diyen kız. o evre sonra)
evre 2;
sonra geveze olduğuna (haklı olabilir ^^ demek birinin etkisinde kalıp söylemiş bunu). ama çok çabuk unuttu.
evre 3; şanssız olduğu için doğru kişiyle karşılaşmadığını düşündüğü yıllar. 'şanssızım yılları'. girmediği ortam azdır, ama bir şekilde kaçırıyor adamları doğru ya da yanlış adam da olsa. fazla kadın olduğu için mi (yani kadınlara özgü o klasik klişeleşmiş tüm garip davranışları düşünün hepsini ikiyle çarpın!)
evre 4; adam gibi adam yok ki yılları.
evre 5; herkesin istisnasız kendine aşık olduğunu düşündüğü yıllar (ya da aylar işte)
evre 6; artık sevişmek istiyorum ayları
evre 7; anne olmak istiyorum ayları
evre 8; estetik operasyon zamanı
evre 9; her tanıştığı adamdan evlenme teklifi beklediği yıllar = bu yıl kesin evlenirim yılı. bu ara kısa süreli şeyler de yaşadı... iki haftalıktan bile evlenme teklifi bekledi. ki ilişkileri hiç iyi değildi.
evre 10; evlilik için bilgi topladığı, hazırlandığı dönem
bazılarını dönem dönem bazılarını aynı anda yaşadı. her döneminde ben sevsem yeter ilkesini düstur edinmişti!
hala sürmekte.
evre 11; her gün evlenme teklifi aldığını iddia ettiği son yıllar. (almıyor)
evre 12; çoğu evreyle başabaş giden tam evlenilecek kızım ama adam yok dönemi
evre 13; artık sonunda evlenemiyorum ama çok başarılıyım (idare eder), kariyerim şahane (kime göre), muhteşem bir öğrenciydim (külliyen yalan! kopyayla geçti çoğu dersi), dünyadan bile iş teklifleri var evresi (almanya'daki bir akrabası yeni açtığı kafede yönetici olabilirsin demişti).
uzun anlamsız karamsar birbirine benzeyen yazılar... *biraz atıyor ve abartıyor olabilirim de olmayabilirim de, garanti yok. *bu blogdaki yazılar gerçek kişi, olay ve mekanlardan ilham alınarak yazılmıştır. *isimler akıl sağlığım açısından, bir çemberin iç açıları yüzünden falan fiştan değiştirilmiştir. *benzer durumlardaki isimler tutmuyorsa ondandır... *bu blogdaki yazılar sırasında hiçbir canlıya zarar verilmemiştir (kendim hariç^^) *varsa fotoğraflar alıntıdır. *hepsi saçmalıktır ^__^
30.08.2012
psikoloğa ne gerek sen varsın! - ağlayabilirsin
anneme göre psikoloğa falan filan ne gerek varmış canım!
hem para verip hem de yabancı birine fazla fazla, tüm gereksiz, detaylarıyla hayatını anlatmanın ne gereği varmış. anlamsızmış, saçmaymış.
ben var mışım!! (beni şişirir) bana anlatırmış. (aynı şeyleri defalarca fazlasıyla ve bilmek istemeyeceğin ayrıntılarla)
tabi o anlatırken ve sen dinlerken onun yanında olacak, gerçekleri değil (çoğu zaman) onun ihtiyacı olan (bazen buna gerçekten ihtiyacı olabilir insanın) cevapları bulup vereceksin, hep o haklı olacak.
hatta konu hakkında soru sorup geliştirsen, konudan konu açılsa daha da iyi bir sohbet olur :))
oh ne güzel ben beleşe bir de şişecem, sinirim kayacak, sıkılacam :))
"ama seni tanımayan, objektif bir göze ihtiyaç var bazen, olayları görmediğin bir açıdan görüp yorumlayabilecek" demiş bulundum.
e ben varmışım ya. zaten bir olayı elli kere falan anlatmadan olmaz ^^ ki!! farklı bakış açılarına da gerek yoktur sadece onunkisi.
benim bir kereden sonra merakın tamamen geçiyor ve aynı şeyleri tekrar dumak işkence gibi, şişiyorum. söyleyince de benim huzurum kaçıyor deyince de haksız oluyorum. e napsınmış, bir de kendi yaşamış bunları, ya o napsınmış.
e ben de mi yaşayayım?
yok her uyarım bir tartışma, benim haksızlığım, onu hiç anlamıyor oluşum ve dargınlıkla son bulur. bari bir kere hadi iki olsun, anlat. yook defalarca.. her an evden kaçamazsın ki.
beleş psikolog ilan edildim. bazen arkadaşlarımda yapar hemen konuyu kapatırım en kısa zamanda. bu ne yaa???
kendileri anlatıp rahatlayacak ben şişeceğim, nasıl rahatlarsam rahatlayayım onları ırgalamaz!!
ay hele annemin uykusu kaçmayagörsün, ya da hasta olmayıversin, ben bittim. uyku kaçmasının ya da hastalığının verdiği huzursuzluk huzursuzluğunu iyice açıyor, çeneye vuruyor.
bütün olumsuzluklar en baştan anlatılıyor. gece yarısı.. çoğu zaman kaytarıyorum, öğrendim artık... ama boş bulunduğu da oluyo insanın...
bir keresinde öyle oldu. zaten benden erken yatar annem. tutmamış kalktı, bütün kötü düşünceler birikmiş çıkmak için zaman kolluyor ağzından. fırsat yakaladı mı tamam.
ee sonunda benim keyfim de uykumda kaçtı gitti, sabahı ettim. kendi bir iki saat sonra konuşmaktan uykusu geldi, e rahatladı, deşarj oldu tabi, gitti horul horul bir uyku çekti...
sabah da bana soruyor gözlerinin altı niye mor diye. aaa huzurum kaçtı uyuyamadım.
o muymuş huzurumu kaçıran! vır vır vır. kendi zamanında neler çekmiş, ne uykuları kaçmış.vs vb... o mu suçluymuş şimdi? amaaaan bendeymiş!!! sanki ben suçluyorum, suçlayarak da söylemedim ki, oysaki doğal bir sonuçtu... için şişerse uyuyaman!
bazen bi türlü dalamam uykuya saat olur artık sabahın 0500i falan vücut yorgunluktan pes eder, 1100a kadar uyurum.
'ooo nazlı hanım oh oh ne güzel bir uyku çektiniz!' alacağınız cevap. anlatınca da hiç inanası gelmiyor.. saçma buluyor...
zaten uykumun bi huzursuzluktan kaçıp uyuyamamamı anlayamaz hiç. saçma bulur. benim yaşımda.ben ne yaşamışım ki?? kendi yaşadığını bana da anlatarak yaşatıyor farkında değil. ama böyle desen kızar ne alakası var olur, aynı şey değil olur.
'anne ben duvar mıyım? sen bunları bunları.. anlattıktan sonra ben hiç etkilenmeyeceğim, üzülmeyeceğim hatta oooh bir güzel uyku çekeceiğim öyle mi?? ne bencil, ne duyarsız öküz, ne eşşek bir manyağım ben. bana ne tabi bunlardan?? hahha heheh diyip horul horul uyurum!'
dedin mi anca. haa o zaman da çok fazla üzüldüğünü zanneder.
annemin bi noktası da bu; üzüldüm demeyeceksin. yoksa kafasında abartır, çok fazla üzüldüğünü sanır, mahvolacağını falan.. o kadar abartır ki kafasında sanki ben acınacak biriyim gibi davranır.
artık konu her neyse onun anlattğı benim yaşadığım, beraber yaşadığımız..herneyse. üzüldüm dediğin anda salya sümük ağladığını, güçsüz olduğunu, zavallı bir çare başını dayayacak bir omuz arayan zavallı bir ezik olduğunu sanır. ya da öyle gibi davranır. bana acınmasından hiç hoşlanmam. hele annemin hiç. çok abartıyor çünkü. intihara sürüklenen bir zavallıymışsın ve her zaman sarılıp dolanıp uyuyacağın desteksiz duramamayacak birisin gibi.
annem fazla ağlayamaz, yaşla da ilgili belki. ama aksi işte bende ağlayamam pek. ama o bunu anlayamıyor. çook ağlamak istiyorum da tutuyorum gibi davranıyor. ağlayan insanlara sus denir bana tersi.
ama bir şeye üzüldüm dedğin zaman biri tepene dikilip zavallı, güçsüz şey der gibi bakıp 'ağla istersen' ya da 'ağlayabilirsin' dediği zaman işte o zaman çıldırabilirsin. yani ben.
yahu ağlamak istesen ağlarım zaten! birine sorup önce izin mi almam gerek! kazık kadar kız oldum ama izinle mi ağlayacağım. böyle deyince hani ağlayasın varsa da kaçar. hani ağlarken insanlar biri sus ağlama dedikçe daha çok ağlar ya... tam tersi de söz konusu.
illa damarıma basıp beni patlatacak. hani o damarı da nasıl buluyorsa. öyle anlar da en çok dokunacak şeyi bulur nasılsa. senin eğer o şey gerçekse bunu duymaya hazır olmadığını düşünemez, ya da zaten farkında olduğu o yüzden üzüldüğün, ağladığın şeyi hiç aklına gelmemiş gibi söyler. bu özellikle ergenlikte başıma gelirdi. insanın duyguları daha böyle incecik bir çizgide oluyor..
işte 'ağlayabilirsin' deyip tepende dikilince ağlamanı izlemek istiyor gibi gelir sana (bana yani ya).
ya da mesela üzülmekten önce sinirlenmişsindir, ağlayacağın falan yoktur da yani. ama izin veriyorum ağlayabilirsin zavallı der gibi bir yüz ifadesiyle tepene dikilip denince yanardağ gibi patlarsın. hatta ağlamayacaksan da sinirinden, seni anlamayıp bir şey demesinden falan ağlarsın.
acaba özellikle mi patlatmaya çalışıyor diye düşündürüyor. hani içinde kalmasın bir an önce söyle, bağır çağır, ağla rahatla diye... değil gibi...
ayy bir de gerçekten içinden gelerek ağlamışsan, of. teselliyi de abartıyor. sanki dünyadaki güçlü, bir sürü olumsuzluğa, zorluğa göğüs germiş, gerebilecek tek insanmış, senin güçlü olman mümkün değilmişcesine aşırı bir acımayla. kendi kendine yenemeyeceğin birşeymiş de, eğer tutmazsa hemen ölecekmişsin gibi davranarak... bir de sen o durumu diyelim ertesi güne atlattın. ya da en azında artık o kadar da önemli gelmedi. ama annen ağladığını unutmaz. günlerce tetikte işte aynen bahsettiğim gibi davranır. fazla psikoloji kitabı falan okumuş.. her durumda depresyona sürüklenip öleceğim sanki. bunlar da aramızda bir çekişme bir tartışma konusu oluyor hal böyle olunca.
....
hem para verip hem de yabancı birine fazla fazla, tüm gereksiz, detaylarıyla hayatını anlatmanın ne gereği varmış. anlamsızmış, saçmaymış.
ben var mışım!! (beni şişirir) bana anlatırmış. (aynı şeyleri defalarca fazlasıyla ve bilmek istemeyeceğin ayrıntılarla)
tabi o anlatırken ve sen dinlerken onun yanında olacak, gerçekleri değil (çoğu zaman) onun ihtiyacı olan (bazen buna gerçekten ihtiyacı olabilir insanın) cevapları bulup vereceksin, hep o haklı olacak.
hatta konu hakkında soru sorup geliştirsen, konudan konu açılsa daha da iyi bir sohbet olur :))
oh ne güzel ben beleşe bir de şişecem, sinirim kayacak, sıkılacam :))
"ama seni tanımayan, objektif bir göze ihtiyaç var bazen, olayları görmediğin bir açıdan görüp yorumlayabilecek" demiş bulundum.
e ben varmışım ya. zaten bir olayı elli kere falan anlatmadan olmaz ^^ ki!! farklı bakış açılarına da gerek yoktur sadece onunkisi.
benim bir kereden sonra merakın tamamen geçiyor ve aynı şeyleri tekrar dumak işkence gibi, şişiyorum. söyleyince de benim huzurum kaçıyor deyince de haksız oluyorum. e napsınmış, bir de kendi yaşamış bunları, ya o napsınmış.
e ben de mi yaşayayım?
yok her uyarım bir tartışma, benim haksızlığım, onu hiç anlamıyor oluşum ve dargınlıkla son bulur. bari bir kere hadi iki olsun, anlat. yook defalarca.. her an evden kaçamazsın ki.
beleş psikolog ilan edildim. bazen arkadaşlarımda yapar hemen konuyu kapatırım en kısa zamanda. bu ne yaa???
kendileri anlatıp rahatlayacak ben şişeceğim, nasıl rahatlarsam rahatlayayım onları ırgalamaz!!
ay hele annemin uykusu kaçmayagörsün, ya da hasta olmayıversin, ben bittim. uyku kaçmasının ya da hastalığının verdiği huzursuzluk huzursuzluğunu iyice açıyor, çeneye vuruyor.
bütün olumsuzluklar en baştan anlatılıyor. gece yarısı.. çoğu zaman kaytarıyorum, öğrendim artık... ama boş bulunduğu da oluyo insanın...
bir keresinde öyle oldu. zaten benden erken yatar annem. tutmamış kalktı, bütün kötü düşünceler birikmiş çıkmak için zaman kolluyor ağzından. fırsat yakaladı mı tamam.
ee sonunda benim keyfim de uykumda kaçtı gitti, sabahı ettim. kendi bir iki saat sonra konuşmaktan uykusu geldi, e rahatladı, deşarj oldu tabi, gitti horul horul bir uyku çekti...
sabah da bana soruyor gözlerinin altı niye mor diye. aaa huzurum kaçtı uyuyamadım.
o muymuş huzurumu kaçıran! vır vır vır. kendi zamanında neler çekmiş, ne uykuları kaçmış.vs vb... o mu suçluymuş şimdi? amaaaan bendeymiş!!! sanki ben suçluyorum, suçlayarak da söylemedim ki, oysaki doğal bir sonuçtu... için şişerse uyuyaman!
bazen bi türlü dalamam uykuya saat olur artık sabahın 0500i falan vücut yorgunluktan pes eder, 1100a kadar uyurum.
'ooo nazlı hanım oh oh ne güzel bir uyku çektiniz!' alacağınız cevap. anlatınca da hiç inanası gelmiyor.. saçma buluyor...
zaten uykumun bi huzursuzluktan kaçıp uyuyamamamı anlayamaz hiç. saçma bulur. benim yaşımda.ben ne yaşamışım ki?? kendi yaşadığını bana da anlatarak yaşatıyor farkında değil. ama böyle desen kızar ne alakası var olur, aynı şey değil olur.
'anne ben duvar mıyım? sen bunları bunları.. anlattıktan sonra ben hiç etkilenmeyeceğim, üzülmeyeceğim hatta oooh bir güzel uyku çekeceiğim öyle mi?? ne bencil, ne duyarsız öküz, ne eşşek bir manyağım ben. bana ne tabi bunlardan?? hahha heheh diyip horul horul uyurum!'
dedin mi anca. haa o zaman da çok fazla üzüldüğünü zanneder.
annemin bi noktası da bu; üzüldüm demeyeceksin. yoksa kafasında abartır, çok fazla üzüldüğünü sanır, mahvolacağını falan.. o kadar abartır ki kafasında sanki ben acınacak biriyim gibi davranır.
artık konu her neyse onun anlattğı benim yaşadığım, beraber yaşadığımız..herneyse. üzüldüm dediğin anda salya sümük ağladığını, güçsüz olduğunu, zavallı bir çare başını dayayacak bir omuz arayan zavallı bir ezik olduğunu sanır. ya da öyle gibi davranır. bana acınmasından hiç hoşlanmam. hele annemin hiç. çok abartıyor çünkü. intihara sürüklenen bir zavallıymışsın ve her zaman sarılıp dolanıp uyuyacağın desteksiz duramamayacak birisin gibi.
annem fazla ağlayamaz, yaşla da ilgili belki. ama aksi işte bende ağlayamam pek. ama o bunu anlayamıyor. çook ağlamak istiyorum da tutuyorum gibi davranıyor. ağlayan insanlara sus denir bana tersi.
ama bir şeye üzüldüm dedğin zaman biri tepene dikilip zavallı, güçsüz şey der gibi bakıp 'ağla istersen' ya da 'ağlayabilirsin' dediği zaman işte o zaman çıldırabilirsin. yani ben.
yahu ağlamak istesen ağlarım zaten! birine sorup önce izin mi almam gerek! kazık kadar kız oldum ama izinle mi ağlayacağım. böyle deyince hani ağlayasın varsa da kaçar. hani ağlarken insanlar biri sus ağlama dedikçe daha çok ağlar ya... tam tersi de söz konusu.
illa damarıma basıp beni patlatacak. hani o damarı da nasıl buluyorsa. öyle anlar da en çok dokunacak şeyi bulur nasılsa. senin eğer o şey gerçekse bunu duymaya hazır olmadığını düşünemez, ya da zaten farkında olduğu o yüzden üzüldüğün, ağladığın şeyi hiç aklına gelmemiş gibi söyler. bu özellikle ergenlikte başıma gelirdi. insanın duyguları daha böyle incecik bir çizgide oluyor..
işte 'ağlayabilirsin' deyip tepende dikilince ağlamanı izlemek istiyor gibi gelir sana (bana yani ya).
ya da mesela üzülmekten önce sinirlenmişsindir, ağlayacağın falan yoktur da yani. ama izin veriyorum ağlayabilirsin zavallı der gibi bir yüz ifadesiyle tepene dikilip denince yanardağ gibi patlarsın. hatta ağlamayacaksan da sinirinden, seni anlamayıp bir şey demesinden falan ağlarsın.
acaba özellikle mi patlatmaya çalışıyor diye düşündürüyor. hani içinde kalmasın bir an önce söyle, bağır çağır, ağla rahatla diye... değil gibi...
ayy bir de gerçekten içinden gelerek ağlamışsan, of. teselliyi de abartıyor. sanki dünyadaki güçlü, bir sürü olumsuzluğa, zorluğa göğüs germiş, gerebilecek tek insanmış, senin güçlü olman mümkün değilmişcesine aşırı bir acımayla. kendi kendine yenemeyeceğin birşeymiş de, eğer tutmazsa hemen ölecekmişsin gibi davranarak... bir de sen o durumu diyelim ertesi güne atlattın. ya da en azında artık o kadar da önemli gelmedi. ama annen ağladığını unutmaz. günlerce tetikte işte aynen bahsettiğim gibi davranır. fazla psikoloji kitabı falan okumuş.. her durumda depresyona sürüklenip öleceğim sanki. bunlar da aramızda bir çekişme bir tartışma konusu oluyor hal böyle olunca.
....
pintilik mi para biriktirmek mi
dersaneden bir arkadaşım var bir kaç yıldır tanırım, dişinden tırnağından arttırarak ikinci el bir otomobil aldı. tabi çoğu insanın hayalidir otomobil sahibi olmak, bunda garip birşey yok. ama gerçek anlamda dişinden tırnağından artırdı. öyle bir sıkı tuttu ki işi para biriktirmek için bu kadar olur... para biriktirmek için ilk nereden para kesilir?
sosyal hayat ; sineması bitti, tiyatro-konser-opera zaten yoktu, dergi-kitap-dvd-cd zaten pek almazdı, dışarıda da yiyip içmesine çok dikkat etti. test kitaplarını 2. el bulmayı da başardı hep.
giyim-kuşam-süs-püs; benim bildiğim üç yıl aynı kıyafetleri giydi, indirim de bile bir şey almadı, eğer gerçekten çok ihtiyacı yoksa. daha öncesinde hep oje süren kız natürel gezmeye başladı. haliyle manikür-pedikür, saç makyaj da kalmadı. saçını kendi kesiyor, makyajı da artık elinde ne varsa.
yeme-içme; dışarıda yemek içmek şöyle durdun yıllarca evde de bildiğim kadarıyla doğru dürüst bir şey yemedi. en ucuzunu aradı herşeyin. ekmek, çorba, makarna, pazarın kalanlarından biraz sebze-meyve. bir ara tektip beslenmekten ağzında yaralar bile çıkmış.
faturalar; mümkün olduğunca düşük kiralı, zemin kat, rutubet kokan bir yerde oturdu. söylediğine göre (övünüyor) su ve elektrik faturalarını düşük tutmak için; geceleri tv saatini azalttı, o sırada ışıkları kapalı tuttu. duş alırken de bir kova su doldurup bununla idare etti. telefon işi zaten ezelden biridir cep telefonunu çağrı cihazı gibi kullanırdı, o kolay olmuştur.
tabi araba almak için para biriktirme olayının arkasına sığınarak rahatlıkla çevresindekilerden, artık yüzsüzce herşeyi otlandı. verdiğiniz bir şeyi geri alamazsınız! kalem, sigara, çikolata, öğle yemekleri, dolmuş ücretleri...vs. o arabayı bir tek kendi aldı sanıyor ama tüm çevresi mecburi sponsor oldu. üstelik herhangi birinin adınında geçtiği yok biryerlerde...
bu para biriktirme işini hem aileden desteksiz yaptı hem kira bile ödeyerek hem de asgari ücretle. (zaman zaman özel ders vererek de). mucize! aslında..
ha diyeceksiniz ki para böyle biriktirilir. ama henüz çok genç ve gençliğinin en güzel yıllarını yarı aç, güzel-şık giyinmeyerek, bakımsız dolaşarak geçirdi, gitti. bir daha 25 yaşına dönülemez. ha bu kadar kötü beslenmek ileride sağlık sorunlarına neden olabilir üstelik. o geçen yaklaşık üç yılda, kendi farkında değil işte. en güzel çağını aynı kıyafetlerle, iyi beslenmeden, eğlenmeden, gezip görmeden geçirdiğinin. saçlarının neden cansızlaştığı, alnının neden kırıştığının da farkında değil. söylesen de ne alakası var olur..
neyse sonunda hayaline kavuştu, kavuşmasına da demek zaten serde olan pintilik ona göre tutumluluk ya da birikim yapmak yapıştı kaldı bünyesine.. öyle ki bu itki hayatının temel hissi oldu, herşey bunun üstüne kurulu.
baktı ki o kadar da belirgin bir etkisi yok bu kadar tutumlu olmanın, ev almayı düşünmeye başladı.
hani bu araba sahibi olmanın avantajı yok değil, istediğin yere/yerden istediğin saatte gidip dönebilirsin. fakat gördüğüm kadarıyla araç sahipleri giderek hareketsizleşiyor, neredeyse yürümeyi unutacaklar. tabi belli rutin bir iş temposu da var, ona da kaptırıp gidiyorlar.
hatta tuhaftır bir yere yürüyerek gitmenin garip, gereksiz, anlamsız falan olduğunu düşünüyorlar. sanırsın popoları otokoltuğuna yapışık..
başka arkadaşlarımın da kendi araçları var. oradan örnekliyorum. biryere giderken ne kadar yakın olursa olsun araçla gidileceğini düşünüyorlar. ne bileyim araç sahibi olduklarını cümle aleme gösterip kanıtlamak için mi?
bir yerden çıkıyoruz, hava süper, ne sıcak ne soğuk tam yürümek için ideal. ama bu arkadaşlarım hepsinin olmasa da birinin aracına doluşup gitmek istemekteler.
bu konuda tartışmak zorunda kalıyoruz. bazen. 'herhalde birgün kemik erimesi, obeziteyle falan savaşa başlayınca doktorun teyzee amcaa hareket etmezsen iyileşemezsin, spor yapacaksın uyarısını bekliyorsunuz'.
e haftada bir spor salonuna gidiyormuş bir tanesi. bir de böyle tepeden tepeden. o modernmiş. sabah kahvesini içmeden işe gidemezmiş de mesela. yürümez de o modern yahu! aracı var hem de. ne demek yürümek.
kötü havalarda spor salonu tamam iyi fikir, ama dışarıda en az 9-10 ay pırıl pırıl bir hava, upuzun bir sahil şeridi, bol oksijen varken onlar 'modern' oldukları için, bazıları da 'parası' (erkek arkadaş sülüğü) olduğu için spor salonuna gidiyorlar. havalı onlar. kafa tıntın tabi. dersine çalışıyo afferim ama kitap adı bile bilmez çoğu, ne sinema, hele tiyatro.. hele sergi... işte bazen birilerine hava atmak için bir iki şeyi yalan-eksik öğrenerek kakalamaya çalışırlar başka birilerine... o kadar.. göstermelik herşeyleri..
şimdi o pinti rakadaşım da yürümeyi unuttu tamamen, araç için para biriktirirken pozcudan mezitliye yürümüşlüğü olan kişi. aynı kişi bu.
demek ki neymiş yürümek gereksizmiş, doktor 'yürü' dediği zaman 60lı yaşlarda yürüyecekmişsin (çoğu insan o yaşta pek yürüyemiyor)...
ruhen ve bedenen aç kalarak da yaşanabilirmiş tabi buna yaşamak dersen.. para biriktirmek için ağız bükmek, beleşçi olmak normalmiş (gurursuzlar için).
sosyal hayat ; sineması bitti, tiyatro-konser-opera zaten yoktu, dergi-kitap-dvd-cd zaten pek almazdı, dışarıda da yiyip içmesine çok dikkat etti. test kitaplarını 2. el bulmayı da başardı hep.
giyim-kuşam-süs-püs; benim bildiğim üç yıl aynı kıyafetleri giydi, indirim de bile bir şey almadı, eğer gerçekten çok ihtiyacı yoksa. daha öncesinde hep oje süren kız natürel gezmeye başladı. haliyle manikür-pedikür, saç makyaj da kalmadı. saçını kendi kesiyor, makyajı da artık elinde ne varsa.
yeme-içme; dışarıda yemek içmek şöyle durdun yıllarca evde de bildiğim kadarıyla doğru dürüst bir şey yemedi. en ucuzunu aradı herşeyin. ekmek, çorba, makarna, pazarın kalanlarından biraz sebze-meyve. bir ara tektip beslenmekten ağzında yaralar bile çıkmış.
faturalar; mümkün olduğunca düşük kiralı, zemin kat, rutubet kokan bir yerde oturdu. söylediğine göre (övünüyor) su ve elektrik faturalarını düşük tutmak için; geceleri tv saatini azalttı, o sırada ışıkları kapalı tuttu. duş alırken de bir kova su doldurup bununla idare etti. telefon işi zaten ezelden biridir cep telefonunu çağrı cihazı gibi kullanırdı, o kolay olmuştur.
tabi araba almak için para biriktirme olayının arkasına sığınarak rahatlıkla çevresindekilerden, artık yüzsüzce herşeyi otlandı. verdiğiniz bir şeyi geri alamazsınız! kalem, sigara, çikolata, öğle yemekleri, dolmuş ücretleri...vs. o arabayı bir tek kendi aldı sanıyor ama tüm çevresi mecburi sponsor oldu. üstelik herhangi birinin adınında geçtiği yok biryerlerde...
bu para biriktirme işini hem aileden desteksiz yaptı hem kira bile ödeyerek hem de asgari ücretle. (zaman zaman özel ders vererek de). mucize! aslında..
ha diyeceksiniz ki para böyle biriktirilir. ama henüz çok genç ve gençliğinin en güzel yıllarını yarı aç, güzel-şık giyinmeyerek, bakımsız dolaşarak geçirdi, gitti. bir daha 25 yaşına dönülemez. ha bu kadar kötü beslenmek ileride sağlık sorunlarına neden olabilir üstelik. o geçen yaklaşık üç yılda, kendi farkında değil işte. en güzel çağını aynı kıyafetlerle, iyi beslenmeden, eğlenmeden, gezip görmeden geçirdiğinin. saçlarının neden cansızlaştığı, alnının neden kırıştığının da farkında değil. söylesen de ne alakası var olur..
neyse sonunda hayaline kavuştu, kavuşmasına da demek zaten serde olan pintilik ona göre tutumluluk ya da birikim yapmak yapıştı kaldı bünyesine.. öyle ki bu itki hayatının temel hissi oldu, herşey bunun üstüne kurulu.
baktı ki o kadar da belirgin bir etkisi yok bu kadar tutumlu olmanın, ev almayı düşünmeye başladı.
hani bu araba sahibi olmanın avantajı yok değil, istediğin yere/yerden istediğin saatte gidip dönebilirsin. fakat gördüğüm kadarıyla araç sahipleri giderek hareketsizleşiyor, neredeyse yürümeyi unutacaklar. tabi belli rutin bir iş temposu da var, ona da kaptırıp gidiyorlar.
hatta tuhaftır bir yere yürüyerek gitmenin garip, gereksiz, anlamsız falan olduğunu düşünüyorlar. sanırsın popoları otokoltuğuna yapışık..
başka arkadaşlarımın da kendi araçları var. oradan örnekliyorum. biryere giderken ne kadar yakın olursa olsun araçla gidileceğini düşünüyorlar. ne bileyim araç sahibi olduklarını cümle aleme gösterip kanıtlamak için mi?
bir yerden çıkıyoruz, hava süper, ne sıcak ne soğuk tam yürümek için ideal. ama bu arkadaşlarım hepsinin olmasa da birinin aracına doluşup gitmek istemekteler.
bu konuda tartışmak zorunda kalıyoruz. bazen. 'herhalde birgün kemik erimesi, obeziteyle falan savaşa başlayınca doktorun teyzee amcaa hareket etmezsen iyileşemezsin, spor yapacaksın uyarısını bekliyorsunuz'.
e haftada bir spor salonuna gidiyormuş bir tanesi. bir de böyle tepeden tepeden. o modernmiş. sabah kahvesini içmeden işe gidemezmiş de mesela. yürümez de o modern yahu! aracı var hem de. ne demek yürümek.
kötü havalarda spor salonu tamam iyi fikir, ama dışarıda en az 9-10 ay pırıl pırıl bir hava, upuzun bir sahil şeridi, bol oksijen varken onlar 'modern' oldukları için, bazıları da 'parası' (erkek arkadaş sülüğü) olduğu için spor salonuna gidiyorlar. havalı onlar. kafa tıntın tabi. dersine çalışıyo afferim ama kitap adı bile bilmez çoğu, ne sinema, hele tiyatro.. hele sergi... işte bazen birilerine hava atmak için bir iki şeyi yalan-eksik öğrenerek kakalamaya çalışırlar başka birilerine... o kadar.. göstermelik herşeyleri..
şimdi o pinti rakadaşım da yürümeyi unuttu tamamen, araç için para biriktirirken pozcudan mezitliye yürümüşlüğü olan kişi. aynı kişi bu.
demek ki neymiş yürümek gereksizmiş, doktor 'yürü' dediği zaman 60lı yaşlarda yürüyecekmişsin (çoğu insan o yaşta pek yürüyemiyor)...
ruhen ve bedenen aç kalarak da yaşanabilirmiş tabi buna yaşamak dersen.. para biriktirmek için ağız bükmek, beleşçi olmak normalmiş (gurursuzlar için).
saat farkı
bizim evde saat anlayışı farklı. çoğu anne gibi annem de okula-işe geç kalmamaya çalışma alışkanlığından yeni bir saat türü keşfediyor. iş de okul da bitse, gidilmese, yetişecek yer olmasa bile bu yani saat anlayışı kalıyor.
örneklerle anlatayım; bize buçuklar ve çeyrekler pek yok;
saat 09.35 ise buçuğu geçti ya = 'saat 10.00'a geliyor!'
saat 09.50 ise hele = 'saat 10.00 oldu!'
saat 10.15 e 15 dakika geçmiş demek ki = 'saat 10.30'a geliyor'
saat 09.35'te sesleniyor mesela annem saat 10 oldu diye, 'e daha 25 dk var anne!' hayır 10 oldu!
örneklerle anlatayım; bize buçuklar ve çeyrekler pek yok;
saat 09.35 ise buçuğu geçti ya = 'saat 10.00'a geliyor!'
saat 09.50 ise hele = 'saat 10.00 oldu!'
saat 10.15 e 15 dakika geçmiş demek ki = 'saat 10.30'a geliyor'
saat 09.35'te sesleniyor mesela annem saat 10 oldu diye, 'e daha 25 dk var anne!' hayır 10 oldu!
29.08.2012
huzursuzluk paratoneri yok yok dedektörü
annem birine çatmadan duramıyor. dolmuş şoförüne, taksi şoförüne, kasiyere, dolmuşraki yolculara, mağazadaki müşterilere, garsona....vs vs. evden çıkmadığı günler kapıcıya, komşuya, yanlış aramalara, komşulara.. olmadı bana sarıyor... yani illa kavga falan olacak değil ama beğenmeyip kulp takmadan eleştirmeden duramıyor.
hani her zaman haksız olduğundan değil ama bu yaşında boşuna sinirini bozmak bir yana ne bi işe yarıyor dedikleri anlamıyorlar bile 'eee' der gibi mal bakıyorlar, ne de kendi huzur buluyor, beni de geriyor. tam bir aksi öğretmen kıvamında.. söylenip duruyor en azından, gören de bana sanıyor bir de..
huzursuzluk paratoneri gibi yok yok dedektörü....
hani diyelim ki eşle dostla bilmem kimlerle toplaşıp güzel vakit geçirmişiz bi yerde, hani yani insan deşarj olur, en azından bir süre huzur bulur, gülümsemesini silemez suratında ahmak gibi sırıtır bir süre ya. tamam buraya kadar tamam. esas mesele ondan sonrası. artık muhabbet bitmiş dostlar birer birer eve çekilmiştir, gitme vaki. tamam dedim ya na buraya kadar da tamam. geliyoruz. aha işte ondan sonra illa bir küçük kavga etmelidir! artık kabak hangi şanslının başında patlarsa! otobüs-dolmuş-taksi şoförü mü olur, daha kalkmadan önce mekanın bir çalışanı mı olur, arabayla geçen adamdan, yanımızdan geçenlere kadar olası. piyango kime vurursa. konu her hangi bir şey olabilir. hesap, bir densizlik yapan, araçla yanımızdan sinyalsiz geçen,... yani illa o kişiyle muhatap olmak da zorunda değildir ama en azından arkasından söylenir.. verir veriştirir tansiyonu çıkar, tansiyon hapı yutmak zorunda kalır.
olumsuz bişeyi de hemen görür, o an çok güzel geçiyorsa maalesef göz ardı edemez... o an mahvolabilir herkesin modu kaçabilir bile...
yani huzursuzluğu arar, bulur, çıkarır, yok ya çeker, düzeltmeye çalışır... düzelir mi o aksilik, olumsuz kişi ve ya durum, pek de sanmıyorum.
e insanlar uslanmıyor, ders almıyor, büyüklerin sözünü dinlemiyor, birbirlerini hiç dinlemiyor. özür dilemeyi bilmiyor, üstünkörü bir pardon bile...tek bir kişinin dırdırıyla mı ... ama olsunmuş söylemeden olmazmış..
ben mi? yok ben değilim hiç değilim ya! ya inanın değilim ben öyle yaa. ama her kız gibi illa sonunda anneye çekilecek ne gelir elden!
hani her zaman haksız olduğundan değil ama bu yaşında boşuna sinirini bozmak bir yana ne bi işe yarıyor dedikleri anlamıyorlar bile 'eee' der gibi mal bakıyorlar, ne de kendi huzur buluyor, beni de geriyor. tam bir aksi öğretmen kıvamında.. söylenip duruyor en azından, gören de bana sanıyor bir de..
huzursuzluk paratoneri gibi yok yok dedektörü....
hani diyelim ki eşle dostla bilmem kimlerle toplaşıp güzel vakit geçirmişiz bi yerde, hani yani insan deşarj olur, en azından bir süre huzur bulur, gülümsemesini silemez suratında ahmak gibi sırıtır bir süre ya. tamam buraya kadar tamam. esas mesele ondan sonrası. artık muhabbet bitmiş dostlar birer birer eve çekilmiştir, gitme vaki. tamam dedim ya na buraya kadar da tamam. geliyoruz. aha işte ondan sonra illa bir küçük kavga etmelidir! artık kabak hangi şanslının başında patlarsa! otobüs-dolmuş-taksi şoförü mü olur, daha kalkmadan önce mekanın bir çalışanı mı olur, arabayla geçen adamdan, yanımızdan geçenlere kadar olası. piyango kime vurursa. konu her hangi bir şey olabilir. hesap, bir densizlik yapan, araçla yanımızdan sinyalsiz geçen,... yani illa o kişiyle muhatap olmak da zorunda değildir ama en azından arkasından söylenir.. verir veriştirir tansiyonu çıkar, tansiyon hapı yutmak zorunda kalır.
olumsuz bişeyi de hemen görür, o an çok güzel geçiyorsa maalesef göz ardı edemez... o an mahvolabilir herkesin modu kaçabilir bile...
yani huzursuzluğu arar, bulur, çıkarır, yok ya çeker, düzeltmeye çalışır... düzelir mi o aksilik, olumsuz kişi ve ya durum, pek de sanmıyorum.
e insanlar uslanmıyor, ders almıyor, büyüklerin sözünü dinlemiyor, birbirlerini hiç dinlemiyor. özür dilemeyi bilmiyor, üstünkörü bir pardon bile...tek bir kişinin dırdırıyla mı ... ama olsunmuş söylemeden olmazmış..
ben mi? yok ben değilim hiç değilim ya! ya inanın değilim ben öyle yaa. ama her kız gibi illa sonunda anneye çekilecek ne gelir elden!
28.08.2012
hoparlör açık, konferans görüşmesi - unutma
ben telefonla konuşurken annem benle ya da konuştuğum kişiyle sohbet etmek ister nedense. ya ondan gizli evin dışında konuşuyorum, ya da başka odalara, balkona kaçıyorum. tabi gene de beni bulamaz değil evin içindeysek. öylesine bir sohbet de olsa önemli bir görüşme de olsa illa fonda annem, bir de duymazdan geliyorsam sinir olur dikkatimi çekmek için uğraşır. 'hı bişey mi dedin anne?' demeye hiç gelmez, işte sohbete katılma fırsatı! tamamen konsantre olmuş gibi o anda onu duymamış numarası yapmak zorunda kalıyorum genelde.
diyelim ki bir arkadaşla konuşuyorum;
"kimle konuşuyorsun? haa şunu da anlatsana hani o gün şöyle olmuştu..." olayı hatırlatmak için konuşmaya devam ediyor ve kendini dinlememi istiyor!
"ya beni dinlesene kızım!"
'anne arkadaşımla konuşuyorum'
kızıp gidiyor. konuşmaya o kadar hasret kalmış ki sanırsın, bırak da çocuklar saçma saçma konuşsun işte. tabi telefondaki geriden gelen sesi, bir anda benim sesimin kesilmesini ya da konuyla ilgisiz bir şey söylememi anlamıyor ben 'annem bir şey diyor da canım' demeden...
"bazen de hoparlörü aç da konuşayım bende" tanısa da arkadaşımı tanımasa da.
her telefon konuşmam konferans görüşmesine dönüşecek illa ki.
kabahatli de benim yani. 'ya annem kızlar arasında bir konuşma ya da işte hal hatır sorma! sen müdahil olmasan olmaz mı?'
"ben yabancı mıyım??"
onlarla konuştuğum herşeyi annemle konuşmalıymışım.
ama aynı paylaşımlar yok ki mesela bazen bir şey anlatıyorum hiç anlamıyor, "bu mu yani bu kadar güldüğünüz??" diye yapıştırıyor. e niye anlatayım o zaman?? di mi ama!
ya da diyelim ki ciddi bir görüşmem var, gene tepemde onu da de bunu da de şunu da de! bunları duymaktan adam ne diyor anlamıyorum, izin isteyip anne karışma desem yani işaretle, güceniyor, iyiliğim içinmiş, ya unutursammış!. sanki kendimi anlatamayacam salağım,! hatırlatacağına sürekli konuştuğu beyninin düşünmesine izin vermediği için kendisi unutturmuş oluyor esasen.
unutmamam gereken birşeyi onlarca defa söyler mesela, beni isyan ettirene kadar.
birisine birşey mi söylemem gerek, bi yerden dönerken bir şey mi almam gerek vs neyse işte o kadar çok tekrarlıyor ki gün içinde beynin abandone oluveriyor, bilgisayar ekranım gibi donakalıyor.
böyle yapmasan deyince, napsınmış bu onun unutmama tekniğiymiş, sürekli tekrarlayarak. ama beni rahatsız ediyor, hatta bazen aptal muamelesi yaptığını düşünüp sinirleniyorum. illa bana 'ben aptal mıyım? on kere söylemezsen anlayamam mı?' dedirtecek. gücenir o zaman da ben sana hiç öyle der miyim diye...
ama yaptığın o anne! hiç de bile.
neden sabrımı zorluyor, arayıp bulup damarıma basmaya çalışıyor anlamıyorum. bunları arayıp düşünüp yapmasına gerek yok, doğal hali öyle, huy. çünkü istediğin kadar uyar, sadece o gün hatırlar o uyarıyı bi dahaki duruma gene aynı!
şöyle hitap eder bir de; bir şey hatırlatırken işte neyse artık o şey; hani sanki ilk defa duyduğum şaşkınlık verecek bir şey, oysa ki o şeyi ya ben düşünmüş 'şunu da yapayım' falan demişimdir ya da onun benden yapmamı istediği bir şeydir;
"nazlııı! sakın unutma ha ... yapacaktın ha!!"
'anne hatırlıyorum balık değilim ben!' daha bir saat falan geçmiştir çünkü. hani akşamdan düşünmüşsündür yarın yapacağın şeyi ama sabahtan da değildir ya. gidip yapıncaya kadar saat başı bildirim alırsın. yani bazen önemli birşeydir ama bazen de eften püften, çook gerekli bir şey değildir. ama onun için fark etmez bir kere hatırlatma görevini üstlendi ya, tamam.
diyelim akşamdan öyle laf arasında 'pedim de bitmiş alayım yarın bulunsun' dedim, işte yeni görev. sabah beni görüp günaydın dedikten sonra başlar hatırlatmalar. öyle üstün körü hıı demen yetmez dinlemediğini sanıp akşam dediklerini tekrarlar. sanki kalp ilacımı unuttum! ay ilaç deyince bir de ilaç hatırlatmaları var...
o kadar çok sorar, sorgular ki seni de şaşırtır. hep tartışma hayatım bu yüzden. o bazı şeyleri bana iyilik olarak (kötü niyeti yok ama) yaptığını düşünüyor bense beni aptal yerine koyduğunu. keşke aptal olsaymışım daha kolay olurmuş benim için, bir aptalla uğraştığı için o sinir olurdu ama olsun...
o onlarca söyleyip güya bana hatırlattığı şeyi yaptığımda da, sağlamasını yapmadan rahatlayamaz. napacaksam yaptım gittim döndüm diyelim, bir süre sonra bilmem ne aldın değil mi? bilmem nereye gittin değil mi? bilmem neyi ödedin değil mi? bilmem neyi kime dedin değil mi?
ama napsınmış yapması gereken şeyi hemen yapmak gibi bir durumu varmış, aklına gelir gelmez. bugünün işini yarına bırakmak doğru değilmiş kızı!
ama bazen o an yapamazsın, çeşitli engeller olur, o zaman da uykuları kaçar... tabi bu peçete almaktan falan daha önemli durumlarda.. gece uyanıp evin içinde dolanıp sigara içer, 'öf bu ne gürültü! uyandırdın beni!' dememi gerektirmeyecek ama gene de uyandırabilecek gürültüler çıkarır, bilerek mi bilmeyerek mi? sandalyeye çarpmak gibi. görünürde kaza ama sesi uyandırıcı...
arada bir kalkarım, ama kulağımı tıkayıp devam ederim uyumaya. kalkmışsam çok memnun olur o şeyi bir daha bir daha konuşmak için bir fırsat doğmuştur. annemin tek rahatlama yöntemi, genelde olumsuz durumları aylarca tekrar tekrar konuşmak. asla unutturmaz. hiç ummadığın bir yerde hatırlatıp beynine indirdiği bile olur.
niye geniş zamanda yazıyorum mu? çok sık yapıyor bunları da ondan. di'li geçmiş zamanda yazsam artık yapmıyor sanırsınız.. anca azaltmış olabilir..
ertesi gün sınavım varsa o benden daha çok uyuyamaz, benim uyumuş ve rahat olmaya ihtiyacım varken annem beni daha da çok gerer, 'kraldan çok kralcı' olduğu içinmiş, benden daha çok strese giriyor... zaten bu gibi davranışlarıyla senin de rahat olman ve strese girmemen neredeyse imkansız..
"e anne hiç uyumadan girsem sınava halim ne olur?"
'biliyorum da elimde değil!'
---------
telefon meselesine bir örnek;
bir keresinde bir rezervasyon yaptırıyorum; hani insan söyleyeceklerini aklında tutup arar, ama arada sürekli konuşan biri varsa kafan karışmaz mı? aptal bir otel rezervasyonunu bana zehir etti.
konuşuyor sürekli dibime otumuş, adam da duymuyor tabi o da otelini anlatıyo. biri sağdan biri soldan.
bir de iki de bir annem 'beni dinle, dedin mi şöyle' gibisinden uyarıyor.
yahu bitişiğindeyim işte dedim mi demedim mi duymadın mı!
sürekli birşeyi demeyi unuttuğumu farz ediyor.
sanki öyle birşeyi söylemeyi unutacağım ki bambaşka bir zamanda ve yerde oda ayıracaklar, gideceğiz ve sokaklarda kalacağız gece yarıları, mahvolacağız (kabus fantezisi).
aaa abandone oldum be! bırakıverdim telefonu annemin eline 'al sen konuş salak kızın unutur bişeyi sen yap '
sonradan ama napsınmış, bir keresinde bir şey unutmuşuz (iki ayrı yatak olsun demeyi), çift kişilik yatak vermişler (yıl 1994, görüşmeyi yapan da kendiydi, boş odaları da vardı verdilerdi!). ya klimasız bir odaysa, ya wc si ortaksaymış?? yahu internetten baktık ya, hem 3 veya 4 yıldızlı otel. yok olsun işimizi sağlama almalıymışız, tek tek sormalıymışız.... hem de üç dört otele... ödev hazırlar gibi notlar alacağızmış...
neden anneme göre ben salağım? sizce de salak mıyım? gerçekten bi okuyun yazdıklarımı, salak biri bunları yazabilir mi??
diyelim ki bir arkadaşla konuşuyorum;
"kimle konuşuyorsun? haa şunu da anlatsana hani o gün şöyle olmuştu..." olayı hatırlatmak için konuşmaya devam ediyor ve kendini dinlememi istiyor!
"ya beni dinlesene kızım!"
'anne arkadaşımla konuşuyorum'
kızıp gidiyor. konuşmaya o kadar hasret kalmış ki sanırsın, bırak da çocuklar saçma saçma konuşsun işte. tabi telefondaki geriden gelen sesi, bir anda benim sesimin kesilmesini ya da konuyla ilgisiz bir şey söylememi anlamıyor ben 'annem bir şey diyor da canım' demeden...
"bazen de hoparlörü aç da konuşayım bende" tanısa da arkadaşımı tanımasa da.
her telefon konuşmam konferans görüşmesine dönüşecek illa ki.
kabahatli de benim yani. 'ya annem kızlar arasında bir konuşma ya da işte hal hatır sorma! sen müdahil olmasan olmaz mı?'
"ben yabancı mıyım??"
onlarla konuştuğum herşeyi annemle konuşmalıymışım.
ama aynı paylaşımlar yok ki mesela bazen bir şey anlatıyorum hiç anlamıyor, "bu mu yani bu kadar güldüğünüz??" diye yapıştırıyor. e niye anlatayım o zaman?? di mi ama!
ya da diyelim ki ciddi bir görüşmem var, gene tepemde onu da de bunu da de şunu da de! bunları duymaktan adam ne diyor anlamıyorum, izin isteyip anne karışma desem yani işaretle, güceniyor, iyiliğim içinmiş, ya unutursammış!. sanki kendimi anlatamayacam salağım,! hatırlatacağına sürekli konuştuğu beyninin düşünmesine izin vermediği için kendisi unutturmuş oluyor esasen.
unutmamam gereken birşeyi onlarca defa söyler mesela, beni isyan ettirene kadar.
birisine birşey mi söylemem gerek, bi yerden dönerken bir şey mi almam gerek vs neyse işte o kadar çok tekrarlıyor ki gün içinde beynin abandone oluveriyor, bilgisayar ekranım gibi donakalıyor.
böyle yapmasan deyince, napsınmış bu onun unutmama tekniğiymiş, sürekli tekrarlayarak. ama beni rahatsız ediyor, hatta bazen aptal muamelesi yaptığını düşünüp sinirleniyorum. illa bana 'ben aptal mıyım? on kere söylemezsen anlayamam mı?' dedirtecek. gücenir o zaman da ben sana hiç öyle der miyim diye...
ama yaptığın o anne! hiç de bile.
neden sabrımı zorluyor, arayıp bulup damarıma basmaya çalışıyor anlamıyorum. bunları arayıp düşünüp yapmasına gerek yok, doğal hali öyle, huy. çünkü istediğin kadar uyar, sadece o gün hatırlar o uyarıyı bi dahaki duruma gene aynı!
şöyle hitap eder bir de; bir şey hatırlatırken işte neyse artık o şey; hani sanki ilk defa duyduğum şaşkınlık verecek bir şey, oysa ki o şeyi ya ben düşünmüş 'şunu da yapayım' falan demişimdir ya da onun benden yapmamı istediği bir şeydir;
"nazlııı! sakın unutma ha ... yapacaktın ha!!"
'anne hatırlıyorum balık değilim ben!' daha bir saat falan geçmiştir çünkü. hani akşamdan düşünmüşsündür yarın yapacağın şeyi ama sabahtan da değildir ya. gidip yapıncaya kadar saat başı bildirim alırsın. yani bazen önemli birşeydir ama bazen de eften püften, çook gerekli bir şey değildir. ama onun için fark etmez bir kere hatırlatma görevini üstlendi ya, tamam.
diyelim akşamdan öyle laf arasında 'pedim de bitmiş alayım yarın bulunsun' dedim, işte yeni görev. sabah beni görüp günaydın dedikten sonra başlar hatırlatmalar. öyle üstün körü hıı demen yetmez dinlemediğini sanıp akşam dediklerini tekrarlar. sanki kalp ilacımı unuttum! ay ilaç deyince bir de ilaç hatırlatmaları var...
o kadar çok sorar, sorgular ki seni de şaşırtır. hep tartışma hayatım bu yüzden. o bazı şeyleri bana iyilik olarak (kötü niyeti yok ama) yaptığını düşünüyor bense beni aptal yerine koyduğunu. keşke aptal olsaymışım daha kolay olurmuş benim için, bir aptalla uğraştığı için o sinir olurdu ama olsun...
o onlarca söyleyip güya bana hatırlattığı şeyi yaptığımda da, sağlamasını yapmadan rahatlayamaz. napacaksam yaptım gittim döndüm diyelim, bir süre sonra bilmem ne aldın değil mi? bilmem nereye gittin değil mi? bilmem neyi ödedin değil mi? bilmem neyi kime dedin değil mi?
ama napsınmış yapması gereken şeyi hemen yapmak gibi bir durumu varmış, aklına gelir gelmez. bugünün işini yarına bırakmak doğru değilmiş kızı!
ama bazen o an yapamazsın, çeşitli engeller olur, o zaman da uykuları kaçar... tabi bu peçete almaktan falan daha önemli durumlarda.. gece uyanıp evin içinde dolanıp sigara içer, 'öf bu ne gürültü! uyandırdın beni!' dememi gerektirmeyecek ama gene de uyandırabilecek gürültüler çıkarır, bilerek mi bilmeyerek mi? sandalyeye çarpmak gibi. görünürde kaza ama sesi uyandırıcı...
arada bir kalkarım, ama kulağımı tıkayıp devam ederim uyumaya. kalkmışsam çok memnun olur o şeyi bir daha bir daha konuşmak için bir fırsat doğmuştur. annemin tek rahatlama yöntemi, genelde olumsuz durumları aylarca tekrar tekrar konuşmak. asla unutturmaz. hiç ummadığın bir yerde hatırlatıp beynine indirdiği bile olur.
niye geniş zamanda yazıyorum mu? çok sık yapıyor bunları da ondan. di'li geçmiş zamanda yazsam artık yapmıyor sanırsınız.. anca azaltmış olabilir..
ertesi gün sınavım varsa o benden daha çok uyuyamaz, benim uyumuş ve rahat olmaya ihtiyacım varken annem beni daha da çok gerer, 'kraldan çok kralcı' olduğu içinmiş, benden daha çok strese giriyor... zaten bu gibi davranışlarıyla senin de rahat olman ve strese girmemen neredeyse imkansız..
"e anne hiç uyumadan girsem sınava halim ne olur?"
'biliyorum da elimde değil!'
---------
telefon meselesine bir örnek;
bir keresinde bir rezervasyon yaptırıyorum; hani insan söyleyeceklerini aklında tutup arar, ama arada sürekli konuşan biri varsa kafan karışmaz mı? aptal bir otel rezervasyonunu bana zehir etti.
konuşuyor sürekli dibime otumuş, adam da duymuyor tabi o da otelini anlatıyo. biri sağdan biri soldan.
bir de iki de bir annem 'beni dinle, dedin mi şöyle' gibisinden uyarıyor.
yahu bitişiğindeyim işte dedim mi demedim mi duymadın mı!
sürekli birşeyi demeyi unuttuğumu farz ediyor.
sanki öyle birşeyi söylemeyi unutacağım ki bambaşka bir zamanda ve yerde oda ayıracaklar, gideceğiz ve sokaklarda kalacağız gece yarıları, mahvolacağız (kabus fantezisi).
aaa abandone oldum be! bırakıverdim telefonu annemin eline 'al sen konuş salak kızın unutur bişeyi sen yap '
sonradan ama napsınmış, bir keresinde bir şey unutmuşuz (iki ayrı yatak olsun demeyi), çift kişilik yatak vermişler (yıl 1994, görüşmeyi yapan da kendiydi, boş odaları da vardı verdilerdi!). ya klimasız bir odaysa, ya wc si ortaksaymış?? yahu internetten baktık ya, hem 3 veya 4 yıldızlı otel. yok olsun işimizi sağlama almalıymışız, tek tek sormalıymışız.... hem de üç dört otele... ödev hazırlar gibi notlar alacağızmış...
neden anneme göre ben salağım? sizce de salak mıyım? gerçekten bi okuyun yazdıklarımı, salak biri bunları yazabilir mi??
27.08.2012
müneccim telefon
telefonlar arayan numarayı gösteriyor ya. rehbere kayıtlı olmasa bile sananlar var (bknz my mom ^^). telefon çalmış kimse duymamış.
-"aç bak bakayım kim?"
--'ne bileyim bir numara'
-"kimmiş işte?"
--'rehbere kayıtlı değil demek.'
-"ee kim yani?"
--'ne bileyim'
-"e hani arayanı gösteriyordu?!"
--'kayıtlıysa çıkar adı, yoksa sadece numara'
-"e neye yaradı?!"
yaramadı gerçekten de yaa! ama napalım.
-"aç bak bakayım kim?"
--'ne bileyim bir numara'
-"kimmiş işte?"
--'rehbere kayıtlı değil demek.'
-"ee kim yani?"
--'ne bileyim'
-"e hani arayanı gösteriyordu?!"
--'kayıtlıysa çıkar adı, yoksa sadece numara'
-"e neye yaradı?!"
yaramadı gerçekten de yaa! ama napalım.
kıskanç koca sendromu - üzülme hala umut var, zaman var, birisi çıkar karşına (inception'ın keşfi!!)
üçüncüsü kıskanç koca sendromu.
annem "ayy ne tatlı bebek değil mi" ve "bu kız evlenmeyecek mi" sendromlarından hemen sonra buna başladı. ters psikoloji!! sen psikoloji dersleri al annen bu numaraları yiyeceğini sansın... insanları ya da beni hiç tanımayan biri sayılmaz sadece kendi istediklerinin olmasını isteyen bir insan. ama dayatmacı-baskıcı denmesini istemiyor bu yüzden de üstü kapalı teknikler deniyor...
bu kez bir süre evlenmemi istemez, mühim değil numarası yaptı. kötü ilişkiler ve evlilikler, mutsuz eşler, sorunlu çocuklar ana temaydı.
yani bana vermek istediği mesaj; kızım ben baskıcı değilim senin iyiliğin için, yalnız kalma diye. ama madem henüz düşüneceğin biri yok hem zaten evlilikler de berbat. mutsuz olacağına, üzüleceğine hiç evlenme daha iyi...
esas mesaj; hıı demek öyle seni inatçı! ben seni 'zorlamadan' evlendirmeyi de bilirim. madem aklına düşürme (bi çeşit inception işte!!!), acındırma yaramadı işe! hani yasak konan şeyler çiğnenir ya, tatlıdır falan. hıh ben de öyle yaparım.
o dönem sürekli beni sorgulardı, nereye, nerde, nerden, neyle, kimle, o kim, bu kim..... ayy bilmem neredeki dershaneye hangi dolmuşla gittiğimi, döndüğümü bile... akşam gibi çıkacaksam 'gitmeyecen!' deyip baskıcı olmayacak ya hani, bu defa çeşitli sorunlar çıkarırdı.
misafir gelecek, temizlik yapılacak, misafirliğe gidilecek, yağmur yağacak, hasta gibi görünüyorsun, ayy saçın da bir şeye benzememiş, bu da ütüsüz müymüş ne?, bu kıyafeti bir daha giyme bari kiloluymuşsun gibi gösteriyor (moral bozarak kendiliğinden vazgeçmemi sağlayacak güya. anne usanmadın mı bu oyunlardan dediğimde ne oyunu ya! ben çocuk muyum? der kestirip atar. hıh^^), kendimi hiç iyi hissetmiyorum (en etkilisi bu. kim annesi hastayken eğlenebilir ki. bu her zaman yutacağım bir zoka. ama abartmıyor neyse sayısı konusunda), olmadı kavga çıkarıp moralimi bozup inat ettirmek... gitmesen olmaz mı? o gün görüşülecek arkadaşlarımın davranışlarını eleştirmek, bana dediklerinden canımı sıkan varsa hatırlatmak... 'görüşülecek biri de değil aslında ya' demek, ooo bol sarımsaklı yemek yapıp koku yüzünden gitmekten vazgeçmemi beklemek, ben de geleyim demek, gelmek, geçerken uğramak (kontrol için) ... vs vb..
gene o sıralar bir gün beni yolda görmüş, ben kaldırımda yürüyormuşum o dolmuşla bir yere gidiyormuş. havalar iyiyse heryere yürürüm ben, kaldırımda görülmem normal. ama o mahsus iyice abartarak soruyor. yani güya bir erkek arkadaşım olmasını bile, evlenmemi istemiyor, ben annem beni engelleyecek, ilişkiyi bozacak diye korkup daha çok sarılacağım ilişkime, hatta inadına annemin evliliğe götüreceğim.
yolda yürüyormuşum ve yanımda genç bir adam varmış.
dershaneden çıktım, arkadaşlar evlerine gittiler hemen, neyse de dağıldılar yani beraber yürümedik. hani arabaları var onların yürümezler, doluşurlar araca eve öyle. niye yürüsünler araba varken. sınıf atladı onlar onlar modern! o ayrı konu pardon karıştı :))
illa iddia ediyor, ısrar ediyor 'yanında bi adam vardı' diye.
"bir an için görmüşsün, yanımdan geçen vatandaştır" diyorum.
olsun ona yetermiş bir anlık görüntü bile! sırıtıyormuşum yürürken! yanımdaki kimmiş??
yanımda cidden kimse yoktu, kulaklığımda da kulaklık Ayça Şen Başkan dinliyordum zahir ona gülüyordum.
zaten onun yüzünden neler geldi başıma, ben ayçabaşkana gülüyorum adam kendine sanıp yanıma seğirtiyor sahilde. ay neyse bu da ayrı konu..
ama gene inat, yok inanmıyor. illa varmış. soru tartışmaya ve kavgaya ilerliyor. delirtiyor israrı, peşin hükmü.
hani diyelim vardı ne olacak? desen. hıh varmış işte dememiş mi?? kimmiş işte. misal verdiğini falan da anlamıyor. her zaman kendi dedikleri kesin doğru, bütün dünya kabul etmeli!! ama önce ben!
inat kavgaya dönüşüyor. ben yoktu derken o vardı diyor defalarca.
aklı sıra itiraf ettirecek, gene haklı çıkacak...
ama yanımda hiç kimse yoktu. ben de yalan söyleyip vardı deyip geçiştirmek istemedim o anda. ki onu da yaptırdı bana.. bu yüzden tartışma vardı yoktuyla sürdü. çocukken böyle inatlaşılır ama çocuklar fazla dayanamaz bir yerde çözülebilir, bir açık verebilirler ya, sanıyor ki öyle olacak...
baştan anlattırmak için 'emin misin belki sen dünü hatırlıyorsun' bile dedi.
"ne? anne bu yaştan bunadım da dünle bugünü mü karıştırıyorum?? aa tabi ben bi sen olmadığım için böyle aptallıklar yapmam normal, gerizekalıyım çünkü, en iyisi beni bilim insanları incelesin bu yaşta nasıl bunanır?? diye!!" dedim. gibi gibi. e zaman geçti herşey hatırlanmaz evladım! okuyucum!
güya baştan anlattıracak ve arada söylemeyi unuttuğum bir ayrıntıdan yola çıkarak açığımı yakalayacak. ha esas mesele inat damarıma dokunmak. olmasa da yanımda biri inadına gidip bulacam.
ama dersanedeki sınıfın tamamı kız, ve hatta evli. ama annem bekliyor gene de.
'vardır vardııır!'
"yok anne hepsi kız, açıp bakayım mı, olur ya biri hermoafrodittir kaparım!"
' amaaan sende!'
-----

başka bir gün de, annemle market alışverişi yapmışız hem de aylık alışveriş. torbaları taşımak mesele... tam da geçtiğimiz yolda aniden ayağıma bir şey battı ve çok acıdı. ben durup, şöyle bir apartman bahçesi duvarına yaslandım, poşetleri yere bıraktım. ayağıma bakıyorum, bir daha terlik giyenin sandalet dururken diye söyleniyorum. sandaletten de girebilir gerçi ama..
neyse işte ben bunun derdindeyim annem başka şeyin. ben ayağımın altına bakarken yoldan geçen bir adam bana gülümseyerek başmış, kimmiş, tanıyormuymuşum? kıskanç koca gibi soruyor.
"öf ben ayakla uğraşıyorum sen neyle! ne adamı?"
'sana gülümseyerek baktı işte'
"görmedim anne, son 5 dakikadır başparmağımın altına batan cam kırığıyla uğraşıyorum!!"
duymuyor bile, parmağın kopsun o an, annem adama takmış.
'giden adam işte, kot montlu, sana baktı gülümseyerek! tanıyor musun onu?'
ben o sırada tırnağımın ucuyla cam kırığını çıkarmaya çalışıyorum, ama anneme göre konuyu saptırmaya, dikkati başka şeye çekmeye çalışıyorum.
hani sanki benim öyle yalanlarımı görmüş ki gözünden düşmüşüm, hiç inanmaz olmuş. hani sanki ben öyle dolandırıcı bir tipim ki tanıdığım birinden selamımı annemden saklamak için parmağıma cam battı taklidi yapap konuyu örtbas edeceğim. kinli kinli soruyor bana kimdi kimdi? diye.. bu gidişle düğün salonuna değil akıl hastanesine giderim oysa anca.
annem benden önde gidiyordu ayağıma cam batıp, kenara çekildiğim sahneyi tam görmedi herhalde.
"görmedim diyorum ya!! cımbız var mı çantanda? böyle yürünmez ki daha çok girer etime!"
'kot montlu işte!' (sanırsın tek bir insan var kot montlu mersin'de!! bi de ben onu tanıyacağım)
cımbızı duyduğu yok o anda. yok yaa annemin yaptıkları taktik olamaz. içinden öyle geliyor, öyle olsa o an parmakla ilgilenir ama o kendini kaptırıyor. gerçekten yaşıyor bu evreleri... (ayy bi evre sever arkadaşım vardı onu yazmalı!!)
nasıl sinirleniyor saptırıyormuşum konuyu. tanıyormuş gibi bakmış iştee!!
bu arada da parmak kanıyor da yani inceden. ben çantamdan antibakteriyel ıslak mendil arıyorum o hala adamın peşinde.
"şurda parmağımla uğraşıyorum! tepe göz değilim anne! bi gözümle ayağı bi gözümle yolu takip edemem ki! zahir halime güldü göt herif!!"
tanıyorum ki göt olduğunu biliyorum oldu bu sefer!! hay allahım!
"anne parmağı kanayan bir kıza gülen bi insan ne olabilir başka???"
sonuç; camı anca evde cımbızla alabildim, eve kadar parmağımda ıslak mendil dolanmış şekilde yürüdüm. annem surat astı.
ve gene sordu kimdi diye. ama tanıyor gibi bakmış.
sonunda sinirle; "36. sevgilim o! sen uyuyunca odama alırdım, evli ve 5 çocuklu çıkınca ayrıldık! sonra da ben bebeğimi aldırmak zorunda kaldım. aslında o beni kuma olarak alabilirmiş ama sonradan dedi. bileydim aldırmazdım bebemi. 2.eş olur otururdum. 12 tane daha doğururdum!!!"
insana zorla yalan da söyletiyor. tabi o kadar abarttım ki. yok inanmadı. konuyu kapattı. ha bir de bir konuyu kapatırkenki tavrı kendi haklıymış da büyüklük gösterip anlayışlı oluyor da kapatıyormuş gibi.
------
birini bulmamdan o kadar umutlu ki ayağımda cam parçasıyla bile bulabilirim. çok romantik film izlettim kadına çok!
hani romantik filmlerde esas kızın başı sıkışıkken biri yetişir imdadına. ha bana yetişeceğine güldüler yaa!!
insan bir elinizdekileri taşımanıza yardım edeyim mi? der. nerdeee..
neyse annem bim markette bile biriyle tanışabileceğimi düşünmeye başlamıştı o dönem. her gün umutla yüzüme bakıyordu. tanıştım mı biriyle falan diye..
ney tetikliyorsa böyle evreden evreye geçmeyi artık bilemem.
haa ben "hiç umut yok kızın evde kaldı" diince olabilir mi??
işte o zaman da üzülmüş ya da benim mahvolduğumu, depresyonlara girdiğimi sanmış ki, her lafın sonu bir şekilde biriyle tanışıp tanışmadığıma, tanışıp tanışmayacağıma bağlanırdı.
hadi tanıştım diyelim, hoşlanacak mıyım? o benden hoşlanacak mı? bekar mı? aynı yaşlarda mıyız? vs vs
yaa anlaşacak mıyız yaa?? bunlar hiiç hesaba katılmıyor yani. sanki tanışır tanışmaz başlama garantisi var ilişkinin. ay ilişki dememeliymişim cinsellik çağrıştırırmış aman aman!
cidden de kimseyle tanıştığım, onu bırak karşılaştığım bile yoktu annem bim'den, migros'tan, d&r'den medet umdu.
o dönem zırt pırt güya üzüntüden ölmeyeyim diye (ya insan yalnız diye üzülmez mi ama ölecek değilim bundan) 'üzülme hala umut var, zaman var, birisi çıkar karşına ' dedi durdu. şimdi ondan da geçti ya.. neyse..
annem "ayy ne tatlı bebek değil mi" ve "bu kız evlenmeyecek mi" sendromlarından hemen sonra buna başladı. ters psikoloji!! sen psikoloji dersleri al annen bu numaraları yiyeceğini sansın... insanları ya da beni hiç tanımayan biri sayılmaz sadece kendi istediklerinin olmasını isteyen bir insan. ama dayatmacı-baskıcı denmesini istemiyor bu yüzden de üstü kapalı teknikler deniyor...
bu kez bir süre evlenmemi istemez, mühim değil numarası yaptı. kötü ilişkiler ve evlilikler, mutsuz eşler, sorunlu çocuklar ana temaydı.
yani bana vermek istediği mesaj; kızım ben baskıcı değilim senin iyiliğin için, yalnız kalma diye. ama madem henüz düşüneceğin biri yok hem zaten evlilikler de berbat. mutsuz olacağına, üzüleceğine hiç evlenme daha iyi...
esas mesaj; hıı demek öyle seni inatçı! ben seni 'zorlamadan' evlendirmeyi de bilirim. madem aklına düşürme (bi çeşit inception işte!!!), acındırma yaramadı işe! hani yasak konan şeyler çiğnenir ya, tatlıdır falan. hıh ben de öyle yaparım.
o dönem sürekli beni sorgulardı, nereye, nerde, nerden, neyle, kimle, o kim, bu kim..... ayy bilmem neredeki dershaneye hangi dolmuşla gittiğimi, döndüğümü bile... akşam gibi çıkacaksam 'gitmeyecen!' deyip baskıcı olmayacak ya hani, bu defa çeşitli sorunlar çıkarırdı.
misafir gelecek, temizlik yapılacak, misafirliğe gidilecek, yağmur yağacak, hasta gibi görünüyorsun, ayy saçın da bir şeye benzememiş, bu da ütüsüz müymüş ne?, bu kıyafeti bir daha giyme bari kiloluymuşsun gibi gösteriyor (moral bozarak kendiliğinden vazgeçmemi sağlayacak güya. anne usanmadın mı bu oyunlardan dediğimde ne oyunu ya! ben çocuk muyum? der kestirip atar. hıh^^), kendimi hiç iyi hissetmiyorum (en etkilisi bu. kim annesi hastayken eğlenebilir ki. bu her zaman yutacağım bir zoka. ama abartmıyor neyse sayısı konusunda), olmadı kavga çıkarıp moralimi bozup inat ettirmek... gitmesen olmaz mı? o gün görüşülecek arkadaşlarımın davranışlarını eleştirmek, bana dediklerinden canımı sıkan varsa hatırlatmak... 'görüşülecek biri de değil aslında ya' demek, ooo bol sarımsaklı yemek yapıp koku yüzünden gitmekten vazgeçmemi beklemek, ben de geleyim demek, gelmek, geçerken uğramak (kontrol için) ... vs vb..
gene o sıralar bir gün beni yolda görmüş, ben kaldırımda yürüyormuşum o dolmuşla bir yere gidiyormuş. havalar iyiyse heryere yürürüm ben, kaldırımda görülmem normal. ama o mahsus iyice abartarak soruyor. yani güya bir erkek arkadaşım olmasını bile, evlenmemi istemiyor, ben annem beni engelleyecek, ilişkiyi bozacak diye korkup daha çok sarılacağım ilişkime, hatta inadına annemin evliliğe götüreceğim.
yolda yürüyormuşum ve yanımda genç bir adam varmış.
dershaneden çıktım, arkadaşlar evlerine gittiler hemen, neyse de dağıldılar yani beraber yürümedik. hani arabaları var onların yürümezler, doluşurlar araca eve öyle. niye yürüsünler araba varken. sınıf atladı onlar onlar modern! o ayrı konu pardon karıştı :))
illa iddia ediyor, ısrar ediyor 'yanında bi adam vardı' diye.
"bir an için görmüşsün, yanımdan geçen vatandaştır" diyorum.
olsun ona yetermiş bir anlık görüntü bile! sırıtıyormuşum yürürken! yanımdaki kimmiş??
yanımda cidden kimse yoktu, kulaklığımda da kulaklık Ayça Şen Başkan dinliyordum zahir ona gülüyordum.
zaten onun yüzünden neler geldi başıma, ben ayçabaşkana gülüyorum adam kendine sanıp yanıma seğirtiyor sahilde. ay neyse bu da ayrı konu..
ama gene inat, yok inanmıyor. illa varmış. soru tartışmaya ve kavgaya ilerliyor. delirtiyor israrı, peşin hükmü.
hani diyelim vardı ne olacak? desen. hıh varmış işte dememiş mi?? kimmiş işte. misal verdiğini falan da anlamıyor. her zaman kendi dedikleri kesin doğru, bütün dünya kabul etmeli!! ama önce ben!
inat kavgaya dönüşüyor. ben yoktu derken o vardı diyor defalarca.
aklı sıra itiraf ettirecek, gene haklı çıkacak...
ama yanımda hiç kimse yoktu. ben de yalan söyleyip vardı deyip geçiştirmek istemedim o anda. ki onu da yaptırdı bana.. bu yüzden tartışma vardı yoktuyla sürdü. çocukken böyle inatlaşılır ama çocuklar fazla dayanamaz bir yerde çözülebilir, bir açık verebilirler ya, sanıyor ki öyle olacak...
baştan anlattırmak için 'emin misin belki sen dünü hatırlıyorsun' bile dedi.
"ne? anne bu yaştan bunadım da dünle bugünü mü karıştırıyorum?? aa tabi ben bi sen olmadığım için böyle aptallıklar yapmam normal, gerizekalıyım çünkü, en iyisi beni bilim insanları incelesin bu yaşta nasıl bunanır?? diye!!" dedim. gibi gibi. e zaman geçti herşey hatırlanmaz evladım! okuyucum!
güya baştan anlattıracak ve arada söylemeyi unuttuğum bir ayrıntıdan yola çıkarak açığımı yakalayacak. ha esas mesele inat damarıma dokunmak. olmasa da yanımda biri inadına gidip bulacam.
ama dersanedeki sınıfın tamamı kız, ve hatta evli. ama annem bekliyor gene de.
'vardır vardııır!'
"yok anne hepsi kız, açıp bakayım mı, olur ya biri hermoafrodittir kaparım!"
' amaaan sende!'
-----
başka bir gün de, annemle market alışverişi yapmışız hem de aylık alışveriş. torbaları taşımak mesele... tam da geçtiğimiz yolda aniden ayağıma bir şey battı ve çok acıdı. ben durup, şöyle bir apartman bahçesi duvarına yaslandım, poşetleri yere bıraktım. ayağıma bakıyorum, bir daha terlik giyenin sandalet dururken diye söyleniyorum. sandaletten de girebilir gerçi ama..
neyse işte ben bunun derdindeyim annem başka şeyin. ben ayağımın altına bakarken yoldan geçen bir adam bana gülümseyerek başmış, kimmiş, tanıyormuymuşum? kıskanç koca gibi soruyor.
"öf ben ayakla uğraşıyorum sen neyle! ne adamı?"
'sana gülümseyerek baktı işte'
"görmedim anne, son 5 dakikadır başparmağımın altına batan cam kırığıyla uğraşıyorum!!"
duymuyor bile, parmağın kopsun o an, annem adama takmış.
'giden adam işte, kot montlu, sana baktı gülümseyerek! tanıyor musun onu?'
ben o sırada tırnağımın ucuyla cam kırığını çıkarmaya çalışıyorum, ama anneme göre konuyu saptırmaya, dikkati başka şeye çekmeye çalışıyorum.
hani sanki benim öyle yalanlarımı görmüş ki gözünden düşmüşüm, hiç inanmaz olmuş. hani sanki ben öyle dolandırıcı bir tipim ki tanıdığım birinden selamımı annemden saklamak için parmağıma cam battı taklidi yapap konuyu örtbas edeceğim. kinli kinli soruyor bana kimdi kimdi? diye.. bu gidişle düğün salonuna değil akıl hastanesine giderim oysa anca.
annem benden önde gidiyordu ayağıma cam batıp, kenara çekildiğim sahneyi tam görmedi herhalde.
"görmedim diyorum ya!! cımbız var mı çantanda? böyle yürünmez ki daha çok girer etime!"
'kot montlu işte!' (sanırsın tek bir insan var kot montlu mersin'de!! bi de ben onu tanıyacağım)
cımbızı duyduğu yok o anda. yok yaa annemin yaptıkları taktik olamaz. içinden öyle geliyor, öyle olsa o an parmakla ilgilenir ama o kendini kaptırıyor. gerçekten yaşıyor bu evreleri... (ayy bi evre sever arkadaşım vardı onu yazmalı!!)
nasıl sinirleniyor saptırıyormuşum konuyu. tanıyormuş gibi bakmış iştee!!
bu arada da parmak kanıyor da yani inceden. ben çantamdan antibakteriyel ıslak mendil arıyorum o hala adamın peşinde.
"şurda parmağımla uğraşıyorum! tepe göz değilim anne! bi gözümle ayağı bi gözümle yolu takip edemem ki! zahir halime güldü göt herif!!"
tanıyorum ki göt olduğunu biliyorum oldu bu sefer!! hay allahım!
"anne parmağı kanayan bir kıza gülen bi insan ne olabilir başka???"
sonuç; camı anca evde cımbızla alabildim, eve kadar parmağımda ıslak mendil dolanmış şekilde yürüdüm. annem surat astı.
ve gene sordu kimdi diye. ama tanıyor gibi bakmış.
sonunda sinirle; "36. sevgilim o! sen uyuyunca odama alırdım, evli ve 5 çocuklu çıkınca ayrıldık! sonra da ben bebeğimi aldırmak zorunda kaldım. aslında o beni kuma olarak alabilirmiş ama sonradan dedi. bileydim aldırmazdım bebemi. 2.eş olur otururdum. 12 tane daha doğururdum!!!"
insana zorla yalan da söyletiyor. tabi o kadar abarttım ki. yok inanmadı. konuyu kapattı. ha bir de bir konuyu kapatırkenki tavrı kendi haklıymış da büyüklük gösterip anlayışlı oluyor da kapatıyormuş gibi.
------
birini bulmamdan o kadar umutlu ki ayağımda cam parçasıyla bile bulabilirim. çok romantik film izlettim kadına çok!
hani romantik filmlerde esas kızın başı sıkışıkken biri yetişir imdadına. ha bana yetişeceğine güldüler yaa!!
insan bir elinizdekileri taşımanıza yardım edeyim mi? der. nerdeee..
neyse annem bim markette bile biriyle tanışabileceğimi düşünmeye başlamıştı o dönem. her gün umutla yüzüme bakıyordu. tanıştım mı biriyle falan diye..
ney tetikliyorsa böyle evreden evreye geçmeyi artık bilemem.
haa ben "hiç umut yok kızın evde kaldı" diince olabilir mi??
işte o zaman da üzülmüş ya da benim mahvolduğumu, depresyonlara girdiğimi sanmış ki, her lafın sonu bir şekilde biriyle tanışıp tanışmadığıma, tanışıp tanışmayacağıma bağlanırdı.
hadi tanıştım diyelim, hoşlanacak mıyım? o benden hoşlanacak mı? bekar mı? aynı yaşlarda mıyız? vs vs
yaa anlaşacak mıyız yaa?? bunlar hiiç hesaba katılmıyor yani. sanki tanışır tanışmaz başlama garantisi var ilişkinin. ay ilişki dememeliymişim cinsellik çağrıştırırmış aman aman!
cidden de kimseyle tanıştığım, onu bırak karşılaştığım bile yoktu annem bim'den, migros'tan, d&r'den medet umdu.
o dönem zırt pırt güya üzüntüden ölmeyeyim diye (ya insan yalnız diye üzülmez mi ama ölecek değilim bundan) 'üzülme hala umut var, zaman var, birisi çıkar karşına ' dedi durdu. şimdi ondan da geçti ya.. neyse..
ayy ne tatlı bebek değil mi - bu kız evlenmeyecek mi (inception'ın keşfi (zihne fikir ekme))
bizim evde annem dört sendrom yaşadı geçti (emin değil).
birincisi "ayy ne tatlı bebek değil mi nazlııı?? insanın içinden bir tane yapası geliyor dii mii??" sendromu, ikincisi "nazlı evlenemeyecek mi?" sendromu. üçüncüsü "kıskanç koca sendromu. dördüncüsü "üzülme hala umut var, zaman var, birisi çıkar karşına" sendromu.
krizi, paronoyası mı deseydim daha uygun kelimeler olurdu acaba?
şimdi ilk ve ikincisine değineceğim. üçüncüsünü, dördüncüsünü o bir sonraki postta yazacağım.
parantez başı.
hala bazen denemekle beraber artık gülerek yutmadığımı ifade ettiğim için yapamıyor pek, ama denemekten, benim boş bulunmamı kollamaktan, beklemekten vazgeçmiyor.
okuldan mezun olduğum yıllarda geçiyor olay, gece, iç mekan, karakterler tv karşısında popolarını yaymış oturuyor.
annem, tv de bir bebek-çocuk görünce "ayy ne tatlı bebek değil mi nazlııı?? insanın içinden bir tane yapası geliyor dii mii??" diyor. bu bir kalıp, aynı şekilde tekrarlanan.

klasik bir durumu gerçekleştirmediğim için, hani üniversite son sınıfta nişanlanır, mezun olup çocuk askerden dönünce evlenirler ya, hatta askerliğin bitmesini beklemezler, annem bir telaşa düşmüştü. güya bana da belli etmeyecek, ama mümkün mü iyi bir oyuncu değil ve benim yaşımı da göz önüne almıyor.. aynı çocuk yaşlarda beslediğim balık ya da civciv öldüğünde yaptığı gibi mimikler, davranışlar, bakışlar, küçük yalanlar. anladığımı sezdiği anda uzun zaman inkar ediyor, çok etkilenirim diye korkuyor sonradan ona göre o gizlediği şeyi güya ben hazmettikten sonra açıklıyor gerçek duygusunu. sanki ben zavallıyım. çocukken iki zırladım diye, geçen zamanın farkında değil ki...
korkmuş, kabuslar görmüş ve uykuları kaçmış, kalkmış (bir nedeni de bunun menepoz ama kabul etmiyor) gece yarıları. sabahlara kadar uyuyamamış, sigaralar içilmiş. her sabah uyandığımda aynı yüz ifadesi işte bahsettiğim. bu kız evlenmeyecek mi diye. sanırsın rüyamda koca bulup sabaha müjdeyi vereceğim.. aslında umduğu ya da hayal ettiği, beklediği kendinden gizlediğim ve evlenme planları yaptığım sevgilimi nihayet açıklamam, hem de bir sabah uyanır uyanmaz daha çişimi bile etmeden... fos çıkınca hayalleri uykusuzluk daha çok, ta ki bana çözülene anlatana dek....
hayatımda biri varsa gizlemem, çünkü bu kötüdür, bizim bu konularda gizlimiz yoktur. ama çok da anlatmam. hani biri va, var gibi falan derim. ya da yok, bitti. sorunlu birşey olduysa biraz.. başka değil.
tabi gerçekleri görmektense annem benim gizli bir ilişkim olduğunu farz etmek işine geliyor, korkularını yenmesi için. ama yok, gerçek bu! bir de iyice sorgulamaz mı, sanırsın var ama benim haberim yok!!
annem modern anne olduğu için baskı yapmaya hak görmezmiş evlen, torun ver diye. onun yerine telkin yoluna gider. ha ben de bilmem kaç yıllık kızı bunu hiiiiç anlamayacağım. her seferinde neden aptalım? hayır aptal olsam da küplere biner ha!..
telkin 1; her konuyu evliliğe vardırmak. aklınız durur.
telkin 2; ne kadar tanıdığım arkadaş (karşı cins) varsa anlattırmak, (nasıl biri, kişiliği, tipi, mesleği, ailesi, davranışları...) böylece ağzımdan laf alacak.
telkin 3; sanki var olan bir şeyi gizlermişim, şimdiye kadar gizlemişim gibi, eğer birinden biraz fazla bahsettiysem es kaza, bıyık altından gülerek (kendince öyle) hoşlandığımı sanmakla kalmamak, ima etmek, olmadı açıkça sormak. istediği cevabı alamıyorsa alıncaya kadar.
telkin 4: aklına düşürmek, fikri uyandırmak, annelik hissi yaratmaya çalışmak. (iyi ya da şefkatli bir davranışı gördü mü 'ayy nazlı senden çok iyi anne olur bence' diyerek..)
telkin 5; acındırma yolu.
"gerçekten gerçekten mi?" "gözlerime bak?" hem de ısrarla sormak (yoo sadece yemi yutacağımı sanmıyor, aynı zamanda o fikri zihnime ekeceğini sanıyor. annem inception'ı christopher nolan'dan önce keşfetti! naber chris??!).
hem nasıl ısrar hoşlanacaksan da halin kalmaz, soğursun çocuktan....ama eğer fazla (ona göre) inkar edersem, fazla tepki gösterirsem (gene ona göre, sanki fazla tepkimi görmemiş gibi) şöyle deyip insanı çıldırtır (bu işi iyi biliyor, ama burada esas olan tepkini yükseltmek değil, sen bilirsin diye rest çekmek);
bıyık altından güldüğünü düşünerek oysa bundan çok belli eder duygusunu hıhıı yakaladım seni, ya da ben şimdi aklına düşürürüm der gibi; "niye aşırı tepki gösteriyorsun nazlı bakiim?? hı??"
bu dialog bebek olayındaki gibi gece başlamıyor, sabah tuvalete sıkışık kalkmışım sorguya çekiliyorum "dün bilmem kimden ne çok bahsettin öyle".
anneler sizi tanır, zaaflarınızı, açıklarınızı bilir, yakalamaya çalışır :)) kimisi yemez...
buna benzeyen diyaloglar hatta ne kadar tanıdığın erkek cinsi ahbabın varsa tekrarlandı o yıl...
her sene bir teknik geliştiriyor annem^^
bir gün patlattı ve 'anne baskı yapmam kızıma diye hava atıyorsun ama yapıyorsun? bu sorgulamalar, telkinler vs bu anlama gelmiyor sadece. ben anlamam mı sanıyorsun gerçekten?? o kadar mı aptal sanıyorsun beni, o kadar mı gizli işlerim var? yok işet yok yok yok! sani sanki ben yalnız yaşlanmak istiyorum da! ' gibi bişeyler deyince. bir süre vazgeçti bu teknikten yenisini geliştirinceye kadar.
bu yenisini de 'hani sanki ben istemem de, yalnız yaşlanmak isterim' lafından ilham almış.. bu kez de evlenmeyi çooook istiyorum, o kadar zavallıca çok istiyor ve aptal divaneler gibi acı çekiyorum, başka birşeyler yapamıyorum, düşünemiyorum (kpss den iyi puan çekememek, acımdan çalışamıyorum kii ! ya) ki acınacak halde gözü kararmış, kendine hakim olamayan gerzek bir berduşum!
işte bu kez de tanıdığım her erkek olan arkadaşımı damat adayı gibi görmeye başladı. onları bana anlattırarak tanımaya ve damat olup olamayacaklarını anlamaya çalıştı.. ölçtü biçti, tarttı.. neredeyse şu yabancı sitcomlardaki gibi eksiler-artılar tabloları yaptı.
içlerinden önce birine kafayı taktı, hani ben beyin özürlü bi zavallıyım ya neredeyse gidip çocukla konuşup ortada özel birşeyin molekülü yokken, benimle evlenmesini teklif edecek. şununla şöyle bununla böyle olur diye planlar yapıyor. bu arada laflarıma aldırmayıp zavallı kızını da ikna ediyor güya... bana tanıdığı kadarıyla adamları bir bir övüyor, kayırıyor, iyi özelliklerini abartıp kötülerini 'hoş görülebilir şeyler' gözüyle bakıyor, bakmamı istiyordu.
bir arkadaşım işsizdi mesela. annem kendini öyle bir kaptırmış ki, kendini ikna etmeye çalışıyor ki (işsiz damadı ne bana ne kendine yakıştırır ama hazmetmeye çalışıyor kendince.), sonunda olmazsa bilmem nerdeki kiralık evi satıp verirmişiz iş kurarmış!!
"yeter ki benle evlensin! vayyyy ezik nazlıı, anca rüşvet verince evlenilir bununla! " diye tepki gösterince kendine geldi. (o an için)
adamın o sıra sevgilisi olduğunu öğrenmişse zavallı kızına öğüt veriyor; 'kızım hayat acımasız, insanlar özellikle kızlar acımasız, fazla acımadan maraz doğar. sen de acıma seviyorsan aldırma, ayır ikisini!!'... birinden birini sevmem gerektiğini düşünüyor ya da beni tutanın adamların sevgilisi olduğunu sanıyor herhalde.
çok eskiden bana ilgisi olan, başka bir arkadaşım da yeni nişanlanmıştı, ama öyle kıza aşık falan değil yani yuva kurmak için ideal eş-anne olarak gördüğü için, (annem bunları nasıl öğrenmişti?? ben demedim?? bilemedim fbi ile çalışıp profil çıkarıyor ama katil değil damat profili!! keh keh) ve yıllardır süren ilişkilerine, kızın sevgisi ve cefakar, fedakarlığına kapılarak.
bu kez annem yeni bir teknik taktik uyguladı. hani bebek deyip annelik duygularımı uyandırmaya çalışmak gibi. yazıkmış çocuğa, çok çok iyi bir insanmış, eli yüzü düzgünmüş, ailesi memur kökenliymiş, işi de fena değilmiş, benden de hala hoşlanıyormuşmuş ama yazzzıııkmış işte onun da kaderi buymuş; aşık olmadığı, tam tipi olmayan bir kızla evlenmek. vah vaaah mutlu olamazmış ki böyle evliliği sürdürse bile...
güya ben bu numarayı yutacağım (numara denemekten vazgeçmez annem, er geç yutacağımı sanır oysa büyüdükçe akıllanıyorum ama o hala beni 14 yaşımdaki kerizliğimle hatırlıyor ağlamışım ya) acıyacağım, çocuk bana hala aşık sanacağım ve devreye girip prensi kurtaracağım!!!
'anne o aşık olmadığı, tam tipi olmayan biriyle evlenmesin diye ben mi aşık olmadığım ve tam tipim olmayan biriyle evleneyim? kendimi feda edeyim??' dedim. oltaya gelmem ben hanııım hanım!! :))
(birine karşı o tür duygularım olmadığını ya da artık kalmadığını annem bir türlü anlayamıyor. ona göre ergenken hoşlandığım çocuğa bile aşığım hala, olabilirmiş yani??)
hayır desen de kendi düşüncelerine, planlarına o kadar dalar ki o arada duymaz bile... illa sinir krizivari bir şey geçirtecek.. ama dozunu bilmezsen hııı? 'seni seni seniiii, hadi hadi!' olursun, illa kendi telkiniyle asla baskı değil ha! beni birine aşık edebilir, madem evlenmemin tek şartı bu, bunun üzerine de çok oynadı... öve öve bitiremediği bir adam vardı bir arkadaşımın arkadaşı. aklı sıra annem zihnime ekecek o tohumu! oysa o dışardan İstanbul beyefendisi gibi görünen adam kız arkadaşlarını döven zavallı bir hödük! anca bunu söyleyince sustu.
en son illa baskıcı olmakla suçlanacak... ama baskı yapmıyordu canııım... en alındığı şey bu!
ancak ben 'anne onu sevmem, onunla sevişmem mümkün değil! düşünemem bile! ıyyy! şu duvara bile daha çok his beslerim! hani evliliğin temeli sevgi-aşk olmalıydı? hani? bunu savunurdun yana yana! noldu!?? hani bu hayat benimdi, hani eşlerini insanın kendi seçmeliydi! başkalarının fikriyle, ısrarıyla olmazdı? kimsenin hakkı yoktu buna? noldu? sen resmen beni mutsuz evliliğe sürüklüyorsun, mecburmuşum gibi davranıyorsun, hadi karşı tarafında olumlu bakacağını farz edelim.. hem sırf anne olmak için sevmediğim biriyle mi evleneceğim? ben mutsuzken adam da çocuk da ne olacak?? mutluluk oyunu mu oynayayım? toplumun kuralları yüzünden hiçe sayılmış bir insan daha... ona buna bak nazlı evlendi, bak bebeği de oldu, yani normal bir insan ve iç organları çalışıyor kanıtı mı sunmalıyız?? feda olayım bunun için. aman etraf ne der?? onların düşüncesi için yaşayayım. benim ne değerim var ki.. sırf bir bebek sveyim diye nelere katlanayım ben??sen resmen beni zorluyorsun, baskı yapıyorsun bana? '
the end. yapmadığını iddia ediyor çünkü..
diyeceksiniz ki niye anlatıyorsun arkadaşlarını o zaman? giderek daha az konuşur oldum o ayrı, ama neden ben hep dinleyen olayım? ben konuşarak deşarj olmayayımmı? evde iki yabancı mı olalım? bir şekilde zamanla bahsediliyor birşeyler, paylaşmak istiyorsun...
aa burada bebek krizine vardık. eş zamanlı gitti bu teknik e çünkü bağlantılı...
o sıralar annem evlenmem için annelik duygusuna ihtiyacım olduğunu düşünmüş olacak ki her tv de, yolda, sokakta..vs her ortamda bir bebek-çocuk görünce "ayy ne tatlı bebek değil mi nazlııı?? insanın içinden bir tane yapası geliyor dii mii??" dedi.!!! ona göre zavallı nazlı ancak zihnine bebek ve iyi adam fikri tohumları ekilir, aklına düşürülürse evlenir. aslında aklında hiç yoktur bu gibi düşünceler... ayyyy anne!!
hala denemiyor, yeni taktikler bulmuyor değil... ama vereceğim cevaplardan çekiniyor. "e anne bu canavarı sen yarattın!!" diyorum bu gibi durumlarda.
birincisi "ayy ne tatlı bebek değil mi nazlııı?? insanın içinden bir tane yapası geliyor dii mii??" sendromu, ikincisi "nazlı evlenemeyecek mi?" sendromu. üçüncüsü "kıskanç koca sendromu. dördüncüsü "üzülme hala umut var, zaman var, birisi çıkar karşına" sendromu.
krizi, paronoyası mı deseydim daha uygun kelimeler olurdu acaba?
şimdi ilk ve ikincisine değineceğim. üçüncüsünü, dördüncüsünü o bir sonraki postta yazacağım.
parantez başı.
hala bazen denemekle beraber artık gülerek yutmadığımı ifade ettiğim için yapamıyor pek, ama denemekten, benim boş bulunmamı kollamaktan, beklemekten vazgeçmiyor.
okuldan mezun olduğum yıllarda geçiyor olay, gece, iç mekan, karakterler tv karşısında popolarını yaymış oturuyor.
annem, tv de bir bebek-çocuk görünce "ayy ne tatlı bebek değil mi nazlııı?? insanın içinden bir tane yapası geliyor dii mii??" diyor. bu bir kalıp, aynı şekilde tekrarlanan.
klasik bir durumu gerçekleştirmediğim için, hani üniversite son sınıfta nişanlanır, mezun olup çocuk askerden dönünce evlenirler ya, hatta askerliğin bitmesini beklemezler, annem bir telaşa düşmüştü. güya bana da belli etmeyecek, ama mümkün mü iyi bir oyuncu değil ve benim yaşımı da göz önüne almıyor.. aynı çocuk yaşlarda beslediğim balık ya da civciv öldüğünde yaptığı gibi mimikler, davranışlar, bakışlar, küçük yalanlar. anladığımı sezdiği anda uzun zaman inkar ediyor, çok etkilenirim diye korkuyor sonradan ona göre o gizlediği şeyi güya ben hazmettikten sonra açıklıyor gerçek duygusunu. sanki ben zavallıyım. çocukken iki zırladım diye, geçen zamanın farkında değil ki...
korkmuş, kabuslar görmüş ve uykuları kaçmış, kalkmış (bir nedeni de bunun menepoz ama kabul etmiyor) gece yarıları. sabahlara kadar uyuyamamış, sigaralar içilmiş. her sabah uyandığımda aynı yüz ifadesi işte bahsettiğim. bu kız evlenmeyecek mi diye. sanırsın rüyamda koca bulup sabaha müjdeyi vereceğim.. aslında umduğu ya da hayal ettiği, beklediği kendinden gizlediğim ve evlenme planları yaptığım sevgilimi nihayet açıklamam, hem de bir sabah uyanır uyanmaz daha çişimi bile etmeden... fos çıkınca hayalleri uykusuzluk daha çok, ta ki bana çözülene anlatana dek....
hayatımda biri varsa gizlemem, çünkü bu kötüdür, bizim bu konularda gizlimiz yoktur. ama çok da anlatmam. hani biri va, var gibi falan derim. ya da yok, bitti. sorunlu birşey olduysa biraz.. başka değil.
tabi gerçekleri görmektense annem benim gizli bir ilişkim olduğunu farz etmek işine geliyor, korkularını yenmesi için. ama yok, gerçek bu! bir de iyice sorgulamaz mı, sanırsın var ama benim haberim yok!!
annem modern anne olduğu için baskı yapmaya hak görmezmiş evlen, torun ver diye. onun yerine telkin yoluna gider. ha ben de bilmem kaç yıllık kızı bunu hiiiiç anlamayacağım. her seferinde neden aptalım? hayır aptal olsam da küplere biner ha!..
telkin 1; her konuyu evliliğe vardırmak. aklınız durur.
telkin 2; ne kadar tanıdığım arkadaş (karşı cins) varsa anlattırmak, (nasıl biri, kişiliği, tipi, mesleği, ailesi, davranışları...) böylece ağzımdan laf alacak.
telkin 3; sanki var olan bir şeyi gizlermişim, şimdiye kadar gizlemişim gibi, eğer birinden biraz fazla bahsettiysem es kaza, bıyık altından gülerek (kendince öyle) hoşlandığımı sanmakla kalmamak, ima etmek, olmadı açıkça sormak. istediği cevabı alamıyorsa alıncaya kadar.
telkin 4: aklına düşürmek, fikri uyandırmak, annelik hissi yaratmaya çalışmak. (iyi ya da şefkatli bir davranışı gördü mü 'ayy nazlı senden çok iyi anne olur bence' diyerek..)
telkin 5; acındırma yolu.
"gerçekten gerçekten mi?" "gözlerime bak?" hem de ısrarla sormak (yoo sadece yemi yutacağımı sanmıyor, aynı zamanda o fikri zihnime ekeceğini sanıyor. annem inception'ı christopher nolan'dan önce keşfetti! naber chris??!).
hem nasıl ısrar hoşlanacaksan da halin kalmaz, soğursun çocuktan....ama eğer fazla (ona göre) inkar edersem, fazla tepki gösterirsem (gene ona göre, sanki fazla tepkimi görmemiş gibi) şöyle deyip insanı çıldırtır (bu işi iyi biliyor, ama burada esas olan tepkini yükseltmek değil, sen bilirsin diye rest çekmek);
bıyık altından güldüğünü düşünerek oysa bundan çok belli eder duygusunu hıhıı yakaladım seni, ya da ben şimdi aklına düşürürüm der gibi; "niye aşırı tepki gösteriyorsun nazlı bakiim?? hı??"
bu dialog bebek olayındaki gibi gece başlamıyor, sabah tuvalete sıkışık kalkmışım sorguya çekiliyorum "dün bilmem kimden ne çok bahsettin öyle".
anneler sizi tanır, zaaflarınızı, açıklarınızı bilir, yakalamaya çalışır :)) kimisi yemez...
buna benzeyen diyaloglar hatta ne kadar tanıdığın erkek cinsi ahbabın varsa tekrarlandı o yıl...
her sene bir teknik geliştiriyor annem^^
bir gün patlattı ve 'anne baskı yapmam kızıma diye hava atıyorsun ama yapıyorsun? bu sorgulamalar, telkinler vs bu anlama gelmiyor sadece. ben anlamam mı sanıyorsun gerçekten?? o kadar mı aptal sanıyorsun beni, o kadar mı gizli işlerim var? yok işet yok yok yok! sani sanki ben yalnız yaşlanmak istiyorum da! ' gibi bişeyler deyince. bir süre vazgeçti bu teknikten yenisini geliştirinceye kadar.
bu yenisini de 'hani sanki ben istemem de, yalnız yaşlanmak isterim' lafından ilham almış.. bu kez de evlenmeyi çooook istiyorum, o kadar zavallıca çok istiyor ve aptal divaneler gibi acı çekiyorum, başka birşeyler yapamıyorum, düşünemiyorum (kpss den iyi puan çekememek, acımdan çalışamıyorum kii ! ya) ki acınacak halde gözü kararmış, kendine hakim olamayan gerzek bir berduşum!
işte bu kez de tanıdığım her erkek olan arkadaşımı damat adayı gibi görmeye başladı. onları bana anlattırarak tanımaya ve damat olup olamayacaklarını anlamaya çalıştı.. ölçtü biçti, tarttı.. neredeyse şu yabancı sitcomlardaki gibi eksiler-artılar tabloları yaptı.
içlerinden önce birine kafayı taktı, hani ben beyin özürlü bi zavallıyım ya neredeyse gidip çocukla konuşup ortada özel birşeyin molekülü yokken, benimle evlenmesini teklif edecek. şununla şöyle bununla böyle olur diye planlar yapıyor. bu arada laflarıma aldırmayıp zavallı kızını da ikna ediyor güya... bana tanıdığı kadarıyla adamları bir bir övüyor, kayırıyor, iyi özelliklerini abartıp kötülerini 'hoş görülebilir şeyler' gözüyle bakıyor, bakmamı istiyordu.
bir arkadaşım işsizdi mesela. annem kendini öyle bir kaptırmış ki, kendini ikna etmeye çalışıyor ki (işsiz damadı ne bana ne kendine yakıştırır ama hazmetmeye çalışıyor kendince.), sonunda olmazsa bilmem nerdeki kiralık evi satıp verirmişiz iş kurarmış!!
"yeter ki benle evlensin! vayyyy ezik nazlıı, anca rüşvet verince evlenilir bununla! " diye tepki gösterince kendine geldi. (o an için)
adamın o sıra sevgilisi olduğunu öğrenmişse zavallı kızına öğüt veriyor; 'kızım hayat acımasız, insanlar özellikle kızlar acımasız, fazla acımadan maraz doğar. sen de acıma seviyorsan aldırma, ayır ikisini!!'... birinden birini sevmem gerektiğini düşünüyor ya da beni tutanın adamların sevgilisi olduğunu sanıyor herhalde.
çok eskiden bana ilgisi olan, başka bir arkadaşım da yeni nişanlanmıştı, ama öyle kıza aşık falan değil yani yuva kurmak için ideal eş-anne olarak gördüğü için, (annem bunları nasıl öğrenmişti?? ben demedim?? bilemedim fbi ile çalışıp profil çıkarıyor ama katil değil damat profili!! keh keh) ve yıllardır süren ilişkilerine, kızın sevgisi ve cefakar, fedakarlığına kapılarak.
bu kez annem yeni bir teknik taktik uyguladı. hani bebek deyip annelik duygularımı uyandırmaya çalışmak gibi. yazıkmış çocuğa, çok çok iyi bir insanmış, eli yüzü düzgünmüş, ailesi memur kökenliymiş, işi de fena değilmiş, benden de hala hoşlanıyormuşmuş ama yazzzıııkmış işte onun da kaderi buymuş; aşık olmadığı, tam tipi olmayan bir kızla evlenmek. vah vaaah mutlu olamazmış ki böyle evliliği sürdürse bile...
güya ben bu numarayı yutacağım (numara denemekten vazgeçmez annem, er geç yutacağımı sanır oysa büyüdükçe akıllanıyorum ama o hala beni 14 yaşımdaki kerizliğimle hatırlıyor ağlamışım ya) acıyacağım, çocuk bana hala aşık sanacağım ve devreye girip prensi kurtaracağım!!!
'anne o aşık olmadığı, tam tipi olmayan biriyle evlenmesin diye ben mi aşık olmadığım ve tam tipim olmayan biriyle evleneyim? kendimi feda edeyim??' dedim. oltaya gelmem ben hanııım hanım!! :))
(birine karşı o tür duygularım olmadığını ya da artık kalmadığını annem bir türlü anlayamıyor. ona göre ergenken hoşlandığım çocuğa bile aşığım hala, olabilirmiş yani??)
hayır desen de kendi düşüncelerine, planlarına o kadar dalar ki o arada duymaz bile... illa sinir krizivari bir şey geçirtecek.. ama dozunu bilmezsen hııı? 'seni seni seniiii, hadi hadi!' olursun, illa kendi telkiniyle asla baskı değil ha! beni birine aşık edebilir, madem evlenmemin tek şartı bu, bunun üzerine de çok oynadı... öve öve bitiremediği bir adam vardı bir arkadaşımın arkadaşı. aklı sıra annem zihnime ekecek o tohumu! oysa o dışardan İstanbul beyefendisi gibi görünen adam kız arkadaşlarını döven zavallı bir hödük! anca bunu söyleyince sustu.
en son illa baskıcı olmakla suçlanacak... ama baskı yapmıyordu canııım... en alındığı şey bu!
ancak ben 'anne onu sevmem, onunla sevişmem mümkün değil! düşünemem bile! ıyyy! şu duvara bile daha çok his beslerim! hani evliliğin temeli sevgi-aşk olmalıydı? hani? bunu savunurdun yana yana! noldu!?? hani bu hayat benimdi, hani eşlerini insanın kendi seçmeliydi! başkalarının fikriyle, ısrarıyla olmazdı? kimsenin hakkı yoktu buna? noldu? sen resmen beni mutsuz evliliğe sürüklüyorsun, mecburmuşum gibi davranıyorsun, hadi karşı tarafında olumlu bakacağını farz edelim.. hem sırf anne olmak için sevmediğim biriyle mi evleneceğim? ben mutsuzken adam da çocuk da ne olacak?? mutluluk oyunu mu oynayayım? toplumun kuralları yüzünden hiçe sayılmış bir insan daha... ona buna bak nazlı evlendi, bak bebeği de oldu, yani normal bir insan ve iç organları çalışıyor kanıtı mı sunmalıyız?? feda olayım bunun için. aman etraf ne der?? onların düşüncesi için yaşayayım. benim ne değerim var ki.. sırf bir bebek sveyim diye nelere katlanayım ben??sen resmen beni zorluyorsun, baskı yapıyorsun bana? '
the end. yapmadığını iddia ediyor çünkü..
diyeceksiniz ki niye anlatıyorsun arkadaşlarını o zaman? giderek daha az konuşur oldum o ayrı, ama neden ben hep dinleyen olayım? ben konuşarak deşarj olmayayımmı? evde iki yabancı mı olalım? bir şekilde zamanla bahsediliyor birşeyler, paylaşmak istiyorsun...
aa burada bebek krizine vardık. eş zamanlı gitti bu teknik e çünkü bağlantılı...
o sıralar annem evlenmem için annelik duygusuna ihtiyacım olduğunu düşünmüş olacak ki her tv de, yolda, sokakta..vs her ortamda bir bebek-çocuk görünce "ayy ne tatlı bebek değil mi nazlııı?? insanın içinden bir tane yapası geliyor dii mii??" dedi.!!! ona göre zavallı nazlı ancak zihnine bebek ve iyi adam fikri tohumları ekilir, aklına düşürülürse evlenir. aslında aklında hiç yoktur bu gibi düşünceler... ayyyy anne!!
hala denemiyor, yeni taktikler bulmuyor değil... ama vereceğim cevaplardan çekiniyor. "e anne bu canavarı sen yarattın!!" diyorum bu gibi durumlarda.
26.08.2012
batiksever - boncuksever - fiyonksever
bir zamanlar bende batik severdim. iyi ki severim demişim. annemin elişlerine taktığı bir dönem vardı. o aylar boyunca düz renk birşey giyemedim. dolaptan aldığı gibi her düz renk her bluzumu, gömleğimi, spor tişörtümü batik yapmıştı.... bazıları rengarenk, bazıları tek renk, bazıları boya bittiği için hipoyla açılmış...
artık sana yetse yeter desen de o bıkıncaya kadar sürecek.... beğenmezsen, giymezsen gücenir... ben de çok çabuk bıkıyormuşum canım...
nasıl geçti o dönem derseniz boncuk dönemine geçiş oldu!! bu kez batiklilerin çoğundan kurtuldum fakat tişört, bluz, gömlek hatta pantolon ve şortlarımın belli yerleri boncuk dikili oldu bir dönem..
bu dönemden sonra da hala devam etmeye çalışıyor 'ama çok tatlı oluyor!' diyerek, kurdalelerden ya da ne bileyim şifon gibi kumaşlardan gömlek-tişört-atlet yakalarına falan fiyonk ya da çiçek dönemi başladı... hala satışta var ya öyle bluzlar, dantelden falan yakalar, fiyonklar... hiç sevmem..
bu kez kaptırmadım giysilerimi. ama gene de bazen giydiğim atletlerin her birine iliştirivermiş kaşla göz arasında. bahanesi 'ama şimdi moda bu! hep kızlarda görüyorum'
+"anne 14 yaşındamıyım ben??? şirine gibi mi gezeyim!!!!!"
eski dostları bul
bilgisayarım ilk alındığında o komedi dizilerinde geçen sahneler yaşandı bizde de.
internet alim ya da devlet nüfus müdürlüğü sanırsın. kaç defa baktırdı bana bilmem kimi bulabilir misin diye.. görüşmediği ama merak ettiği çocukluk arkadaşları, eski dostlar, komşular...

+"anne kadının kendi bir bilgi girmemişse bulamam ki? ya da çocuğu falan facebook sayfası açmamışsa! bir haber olmamışsa, üstelik adaşı da olabilir, aynı isimden dolu insan olabilir!"
-'kırk yılda bir şey istedik senden!!!'
+"bir bakayım! adı ne"
bazen soyadını hatırlayamaz ama yaşadığı şehri hatırlar..
+"sadece isim yetmez ki!"
mesela koskoca Adana'da Necihe hanım arayacağız, iki oğlu var, kocası memur! oturur kadının aile geçmişini anlatır.
+"anne bunlarla bulamam ki!"
kadın internete bilgi yüklemedi diye ben suçluyum,
-'iyice baktın mı??' ona göre savsaklıyorum, aslında bal gibi bulunur!!!!
soyadını hatırlasa bile nasıl bulunacak ki.. daha o zaman facebook falan bu kadar yayılmış değil, 60 yaşındaki kadın nerden bulup da sayfa açsın kendine?? anlatabilirsen anlat.
hani duymuş bir sohbet programında ilkokul arkadaşını bulan varmışmış... sonunda kadını bana facebookta arattı.. başkalarını da. benzer isimlere durduk yere 'siz bilmem nerde bilmem kaç yıllarında yaşamış bilmem kim misiniz acaba?' diye mesajlar atmak zorunda kaldım sapık gibi. hiçbiri değildi, yeni yetme veletlerdi..
birkaç defa oğullarının adına arattı madem gençler varmış facebookta... arkadaş eklemeyince sapık olduğumu düşünmediler neyse...
ilk yıl böyle geçti, hiç bir sonuç çıkmayınca vazgeçti... gerçekten çıkmadı yaa..
internet alim ya da devlet nüfus müdürlüğü sanırsın. kaç defa baktırdı bana bilmem kimi bulabilir misin diye.. görüşmediği ama merak ettiği çocukluk arkadaşları, eski dostlar, komşular...
+"anne kadının kendi bir bilgi girmemişse bulamam ki? ya da çocuğu falan facebook sayfası açmamışsa! bir haber olmamışsa, üstelik adaşı da olabilir, aynı isimden dolu insan olabilir!"
-'kırk yılda bir şey istedik senden!!!'
+"bir bakayım! adı ne"
bazen soyadını hatırlayamaz ama yaşadığı şehri hatırlar..
+"sadece isim yetmez ki!"
mesela koskoca Adana'da Necihe hanım arayacağız, iki oğlu var, kocası memur! oturur kadının aile geçmişini anlatır.
+"anne bunlarla bulamam ki!"
kadın internete bilgi yüklemedi diye ben suçluyum,
-'iyice baktın mı??' ona göre savsaklıyorum, aslında bal gibi bulunur!!!!
soyadını hatırlasa bile nasıl bulunacak ki.. daha o zaman facebook falan bu kadar yayılmış değil, 60 yaşındaki kadın nerden bulup da sayfa açsın kendine?? anlatabilirsen anlat.
hani duymuş bir sohbet programında ilkokul arkadaşını bulan varmışmış... sonunda kadını bana facebookta arattı.. başkalarını da. benzer isimlere durduk yere 'siz bilmem nerde bilmem kaç yıllarında yaşamış bilmem kim misiniz acaba?' diye mesajlar atmak zorunda kaldım sapık gibi. hiçbiri değildi, yeni yetme veletlerdi..
birkaç defa oğullarının adına arattı madem gençler varmış facebookta... arkadaş eklemeyince sapık olduğumu düşünmediler neyse...
ilk yıl böyle geçti, hiç bir sonuç çıkmayınca vazgeçti... gerçekten çıkmadı yaa..
bizim kız neye bakıyor
10 küsür yıldır bilgisayarım var (fotoğraftaki değil tabi ^^). ilk aldığım zaman bile 20lerimdeydim, o zaman bile saçmaydı nelere bakıyorum diye arada sırada kontrol etmesi.
birinden mi duydu tvden mi gördü aklına düşmüş bir kere. acaba bizim kız porno mu izliyor. zamanlı zamansız dalıverir odama, benim bilgisayar başında olduğumu bildiği zamanlarda. bahanesi ya yerleri silmektir, kirli var mıdır atacaktır makinaya, makas ya da tırnak törpüsüyle tırnak makası benim odamda mıdır.... vs. yaratıcılık tükenmez.
hani çok küçük yaşlarda edinmiş olsam bilgisayarı neyse de..
okuldayken bir metin ödevimi son dakkaya bırakmıştım gene, gece biraz uyuduktan sonra kalkıp tekrar yazmaya başladım. o sırada tuvalete kalkan annem kapıyı tıklatıp girdi, yüzünde endişeli bir ifadeyle.
napıyormuşum bu saatte?? ödevden de akşamdan bahsetmiştim yani. ama gece ya! annem iki kişilik paronoya taşıyor bünyesinde. yaş olmuş 22, pornoya baksa ne olacak, olsa olsa aklına düşer. hani sanki hiç bilmediğim bir olay, cinsellik konusu benim için teoride bile bir gizem, aman hiç öğrenmeyeyim, ya da annemin anlatacağı kadarını bileyim. çünkü 22 daha teorik bilgi edinmek için bile çok erken.
o sıkıldım ben de bakayım neye bakıyorsunlar (twittera bakıyorum mesela, sıkılır bu muymuş baktığım ciddiyetle?? ne bekliyorsa artık! bilgisayarın başında birşey keşfedeceğimi, dünyayı kurtaracağımı mı?).
o hadi eski fotoğraflara bakalımlar, bana komik video izletler (acaba video sitelerini iyi biliyormuyum?) hep bahane. evin içinde dolanmalar, 'geçerken uğrama'lar... bazen porno mu izliyorum diye endişeleniyor bazen de acaba müthiş komik, unutulmayacak kadar etkileyici bir şey buldum da haber mi vermiyorum, saklıyorumdiye düşünürmüş gibi bakmalar...
hala benzer yöntemleri kullanarak kontrol ediyor. hala o benzer endişeleri taşıyor. zaman zaman odama yaklaşırken öksüürüyor ki geldiğini bileyim gizli işlerimi kapatayım..
gülümseyerek bakıyorsam ekrana 'neye gülüyorsun sen öyle???!!!' diye gelip bakar, sonrada fotoğrafı, videoyu ya da tweeti beğenmez..
birkaç yıl önce geçtiğimiz yeni evimiz daha havadar ve serin, özellikle benim odam. yeni yorumu şöyle;
'senin odan ne kadar serin! esas buraya tv koymalıymışız en azından gündüz izlerdik!!'
bilgisayarımın arkasındaki duvara rahatlıkla monte edilebilirmiş, böylece ben aynı anda hem tv ye bakabilir hem internetle ilgilenebilirmişim.. ne güzel olurmuş. annem de hafif yanda ve geride benim genelde kıyafetlerimi fırlattığım, yığdığım koltuğa yayılabilirmiş. buradan masa üstü kullanıdğım anlaşılıyor.
dizüstü olsa sürekli dipdibe oturup komik video izlemek zorunda kalırdım artık.
böylece hem tvyi hem benim bilgisayar ekranını görüp kontrol edebilecek neye bakıyorum diye..
pornoya falan da baktığım yok ayni, meraktan bakmıştım elbette. ama hiç estetik değildi.
benim ayrı bir odada olmama dayanamıyor, ne yaptığımı bilememeye de çoğu zaman. sanki kendinden gizli müthiş maceralar yaşayacağım yada müthiş aptallıklar yapacağım eğer yanımda yoksa..
eski fotoğraflara bakalım
ben bilgisayar başında olmaktan sıkılmış olsam ya da gözlerim yorulmuş olsa annem çıkagelir.
benden onu muhteşem internetten birşeyler bularak eğlendirmemi beklemekten sonraki ikinci beklentisidir.
iyi ki bir boş zamanımda arşivciliğim tutmuş.
eski, dijital kamerayla çekilmemiş fotoğraflarımızı yazıcıda taratarak yükleyip bilgisayara arşivlemişim. hay benim!

gelir ve ekranı daha iyi görebilmek için dibime oturur. internetten bıktıysammış hadi eski fotoğraflara bakalım... bundan gerçekten gözlerim yorgun olduğu için kurtulabilirim. ya da bilgisayarı tam kapatmışsam.
insan eski fotoğraflarına bakmak ister elbet ama her hafta değil herhalde. haftada bir 10 yıl önceyi unutamayız herhalde.. hı? tamam her zaman haftada bir değil, değişken tarihlerde.. ama haftada bir de olduğu oldu yani...
eski fotoğraflara saatlerce bakacak, anacakmışız. ardından başlar her fotoğrafın anısını anlatmaya uzun uzun. e bizde de epey fazla fotoğraf var... hı? ben uzun yazıyorum, çok yazıyorum; annem çok konuşuyor... zıtlık mı benzerlik mi?
belki bu anıları ilk defa duysam ilgimi çeker, ama kimbilir kaçıncı defadır aynı şeyleri dinlemek asap bozucu olabiliyor. bir de annem konuşurken sürekli 'sana bir şey söyleyeyim mi?' ya da 'biliyor muusun?' gibi kalıplar kullanır. her anlatışında da hep aynı heyecanla ben ilk defa duyuyorum kendi ilk defa anlatıyor gibi anlatır ezberletir gibi. hep hayret etmişimdir buna. öğretmen ne de olsa, meslek deformasyonu mu acaba?
saatlerce aynı anılar, aynı insanlar, aynı fotoğraflar anlatılır.. şu kimdi, bu kimdi bana da sorar benim fotoğraflara da geçmişsek. her aptal sınıf arkadaşını hatırlayamazsın ki.. hele anne babasının mesleklerini.. ancak yakındıysan ya da çok ilginçse...
gitmem gerekiyorsa da belki kurtulurum...
benden onu muhteşem internetten birşeyler bularak eğlendirmemi beklemekten sonraki ikinci beklentisidir.
iyi ki bir boş zamanımda arşivciliğim tutmuş.
eski, dijital kamerayla çekilmemiş fotoğraflarımızı yazıcıda taratarak yükleyip bilgisayara arşivlemişim. hay benim!
gelir ve ekranı daha iyi görebilmek için dibime oturur. internetten bıktıysammış hadi eski fotoğraflara bakalım... bundan gerçekten gözlerim yorgun olduğu için kurtulabilirim. ya da bilgisayarı tam kapatmışsam.
insan eski fotoğraflarına bakmak ister elbet ama her hafta değil herhalde. haftada bir 10 yıl önceyi unutamayız herhalde.. hı? tamam her zaman haftada bir değil, değişken tarihlerde.. ama haftada bir de olduğu oldu yani...
eski fotoğraflara saatlerce bakacak, anacakmışız. ardından başlar her fotoğrafın anısını anlatmaya uzun uzun. e bizde de epey fazla fotoğraf var... hı? ben uzun yazıyorum, çok yazıyorum; annem çok konuşuyor... zıtlık mı benzerlik mi?
belki bu anıları ilk defa duysam ilgimi çeker, ama kimbilir kaçıncı defadır aynı şeyleri dinlemek asap bozucu olabiliyor. bir de annem konuşurken sürekli 'sana bir şey söyleyeyim mi?' ya da 'biliyor muusun?' gibi kalıplar kullanır. her anlatışında da hep aynı heyecanla ben ilk defa duyuyorum kendi ilk defa anlatıyor gibi anlatır ezberletir gibi. hep hayret etmişimdir buna. öğretmen ne de olsa, meslek deformasyonu mu acaba?
saatlerce aynı anılar, aynı insanlar, aynı fotoğraflar anlatılır.. şu kimdi, bu kimdi bana da sorar benim fotoğraflara da geçmişsek. her aptal sınıf arkadaşını hatırlayamazsın ki.. hele anne babasının mesleklerini.. ancak yakındıysan ya da çok ilginçse...
gitmem gerekiyorsa da belki kurtulurum...
25.08.2012
küçüksün bir şey olmaz
anneannem annemi büyütürken annem çocukça bir şey yaptığında, ya
da anneannemin hoşuna gitmeyecek birşey vs olduğunda eleştirilerinden biri hep
'koskoca kız oldun artık' demekmiş. 10-11 yaşlarında bile.
annem ise bunun tam tersini yaparsa iyi olacağını düşünmüş olacak. ama iyi olmadı. herhalde ortayı ben bulacağım bir gün çocuğum olursa.
insan 7-9 yaşlarındayken küçüksün denmesine pek içerlermiyor ama 11-12 yaşındayken, ergenliğe girmişken ve hormonların beynine vurmuş sürekli bir an önce büyümek istiyorken annenin sana sürekli küçüksün demesi hoşa gitmiyor. hatta çileden çıkarıyor.
yani o zamanlar insana bu önemsizsin demekmiş gibi de gelebiliyor, hafife alındığını, hiçe sayıldığını falan düşündürüyor.
şu yaşımda anneme bunları söylediğimde hiç hatırlamıyor bile. bazen "annem bana hep koca kız oldun der dururdu ben sana hiç demedim" der. 'ama sen de hep küçüksün derdin' dediğimde şaşırıyor. aman bende! oluyorum. taş çatlasa 3-5 kere demiştirmiş... hafızası inanılmaz kuvvetli olduğu için herşeyi hatırlarmış, böyle birşey dediğini hiç anımsamıyormuş.
nadir de olsa unuttuğu bir iki şeyi de ben hatırlayıp başına kakıyormuşum şimdi. hatırlayamazmışım ki küçükmüşüm o zamanlar...
'anneme çekmişim işte fil hafızası var bizde ailecek' dediğimdeyse kendine çektiğime seviniyor. ama her konuda olduğu gibi hafıza konusunda da iddialı, inanmak istemiyor. hatta bu sohbet tartışmaya dönüşüyor. o inanmak istemiyor, demediği hem de hiç emin.
'e ben yalan mı söylüyorum? yalancı mıyım yani?'
sessizlik.
işine gelmeyince ben yalancı olsam daha iyi. çok gururluymuş. ben değil miyim? ya benim gururum?
sanırsın birini vurduğunu falan iddia etmişim gibi davranıyor. gayet iyi hatırladığımı, çünkü gururuma dokunduğunu söylesem, yani belki bir kere demiştir oluyor. ama ben büyütüyorum altı üstü bir kere dediği birşeyi.
oysaki ergenliğimin temel tartışma konusuydu küçüksün lafı. annem ben hesaba alıncaya ve ben okuldan falan geldiğimde 'alınacak birşey var mıydı anne? ya şimdi söyle ya yarın!' demelerimle son buldu.
artık cep telefonu var neyse ki. ama o zaman da sen en çok eğlendiğin anda çalar...
annem o tartışmaları benim inadım olarak görüyor. inat damarıma da basıyormuş demek bi yandan da. asıl kendi inatçıdır hatasını bırak minicik bir eleştiriyi bile kaldıramaz her kesin kusurunu hatasını gören kadın. kaldıramaz ve kabul edemez kavgayı büyütür büyütür sonunda sen kavga çıkarmışsın gibi olur. hatta sen 'başlattın' der.
'anneme çekmişim işte fil hafızası var bizde ailecek' dediğimdeyse kendine çektiğime seviniyor. ama her konuda olduğu gibi hafıza konusunda da iddialı, inanmak istemiyor. hatta bu sohbet tartışmaya dönüşüyor. o inanmak istemiyor, demediği hem de hiç emin.
'e ben yalan mı söylüyorum? yalancı mıyım yani?'
sessizlik.
işine gelmeyince ben yalancı olsam daha iyi. çok gururluymuş. ben değil miyim? ya benim gururum?
sanırsın birini vurduğunu falan iddia etmişim gibi davranıyor. gayet iyi hatırladığımı, çünkü gururuma dokunduğunu söylesem, yani belki bir kere demiştir oluyor. ama ben büyütüyorum altı üstü bir kere dediği birşeyi.
oysaki ergenliğimin temel tartışma konusuydu küçüksün lafı. annem ben hesaba alıncaya ve ben okuldan falan geldiğimde 'alınacak birşey var mıydı anne? ya şimdi söyle ya yarın!' demelerimle son buldu.
artık cep telefonu var neyse ki. ama o zaman da sen en çok eğlendiğin anda çalar...
annem o tartışmaları benim inadım olarak görüyor. inat damarıma da basıyormuş demek bi yandan da. asıl kendi inatçıdır hatasını bırak minicik bir eleştiriyi bile kaldıramaz her kesin kusurunu hatasını gören kadın. kaldıramaz ve kabul edemez kavgayı büyütür büyütür sonunda sen kavga çıkarmışsın gibi olur. hatta sen 'başlattın' der.
aslında mesele o kırklı yaşlardayken ben onlu yaşlarda olduğum için o zamanlar çok farklı pencerelerden bakıyorduk (hala öyle gerçi). farklı algılıyorduk. onun lafın gelişi diye söylediği önemsiz, gördüğü şeyleri ben farklı hissediyordum. ergenliğinde verdiği bir şey bu, şimdilerde anlıyorum bunu tabi o zaman kafa tutardım, inatlaşırdım.
annem sırf, anlamsız inattan olduğunu düşünüp sinirlenir ben annem beni hiç anlamıyor diye düşünürdüm. pek de anlamıyordu doğrusu, yani yaşımdan daha olgun, daha farkında ve hassas olacağımı tahmin edemiyordu.
annem sırf, anlamsız inattan olduğunu düşünüp sinirlenir ben annem beni hiç anlamıyor diye düşünürdüm. pek de anlamıyordu doğrusu, yani yaşımdan daha olgun, daha farkında ve hassas olacağımı tahmin edemiyordu.
hani yaz günü bile ebatları küçük diye üşür sanıp bebekleri lahana gibi giydirirler ya beni de o çeşitten bir anlamamazlık kuşatmıştı.
kısa ve zayıfım diye on kat giydirmezdi ama bazı şeyleri anlayamayacağımı sanırdı. fark edemeyeceğimi ya da umursamayacağımı. ne bileyim. belki hiç düşünmezdi bile davranırken. içinden (ya da işine) o anda ne geliyorsa o.
çıkar çıkar çıkar'da bahsettiğim gibi, gururu olmayan, utanması olmayan ya da küçük olduğum için gerekmeyen biriymişim gibi tutup tutup soyuverirdi üstümü. hani çok küçük çocukları üstleri kirlenince, çok terleyince ulu orta tutup üstünü değiştiriverirler ya onun gibi. 3-5 yaşındayken neyse de 12 yaşındayken olmuyor işte. ama o zamanlar ebeveynler zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyor hayatını kazanma, taksitleri ödeme gibi şeylerle uğraştıklarından herhalde.. 'pedini kendin değiştirir misin?'dediği oldu yaa!!
o olaydan sonra ancak anlamıştı benim bir gururum olduğunu. annem benden daha rahat ve vurdum duymazdır, belki yaşından dolayı artık kemale erdi insanlara mı aldıracağım diyedir. bilmiyorum.
hani babalar anlayamaz kızlarının büyüdüğünü gibi bir izlenim vardı ya bizde tersiydi. babam rahmetli bana hep yetişkimişim gibi davrandı. belki bir anneden daha az sorumluluk aldığı için çocuk yetiştirirken..
işte neyse o konuya girmeyeyim.
10-11 yaşlarındayken başladı (belki daha küçük) bu küçüksün hayır büyüğüm tartışmaları.
hani insan evde daha rahat hareket etmek istediği, kimse görmeyeceği için daha salaş daha rahat giyinir ya, bizde o iki katıdır. anneme göre dışarda giyilecek, evde giyilecek ve yatarken giyilecek giysiler vardır, asla birbirine karıştırılmamalıdır. neyse ben de o zamanlar buna uyardım ne bileyim gerçekten şimdiye göre küçüktüm.
yine evde öyle eskimişleri giydiğim için o halimle asla dışarı çıkmak istemezdim. zayıfsın kısasın, ergensin orantısız büyüyorsun üstüneüstlük bir de kıyafetinin dizi çıkmış, sünmüş, solmuş. biz evde hep öyle gezdik valla.. aman yeniler eskimesin!! biz eskisek de olur. giyilmemiş giysiler ardımızda göçelim. hani temizlenip kilitlenen salonlar misali, biz de salon açıktı ama o kılıkla salona otursa nolur ki= aa eve dilenci mi geldi??
işte benim en üstü başı perişan olduğum anlarda annem beni markete yollamaya çalışır. hani önlüğümle olsam iyi. yok illa üstümü değişmemi bekler eksik birşeyi hatırlamak için. her zaman.
tam önlük çıkmış sünük eşofman giyilmiş 'Nazlııı ekmek yok, Nazlıııı bilmem ney yok!!!'
+"yaa şimdi mi hatırlanır anne??"
-'ne olmuş ki şimdi hatırladım'
tartışma start!
annem eksik şeyi almam konusunda diretir, kendi gidemezmiş üstü başı perişanmış ama ben küçükmüşüm önemli değilmiş bir şey olmazmış..
istediğin bahaneleri ara, bul. imkansız ikna olmaz. sen küçüksündür, çirkin görünmenin hiçbir önemi yoktur. bunu böyle suratına söyler. neden desen de bir nedeninin olmasına gerek yoktur. küçüksündür işte.
ona bakıp neler der elalem, hem sütyeni de yoktur üstünde.. gidemez ayıp olur. seni bu kadar iyi yetiştirdiğini, baktığını falan kanıtlamaya çalışan kadın gider seni hiç önemsemeyen kadın gelir. bunu da yüzüne vursan çok laf biliyorsun sen olur, inat olusun, hayırsız, bencil.
ona bakıp neler der elalem, hem sütyeni de yoktur üstünde.. gidemez ayıp olur. seni bu kadar iyi yetiştirdiğini, baktığını falan kanıtlamaya çalışan kadın gider seni hiç önemsemeyen kadın gelir. bunu da yüzüne vursan çok laf biliyorsun sen olur, inat olusun, hayırsız, bencil.
gitmemişimdir çünkü ya bir komşu denk gelir süslü zamanına rastlamayan, ya bir velet görür. biri acır öbürü dalga geçer. herkese yayılır madara olursun, dalga geçerler. ama anlatamazsın. dalga geçilmesi beni üzmemeli küçüğüm ne anlarım. sanki bazı duygular bir yaştan sonra aniden bitiveriyor ruhunda önceden hiç eser yokken. 7 sinde ne 77 sinde o diye boşuna demişler sanki.
tacize, tecavüze uğramamdan ölesiye korkan kadın gider bu durumlarda o üstümdeki içine gösteren ne bileyim işte sündüğü için yandan bilmem neren görünen kıyafetle sokaklara düşmeni bekleyen kadın gelir yerine. küçüğüm ne de olsa yandan memem görünse ne olacak? o zamanlar pedofili hastalığını bilmezler miymiş acaba?
hayır yani aksi gibi market (bildiğin bakkal da) hemen bizim binanın altında da değil. çapraz karşımızdaki binanın da diğer tarafında, caddeye bakıyor kapısı.
bir şey olmaz küçüksün.
şimdilerde de sigara için karanlık sokaklara salmaya çalışıyor beni... anla anlayabilirsen..
yaa üstüm kötü anne!
ee ne olmuş??
hayır gerçekten iyi görünmek istemene bir anlam veremiyor. annem zaten oldum olası sevmez süslenmeyi. işte işe, okula giderken temiz ve ütülü giyinmesi lazım gelir insanların, o kadar. aksi ayıp olur, elalem ne der? gerisi gereksiz uğraştır. zaten öyle de bir yüzü var ki benim aksime makyaja ihtiyacı yok. kaşı gözü belli. benim rimel en azından sürmezsem yüzüm hep aynı tonda seçemezsin hatları... :(
tacize, tecavüze uğramamdan ölesiye korkan kadın gider bu durumlarda o üstümdeki içine gösteren ne bileyim işte sündüğü için yandan bilmem neren görünen kıyafetle sokaklara düşmeni bekleyen kadın gelir yerine. küçüğüm ne de olsa yandan memem görünse ne olacak? o zamanlar pedofili hastalığını bilmezler miymiş acaba?
hayır yani aksi gibi market (bildiğin bakkal da) hemen bizim binanın altında da değil. çapraz karşımızdaki binanın da diğer tarafında, caddeye bakıyor kapısı.
bir şey olmaz küçüksün.
şimdilerde de sigara için karanlık sokaklara salmaya çalışıyor beni... anla anlayabilirsen..
yaa üstüm kötü anne!
ee ne olmuş??
hayır gerçekten iyi görünmek istemene bir anlam veremiyor. annem zaten oldum olası sevmez süslenmeyi. işte işe, okula giderken temiz ve ütülü giyinmesi lazım gelir insanların, o kadar. aksi ayıp olur, elalem ne der? gerisi gereksiz uğraştır. zaten öyle de bir yüzü var ki benim aksime makyaja ihtiyacı yok. kaşı gözü belli. benim rimel en azından sürmezsem yüzüm hep aynı tonda seçemezsin hatları... :(
niye üniformam varken hatırlamıyorsun?
ne bileyim?
bazen inat eder gitmezdim. giyinmek de istemezdim.
o zaman komşu çocuğu girerdi devreye. beyinsiz necmiye.. ah onun beyinsizliği neler çektirdi bana daha. aptal insanlara dayanamadığını iddia eden annem bu gibi durumlarda bana necmiye'yi örnek gösterirdi.
hani aptalları sevmezdin anne? desen. hatırlamaz bile... ya da ikileminin, çifte standardının yüzüne vurulmasından hoşlanmıyor.
necmiye aptal olduğu kadar söz dinleyen ve cılız, çirkin, silik bir tipti. kız mı oğlan mı hala belli olmayan gelişmesi gecikmiş tiplerden. (yıllar sonra gördüm o geç gelişen kız bir ineğe dönüşmüş, ilginç). çıplak göndersen markete kimsenin ruhu bile duymaz. ya da aa kız çıplak mı derken bir salise için o kadar silik bir kız ki hemen dikkatleri dağılır başka şey düşünür kızın çıplak olduğunu unuturlar.. tamam abarttım biraz çıplak olmaz tabi donla diyelim. aynı yaştaydık ama ben hızlı gelişirken o hala 8 yaşında çocuk gibiydi.
necmiye her haliyle sokağa çıkarmış. bak necmiye'ye o geceliğiyle bile gidiyor!! bazen kızın yanında der bunu bak ne kadar hayırlı bir evlat, örnek al gibisinden. aptal da sevindirik olur, kedi gibi boynunu bükerdi.
gel de delirme! beyinsiz veledin teki sana örnek olacak.. sen eve takdir getir o aptal gibi davran ama.. nasıl olacaksa...
olayı ancak ağlayıp bilmem kimin beni öyle görüp dalga geçtiğini anlatarak kurtarırsın belki. ya da üşenmeyip giyinerek... giyinirken de müfettiş gibi tepende durup oflayıp poflar, ne gerek var gibisinden...
artık iyice büyüyüp kıyafetleri ayırmadığım ve erkeklerin dikkatini çektiğim zaman bu diretmeleri azalttı.
milleti pejmürde geziyor, saçı başı dağınık, gözleri çapaklı falan diye eleştiren kadın sen sokağa öyle çık istiyor.. belki onlar da o an öyleydi, ama yok onların hakkı yok böyle dolaşmaya. ama nazlı saçı karışık ve yağlı, kıyafeti eski ve sünük, varsa makyajı akmış çıkabilmeli..
tabi ben de uyarırdım. kapıda hemen 'var mıydı bir şey alınacak?' derdim ya da daha evden çıkmadan 'dönüşte birşey lazım mı?' lazımsa akşama kadar o şeyi unutmamak için o şeyi düşünürdüm...iyi mi?
mesela bazen hala odama gelip 'bir şey lazımdı ama sen de üstünü çıkartmışsın gitmezsin şimdi almaya' der. hala umutlu yani...
artık iyice büyüyüp kıyafetleri ayırmadığım ve erkeklerin dikkatini çektiğim zaman bu diretmeleri azalttı.
milleti pejmürde geziyor, saçı başı dağınık, gözleri çapaklı falan diye eleştiren kadın sen sokağa öyle çık istiyor.. belki onlar da o an öyleydi, ama yok onların hakkı yok böyle dolaşmaya. ama nazlı saçı karışık ve yağlı, kıyafeti eski ve sünük, varsa makyajı akmış çıkabilmeli..
tabi ben de uyarırdım. kapıda hemen 'var mıydı bir şey alınacak?' derdim ya da daha evden çıkmadan 'dönüşte birşey lazım mı?' lazımsa akşama kadar o şeyi unutmamak için o şeyi düşünürdüm...iyi mi?
mesela bazen hala odama gelip 'bir şey lazımdı ama sen de üstünü çıkartmışsın gitmezsin şimdi almaya' der. hala umutlu yani...
annemin şovu
tabi annemle tartışmalarımız oluyor, özellikle bana çocuk muamelesi yaptığında ve kendi fikirlerini bana bir şekilde kabul ettirmek istediğinde. fikir ayrılıklarında herkesin, anne-kızların tartışmalarına çokça şahit oldum.
(mesela benimkisi gibi anneler kızlarının kendi istedikleri gibi giyinmesini tercih ediyor, baskıcı olmak istemiyorsa başka yollar deniyor. kızı kendinin beğenmediği bir giysi seçmişse istersen 45 kilo ol 'seni kısa-şişman-koca popolu vs gösterdi' gibi cümlelerle vazgeçirmeye çalışıyor... artık kim başarılı olur bu oyunda o kişiden kişiye değişir..)
ben klasik bir türk kızıysam annem de klasik bir türk annesi işte. ve her ne kadar şikayet etsek de hepimiz az yada çok şikayet ettiğimiz annelerimize ya da babalarımıza benzeyeceğiz sonunda...
annemin şovu'nda ise olay şöyle gelişiyor;
yani annem her zaman, her konuda, çeşitli dozlarda (gününe göre değişir) kendi düşüncelerini ona göre 'belirtir' ama aslında kabul etmeni, uymanı beklemektedir.
bazen de karşısındakinin bir çocuk ya da ergen değil bir yetişkin olduğunu unutur. bahanesi de 'sen benim gözümde hep bebeksin yavrum' dur.
hıı mesela bazen unutur odama seslenir bilmem ney ney elbisemi giyseymişim, içine be bilmem ne çamaşırlarımı 'ayy bana çok yakışıyor'muş... baskı yapmama yöntemi seni etkileyerek kararını almanı sağlamak...
neyse annem özellikle başka insanların yanında ama daha da özellikle bizim eve misafir gelmişse değişir. hani arada unutup çocuk gibi telkinler, tembihler, öğütler (karşıdan karşıya geçerken iki tarafada bak ha! gibi) verdiği olur ama bu durumda az daha farklı bence.

ne zaman rejim yapsam tabağımı daha çok doldurup, daha fazla ekmek koyduğundakine benzer. bu kez misafirin yanında güç gösterisine başlar. evdeki hakimiyetini, sözünü nasıl dinlettiğini, kızını ne kadar iyi-hanım yetiştirip, kızının ne kadar söz dinleyen iyi bir evlat olduğunu kanıtlamak için bir yöntem. sorgulamadan dinlemeyeceğimi bir türlü öğrenemedi ama...
her seferinde aynı şeyler değil elbet kadın yaratıcı sonuçta.
sadede geldim gibi,
geçende eve yatılı misafir geldi, uzaktan bir akraba, annemin yaşlarında. şimdi gösteri başlıyor :)
ben sabahları çok tıkınan biri olmadım hiç, hele bir de rejimdeysem e biraz daha dikkat ederim, yaz günü ise yumurta falan yiyemem. öyle klasik çay, ekmek (kepek), peyniz, domates, salatalık vs.
annem bunları bilir ve zamanla da olsa kabul ettirebildim. ona kalsa lüpür lüpür reçel-bal-tereyağı götürmeliyim.
ama misafir gelmiş ya 'kızına yedirmiyor, pinti' , 'kızını iyi beslemiyor, beslememiş' , 'kızından esirgiyor' vs gibi düşünceler olmasın diye iyice abartır. kimseninde öyle düşüneceğini sanmıyorum yani bende 31 yaşında balık etli bir kızım.
ama yok! ya akıllarından geçerse. geçsin doğru değil ki deseniz olmaz. illa kanıtlanacak. bunu kanıtlamak için o kadar uğraşır ki sonunda, bir keresinde adım obur nazlı'ya çıktı eş dost arasında. o kadının o zamanlar ki düşüncesi de bu olmuş, herkesin penceresi ayrı hayata. e kimin ne düşüneceğini bilemezsin, torba değil büzemezsin ki!,

demek ki iştahlı bir dönemimmiş benim de. bir kaç yıl önce. ama yediğimde 195cm boyunda 130 kilo bir adamın yiyeceği kadar değil ki. benim etim ne budum ne, herkes cüssesine göre..
niye tombul olduğum belliymiş, çok yiyormuşum, böyle gidersemmiş halim ne olurmuş valla artık erkekler ince hanım istermiş bak evlenemezmişim ha, çok kilolular bebek de doğuramazmış. sanırsın 200kiloyum. alt tarafı 63. ama nutuk dinlemek bir yana, dedikodu bir yana.
istediğin kadar kendini savun, bu kadınlar sadece kendilerini dinler, kendilerine inanırlar, kendilerini alim kadar bilgin sanırlar, karar vermiş bir kere kadın. o kadar abarttı ki bana aptal tv rogramlarından yarım yurum öğrendiklerini öğretecek-öğütleyecek, obez olup öldüm sonunda! sırf biraz iştahlı yemek yedim, biraz da göbişim var diye.. annem de çok üzülüp yataklara düştü. 'ister misin böyle olsun kızım!!!'
+"hah ha! ben şişmanlayıp öleceksem size ne demeli hanımlar! tansiyon, kollestrol, şeker, e yaşlısınız da. artık bu yaştan sonra bence kendinizi düşünmemin vakti çoluk çocuğu değil. tabi eğer torun sevmek istiyorsanız!" demiştim.
al işte tepkim gene aşırı bulundu. kötü oldum. kimn ne zaman öleceği belli değilmiş ki kızım! allah gecinden versinmiş. şişmanlayıp sağlığım bozulup ölsem gerçekten bir yanları haklı çıktım ama ben demiştim diyecek yaa!!
hani boyun eğip, ezilsem, ağlasam çok ezik biri derler, napacak bu zavallı evlenince.
itiraz etmeden haklısınız rejime başlarım en kısa sürede desem gene beğendiremem, hemen kabullenme her söyleneni kızım, itiraz etmeyi öğren, savun kendini, o kadar da şişman değilsin derler. denedim biliyorum ben bunları..
benim mi ayarım yok onların mı?
o dönem şişko muyum kompleksine girip üzüldüm, eş dost akrabaya falan yaymış kadın çok yiyor kilo alacak falan diye. komplo teorilerini benim üzerime kurmuş. kulaktankulağa oyunu gibi dedikodu saçmalaşarak, eklemeler yaparak yayılmış...
kiminle konuşsa annem aynı şeyler, gene beni savundu onlara karşı şimdi. ama yani kendinin 'kızını iyi beslemiyor, esirgiyor' gibi dedikoduların çıkmasından da iyi buldu. belliydi yüz ifadesinden. bunu söyleyince de inkar yolu tabi, paranoyak mışım.. yüzünden okunuyordu anne!
en azında kendi suçlanmadığı için memnun savundu beni o kadın ne kadar abartılı biri vs diye.
benzeri olayları versiyon versiyon yaşadım zamanla kendimi geliştirdim. ama annem pes etmez dedim ya.
yatılı misafirin geldiği sabah işte kahvaltıda bana devasa bir domates-kaşarlı tost (yarım somun ekmek, içini de çıkarmamış hem de), koca bir bardak sıcak süt ve iki haşlanmış yumurta yapmış, tabağıma koymuş.
misafirin yanında bastıra bastıra 'o tabak bitecek küçük hanım!!'
+"yok artık anne! rejimdeyim ben yaa!"
hani daha masa dolu. ama en azından tatlı şeyler koymamış ki biliyormuş sevmezmişim sabahları. rejim mejim anlamazmış bi-te-cek-miş.
+"büyürüm değil mi anne! daha iyi büyüyemedim, boyuna büyüme durdu artık tabi yaş 31. en iyisi enine büyüyeyim ben. zaten yeterince geniş değilim. yaşımda büyümedi yiyim de bir an önce 40 olayım! ooh oh oh"
bana da iyilik yaramıyormuş! süt bana gerekliymiş.
+"anne senin yaşında daha çok gerekli kemik erimesi olmasın diye"
kendilerinden geçmiş artık, ama gençleri düşünmelilermiş, misafir teyze başını sallıyor. laf yarışını anlatmayayım...
ya tabi iyi beslenmemi ister ama rejimdeyken neden bu hileler?? bilmem ki şişko bir patates olayım kimseler beğenmesin ona mı kalayım diye..
yok o, o an gösteri peşinde. kızına hala çok özeniyor bu yaşta bile diyecekler... mesaj kaygısı diye buna denir. de mesaj için ben telef olacağım bir gün..
çok iştahsız dönemlerimde ya da rejimdeysem endişeleniyor ya anoreksiya bulumia (nasıl yazılıyorsa bunlar işte) falan olursam diye.
+"ya anne ekmek yemiyorum diye hasta mı olacağım? salak mıyım ben?"
anne yüreğiymiş işte. ay bu yürek beni hem bebek hem gerizekalı ötesi sanmasa...
hı? sonuç mu? yedim mi onları yemedim mi?
rejimdeyiz dedik ya! tostun anca yarısını yedim, yumurtaları ellemedim, süt yerine de çay içtim her zaman ki gibi.
annem gücenmiş gibi yaptı ama en azından misafir teyzenin gözünde kendince aklandı.
sonuş ve yeni dedikodu temelleri... (biri daha rejimde olduğumu benden duyarsa yayılır artık).
misafir teyze;
hımm kızına çok iyi bakıyor ama kız inatçı, bişey de yemiyor. bu gidişle kusma hastası olur bu! aa masadan kalktı, kesin gidip kusacak!!
hayır ya kusmadım! masada kalıp da 1960ları mı dinleseydim bilmem kaçıncı kez?? kalıp da bunları yazmasa mıydım???
(mesela benimkisi gibi anneler kızlarının kendi istedikleri gibi giyinmesini tercih ediyor, baskıcı olmak istemiyorsa başka yollar deniyor. kızı kendinin beğenmediği bir giysi seçmişse istersen 45 kilo ol 'seni kısa-şişman-koca popolu vs gösterdi' gibi cümlelerle vazgeçirmeye çalışıyor... artık kim başarılı olur bu oyunda o kişiden kişiye değişir..)
ben klasik bir türk kızıysam annem de klasik bir türk annesi işte. ve her ne kadar şikayet etsek de hepimiz az yada çok şikayet ettiğimiz annelerimize ya da babalarımıza benzeyeceğiz sonunda...
annemin şovu'nda ise olay şöyle gelişiyor;
yani annem her zaman, her konuda, çeşitli dozlarda (gününe göre değişir) kendi düşüncelerini ona göre 'belirtir' ama aslında kabul etmeni, uymanı beklemektedir.
bazen de karşısındakinin bir çocuk ya da ergen değil bir yetişkin olduğunu unutur. bahanesi de 'sen benim gözümde hep bebeksin yavrum' dur.
hıı mesela bazen unutur odama seslenir bilmem ney ney elbisemi giyseymişim, içine be bilmem ne çamaşırlarımı 'ayy bana çok yakışıyor'muş... baskı yapmama yöntemi seni etkileyerek kararını almanı sağlamak...
neyse annem özellikle başka insanların yanında ama daha da özellikle bizim eve misafir gelmişse değişir. hani arada unutup çocuk gibi telkinler, tembihler, öğütler (karşıdan karşıya geçerken iki tarafada bak ha! gibi) verdiği olur ama bu durumda az daha farklı bence.
ne zaman rejim yapsam tabağımı daha çok doldurup, daha fazla ekmek koyduğundakine benzer. bu kez misafirin yanında güç gösterisine başlar. evdeki hakimiyetini, sözünü nasıl dinlettiğini, kızını ne kadar iyi-hanım yetiştirip, kızının ne kadar söz dinleyen iyi bir evlat olduğunu kanıtlamak için bir yöntem. sorgulamadan dinlemeyeceğimi bir türlü öğrenemedi ama...
her seferinde aynı şeyler değil elbet kadın yaratıcı sonuçta.
sadede geldim gibi,
geçende eve yatılı misafir geldi, uzaktan bir akraba, annemin yaşlarında. şimdi gösteri başlıyor :)
ben sabahları çok tıkınan biri olmadım hiç, hele bir de rejimdeysem e biraz daha dikkat ederim, yaz günü ise yumurta falan yiyemem. öyle klasik çay, ekmek (kepek), peyniz, domates, salatalık vs.
annem bunları bilir ve zamanla da olsa kabul ettirebildim. ona kalsa lüpür lüpür reçel-bal-tereyağı götürmeliyim.
ama misafir gelmiş ya 'kızına yedirmiyor, pinti' , 'kızını iyi beslemiyor, beslememiş' , 'kızından esirgiyor' vs gibi düşünceler olmasın diye iyice abartır. kimseninde öyle düşüneceğini sanmıyorum yani bende 31 yaşında balık etli bir kızım.
ama yok! ya akıllarından geçerse. geçsin doğru değil ki deseniz olmaz. illa kanıtlanacak. bunu kanıtlamak için o kadar uğraşır ki sonunda, bir keresinde adım obur nazlı'ya çıktı eş dost arasında. o kadının o zamanlar ki düşüncesi de bu olmuş, herkesin penceresi ayrı hayata. e kimin ne düşüneceğini bilemezsin, torba değil büzemezsin ki!,
demek ki iştahlı bir dönemimmiş benim de. bir kaç yıl önce. ama yediğimde 195cm boyunda 130 kilo bir adamın yiyeceği kadar değil ki. benim etim ne budum ne, herkes cüssesine göre..
niye tombul olduğum belliymiş, çok yiyormuşum, böyle gidersemmiş halim ne olurmuş valla artık erkekler ince hanım istermiş bak evlenemezmişim ha, çok kilolular bebek de doğuramazmış. sanırsın 200kiloyum. alt tarafı 63. ama nutuk dinlemek bir yana, dedikodu bir yana.
istediğin kadar kendini savun, bu kadınlar sadece kendilerini dinler, kendilerine inanırlar, kendilerini alim kadar bilgin sanırlar, karar vermiş bir kere kadın. o kadar abarttı ki bana aptal tv rogramlarından yarım yurum öğrendiklerini öğretecek-öğütleyecek, obez olup öldüm sonunda! sırf biraz iştahlı yemek yedim, biraz da göbişim var diye.. annem de çok üzülüp yataklara düştü. 'ister misin böyle olsun kızım!!!'
+"hah ha! ben şişmanlayıp öleceksem size ne demeli hanımlar! tansiyon, kollestrol, şeker, e yaşlısınız da. artık bu yaştan sonra bence kendinizi düşünmemin vakti çoluk çocuğu değil. tabi eğer torun sevmek istiyorsanız!" demiştim.
al işte tepkim gene aşırı bulundu. kötü oldum. kimn ne zaman öleceği belli değilmiş ki kızım! allah gecinden versinmiş. şişmanlayıp sağlığım bozulup ölsem gerçekten bir yanları haklı çıktım ama ben demiştim diyecek yaa!!
hani boyun eğip, ezilsem, ağlasam çok ezik biri derler, napacak bu zavallı evlenince.
itiraz etmeden haklısınız rejime başlarım en kısa sürede desem gene beğendiremem, hemen kabullenme her söyleneni kızım, itiraz etmeyi öğren, savun kendini, o kadar da şişman değilsin derler. denedim biliyorum ben bunları..
benim mi ayarım yok onların mı?
o dönem şişko muyum kompleksine girip üzüldüm, eş dost akrabaya falan yaymış kadın çok yiyor kilo alacak falan diye. komplo teorilerini benim üzerime kurmuş. kulaktankulağa oyunu gibi dedikodu saçmalaşarak, eklemeler yaparak yayılmış...
kiminle konuşsa annem aynı şeyler, gene beni savundu onlara karşı şimdi. ama yani kendinin 'kızını iyi beslemiyor, esirgiyor' gibi dedikoduların çıkmasından da iyi buldu. belliydi yüz ifadesinden. bunu söyleyince de inkar yolu tabi, paranoyak mışım.. yüzünden okunuyordu anne!
en azında kendi suçlanmadığı için memnun savundu beni o kadın ne kadar abartılı biri vs diye.
benzeri olayları versiyon versiyon yaşadım zamanla kendimi geliştirdim. ama annem pes etmez dedim ya.
yatılı misafirin geldiği sabah işte kahvaltıda bana devasa bir domates-kaşarlı tost (yarım somun ekmek, içini de çıkarmamış hem de), koca bir bardak sıcak süt ve iki haşlanmış yumurta yapmış, tabağıma koymuş.
misafirin yanında bastıra bastıra 'o tabak bitecek küçük hanım!!'
+"yok artık anne! rejimdeyim ben yaa!"
hani daha masa dolu. ama en azından tatlı şeyler koymamış ki biliyormuş sevmezmişim sabahları. rejim mejim anlamazmış bi-te-cek-miş.
+"büyürüm değil mi anne! daha iyi büyüyemedim, boyuna büyüme durdu artık tabi yaş 31. en iyisi enine büyüyeyim ben. zaten yeterince geniş değilim. yaşımda büyümedi yiyim de bir an önce 40 olayım! ooh oh oh"
bana da iyilik yaramıyormuş! süt bana gerekliymiş.
+"anne senin yaşında daha çok gerekli kemik erimesi olmasın diye"
kendilerinden geçmiş artık, ama gençleri düşünmelilermiş, misafir teyze başını sallıyor. laf yarışını anlatmayayım...
ya tabi iyi beslenmemi ister ama rejimdeyken neden bu hileler?? bilmem ki şişko bir patates olayım kimseler beğenmesin ona mı kalayım diye..
yok o, o an gösteri peşinde. kızına hala çok özeniyor bu yaşta bile diyecekler... mesaj kaygısı diye buna denir. de mesaj için ben telef olacağım bir gün..
çok iştahsız dönemlerimde ya da rejimdeysem endişeleniyor ya anoreksiya bulumia (nasıl yazılıyorsa bunlar işte) falan olursam diye.
+"ya anne ekmek yemiyorum diye hasta mı olacağım? salak mıyım ben?"
anne yüreğiymiş işte. ay bu yürek beni hem bebek hem gerizekalı ötesi sanmasa...
hı? sonuç mu? yedim mi onları yemedim mi?
rejimdeyiz dedik ya! tostun anca yarısını yedim, yumurtaları ellemedim, süt yerine de çay içtim her zaman ki gibi.
annem gücenmiş gibi yaptı ama en azından misafir teyzenin gözünde kendince aklandı.
sonuş ve yeni dedikodu temelleri... (biri daha rejimde olduğumu benden duyarsa yayılır artık).
misafir teyze;
hımm kızına çok iyi bakıyor ama kız inatçı, bişey de yemiyor. bu gidişle kusma hastası olur bu! aa masadan kalktı, kesin gidip kusacak!!
hayır ya kusmadım! masada kalıp da 1960ları mı dinleseydim bilmem kaçıncı kez?? kalıp da bunları yazmasa mıydım???
23.08.2012
'benimle evlenmek istiyor'
çok şıpsevdi bir arkadaşım var. kendisi arkadaş olarak tatlı, eğlenceli biri olmasına rağmen şahit olduğum kadarıyla özel ilişkilerinde erkekleri baydırıcı türden, yapışıp bırakmayanından. sarmaşık, dolaşık tipten.
yeni birisiyle tanışmış ve bana anlatarak fikrimi almak istiyor. tabi fazlasıyla detaya iniyor hatta konudan fena halde sapıyor. (birazdan ben de sapacağım ama olaydan önce arkadaşımı anlatmam lazım) çocukla nasıl tanıştığını anlatırken birden son aldığı çantanın fermuarına kadar dayanıyor konu. hatta bir keresinde bir çanta almış eve götürünce bakmış ki fermuarı bozuk, değişime gitmiş falan falan falan...
'ee esas oğlanla ne alakası var? o mağaza da falan mı çalışıyor? fermuar üretim işinde mi?' yyoooo..

şöyle ki bu arkadaşım şıpsevdi ve karşısındakinin de kendini şıp diye sevip sevmediğini anlayamıyor hiç bir zaman. anlayamamak bir yana farkına bile varmıyor hatta önemsemiyor. hemen dereleri görmeden paçaları sıvıyor... düğün ve evlilik planları. o kadar hazır ki bu seremonilere tüm evli çocuklu eş-dosttan doğum ve bebek bakımıyla ilgili bilgiler bile edinmiş durumda. nerede, hangi doktora doğum yaptıracağını, hangi bebek bezinin daha emici ve kuru, hangi bebek arabasının daha kullanışlı ve ekonomik, hangi bebek odası takımlarının nerede, kaç paraya satıldığını, hangisinin daha sağlam ve sağlıklı olduğu hakkında bilgilere sahip. gelecek için yatırım yapar gibi bilgi depoluyor son on yıldır benim bildiğim.
tahmin edersiniz ki bunları bilen düğünler hakkında da derin bilgilere sahip. düğün organizasyonu şirketlerini araştırmış hatta bir ikisinin sahibi-çalışanıyla ahbaplık bile kurmuş.

son zamanlarda yemek kursuna sardırdı, çalışmaları devam ediyor.
yani son tahlilde evlilik için gereken tüm o düğünmüş, bebekmiş, ev işiymiş, yemekmiş ... aklıma gelmiyor daha siz düşünün artık.. hepsi konusunda bilgilenmiş, tecrubelenmiş durumda. yaa onu bırakın kreşleri bile biliyor akıllım. şimdiden hazırlık yapmak lazımmış.
bir evin düzenini yürütebilecek falan tüm o zımbırtıları biliyormuş hazırmış. evini, arabasını bile almış, adama bu derdi de yaşatmayacakmışmış işte, daha ne olsunmuş. bana nutuk atarken söylüyor daha doğrusu övünüyor.
bir kaç sene önce evlenememesinin nedenini tipine bağlamış, fazla kilolarından gerek doktorların gerek diyetisyenlerin yardımıyla kurtulmuştu.
ardından 'acaba burnum kemerli diye mi evlenemiyorum?'a taktı. ve cesaret edip hiç de o kadar kemerli olmayan burnunu anestezi altında çekiçle kırdırıp yeni bir şekil verdirdi.
burnunum çilesi biter bitmez tutunamadığı 15 günlük ancak sürebilen 'aşk'larından sonra kafayı gögüslerine taktı. kimseyi de dinlemez taktı mı takar, illa olacak. hataysa hata, bunu da illa yaşayarak ve belki pişman olarak öğrenecek. yok yani göğüsünü de kimsenin gördüğü falan yok. geleneksel bir ailede yetişmiş iyi, geleneksel bir Türk kızı. neyse göğüs olayını da silikonlanarak çözdü...
evlenemediği için üzülmekten kırıştığını iddia ederek botokslandı en son.
son iddiası da işte, herşeyiyle tam, evlenilebilecek kadar akıllı, çalışan, uyumlu, güzel, her türlü ev işinden anlayan, çocukları seven ve evliliğe tam hazır bir türk kızı olduğu..
sadece insanları tanıyamadığını ve belki de bir erkeğin ruhuna hitap edemediğini bilmiyor, farkına varamıyor. herşey de patavatsız gibi söylenmiyor. zaten işine gelmeyecek birşey söylediğinizde size kızar, atıyor, kıskanıyor olursunuz ve küser. bir süre sonra haklı çıkarsa o küstüğü kişi başı önünde barışmak ister..
tamamen duygularıyla hareket eden bir insan. ne var ki bu duygular sadece kendine ait oluyor. karşısındaki adamın duygularını hiç hesaba katmıyor..
sürekli kendi istediklerini talep ediyor, yaptırıyor bir şekilde, adamın tüm hayatını ele geçirmek istiyor. ve tamamen kızlara özgü aklınıza gelebilecek tüm o korkunç davranışları sırayla öyle bir sergiliyor ki, adam sonunda ilk tanıştıklarında hoşlandığı kızdan bucak bucak kaçmak istiyor.
futbol izlemesin, kendinin sevdiği dizileri sevsin, kendinin sevdiği film türlerini sevsin (aşırı romantik-komediler), eski okul arkadaşlarıyla görüşmesin, özellikle kızlarla ve bekarlarla, alışveriş sevsin, kendinin istediği tarzda giyinsin. saatlerce alış veriş yapıp üstüne saatlerce o aldıkları şeyler hakkında konuşsunlar.adam hiç sıkılmasın. beraberlerken adam başka herhangi birşeyle ilgilenmesin. ve bu konuda o küçük sesiyle, kadınsı ve kibar davranışlarıyla son derece ısrarcıdır. asla bıkmayacak kadar mücadeleci ve arsız.
e böyle bir kız 'sevgilisi varken' kendi kız arkadaşlarıyla da görüşmez tabi. ama ilişkileri uzun süremediği ve herkesi de beğenmediği içindir ki fazla ayrı kalmıyoruz. ama tabi her çıktığıyla evlilik planları yaptığı için de bir kaç arkadaşıyla bir araya getirip sınavımıza sokuyor adamları.
bu konuda benden yardım isteyen bile oldu.. kırmadan nasıl başından atabilirmiş bilebilirmiymişim. söyleyemedim ondan kırmadan kurtulamayacağını ki. şimdiye kadar gördüğüm buydu, ben seni hak etmiyorumlar, annem istemiyorlar falan sökmez ona. isterlerse kendilerini kötü ve sadakasiz gibi göstersinler yemez o bu numaraları. uzatır da uzatır, adam ayrıldıklarını düşünür bizim kız sadece küçük bir kriz yaşadıklarını. adamı sıktığını kendini sevdiremediğini anlayamıyor. ya da umursamıyor. diktatörlerşiveriyor bu gibi durumlarda. ancak yüzüne pata küte söylerlerse onu sevmediğini, sevmediği davranışlarını anlayamaz ama kavga, ağlama krizi ve ayrılık gelir. sonra adamın çok kırıcı biri olduğunu iddia ederek kendinin ayrıldığını savunur.
bir keresinde
-"tatlım, sen de çok üstüne gitmesen, o sana uyacağına birazcık da sen uysan olmaz mı? onu bunu yapma demelerini azaltsan. sadece benim dediğim olsunları azaltsan. sen hiç mi dergi okumuyorsun? hani hep ilişkide kadınların yapmaması gerekenleri yazarlar ya.. sen tatlı tatlı söyleyerek çok baskıcısın aslında" dedim.
ama bu kadar çabası, emeği, evliliğe bu kadar hazırlıklı oluşu, estetik operasyonları yaptırması boşuna mıymış. bu kadar şeyden sonra her istediğinin olmasını hak etmiyormuymuş ne yani?? sitemkar biçimde söylüyor. bakışları 'sen de mi bürütüs?' . sanırsın kocasını çaldım elinden.
-"hak etmek başka elde temek başka. insanın hayatta her istediği olmuyor ki canım. dünya böyle, senin etrafında dönmüyor. şimdiye kadar öyle bir çift gördün mü?"
+'yaa, ne bileyim?'
aslında görse de anlamaz, nasıl bir pencereden bakıyorsa anlayamıyorum, fark edemiyor bazı şeyleri, işine mi gelmiyor ondan mı artık. menfaatine mi değil. hayır başkalarını sorunlarıyla değil yaşayış şekilleriyle ilgili sadece. duyarsız biri değil ama sadece kendine duyarlı. kendine yapılan haksızlıklar, kötülükler, kabalıklar vs konusunda. belki bir nebze de anne babasına. kardeşlerine bile öyle değil.
- "herşeyi parayla elde edemediğin gibi. demek ki tüm iyi özellikerine rağmen de elde edemiyor insan her istediğni. hem eskiden de böyleydin sen. yemek bilmezken, estetiksizken de.. "
ama o öyle istiyormuş napsınmış. hak falan verdiği yok, ona göre o anda onu hiç mi hiç anlamayan dünyanın kötülük timsali insanıyım, kalleşim onu sırtından vuruyorum, gerçekleri söyleyerek. dünya onun etrafında dönüyor ve onun tüm istedikleri olmalı. adamın istekleri mi e işte o varmış ya karşısında daha ne olsun??
sonunda patlatıyor bombayı, çünkü istediği gerçekler değil, teselli bile değil. hani adam çok mu şahaneydi hayır. ama canavar da değildi ve kızımız bir adamı nasıl çileden çıkaracağını, yavaş yavaş bataklık gibi nasıl bitireceğini iyi biliyor diyeceğim ama bu onun davranış biçimi. içinden öyle geliyor yani şablonlara, dergilere, testlere falan bakarak uyguladığı bilinçli yöntemler değil.
+'sen elde edemezsin de ondan!!!' işine gelmeyince nasıl çocuklaştı?
-"ha sen elde ettin yani?! bi yerden sonra paçaları tutuşmuş gibi kaçıyorlar senden... adamın her alanını işgal edip nefessiz bırakıyorsun tatlım, yaşayamıyor o da öyle! ben her istediğimi elde etmek istemiyorum ki! adam benim maymunum, çocuğum gibi olmasın. birbirimizin zevlerini, alanlarını bilerek, kabul ederek ve anlayış-uyum göstererek yaşamak istiyorum. kendimin penis eklenmiş versiyonuyla değil! sen diktatör gibisin ilişkilerinde.."
+'yaa öf ben sana gerçekçi ol mu dedim?'
-"ayy adam da çok gıcık ve çirkindi, üstelik işi de iyi değildi, ev geçindirirken iş sana düşerdi hep.. çocuk da sevmiyordu, aklı da hep futbol da oysa ki artık sen varsın, başka birşeyle ilgilenmemeli. şarkı niyetine bile senin sesini dinleseydi. gözü de dışarıdaydı ben anlamıştım zaten. üzülme sen daha iyisini hak ediyorsun. dediğim de oldu canım! ama ne oldu? her seferinde aynı şey. ben benzer laflar etmekten bıktım sen bıkmadın aynı şeyleri yaşamaktan, aynı sebeplerle ağlamaktan."
+'napayım yaa ben böyleyim! beni böyle kabul etsinler, ne yapayım??'
-"eden çıkmadı ama daha, edilemiyor demek ki. canım sen kaç ilişki yaşadın böyle?? hep aynı!" dedi kötülük timsali yazarınız!! :))
+'yanlış adamı seçiyorum belki?'
-"o zaman tam istediğin gibi birini buluncaya kadar arayacaksın, ya artık kendinden de ödün vermen gerektiğini anlayacaksın. şimdiye kadar seni kullanan biriyle nasıl karşılaşmadın anlamadım (onları da korkutur bayar :)). yetişkin yaşta birini fazla eğip bükmeye kalktın mı ters tepiyor işte görüyrsun canım. kaçırıyorsun adamları. çok matah bir şeyler de olsalar bari (yazar burada arkadaşının ağzına göre veriyor :) ). önce çok üstüne düşüyor, çok seviyorsun diye bi havalara girip sonra kaçıyorlar"
nasıl olduysa adamları elinden kaçırdığını kabul etti. ama huylu huyundan vazgeçmez ki. bazen anlar, hak verir gibi oluyor ama çok kısa bir an! o bencil duygusu izin vermiyor kabul etmesine. illa onun istediği şeyler olmalı. mesela adam onun sevdiği marka donu giymeli.
bir gün merak ettim sordum;
-"senin her dediğinin olduğu bir ilişki de sıkılmaz mısın ve bir yerde illa adam patlamaz mı benim dediğim şu şey de olsun diye falan?"
ama öyle bir aşk istiyormuş, adam onu çok sevdiği için her dediğini yapacağı bir aşk. ama unutuyor ki şıpsevdi olan kendi, ve birine tutulunca hemen gidip açılan ve ilişkiyi başlatan da kendi. adamın onu sevmesi için zaman bile tanımıyor ki. hemen üstüne gidiyor, baskı kuruyor ve evlilik imalarında bulunuyor. şaşıyorum bu nasıl bir şanstır ki karşısına manyak çıkmadı, ettikleri ters tepmedi..
hiç bıkmazmış öyle bir ilişkiden. ama bence istedikçe daha çok ister. sınırı yoktur. durduramaz kendini. nereye gider hayal edemiyorum.
bir süre sonra benim de çok uzatıp bir türlü sadede gelemediğim gibi yeniden aşık oldu bu arkadaşım.
yeni tanışmışlar adamla arkadaş ortamında. ama bu kez çetin cevize çatmış, kibarından da olsa. kalabalık arkadaş ortamından başka bir süre görememiş yüzünü.
ne yapıp edip adamla görüşmeyi başarımış. böyle anlatmıyor tabi. nasılsa bir buluşma kopartmış. kendi istediği oluncaya kadar istemekten bıkamamıştır. adam da bir görüşeyim de sussun artık, kestirip atarım demiştir garibim.
adamın soğuk ve mesafeli tavırları bizimkini yıldıracağına daha da cezbetmiş olacak. zoru başaracak sert adamı kölesi edecek. ama öyle onun her istediğini yapıp, mutlu ederek falan değil ha!! sakın ha sadece onun istedikleri olmalı....
buluşmada mesafeli davranmaya devam etmiş, sıkılgan davranmış bu arkadaşımı çok üzmüş çünkü çok fena aşık olmuş adama!
doğrudan söyleyemiyor tabi imalı laflar etmiş. ama o imalı lafları bile kendine yontmayı başarır...
adamın laflarından örnekler;
1- ben herkesle çıkmam (ayyy demek arkadaşımı beğenmiş de çıkmıııış- zorla buluşma kopartmış oysa)
2- ben eski kafalı biriyim (ayyyy tam arkadaşımın istediği gibiiii)
3- geleneksel bir ilişkiden yanayım (ayyy zaten arkadaşım da öyleee)
4- ben aşık olduğum zaman çıkarım biriyle (ayy arkadaşıma tam anlamıyla vurulmuş demek - zorla kabul ettirdi ya?!!)
5- ben çıktığım kızla evlenirim (ayyyy aşık olursa çıkıyor, aşıksa çıkıyorsa evlenmek istiyor, yani benimle çıktığına göre aşık, aşık olduğuna göre de evlenmek istiyor!!!! Nazlııııı benimle evlenmek istiyor!!! )
zoraki buluşma adamın bu ve benzeri nutuklarıyla sürmüş. adam boşuna konuşmuş aslında arkadaşım adam 'evlenmek' kelimesini kullandığı anda kalmış, gerisini dinlememiş bile. son kararını vermiş 'EVET'. hadi nikah masasına!
zaten bir kız bile yanında 'artık bizim de evlenme yaşımız geldi aslında, ben de çok istiyorum' gibi şeyler dese bile üstüne alınıyor.
sonra bana gelip 'Nazlı var ya bir kız bana evlenme teklif etti!' diyor.

ertesi gün bana adamın dediklerini anlattı. sence ne demek istiyordu diye?? gerçekçi birine sorması büyük hataydı. ama kıyamadım süzme yoğurduma, tam gerçeği söyleyemedim ki gene.
-"evlenmek istediğinden emin misin? niye kaçıyor ki o zaman. ay canım diyelim ki öyle, nasıl cesaret tanımadan evlenivereceksin sen??!"
bir gün öyle bir ağzımdan kaçacak ki, bir daha asla görüşmeyeceğiz. o gerçeklere katlanamadığı için ben ise onun bencil hayallerine... napalım her ilişkinin bir sonu oluyor işte. bizimkisi de yakın....
adamın kendisine kısmen evlenme teklif ettiğini düşünüyor, tam söylemesini istermiş ama. zorla başbaşa kaldıklarını söylediğini hatırlatınca başkalarını suçladı.
adam basbaya başından atmak istiyordu ki bunu en kısa sürede başarabilen biri olarak madalyayı hak etti. bir kaç defa yine kalabalık arkadaş gurubunda görüşmüşler, adam yalnız kalmamalarına çalışmış belli ki.
bir olay vardır bu olayı anlatırken sadece anlattıkların değil anlatmadıkların da hissedilir, anlattıklarınla noktalar bileştirilince boşlukların nasıl doldurulacağı olasılıkları çıkar ya... ben de öyle çıkarım yapmak durumunda kaldım.
arkadaşımın telefonlarına cevap vermemiş, ya da kız arkadaşı olmadığı bilinmesine karşın telefonuna bir kız bakmış. hem de defalarca. aramış çünkü arkadaşım anlamış ki adam onunla evlenmek istiyor. anlayamamış neden telefonlara çıkmadığını. hatta anlattığına göre arkadaş grubunun içinde bile görememiş...
adama bir daha ulaşamadı.
çok üzüldü.... evliliği kaçırdığını düşündü. hatta evlilikten döndüğünü iddia etti. anlayamadı adamın evlilik teklif edip sonra kaybolmasını. bir filmde görmüş, damatların düğünden hemen önce korkup kaçtığını adamın da korktuğunu düşündü ta ki adamı unutuncaya kadar. yani yeni birine tutulup ona her istediğini yaptırmak isteyinceye kadar.....
gökten üç elma düşmüş biri benim başıma diğer ikisi de yere! arkadaşıma düşmemiş...
aynen bu kısırdöngüyle devam ediyor hayatına. 1 haftayla-2 ay arasında değişen şekilde erkekleri kendine aşık etmek için kendinin her dediğini yapmaları gerektiğine inandırmaya çalışarak!
'her dediğimi yapın! her istediğim olsun! her şey benim dediğim gibi olsun!! o zaman mutlu olursunuz...'
yeni birisiyle tanışmış ve bana anlatarak fikrimi almak istiyor. tabi fazlasıyla detaya iniyor hatta konudan fena halde sapıyor. (birazdan ben de sapacağım ama olaydan önce arkadaşımı anlatmam lazım) çocukla nasıl tanıştığını anlatırken birden son aldığı çantanın fermuarına kadar dayanıyor konu. hatta bir keresinde bir çanta almış eve götürünce bakmış ki fermuarı bozuk, değişime gitmiş falan falan falan...
'ee esas oğlanla ne alakası var? o mağaza da falan mı çalışıyor? fermuar üretim işinde mi?' yyoooo..
şöyle ki bu arkadaşım şıpsevdi ve karşısındakinin de kendini şıp diye sevip sevmediğini anlayamıyor hiç bir zaman. anlayamamak bir yana farkına bile varmıyor hatta önemsemiyor. hemen dereleri görmeden paçaları sıvıyor... düğün ve evlilik planları. o kadar hazır ki bu seremonilere tüm evli çocuklu eş-dosttan doğum ve bebek bakımıyla ilgili bilgiler bile edinmiş durumda. nerede, hangi doktora doğum yaptıracağını, hangi bebek bezinin daha emici ve kuru, hangi bebek arabasının daha kullanışlı ve ekonomik, hangi bebek odası takımlarının nerede, kaç paraya satıldığını, hangisinin daha sağlam ve sağlıklı olduğu hakkında bilgilere sahip. gelecek için yatırım yapar gibi bilgi depoluyor son on yıldır benim bildiğim.
tahmin edersiniz ki bunları bilen düğünler hakkında da derin bilgilere sahip. düğün organizasyonu şirketlerini araştırmış hatta bir ikisinin sahibi-çalışanıyla ahbaplık bile kurmuş.
son zamanlarda yemek kursuna sardırdı, çalışmaları devam ediyor.
yani son tahlilde evlilik için gereken tüm o düğünmüş, bebekmiş, ev işiymiş, yemekmiş ... aklıma gelmiyor daha siz düşünün artık.. hepsi konusunda bilgilenmiş, tecrubelenmiş durumda. yaa onu bırakın kreşleri bile biliyor akıllım. şimdiden hazırlık yapmak lazımmış.
bir evin düzenini yürütebilecek falan tüm o zımbırtıları biliyormuş hazırmış. evini, arabasını bile almış, adama bu derdi de yaşatmayacakmışmış işte, daha ne olsunmuş. bana nutuk atarken söylüyor daha doğrusu övünüyor.
bir kaç sene önce evlenememesinin nedenini tipine bağlamış, fazla kilolarından gerek doktorların gerek diyetisyenlerin yardımıyla kurtulmuştu.
ardından 'acaba burnum kemerli diye mi evlenemiyorum?'a taktı. ve cesaret edip hiç de o kadar kemerli olmayan burnunu anestezi altında çekiçle kırdırıp yeni bir şekil verdirdi.
burnunum çilesi biter bitmez tutunamadığı 15 günlük ancak sürebilen 'aşk'larından sonra kafayı gögüslerine taktı. kimseyi de dinlemez taktı mı takar, illa olacak. hataysa hata, bunu da illa yaşayarak ve belki pişman olarak öğrenecek. yok yani göğüsünü de kimsenin gördüğü falan yok. geleneksel bir ailede yetişmiş iyi, geleneksel bir Türk kızı. neyse göğüs olayını da silikonlanarak çözdü...
evlenemediği için üzülmekten kırıştığını iddia ederek botokslandı en son.
son iddiası da işte, herşeyiyle tam, evlenilebilecek kadar akıllı, çalışan, uyumlu, güzel, her türlü ev işinden anlayan, çocukları seven ve evliliğe tam hazır bir türk kızı olduğu..
sadece insanları tanıyamadığını ve belki de bir erkeğin ruhuna hitap edemediğini bilmiyor, farkına varamıyor. herşey de patavatsız gibi söylenmiyor. zaten işine gelmeyecek birşey söylediğinizde size kızar, atıyor, kıskanıyor olursunuz ve küser. bir süre sonra haklı çıkarsa o küstüğü kişi başı önünde barışmak ister..
tamamen duygularıyla hareket eden bir insan. ne var ki bu duygular sadece kendine ait oluyor. karşısındaki adamın duygularını hiç hesaba katmıyor..
sürekli kendi istediklerini talep ediyor, yaptırıyor bir şekilde, adamın tüm hayatını ele geçirmek istiyor. ve tamamen kızlara özgü aklınıza gelebilecek tüm o korkunç davranışları sırayla öyle bir sergiliyor ki, adam sonunda ilk tanıştıklarında hoşlandığı kızdan bucak bucak kaçmak istiyor.
futbol izlemesin, kendinin sevdiği dizileri sevsin, kendinin sevdiği film türlerini sevsin (aşırı romantik-komediler), eski okul arkadaşlarıyla görüşmesin, özellikle kızlarla ve bekarlarla, alışveriş sevsin, kendinin istediği tarzda giyinsin. saatlerce alış veriş yapıp üstüne saatlerce o aldıkları şeyler hakkında konuşsunlar.adam hiç sıkılmasın. beraberlerken adam başka herhangi birşeyle ilgilenmesin. ve bu konuda o küçük sesiyle, kadınsı ve kibar davranışlarıyla son derece ısrarcıdır. asla bıkmayacak kadar mücadeleci ve arsız.
e böyle bir kız 'sevgilisi varken' kendi kız arkadaşlarıyla da görüşmez tabi. ama ilişkileri uzun süremediği ve herkesi de beğenmediği içindir ki fazla ayrı kalmıyoruz. ama tabi her çıktığıyla evlilik planları yaptığı için de bir kaç arkadaşıyla bir araya getirip sınavımıza sokuyor adamları.
bu konuda benden yardım isteyen bile oldu.. kırmadan nasıl başından atabilirmiş bilebilirmiymişim. söyleyemedim ondan kırmadan kurtulamayacağını ki. şimdiye kadar gördüğüm buydu, ben seni hak etmiyorumlar, annem istemiyorlar falan sökmez ona. isterlerse kendilerini kötü ve sadakasiz gibi göstersinler yemez o bu numaraları. uzatır da uzatır, adam ayrıldıklarını düşünür bizim kız sadece küçük bir kriz yaşadıklarını. adamı sıktığını kendini sevdiremediğini anlayamıyor. ya da umursamıyor. diktatörlerşiveriyor bu gibi durumlarda. ancak yüzüne pata küte söylerlerse onu sevmediğini, sevmediği davranışlarını anlayamaz ama kavga, ağlama krizi ve ayrılık gelir. sonra adamın çok kırıcı biri olduğunu iddia ederek kendinin ayrıldığını savunur.
bir keresinde
-"tatlım, sen de çok üstüne gitmesen, o sana uyacağına birazcık da sen uysan olmaz mı? onu bunu yapma demelerini azaltsan. sadece benim dediğim olsunları azaltsan. sen hiç mi dergi okumuyorsun? hani hep ilişkide kadınların yapmaması gerekenleri yazarlar ya.. sen tatlı tatlı söyleyerek çok baskıcısın aslında" dedim.
ama bu kadar çabası, emeği, evliliğe bu kadar hazırlıklı oluşu, estetik operasyonları yaptırması boşuna mıymış. bu kadar şeyden sonra her istediğinin olmasını hak etmiyormuymuş ne yani?? sitemkar biçimde söylüyor. bakışları 'sen de mi bürütüs?' . sanırsın kocasını çaldım elinden.
-"hak etmek başka elde temek başka. insanın hayatta her istediği olmuyor ki canım. dünya böyle, senin etrafında dönmüyor. şimdiye kadar öyle bir çift gördün mü?"
+'yaa, ne bileyim?'
aslında görse de anlamaz, nasıl bir pencereden bakıyorsa anlayamıyorum, fark edemiyor bazı şeyleri, işine mi gelmiyor ondan mı artık. menfaatine mi değil. hayır başkalarını sorunlarıyla değil yaşayış şekilleriyle ilgili sadece. duyarsız biri değil ama sadece kendine duyarlı. kendine yapılan haksızlıklar, kötülükler, kabalıklar vs konusunda. belki bir nebze de anne babasına. kardeşlerine bile öyle değil.
- "herşeyi parayla elde edemediğin gibi. demek ki tüm iyi özellikerine rağmen de elde edemiyor insan her istediğni. hem eskiden de böyleydin sen. yemek bilmezken, estetiksizken de.. "
ama o öyle istiyormuş napsınmış. hak falan verdiği yok, ona göre o anda onu hiç mi hiç anlamayan dünyanın kötülük timsali insanıyım, kalleşim onu sırtından vuruyorum, gerçekleri söyleyerek. dünya onun etrafında dönüyor ve onun tüm istedikleri olmalı. adamın istekleri mi e işte o varmış ya karşısında daha ne olsun??
sonunda patlatıyor bombayı, çünkü istediği gerçekler değil, teselli bile değil. hani adam çok mu şahaneydi hayır. ama canavar da değildi ve kızımız bir adamı nasıl çileden çıkaracağını, yavaş yavaş bataklık gibi nasıl bitireceğini iyi biliyor diyeceğim ama bu onun davranış biçimi. içinden öyle geliyor yani şablonlara, dergilere, testlere falan bakarak uyguladığı bilinçli yöntemler değil.
+'sen elde edemezsin de ondan!!!' işine gelmeyince nasıl çocuklaştı?
-"ha sen elde ettin yani?! bi yerden sonra paçaları tutuşmuş gibi kaçıyorlar senden... adamın her alanını işgal edip nefessiz bırakıyorsun tatlım, yaşayamıyor o da öyle! ben her istediğimi elde etmek istemiyorum ki! adam benim maymunum, çocuğum gibi olmasın. birbirimizin zevlerini, alanlarını bilerek, kabul ederek ve anlayış-uyum göstererek yaşamak istiyorum. kendimin penis eklenmiş versiyonuyla değil! sen diktatör gibisin ilişkilerinde.."
+'yaa öf ben sana gerçekçi ol mu dedim?'
-"ayy adam da çok gıcık ve çirkindi, üstelik işi de iyi değildi, ev geçindirirken iş sana düşerdi hep.. çocuk da sevmiyordu, aklı da hep futbol da oysa ki artık sen varsın, başka birşeyle ilgilenmemeli. şarkı niyetine bile senin sesini dinleseydi. gözü de dışarıdaydı ben anlamıştım zaten. üzülme sen daha iyisini hak ediyorsun. dediğim de oldu canım! ama ne oldu? her seferinde aynı şey. ben benzer laflar etmekten bıktım sen bıkmadın aynı şeyleri yaşamaktan, aynı sebeplerle ağlamaktan."
+'napayım yaa ben böyleyim! beni böyle kabul etsinler, ne yapayım??'
-"eden çıkmadı ama daha, edilemiyor demek ki. canım sen kaç ilişki yaşadın böyle?? hep aynı!" dedi kötülük timsali yazarınız!! :))
+'yanlış adamı seçiyorum belki?'
-"o zaman tam istediğin gibi birini buluncaya kadar arayacaksın, ya artık kendinden de ödün vermen gerektiğini anlayacaksın. şimdiye kadar seni kullanan biriyle nasıl karşılaşmadın anlamadım (onları da korkutur bayar :)). yetişkin yaşta birini fazla eğip bükmeye kalktın mı ters tepiyor işte görüyrsun canım. kaçırıyorsun adamları. çok matah bir şeyler de olsalar bari (yazar burada arkadaşının ağzına göre veriyor :) ). önce çok üstüne düşüyor, çok seviyorsun diye bi havalara girip sonra kaçıyorlar"
nasıl olduysa adamları elinden kaçırdığını kabul etti. ama huylu huyundan vazgeçmez ki. bazen anlar, hak verir gibi oluyor ama çok kısa bir an! o bencil duygusu izin vermiyor kabul etmesine. illa onun istediği şeyler olmalı. mesela adam onun sevdiği marka donu giymeli.
bir gün merak ettim sordum;
-"senin her dediğinin olduğu bir ilişki de sıkılmaz mısın ve bir yerde illa adam patlamaz mı benim dediğim şu şey de olsun diye falan?"
ama öyle bir aşk istiyormuş, adam onu çok sevdiği için her dediğini yapacağı bir aşk. ama unutuyor ki şıpsevdi olan kendi, ve birine tutulunca hemen gidip açılan ve ilişkiyi başlatan da kendi. adamın onu sevmesi için zaman bile tanımıyor ki. hemen üstüne gidiyor, baskı kuruyor ve evlilik imalarında bulunuyor. şaşıyorum bu nasıl bir şanstır ki karşısına manyak çıkmadı, ettikleri ters tepmedi..
hiç bıkmazmış öyle bir ilişkiden. ama bence istedikçe daha çok ister. sınırı yoktur. durduramaz kendini. nereye gider hayal edemiyorum.
bir süre sonra benim de çok uzatıp bir türlü sadede gelemediğim gibi yeniden aşık oldu bu arkadaşım.
yeni tanışmışlar adamla arkadaş ortamında. ama bu kez çetin cevize çatmış, kibarından da olsa. kalabalık arkadaş ortamından başka bir süre görememiş yüzünü.
ne yapıp edip adamla görüşmeyi başarımış. böyle anlatmıyor tabi. nasılsa bir buluşma kopartmış. kendi istediği oluncaya kadar istemekten bıkamamıştır. adam da bir görüşeyim de sussun artık, kestirip atarım demiştir garibim.
adamın soğuk ve mesafeli tavırları bizimkini yıldıracağına daha da cezbetmiş olacak. zoru başaracak sert adamı kölesi edecek. ama öyle onun her istediğini yapıp, mutlu ederek falan değil ha!! sakın ha sadece onun istedikleri olmalı....
buluşmada mesafeli davranmaya devam etmiş, sıkılgan davranmış bu arkadaşımı çok üzmüş çünkü çok fena aşık olmuş adama!
doğrudan söyleyemiyor tabi imalı laflar etmiş. ama o imalı lafları bile kendine yontmayı başarır...
adamın laflarından örnekler;
1- ben herkesle çıkmam (ayyy demek arkadaşımı beğenmiş de çıkmıııış- zorla buluşma kopartmış oysa)
2- ben eski kafalı biriyim (ayyyy tam arkadaşımın istediği gibiiii)
3- geleneksel bir ilişkiden yanayım (ayyy zaten arkadaşım da öyleee)
4- ben aşık olduğum zaman çıkarım biriyle (ayy arkadaşıma tam anlamıyla vurulmuş demek - zorla kabul ettirdi ya?!!)
5- ben çıktığım kızla evlenirim (ayyyy aşık olursa çıkıyor, aşıksa çıkıyorsa evlenmek istiyor, yani benimle çıktığına göre aşık, aşık olduğuna göre de evlenmek istiyor!!!! Nazlııııı benimle evlenmek istiyor!!! )
zoraki buluşma adamın bu ve benzeri nutuklarıyla sürmüş. adam boşuna konuşmuş aslında arkadaşım adam 'evlenmek' kelimesini kullandığı anda kalmış, gerisini dinlememiş bile. son kararını vermiş 'EVET'. hadi nikah masasına!
zaten bir kız bile yanında 'artık bizim de evlenme yaşımız geldi aslında, ben de çok istiyorum' gibi şeyler dese bile üstüne alınıyor.
sonra bana gelip 'Nazlı var ya bir kız bana evlenme teklif etti!' diyor.
ertesi gün bana adamın dediklerini anlattı. sence ne demek istiyordu diye?? gerçekçi birine sorması büyük hataydı. ama kıyamadım süzme yoğurduma, tam gerçeği söyleyemedim ki gene.
-"evlenmek istediğinden emin misin? niye kaçıyor ki o zaman. ay canım diyelim ki öyle, nasıl cesaret tanımadan evlenivereceksin sen??!"
bir gün öyle bir ağzımdan kaçacak ki, bir daha asla görüşmeyeceğiz. o gerçeklere katlanamadığı için ben ise onun bencil hayallerine... napalım her ilişkinin bir sonu oluyor işte. bizimkisi de yakın....
adamın kendisine kısmen evlenme teklif ettiğini düşünüyor, tam söylemesini istermiş ama. zorla başbaşa kaldıklarını söylediğini hatırlatınca başkalarını suçladı.
adam basbaya başından atmak istiyordu ki bunu en kısa sürede başarabilen biri olarak madalyayı hak etti. bir kaç defa yine kalabalık arkadaş gurubunda görüşmüşler, adam yalnız kalmamalarına çalışmış belli ki.
bir olay vardır bu olayı anlatırken sadece anlattıkların değil anlatmadıkların da hissedilir, anlattıklarınla noktalar bileştirilince boşlukların nasıl doldurulacağı olasılıkları çıkar ya... ben de öyle çıkarım yapmak durumunda kaldım.
arkadaşımın telefonlarına cevap vermemiş, ya da kız arkadaşı olmadığı bilinmesine karşın telefonuna bir kız bakmış. hem de defalarca. aramış çünkü arkadaşım anlamış ki adam onunla evlenmek istiyor. anlayamamış neden telefonlara çıkmadığını. hatta anlattığına göre arkadaş grubunun içinde bile görememiş...
adama bir daha ulaşamadı.
çok üzüldü.... evliliği kaçırdığını düşündü. hatta evlilikten döndüğünü iddia etti. anlayamadı adamın evlilik teklif edip sonra kaybolmasını. bir filmde görmüş, damatların düğünden hemen önce korkup kaçtığını adamın da korktuğunu düşündü ta ki adamı unutuncaya kadar. yani yeni birine tutulup ona her istediğini yaptırmak isteyinceye kadar.....
gökten üç elma düşmüş biri benim başıma diğer ikisi de yere! arkadaşıma düşmemiş...
aynen bu kısırdöngüyle devam ediyor hayatına. 1 haftayla-2 ay arasında değişen şekilde erkekleri kendine aşık etmek için kendinin her dediğini yapmaları gerektiğine inandırmaya çalışarak!
'her dediğimi yapın! her istediğim olsun! her şey benim dediğim gibi olsun!! o zaman mutlu olursunuz...'
21.08.2012
pek dokanmatik biri değilim - i'm not touchy person
pek dokanmatik değilim ama aksilik bu ya ters kutuplar birbirini çeker misali peşimi bırakmıyo aksilikler...

'ben de geleyim' yazımda belirttiğim konuya değineceğim.
mesafeli biriyim elleşmeyin benimle!! :)
anneme göre yapışık ikiz gibi ellek gezmeliyiz.
ona göre sürekli kolkola, elele, yanakyanağa... hiç sıkılmaz.. hatta bazen yaşı küçük insanları örnek gösterir. ayy bak ne güzel anne-kız sarılıp geziyorlar diye...
kızım sana söylüyorum gelinim sen duy yapar bazen de.. ya da benim arkadaşlarımla samimi olup kendine sarıltarak nispet yapar gibi...
arkadaşım annemin esprisine gülüp teyze çok alemsin deyip sarılmıştı bir gün. annem bana nispet yapar bakışı atıyo. sanki ben bırakıp onu kızı yapabilecek.. 'Allah ayırmasın!' dedimdi... :)
bir gün fena tartışmıştık... off anne kendine bir sevgili bul en iyisi! ben sevgilinin vermesi gereken sevgileri, tatminler telafi edemem! çıktı ağzımdan. o da küstü.
altı üstü onun öpülmek istediği anlarda onu öpmemmiş istediği, sevgi göstermemmiş, ihtiyacı varmış, başka kimseden de istemezmiş sevgi mevgi... ben sevgimi öperek, dokunarak, sarılarak değil davranış, bakış, hediyeler falanla gösteririm..
bana yapılacak büyük kötülüklerden. işkencelerden biri de bu! beni sarmaşık türünden bir insan evladıyla kelepçelemek! :)
işte damak tadından sonra bir konuda daha hiç benzemiyoruz birbirimize. annem kedi gibidir. sırnaşmayı, sarılıp, öpmeyi, dokunmayı çok sever.
ona kalsa şu yaşımda çoğu zaman koyun koyuna yatarız, tv izlerken elele tutuşuruz, yolda sokakta sarılıp öpüşür koklaşırız (özellikle toplum içinde).
bense mesafeliyimdir, çok sevdiğim birisi için yapmayacağım şey azdır (nasıl istediğine de bağlı), ama öyle çok sarmaş dolaş, oynaş koklaş sevmem..
annemi bu huyum deli eder her zamanki gibi didaktik taktikler geliştirir...
önceki yazıda bahsettiğim arkadaşlarım iyidir hoştur da işte onlar da sarmaşık türünden biraz maalesef. bu yüzden beni anlayamazlar, anlayamadılar.
çok kardeşli falan büyümelerinden alışıklar belki, ya da karakterlerinde var, bilemeyeceğim artık o kadarını.

allah bunların sevgili ya da kocalarına sabır versin... her an sarılıp uyuyacağım diye adamları çıldırtırlar.
bi de böyle sarmaşık türünden canlılar karşısındakini ya anlamaz ya takmaz, ya da alıştırmaya çalışır, neyse artk, illa sarılıp dolanırlar. kelimeler, davranışlar, küçük jestler, hediyeler o kadar da mühim değildir, illa okşayacan!
yok olmazsa istedikleri triplere girerler. çeşitli yollar denerler çocuk taklidiyle 'ama sen beni sevmiyorsun!' gibi.
annem bu yaşımda yapar bazen bunu öpmüyormuşum hiç, o zaman sevmiyormuşummuş.... alıştırmaya çalışıyor beni güya... bu yaşta bile.. ağaç yaşken eğilmiş işte eğileceği kadar.
kocanı da böyle sevmezsen olmaz ki kızım dedi bi gün. aynı şey değil dedim. koca ayrı ona karşı cinsel arzuların olur ama böyle bir fikir besleyemeyeceğin insanlarla fazla temas anlamsız ve gereksiz..
bi defasında avm'de bir şeyler içerken beni 8-10 yaşlarında çocukla kıyasladı, çocuk annesini cafede öpüyor falan. ben öpmüyormuşum. Allahım yaa!
herkese garip gelmiyor belki yetişkin yaşta birinin, hatta karta kaçan :) bu kadar çok öpücüklü olması.
hani ayrı kalmış özlemiş olsam, ki öyle zamanlar da yaşadık, sarılır öperim.. ama annem gün içinde bekliyor. bilmiyorum yani adeta şimdiye kadar alamadığı, doyamadığı bir sevgiyi, ilgiyi benden başka türlü biçimde bekliyor..
bi sır vereyim çok sırnaşık olmamakla beraber sevgilime uygun durumlarda sarılamayı, öpmeyi severim. ama bayacak kadar değil. hani öf yeter yapıştın kızlar var, ben ondan değilim ayarımı bilirim. hem insanın yakınlık isteyeceği zamanlar var istemeyeceği zamanlar var.. şimdiye kadar da şikayet almadım. hani öyle çok şikayet edebilecek kişi de olmadı ama...
bu kızlara bıraksan vantuz gibi yapışıp bırakmazlar ama. sırf öpücük anlamında da değil. bunlar adam ayrılmak, boşanmak falan istese bin dereden su getirip, çektirirler. zaten birini biliyorum biraz.. vantuz kızı sonra bi ara yazarım..
çocuk taklidiyle 'ama çen beni çevmiyyoçun!?' taktiğini bana uygulamaya kalkanlar oldu da. yoo erkek değilim, valla klasik bi Türk kızı tipindeyim. koca popomla mahsuscuktan erkek kılığına bile girmem imkansız benim :)
çok kalabalık, akrabalı falan yerde yatıya kalmiycan anacım... :) hani ben engellemesem bana sarılıp uyuyacak manyak kızlar...
e bi keresinde 'la evlen de beyine sarıl yat! koca taklidi yapamam sana!' diye çemkirdiydim.
mecbur kaldım, valla tacizkardı.
ellemiyor oramı buramı tabi ama hoşlanmıyorum lan! gelmiş sarılmış koluma, belime, kafasını hafifçe dayamış omzuma öyle uyuyacakmış. beni çok seviyomuş da ondanmış, ben onu sevmiyo muymuşum??
bir de bencil bir de bencil sanırsın ben mecburum bu zevki vermeye ona... bilinçaltından gelecekteki kocasını yerine beni koyup uyuyacak, alıştırma yapacak manyak! evlenmeden sevişemiyor ya böyle tatmin olacak sanırsın..
paronoyak değilim ben bu böyle!! hafif lezbiyenliğe, biseksüelliğe meyilliler de işte bu toplumda anlayamıyor, farkına varamıyor ihtiyaçlarını böyle gideriyorlar sanki..
herkesin sevgiye ihtiyacı olur tabi ama bu mıncıklık, bu cıvıklık nedir? sevgilinle giderebildiğin yere kadar gider, beni karıştırma... normal değil bu yaa!
tabi gene ben suçlu oldum, eşcinsel gibi bana dolanıp uyumak isteyen, masum ayaklarına yatan kız değil de... yani 20li yaşlarının ortalarını zorlamış bir genç kızın (26) yine kendi yaşlarında bir akraba kızına dolanıp sarılıp uyuma isteği normal de benim istememem ve sinirlenmem anormal. insanımız hala kızkıza ne olacak ki? :) görüşündeler...
eşcinseller alınmasın lütfen, ayırdetmiyorum onları. bilakis insan nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşamalı. ben sadece dokanmatik değilim sınırlarım var.
'ben de geleyim' yazımda belirttiğim konuya değineceğim.
mesafeli biriyim elleşmeyin benimle!! :)
anneme göre yapışık ikiz gibi ellek gezmeliyiz.
ona göre sürekli kolkola, elele, yanakyanağa... hiç sıkılmaz.. hatta bazen yaşı küçük insanları örnek gösterir. ayy bak ne güzel anne-kız sarılıp geziyorlar diye...
kızım sana söylüyorum gelinim sen duy yapar bazen de.. ya da benim arkadaşlarımla samimi olup kendine sarıltarak nispet yapar gibi...
arkadaşım annemin esprisine gülüp teyze çok alemsin deyip sarılmıştı bir gün. annem bana nispet yapar bakışı atıyo. sanki ben bırakıp onu kızı yapabilecek.. 'Allah ayırmasın!' dedimdi... :)
bir gün fena tartışmıştık... off anne kendine bir sevgili bul en iyisi! ben sevgilinin vermesi gereken sevgileri, tatminler telafi edemem! çıktı ağzımdan. o da küstü.
altı üstü onun öpülmek istediği anlarda onu öpmemmiş istediği, sevgi göstermemmiş, ihtiyacı varmış, başka kimseden de istemezmiş sevgi mevgi... ben sevgimi öperek, dokunarak, sarılarak değil davranış, bakış, hediyeler falanla gösteririm..
bana yapılacak büyük kötülüklerden. işkencelerden biri de bu! beni sarmaşık türünden bir insan evladıyla kelepçelemek! :)
işte damak tadından sonra bir konuda daha hiç benzemiyoruz birbirimize. annem kedi gibidir. sırnaşmayı, sarılıp, öpmeyi, dokunmayı çok sever.
ona kalsa şu yaşımda çoğu zaman koyun koyuna yatarız, tv izlerken elele tutuşuruz, yolda sokakta sarılıp öpüşür koklaşırız (özellikle toplum içinde).
bense mesafeliyimdir, çok sevdiğim birisi için yapmayacağım şey azdır (nasıl istediğine de bağlı), ama öyle çok sarmaş dolaş, oynaş koklaş sevmem..
annemi bu huyum deli eder her zamanki gibi didaktik taktikler geliştirir...
önceki yazıda bahsettiğim arkadaşlarım iyidir hoştur da işte onlar da sarmaşık türünden biraz maalesef. bu yüzden beni anlayamazlar, anlayamadılar.
çok kardeşli falan büyümelerinden alışıklar belki, ya da karakterlerinde var, bilemeyeceğim artık o kadarını.
allah bunların sevgili ya da kocalarına sabır versin... her an sarılıp uyuyacağım diye adamları çıldırtırlar.
bi de böyle sarmaşık türünden canlılar karşısındakini ya anlamaz ya takmaz, ya da alıştırmaya çalışır, neyse artk, illa sarılıp dolanırlar. kelimeler, davranışlar, küçük jestler, hediyeler o kadar da mühim değildir, illa okşayacan!
yok olmazsa istedikleri triplere girerler. çeşitli yollar denerler çocuk taklidiyle 'ama sen beni sevmiyorsun!' gibi.
annem bu yaşımda yapar bazen bunu öpmüyormuşum hiç, o zaman sevmiyormuşummuş.... alıştırmaya çalışıyor beni güya... bu yaşta bile.. ağaç yaşken eğilmiş işte eğileceği kadar.
kocanı da böyle sevmezsen olmaz ki kızım dedi bi gün. aynı şey değil dedim. koca ayrı ona karşı cinsel arzuların olur ama böyle bir fikir besleyemeyeceğin insanlarla fazla temas anlamsız ve gereksiz..
bi defasında avm'de bir şeyler içerken beni 8-10 yaşlarında çocukla kıyasladı, çocuk annesini cafede öpüyor falan. ben öpmüyormuşum. Allahım yaa!
herkese garip gelmiyor belki yetişkin yaşta birinin, hatta karta kaçan :) bu kadar çok öpücüklü olması.
hani ayrı kalmış özlemiş olsam, ki öyle zamanlar da yaşadık, sarılır öperim.. ama annem gün içinde bekliyor. bilmiyorum yani adeta şimdiye kadar alamadığı, doyamadığı bir sevgiyi, ilgiyi benden başka türlü biçimde bekliyor..
bi sır vereyim çok sırnaşık olmamakla beraber sevgilime uygun durumlarda sarılamayı, öpmeyi severim. ama bayacak kadar değil. hani öf yeter yapıştın kızlar var, ben ondan değilim ayarımı bilirim. hem insanın yakınlık isteyeceği zamanlar var istemeyeceği zamanlar var.. şimdiye kadar da şikayet almadım. hani öyle çok şikayet edebilecek kişi de olmadı ama...
bu kızlara bıraksan vantuz gibi yapışıp bırakmazlar ama. sırf öpücük anlamında da değil. bunlar adam ayrılmak, boşanmak falan istese bin dereden su getirip, çektirirler. zaten birini biliyorum biraz.. vantuz kızı sonra bi ara yazarım..
çocuk taklidiyle 'ama çen beni çevmiyyoçun!?' taktiğini bana uygulamaya kalkanlar oldu da. yoo erkek değilim, valla klasik bi Türk kızı tipindeyim. koca popomla mahsuscuktan erkek kılığına bile girmem imkansız benim :)
çok kalabalık, akrabalı falan yerde yatıya kalmiycan anacım... :) hani ben engellemesem bana sarılıp uyuyacak manyak kızlar...
e bi keresinde 'la evlen de beyine sarıl yat! koca taklidi yapamam sana!' diye çemkirdiydim.
mecbur kaldım, valla tacizkardı.
ellemiyor oramı buramı tabi ama hoşlanmıyorum lan! gelmiş sarılmış koluma, belime, kafasını hafifçe dayamış omzuma öyle uyuyacakmış. beni çok seviyomuş da ondanmış, ben onu sevmiyo muymuşum??
bir de bencil bir de bencil sanırsın ben mecburum bu zevki vermeye ona... bilinçaltından gelecekteki kocasını yerine beni koyup uyuyacak, alıştırma yapacak manyak! evlenmeden sevişemiyor ya böyle tatmin olacak sanırsın..
paronoyak değilim ben bu böyle!! hafif lezbiyenliğe, biseksüelliğe meyilliler de işte bu toplumda anlayamıyor, farkına varamıyor ihtiyaçlarını böyle gideriyorlar sanki..
herkesin sevgiye ihtiyacı olur tabi ama bu mıncıklık, bu cıvıklık nedir? sevgilinle giderebildiğin yere kadar gider, beni karıştırma... normal değil bu yaa!
tabi gene ben suçlu oldum, eşcinsel gibi bana dolanıp uyumak isteyen, masum ayaklarına yatan kız değil de... yani 20li yaşlarının ortalarını zorlamış bir genç kızın (26) yine kendi yaşlarında bir akraba kızına dolanıp sarılıp uyuma isteği normal de benim istememem ve sinirlenmem anormal. insanımız hala kızkıza ne olacak ki? :) görüşündeler...
eşcinseller alınmasın lütfen, ayırdetmiyorum onları. bilakis insan nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşamalı. ben sadece dokanmatik değilim sınırlarım var.
ben de geleyim
bir arada da annemin 'ben de geleyim' takıntısı vardı. nereye gitsem benimle gelecek illa.
artık o sıralardaki takıntısı ya da korkusu neyse. anlatmaz da. bi ara çıtlatır gibi olduydu.
gazetelerde kötü haber okuyunca korkuları depreşiyor. başıma kötü bişey gelmesinden korkuyor.
onun yanındayken ben güvendeymişim, asla izin vermezmiş. (bunu o zamanlar 28-29 yaşında, 165cm boya 61 kilodaki kızına söylüyor. yani öyle minyon falan da değilim hiç.)
tamam da annecim ben artık yetişkinim, kendimi koruyabilirim, insanları tanıyabilirim, hem öyle gece yarıları ne olduğu belirsiz yerlere de gitmiyorum ki. yalnız olmaya alışmalı, herşeyi yalnız da yapabilmeyi becermeliyim falan fiştan.. olsunmuş omuz silkiyo.
peki evlensem başka şehre gitsem. off nazlı! gelmemi istemiyorsan söyle! der. söyleyince de gücenir. yapışık ikiz gibi ellek gezmeliyiz ona göre.. sürekli kolkola, elele, yanakyanağa... (bi sonraki yazı da değineyim buna konuyu çok saptırmayayım)..
kız arkadaşlarımla kırk yılda bi görüşeceğiz aa ben de geleyim
yürüyüş yapacağım aa ben de geleyim
alışveriş yapacağım ben de geleyim
zaten tüm gün bi evin içinde beraberiz, dışarda biraz yalnız kalayım. anlatabilirsen anlat!!

peki der sonra arkadaşlarla oturuyoruz bi bakarız ki annem; geçerken uğramış, oralarda geziyormuş!!
bir de bilmiyormuş orada olduğumuzu, şaşırmış numarası yapar ki eh! beş dakka uğramış..
aptal kızlar anlamazlar tabi, herşeyimi bildiğini, her an beraber olduğumuzu, buluşmamızdan haberi olduğunu da.
'beni hiç yalnız bırakmıyor, her an beraberiz, kontrolu altındayım her an' demiş olsam da. e ne güzel işte derler.
annelerini çok sevdiklerinden, özlediklerinden değil aslında aptal, bağımsızlıktan korkan, yapışkan tipler çünkü.... arkadaşlarımı da hemen karaladım ama gerçek bu. onlara da bi ara değinirim...
o beş dakika beş saat olur!... benim zaten defalarca dinlediğim, bildiğim olaylar benden rol çala çala kızlara heyecanla anlatılır, deşarj olur,
benimle tartışır gibi yapılır ve biliyor musun nazlı?? deyip çoook iyi bildiğim bi durum ben bilmiyomuşum gibi anlatılır.
sana bir şey söyliim mi nazlı diye başlayıp benim yaşadığım bir durumu bile ben bilmiyomuşum gibi anlatır!! aptal kızlar da bu tiyatoroya inanır. gerçekten annem bilmiyo sanır salaklar..
e ben anlatmışım ki o da size anlatabiliyor nihal! desen de şüpheli kız; hıı doğru ya!!!...
bi ara her alanımı işgaldeydi annem. benim için endişeleniyormuş. neden? ne yaptım da? hiç bir şey yaptığım da yoktu.
bazen bir haber okuyor çok duygulanıyor, etkileniyor ve annelik içgüdüleri fazla kabarıyor.
beni korumak istemesi elbet normal ama beni hiç yalnız bırakmayıp boğarak değil. benim yalnız kalmayı da sevdiğimi bilmesine rağmen..
bir ara kaçırılan bir kızın haberinden, bir ara da bunalımdan sonra canına kıyan bir kızın haberinden etkilenip korkmuştu. çaresi de beni yalnız bırakmamaktı.
hani çocukken, yana küçük genç kızken bazı şeyleri bilmememin, anlayamamamın verdiği toyluktan, tecrubesizlikten korksa haklı..
birisine kapılabilir, etrafında kötü niyetli manyakların olduğunu farketmeyebilir insan o yaşta ki benim algılarım hep güçlü ve hep şanslı oldum. küçük kıskançlıklar, entrikalardı gördüklerim ancak. manyak, sapık, katil ruhlu kimse çok şükür rastlamadı bana.
ama insan 29 yaşındayken bile... e sinirine dokunuyor. seni aptal enayi yerine koyuyormuş gibi geliyor çünkü,,, başına bir şey gelir denmesi.
söylesen de ben senin iyiliğin için.. der..
bi süre sonra planlarımdan hahsetmemeye başladım, çıkacaksam son ana kadar bilmedi. böyle bir daral gelmiş de kendimi sokağa atmışım havası verdim.. oysa günlerdir planladığım durumlar vardı.. davetli olduğum yerler. ayy son dakka haberim oldu falan yaptım.
gelemeye gelemeye anladı. ya da eve tek parça dönmemden korkularını atlattı... tam yok olmadan önce korku hani nispeten önemli durumlarda 'ben de geleyim mi' ler başladı.
dişçiye gidiyorum, ya da ayağımı çok fena incitmiştim doktora gidiyordum, lazer epilasyona gidiyordum soruyor. kendimi kaybedecek gibi olsam aman allah vermesin ama neyse de. durduk yere...
böyle insanlar tanıdım ama hiç bir şeyi tek başlarına yapamayan. illa yanlarında birini isterler, sohbet aradığından da değil.. nedense..
yani güçlü, bağımsız, cesaretli (hani sonuçta maceraya atılmıyorum ki günlük yaşam işte ama) falan biri değil de sırnaşık bir ödlek tavuk olsam, 'gel nolur ben çok orkarım elimden tut anne' desem sevinecek neredeyse...
artık o sıralardaki takıntısı ya da korkusu neyse. anlatmaz da. bi ara çıtlatır gibi olduydu.
gazetelerde kötü haber okuyunca korkuları depreşiyor. başıma kötü bişey gelmesinden korkuyor.
onun yanındayken ben güvendeymişim, asla izin vermezmiş. (bunu o zamanlar 28-29 yaşında, 165cm boya 61 kilodaki kızına söylüyor. yani öyle minyon falan da değilim hiç.)
tamam da annecim ben artık yetişkinim, kendimi koruyabilirim, insanları tanıyabilirim, hem öyle gece yarıları ne olduğu belirsiz yerlere de gitmiyorum ki. yalnız olmaya alışmalı, herşeyi yalnız da yapabilmeyi becermeliyim falan fiştan.. olsunmuş omuz silkiyo.
peki evlensem başka şehre gitsem. off nazlı! gelmemi istemiyorsan söyle! der. söyleyince de gücenir. yapışık ikiz gibi ellek gezmeliyiz ona göre.. sürekli kolkola, elele, yanakyanağa... (bi sonraki yazı da değineyim buna konuyu çok saptırmayayım)..
kız arkadaşlarımla kırk yılda bi görüşeceğiz aa ben de geleyim
yürüyüş yapacağım aa ben de geleyim
alışveriş yapacağım ben de geleyim
zaten tüm gün bi evin içinde beraberiz, dışarda biraz yalnız kalayım. anlatabilirsen anlat!!
peki der sonra arkadaşlarla oturuyoruz bi bakarız ki annem; geçerken uğramış, oralarda geziyormuş!!
bir de bilmiyormuş orada olduğumuzu, şaşırmış numarası yapar ki eh! beş dakka uğramış..
aptal kızlar anlamazlar tabi, herşeyimi bildiğini, her an beraber olduğumuzu, buluşmamızdan haberi olduğunu da.
'beni hiç yalnız bırakmıyor, her an beraberiz, kontrolu altındayım her an' demiş olsam da. e ne güzel işte derler.
annelerini çok sevdiklerinden, özlediklerinden değil aslında aptal, bağımsızlıktan korkan, yapışkan tipler çünkü.... arkadaşlarımı da hemen karaladım ama gerçek bu. onlara da bi ara değinirim...
o beş dakika beş saat olur!... benim zaten defalarca dinlediğim, bildiğim olaylar benden rol çala çala kızlara heyecanla anlatılır, deşarj olur,
benimle tartışır gibi yapılır ve biliyor musun nazlı?? deyip çoook iyi bildiğim bi durum ben bilmiyomuşum gibi anlatılır.
sana bir şey söyliim mi nazlı diye başlayıp benim yaşadığım bir durumu bile ben bilmiyomuşum gibi anlatır!! aptal kızlar da bu tiyatoroya inanır. gerçekten annem bilmiyo sanır salaklar..
e ben anlatmışım ki o da size anlatabiliyor nihal! desen de şüpheli kız; hıı doğru ya!!!...
bi ara her alanımı işgaldeydi annem. benim için endişeleniyormuş. neden? ne yaptım da? hiç bir şey yaptığım da yoktu.
bazen bir haber okuyor çok duygulanıyor, etkileniyor ve annelik içgüdüleri fazla kabarıyor.
beni korumak istemesi elbet normal ama beni hiç yalnız bırakmayıp boğarak değil. benim yalnız kalmayı da sevdiğimi bilmesine rağmen..
bir ara kaçırılan bir kızın haberinden, bir ara da bunalımdan sonra canına kıyan bir kızın haberinden etkilenip korkmuştu. çaresi de beni yalnız bırakmamaktı.
hani çocukken, yana küçük genç kızken bazı şeyleri bilmememin, anlayamamamın verdiği toyluktan, tecrubesizlikten korksa haklı..
birisine kapılabilir, etrafında kötü niyetli manyakların olduğunu farketmeyebilir insan o yaşta ki benim algılarım hep güçlü ve hep şanslı oldum. küçük kıskançlıklar, entrikalardı gördüklerim ancak. manyak, sapık, katil ruhlu kimse çok şükür rastlamadı bana.
ama insan 29 yaşındayken bile... e sinirine dokunuyor. seni aptal enayi yerine koyuyormuş gibi geliyor çünkü,,, başına bir şey gelir denmesi.
söylesen de ben senin iyiliğin için.. der..
bi süre sonra planlarımdan hahsetmemeye başladım, çıkacaksam son ana kadar bilmedi. böyle bir daral gelmiş de kendimi sokağa atmışım havası verdim.. oysa günlerdir planladığım durumlar vardı.. davetli olduğum yerler. ayy son dakka haberim oldu falan yaptım.
gelemeye gelemeye anladı. ya da eve tek parça dönmemden korkularını atlattı... tam yok olmadan önce korku hani nispeten önemli durumlarda 'ben de geleyim mi' ler başladı.
dişçiye gidiyorum, ya da ayağımı çok fena incitmiştim doktora gidiyordum, lazer epilasyona gidiyordum soruyor. kendimi kaybedecek gibi olsam aman allah vermesin ama neyse de. durduk yere...
böyle insanlar tanıdım ama hiç bir şeyi tek başlarına yapamayan. illa yanlarında birini isterler, sohbet aradığından da değil.. nedense..
yani güçlü, bağımsız, cesaretli (hani sonuçta maceraya atılmıyorum ki günlük yaşam işte ama) falan biri değil de sırnaşık bir ödlek tavuk olsam, 'gel nolur ben çok orkarım elimden tut anne' desem sevinecek neredeyse...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)