bir önceki yazıda banyo yapmaktan bahsederken geldi saç konusundaki anlaşmazlığımız annemle.
jöle, köpük ya da şekillendirici birşey sürmemden taraf değil, baskıcı olmamak adına yasak koyamıyor ama dırdırla işi halletmeye çalışır. evet saçı yorduğu, yıprattığı doğru ama şekil alması ve şeklin kalması için gerekli.
annem saçını hep oldukça kısa kestirir, kolayca da şekil alır. benim ince telli saçlarıma göre daha kalın tellidir saçı çünkü. bu farkı gözetemiyor işte.
her yaz başı tartışma konusu aynı. hiç sekmeden vazgeçmeden. sıcaklar hafiften kendini belli eder etmez annemden şunu duyarsınız;
-'gidelim de kuaföre saçlarımızı kısacık kestirelim!!'
bunda da çoğul konuşup karar vermek istiyor. beraber yapalım istiyor. kısa saç bana yakışıyormuş diye de iknaya gider. usanmadan dener.
ben uzun saç seviyorum, bakımı da zor olsa şekil vermesi de zor olsa. umrumda değil!! kısa saç hiç yakışmıyor değil ama incetelli saç için epey zor, terledin mi kafana yapışır, istemediğin yerlerden kıvrılır, şekli bozulur.
annemin öyle değil, tarayıverir, şöyle bir havalandırır olmadı az krepe yapar tamam.
ilkokuldayken de annem beni kandırıp kuaföre beraber gider kestirirdik kısacık. şekil vermesi kolay olur iddiasında hala. bakımı zor tabi bir de kadın senin saçımla mı uğraşsın diyecek gibisiniz noldu?
neden o uğraşsın ki, saç benim kafamda. ilk okulda bile hatta anasınıfında bile kendim yıkanır saçımı da kendim kuruturdum, ona ne oluyor ki.
tabi okuldayken bir şey sürülmezdi bende tarar, kafamı eğip havalandırır, kaküle de fön çekiverirdim. ama annem tepem de nazlı hadi hadi nazlı... benim saçım dalgalı, ablamın pırasa kadar düz onun fazla zamanını almazdı. o kadar düzdü ki saçı yataktan kalkınca bile birbirine dolanmaz iplik gibi iner. gene anneminkinden farklı ama hemen örgü yapıverir tamam olur. onların kolay şekil alan saçları ve süssüzlükleri yüzünden ben de hep bekleten gibi oldum. kendileri hazır olduğu an ben bir fazlalık 'hadi nazlı yaa'.
benim uzatmak istediğim ve artık ilkokuldan sonra elletmediğim saçım anneme hep fazla göründü. sabahları 'hadi nazlı!' nidasından başka, 'şu saçlarını kestirsen kısacık' lafını duydum. açık bırakamazdım ben de elbet, tarayıp kabarttıktan kaküle fönden sonra örüverirdim ama gene de fazlaydı.
her fırsatta gözü saçımda ya 'daha saçını yapmadın mı?' , 'of daha nazlı saçını yapacak!' , 'nazlı'nın saçı beklenecek!' , 'kısacık kestirsen şunu' der. hala da takık! ara ara mesela işte sıcaklar bahanedir şimdilerde. kışın da soğukta yıkamak, kurutma zorluğu bahanedir.
ablamın bir şeyden haberi yok saftirik, saçını örüverdi mi bitti, ne benden taraf annemden kayar yememek için, ne annemden taraf başbaşa kalınca sitem edip kafasını şişirmemem için, tarafsız bölgelere çekilir kalır bizim annemle laf yarışlarımızda....
hatırlayamadım her halde dersini alıp oturmuştur da ondan...
işte şimdilerde de yaz ve kış bahane.
bir ara omuz hizasından yukarda kestirmiştim, beraber gitmiştik kuaföre. kuaför kestikçe annem rahatlıyor, sanıyor ki kurtuldu. saçımdan ne istiyor ve neden kendinin kurtulması gerekiyorsa artık.. ben sıkılsam neyse bin dert bir saç.
daha da kuaföre koltuğa otururken hatta girişte
-'saçımızı kısacık kestirmeye geldik!!' diyor bi sevinçle..
milletin annesi uzun rapunzel gibi saç sever, benimkisi kazıtsam sevinecek :)
ben atılıp ekliyorum;
+"benim omuz hizalarında olacak!"
birgün saçımı kısa kestirmememin sırf inattan olduğunu söyledi bana. belki de öyle. ama ne farkeder ki saç benim.
+"ama ben uzun seviyorum, hem şekil almıyor kısayken, kısa saç tepeme yapışıyor, garip yerleri kıvrılıyor seninki, ablamınki gibi düz diil ki, kendimi kötü hissediyorum böyle olunca. kendimi güzel görmek, hissetmek hakkım değil mi? neden anlamıyorsun ki?" dedim.
ama benim doğallığım ve masumluğum yetermiş zaten güzelmişim. neden daha güzel olmayayım, ya da en azından ben öyle hissetmeyeyim neden? makyaj da sevmez mesela. o da mesele. kaşı gözü belirgindir işte çok gerekmez. arada rimel sürerdi eskiden.
ailede daha çok ablam anneme benzer, üstelik çok daha evcil bir insandır, ne derse yapar, itaatlardır da. ama o zaten kendine daha çok benzediği için midir nedir beni kendine benzetmeye çalışır. saçını kısacık kestirip, hiç makyaj yapmayan sütyen düşmanı bir kız olmalıyım.. ablamın mı yoo upuzun saçı var. pırasa gibi düz hala. zaten kısa saçla peruk takmış gibi olur, çaresiz yani bu konuda.
hala kuafördeyiz. annem sandı ki saçım hadi en azından omuzdan yukarı oldu, artık çok kolay şekil alacak, hiç uğraşmayacağım falan. her zaman da beni beklyor değil ha, okula kursa giderken de kendine stres yaratır. nazlı derse yetişebilecek mi? şu saçını kısacık kestirse yetişirdi.
neyse sonuç daha da bakım ve şekil gerekmesi biçiminde oldu çene hizası diyelim saçım için. hah ha daha çok uğraşmam gerekti, hatta daha çok zaman aldı kabarıp paskırdığı için...
gene uzattım ondan sonra...
ama anneme göre hala en iyi saç modeli kısacık kesim benim için. ilkokulda ne kötü dolaşırdım o kısa saçla yaa. o zaman pek farkında değildim gerçi ve saçım daha iyiydi, ne fön çekilmiş ne sprey sıkılmış, pırıltılı doğal saç. ama püskürüktü işte..
şimdi saçımı hiç kestirmiyor değilim yani sonuçta guinnes rekorlar kitabına girme hırsım yok. ama işte bir kaç santim, kırıklarını aldırmak, kat vermek maksatlı. annem her halde beni gönderirken yalnız gittiğim zamanlar kuaföre arkamdan dua ediyordur bir yanlışlık olsa da kısa kesilse diye..
çünkü her fırsatta -'kısa kestirsen bak görürsün ne kadar kolay, güzel oluyor, annem haklıymış dersin vazgeçemezsin' diyor. hani desen çene hizasında kestirmiştim de çok zor şekil almıştı diyorsunuz di mi? dediim cevap; 'daha kısa olsaydı öyle olmazdı ki, yeterince kısa kestirmemiştin!!'
tabi ünlü ya da sokakta gördüğü birilerini örnek verip imrendirme yöntemi, kısa saçın olumlu yanlarını ki kendine göre olumsuzu yok, anlatıp zihne fikir ekme işlemlerini yapıyor...
(sütyen düşmanlığını anlatmışmıydım ben?)
neyse.
belki ben mi anlatamıyorum. bu konuda o kadar çok münakaşa ettik ki aslında her yolu denedim. kavgayla, sert, üzüntü sıkıntıyla anlattım. saçım seninki gibi değil, dalgalı ve ince telli, tarayıp çık olmuyor... uzun saç seviyorum....benim yüz şeklime uymuyor.... ama öyle her saç her yüze uymaz ki!... sivilce izlerimi ve kulağımı kapatmalıyım...
ne dersen de sırf senin hatırın için o an kapatıyor konuyu. ya da sıkıldığı için. ama kendi fikri doğru. bi gün "iyi ki politikacı değisin anne, diktatör olurdun" demiştim ama canım fikrini savunuyormuş!!! baskı yapmıyormuş ki!!!
tabi ya kandırmaya ya imrendirmeye ya da o fikri sen farkına varmadan sana aşılamaya çalışır inceptioncu annem :)) aayyyy götüme kadar uzatçam saçımı!!!
acaba diyorum aslında çok uzun saçlı olmamı istiyor da mahsus inat damarıma basmak için mi tersini söyleme taktiği uyguluyor???
uzun anlamsız karamsar birbirine benzeyen yazılar... *biraz atıyor ve abartıyor olabilirim de olmayabilirim de, garanti yok. *bu blogdaki yazılar gerçek kişi, olay ve mekanlardan ilham alınarak yazılmıştır. *isimler akıl sağlığım açısından, bir çemberin iç açıları yüzünden falan fiştan değiştirilmiştir. *benzer durumlardaki isimler tutmuyorsa ondandır... *bu blogdaki yazılar sırasında hiçbir canlıya zarar verilmemiştir (kendim hariç^^) *varsa fotoğraflar alıntıdır. *hepsi saçmalıktır ^__^
30.09.2012
bir diyalog daha - ne yapıyorsun orada? - banyoda mısın sen??
ben tuvaletteyim, annem koridorda sesleniyor anlaşılan tuvalette olduğumu bilmiyor. hata ben de bildirmeliydim! tv odasından çıkarken bazen soruyor ne düşünüyorsa artık. ya da çişimin gelmesine mi şaşırıyor?
------------------------------------
-'nereye??'
sanki akşamın bir saati dizi izlerken birden atlayıp zimbabweye gideceğim! seçenek nedir ki? üç oda bi salon iki balkon bi banyo olan evde??
+"tuvalete anne!"
bazende sabırsız oluyorum sorusunun saçmalığını ve gereksizliğini anlasın diye
+"uzaya! new york'a, kocaya kaçıyorum, pencereden dostumu alacam odama!" diyorum.
ama sıkılınmayacak gibi mi yahu? dizi izlerken kalkmamamlı mıyım yerimden? dizinin süresini düşünürsek sidik torbam patlayıp geberinceye kadar oturmam lazım. zaten nereye gidebilirim ki??
kızıyor 'aman sen de! lafın hazır'
e beni lafı ağzında, hazır hale getiren kendi? oda değiştirirken bile bilgisi olmalı, tutsağım sanki. böyle söyleyince de ha yok usturuplu söylüyorum ama gene ben suçluyum, ne varmış yani söylesem?
mesela kalkıp gidip odamda ve ya neredeyse işte fazla kalırsam merak ediyor. sanki kendi odamda başıma korkunç şeyler falan gelecek, ya da yasak çiğnemişim.
bi keresinde diziden bunaldım odama geçtim, dolabımı düzenleyeyim dedim. bir süre sonra bir endişe bir merak kapıda belirdi
-'ne yapıyorsun sen?' ya da 'nerede kaldın merak ettim?!'
+"ay anne nerede olacağım ki?"
-'e dizi var ya ondan'
+"ay sıkıldım diziden, mecburmuyum yahu"
-'izlemeyecek misin?'
+"hayır izlemeyeceğim!! gebersin dizi! sıkıldım yaa"
-'iyi tamam ama anlatmam sonunu!'
ilkokul bebesini kandırma yöntemi aaayy annatmayacakmışş, hemen gidip izleyeyim, zaten mecburum!!
ooof of!
ama odadan çıkarken sıkıldığımı ve seyretmeyeceğimi belirtip çıkmışsam odadan gitmeyim diye
-'başka yere bak istersen!'
+"sen izle ben odama gideceğim"
-'napacan odanda??'
+"bu saatte tavuk gibi uyuyacak değilim herhalde! naparım anne ben odamda?"
-'ben ne bileyim canım!'
ay odamda naptığımı bilmiyormuş!!! sanki ikide bi odama dalan kendi değil, hatta odama tv yerleştirme ve orada oturma hayalleri kuran değil. sanki beni kitap okurken, bilgisayara bakarken ya da ne bileyim dolabı karıştırırken hiç görmemiş. odam da ne yapacağım?? yasak bölgeye giriyorum sanırsın!!
hani suratına bakarak kapıda 'sen mi geldin?' denmesi gibi bir şey bu! o da ayrı konu o kadar saçma ki yüzüne bakıp sen mi geldin denmesi. sanki ben gelmemeliyim. hani umulmadık bir zamanda gelsen, o da değil!
------------------------------
neyse işte bilgisi dahilinde tv odasından ayrılmışım ama tuvalette olduğumu bildirmemişim işte! suçlu bulundu! asın bunu!!
koridordan sesleniyor (koridor da şato koridoru değil, banyo kapısı görünüyor. ama diyelim ki fark etmemiş kapı kapalı, içerde ışık var!)
-'nazlıı? faturanın tarihine bak, ne zaman sonmuş?'
bizim banyo kapısı baya sağlam, içerden kapı kapalıyken seslendin mi ses havalandırmadan diğer katlara
çıkar da aynı evin içindeki koridora çıkamaz!
+"tuvaletteyim anne sonra"
duymuyor ki! ama komşu biliyor ben neredeyim duymuşsa!
annemse benim iyi duyamadığımı sanıyor
(sadece o an değil her zaman, mesela bir cümleye bir odada başlayıp başka odada bitiriyor ve ben de bambaşka bir odadayım. duymadığım için suçluyum. ya da ben balkonda çamaşırla falan ilgileniyorum o içerde konuşuyor, sesler mesafeler önemli değil duymam gerek. ama o balkondayken ben bir şey dediğimde o da duymuyor ama ben gene suçluyum, kusurluyum. duyuraymışım o zaman. e yüksek sesle söylesem de kızıyor sağırmıymış?)
-'bakmadın mı?'
bazen de banyoda olurum böyle seslenirken ya o ayrı mesele.
+"bakmadıım! ve tuvaletteyiim!"
hiç duymuyor ve nerede olduğumu merak ediyor, ayak seslerinden anlıyorum ki sonunda koridorda yürümeye karar vermiş, ve banyonun kapısının kapalı olduğunu fark etmiş, ışığını da. iyi tamam diyeceksiniz demeyin. daha yeni başlıyor.
-'ne yapıyorsun orada nazlı?' kapının yakınından sesleniyor artık.
+"tuvaletteyim anne!"
-'baktın mı faturanın tarihine?'
+"hayır, sen söylerken de tuvaletteydim"
-'e söyleseydin ya nazlı, buraya kadar geldim'
+"söyledim duymadın"
(bazen de bu söyledim duymadına inanmaz, tartışma çıkar. o söylediğime de inanmaz o an duymadığına da. söylemediğimi iddia eder! söyledim duymadın, söylemedin. söyledim duymadın, söylemedin.söyledim duymadın, söylemedin.söyledim duymadın, söylemedin. duymadığını kabul etmek istemiyor. oysa duyma yetisiyle ilgili değil, ya dinlemiyor o an dalgın, ya başka sesler engellemiş ya da dinlememiş, dikkat etmemiş, ya da mesafe olduğu için. )
-'faturanın son tarihini merak ettim de'
+"çıkınca bakarım"
-'hadi kızım, ne yapıyorsun orada o kadar??'
+"of anne tuvalette napılır?!"
_______________
gece tuvaletteyim annem fark etmiyor kendi de dalıyor içeri.
+"anne ben varım!"
duymuyor, uykulu gecenin körü. beni hesaba katmamış.
az daha volümlü +"anne ben varım!!"
duyuyor ve ödü kopuyor. klozette otururken ben.
-'ne yapıyorsun sen orada???'
annem bana neden tuvaletteyken ne yapıyorsun diyor?
_____________________________
bu soruyla sık karşılaşmak bende stres yaptı? tuvalette yapılacak çok seçenek varmış gibi. aman zaten fazla bilgi vermeyin bu konuda anneme. bi keresinde bi peklik sorunu yaşamıştım. es kaza ağzımdan çıkmış. sonra geçti ve dediğimi de unuttum. ama iki hafta yumuşak, bağırsak açıcı yiyecekler yaptı.
-'e kabız olmuşum demiştin de'
zamanı hepten unutmuş. iki hafta olmuş geçmiş bile. ama..
+"iki hafta önceydi o, iki haftadır çıkmıyo muyum sandın? ölünür yahu. zehirlenir insan"
o zaman da daha önce değil geçen gün söylediğimi iddia eder, ben unutmuşum. insan kendi götünü nasıl unutacaksa artık!!!?? ^^
bu bilgi bir süre endişe yaratabilir ve anneniz her gün tuvalete çıkıp çıkmadığınızı sorup, kendi tuvalet düzenini bunca yıldır beraber yaşamıyormuşunuzda bilemezmişsiniz gibi anlatmaya başlar.
_____________________________________
madem konu açıldı, bunu da yazayım.
nedense annem ne zaman banyo yaptığımı da merak eder. ne önemi varsa. sorunca bir cevabı yok. merak etmiş. neden. bilmem.
aramızda illa bir diyaloglar döner. ama onun sorularını geçeceğim sadece.
*tuvalete girmişsem, uzun kalmışsam,hatta bir süre ortada görünmezsem ya da sadece kapı kapalıysa bir şekilde bile 'banyoda mısın?'
*banyodan çıkınca, ya da saçımı açık görürse, ya da banyo havlumu görürse 'banyo mu yaptın sen?'
*sabah havlumu balkondaki askılıkta görürse 'banyo mu yaptın akşam?', 'duş mu aldın akşam?', 'banyo mu yaptın duş mu aldın?'
*akşamları 'bu akşam banyo yapacak mısın?'
*dışardan terli geldiysem, ya da sıcaktan şikayet ettiysem, saçımın şeklini beğenmediğimi söylediysem 'banyo mu yapacaksın?'
*sabah ne havlu görmüştür, ne de henüz sıcaktan bahsetmişimdir 'duş mu aldın?'
*off terledim dediysem 'duş mu alacaksın'
*kıyafetimi ikinci kez değişmişsem 'banyo mu yaptın? duş mu?'
*yüzümü yıkarken saç diplerim biraz ıslandıysa 'duş aldın herhalde'
*havluları değiştiysem 'duş almışsın'
daha vardır belki. çoğunda tutturamadı.
eskiden bahar ve kışları suyu ısıtmak meseleydi, evdeki güneş enerjisi kötüydü, kombi de yoktu. haliyle hava iyi gibi olduğunda fırsatı kaçırmaz yıkanırdık. zamanı hiç belli olamazdı. bir de annemin cildi daha kuru benim ki ise ona göre daha yağlı olduğu içinde banyo zamanımız uymaz. ama bu uyumsuzluğu annem anlayamaz. yazın diil tabi hergün duş alınır ama kışın anca iki günde bir yıkanırım. annemse üç güne bir. saçı kirlenmez, zaten jöle de sürmez. ama bu aynı şeyleri duymama hiç engel değil. her halde o zamanki alışkanlıklardan kaldı bu. hani suya soğuk su karışmadan artarda yıkanabilemlim diye sözleşirdik. bazen de kendinin yarın yıkanacağını belirterek beni de bekletmek isterdi. işte bu da meseleydi. saçımın kirlendiğini düşünemez.
-'yarın arka rakaya gireriz banyoya. '
+"benim saçım kirli, jöle çabuk kaşındırıyor, yıkamazsam yarın çıkamam"
-'sürme sen de!'
+"iyi şekil almıyor ama"
-'dışarı çıkmazsın! ya da kısa kestir sen de!' .... (saç konusu ayrıııı ^^)
tartışma başlıyor.
yok istediğim zaman yıkanmama bir şey demiyor, baskıcı anne olmayacak ya.
ama es kaza böyle söylerseniz işte başınıza bunlar gelir. banyoyu da aynı gün yapmak zorundaymışsınız gibi. o zaman aslında güneş enerjisindeki su yüzündendi, arka arkaya iki kişi yıkanacak kadar su ısınmıştır, eğer bir kişi yıkanır zaman geçerse soğuk su karıştığı için kalan su soğur hatta ertesi gün çok güneşli değilse hiç ısınmaz. aynı gün yıkanmaya mecbursundur kışları. o yüzden başladı banyo tartışmaları....
annem ısrarla üç güne bir, ben iki güne bir. ikna olduğu da olurdu, ama direttiği de.
yarın yıkanalım diye. bi keresinde böyle dedi ve ertesi gün o kadar yağmurluydu ki ısınmış su da buzz gibi oldu. ikimiz de kirli saçla kaldık. elime koz geçti böylece. ne zaman 'yarın' dese 'ya yarın hava kapalı olur da su soğur, kirli kalrsak hani o gün ki gibi!' diyerekten ya ikna ettim ya onu dinlemeden rutinimi bozmam deyip banyo yaptım. başka çare yoktu.
------------------------------------
-'nereye??'
sanki akşamın bir saati dizi izlerken birden atlayıp zimbabweye gideceğim! seçenek nedir ki? üç oda bi salon iki balkon bi banyo olan evde??
+"tuvalete anne!"
bazende sabırsız oluyorum sorusunun saçmalığını ve gereksizliğini anlasın diye
+"uzaya! new york'a, kocaya kaçıyorum, pencereden dostumu alacam odama!" diyorum.
ama sıkılınmayacak gibi mi yahu? dizi izlerken kalkmamamlı mıyım yerimden? dizinin süresini düşünürsek sidik torbam patlayıp geberinceye kadar oturmam lazım. zaten nereye gidebilirim ki??
kızıyor 'aman sen de! lafın hazır'
e beni lafı ağzında, hazır hale getiren kendi? oda değiştirirken bile bilgisi olmalı, tutsağım sanki. böyle söyleyince de ha yok usturuplu söylüyorum ama gene ben suçluyum, ne varmış yani söylesem?
mesela kalkıp gidip odamda ve ya neredeyse işte fazla kalırsam merak ediyor. sanki kendi odamda başıma korkunç şeyler falan gelecek, ya da yasak çiğnemişim.
bi keresinde diziden bunaldım odama geçtim, dolabımı düzenleyeyim dedim. bir süre sonra bir endişe bir merak kapıda belirdi
-'ne yapıyorsun sen?' ya da 'nerede kaldın merak ettim?!'
+"ay anne nerede olacağım ki?"
-'e dizi var ya ondan'
+"ay sıkıldım diziden, mecburmuyum yahu"
-'izlemeyecek misin?'
+"hayır izlemeyeceğim!! gebersin dizi! sıkıldım yaa"
-'iyi tamam ama anlatmam sonunu!'
ilkokul bebesini kandırma yöntemi aaayy annatmayacakmışş, hemen gidip izleyeyim, zaten mecburum!!
ooof of!
ama odadan çıkarken sıkıldığımı ve seyretmeyeceğimi belirtip çıkmışsam odadan gitmeyim diye
-'başka yere bak istersen!'
+"sen izle ben odama gideceğim"
-'napacan odanda??'
+"bu saatte tavuk gibi uyuyacak değilim herhalde! naparım anne ben odamda?"
-'ben ne bileyim canım!'
ay odamda naptığımı bilmiyormuş!!! sanki ikide bi odama dalan kendi değil, hatta odama tv yerleştirme ve orada oturma hayalleri kuran değil. sanki beni kitap okurken, bilgisayara bakarken ya da ne bileyim dolabı karıştırırken hiç görmemiş. odam da ne yapacağım?? yasak bölgeye giriyorum sanırsın!!
hani suratına bakarak kapıda 'sen mi geldin?' denmesi gibi bir şey bu! o da ayrı konu o kadar saçma ki yüzüne bakıp sen mi geldin denmesi. sanki ben gelmemeliyim. hani umulmadık bir zamanda gelsen, o da değil!
------------------------------
neyse işte bilgisi dahilinde tv odasından ayrılmışım ama tuvalette olduğumu bildirmemişim işte! suçlu bulundu! asın bunu!!
koridordan sesleniyor (koridor da şato koridoru değil, banyo kapısı görünüyor. ama diyelim ki fark etmemiş kapı kapalı, içerde ışık var!)
-'nazlıı? faturanın tarihine bak, ne zaman sonmuş?'
bizim banyo kapısı baya sağlam, içerden kapı kapalıyken seslendin mi ses havalandırmadan diğer katlara
çıkar da aynı evin içindeki koridora çıkamaz!
+"tuvaletteyim anne sonra"
duymuyor ki! ama komşu biliyor ben neredeyim duymuşsa!
annemse benim iyi duyamadığımı sanıyor
(sadece o an değil her zaman, mesela bir cümleye bir odada başlayıp başka odada bitiriyor ve ben de bambaşka bir odadayım. duymadığım için suçluyum. ya da ben balkonda çamaşırla falan ilgileniyorum o içerde konuşuyor, sesler mesafeler önemli değil duymam gerek. ama o balkondayken ben bir şey dediğimde o da duymuyor ama ben gene suçluyum, kusurluyum. duyuraymışım o zaman. e yüksek sesle söylesem de kızıyor sağırmıymış?)
-'bakmadın mı?'
bazen de banyoda olurum böyle seslenirken ya o ayrı mesele.
+"bakmadıım! ve tuvaletteyiim!"
hiç duymuyor ve nerede olduğumu merak ediyor, ayak seslerinden anlıyorum ki sonunda koridorda yürümeye karar vermiş, ve banyonun kapısının kapalı olduğunu fark etmiş, ışığını da. iyi tamam diyeceksiniz demeyin. daha yeni başlıyor.
-'ne yapıyorsun orada nazlı?' kapının yakınından sesleniyor artık.
+"tuvaletteyim anne!"
-'baktın mı faturanın tarihine?'
+"hayır, sen söylerken de tuvaletteydim"
-'e söyleseydin ya nazlı, buraya kadar geldim'
+"söyledim duymadın"
(bazen de bu söyledim duymadına inanmaz, tartışma çıkar. o söylediğime de inanmaz o an duymadığına da. söylemediğimi iddia eder! söyledim duymadın, söylemedin. söyledim duymadın, söylemedin.söyledim duymadın, söylemedin.söyledim duymadın, söylemedin. duymadığını kabul etmek istemiyor. oysa duyma yetisiyle ilgili değil, ya dinlemiyor o an dalgın, ya başka sesler engellemiş ya da dinlememiş, dikkat etmemiş, ya da mesafe olduğu için. )
-'faturanın son tarihini merak ettim de'
+"çıkınca bakarım"
-'hadi kızım, ne yapıyorsun orada o kadar??'
+"of anne tuvalette napılır?!"
_______________
gece tuvaletteyim annem fark etmiyor kendi de dalıyor içeri.
+"anne ben varım!"
duymuyor, uykulu gecenin körü. beni hesaba katmamış.
az daha volümlü +"anne ben varım!!"
duyuyor ve ödü kopuyor. klozette otururken ben.
-'ne yapıyorsun sen orada???'
annem bana neden tuvaletteyken ne yapıyorsun diyor?
_____________________________
bu soruyla sık karşılaşmak bende stres yaptı? tuvalette yapılacak çok seçenek varmış gibi. aman zaten fazla bilgi vermeyin bu konuda anneme. bi keresinde bi peklik sorunu yaşamıştım. es kaza ağzımdan çıkmış. sonra geçti ve dediğimi de unuttum. ama iki hafta yumuşak, bağırsak açıcı yiyecekler yaptı.
-'e kabız olmuşum demiştin de'
zamanı hepten unutmuş. iki hafta olmuş geçmiş bile. ama..
+"iki hafta önceydi o, iki haftadır çıkmıyo muyum sandın? ölünür yahu. zehirlenir insan"
o zaman da daha önce değil geçen gün söylediğimi iddia eder, ben unutmuşum. insan kendi götünü nasıl unutacaksa artık!!!?? ^^
bu bilgi bir süre endişe yaratabilir ve anneniz her gün tuvalete çıkıp çıkmadığınızı sorup, kendi tuvalet düzenini bunca yıldır beraber yaşamıyormuşunuzda bilemezmişsiniz gibi anlatmaya başlar.
_____________________________________
madem konu açıldı, bunu da yazayım.
nedense annem ne zaman banyo yaptığımı da merak eder. ne önemi varsa. sorunca bir cevabı yok. merak etmiş. neden. bilmem.
aramızda illa bir diyaloglar döner. ama onun sorularını geçeceğim sadece.
*tuvalete girmişsem, uzun kalmışsam,hatta bir süre ortada görünmezsem ya da sadece kapı kapalıysa bir şekilde bile 'banyoda mısın?'
*banyodan çıkınca, ya da saçımı açık görürse, ya da banyo havlumu görürse 'banyo mu yaptın sen?'
*sabah havlumu balkondaki askılıkta görürse 'banyo mu yaptın akşam?', 'duş mu aldın akşam?', 'banyo mu yaptın duş mu aldın?'
*akşamları 'bu akşam banyo yapacak mısın?'
*dışardan terli geldiysem, ya da sıcaktan şikayet ettiysem, saçımın şeklini beğenmediğimi söylediysem 'banyo mu yapacaksın?'
*sabah ne havlu görmüştür, ne de henüz sıcaktan bahsetmişimdir 'duş mu aldın?'
*off terledim dediysem 'duş mu alacaksın'
*kıyafetimi ikinci kez değişmişsem 'banyo mu yaptın? duş mu?'
*yüzümü yıkarken saç diplerim biraz ıslandıysa 'duş aldın herhalde'
*havluları değiştiysem 'duş almışsın'
daha vardır belki. çoğunda tutturamadı.
eskiden bahar ve kışları suyu ısıtmak meseleydi, evdeki güneş enerjisi kötüydü, kombi de yoktu. haliyle hava iyi gibi olduğunda fırsatı kaçırmaz yıkanırdık. zamanı hiç belli olamazdı. bir de annemin cildi daha kuru benim ki ise ona göre daha yağlı olduğu içinde banyo zamanımız uymaz. ama bu uyumsuzluğu annem anlayamaz. yazın diil tabi hergün duş alınır ama kışın anca iki günde bir yıkanırım. annemse üç güne bir. saçı kirlenmez, zaten jöle de sürmez. ama bu aynı şeyleri duymama hiç engel değil. her halde o zamanki alışkanlıklardan kaldı bu. hani suya soğuk su karışmadan artarda yıkanabilemlim diye sözleşirdik. bazen de kendinin yarın yıkanacağını belirterek beni de bekletmek isterdi. işte bu da meseleydi. saçımın kirlendiğini düşünemez.
-'yarın arka rakaya gireriz banyoya. '
+"benim saçım kirli, jöle çabuk kaşındırıyor, yıkamazsam yarın çıkamam"
-'sürme sen de!'
+"iyi şekil almıyor ama"
-'dışarı çıkmazsın! ya da kısa kestir sen de!' .... (saç konusu ayrıııı ^^)
tartışma başlıyor.
yok istediğim zaman yıkanmama bir şey demiyor, baskıcı anne olmayacak ya.
ama es kaza böyle söylerseniz işte başınıza bunlar gelir. banyoyu da aynı gün yapmak zorundaymışsınız gibi. o zaman aslında güneş enerjisindeki su yüzündendi, arka arkaya iki kişi yıkanacak kadar su ısınmıştır, eğer bir kişi yıkanır zaman geçerse soğuk su karıştığı için kalan su soğur hatta ertesi gün çok güneşli değilse hiç ısınmaz. aynı gün yıkanmaya mecbursundur kışları. o yüzden başladı banyo tartışmaları....
annem ısrarla üç güne bir, ben iki güne bir. ikna olduğu da olurdu, ama direttiği de.
yarın yıkanalım diye. bi keresinde böyle dedi ve ertesi gün o kadar yağmurluydu ki ısınmış su da buzz gibi oldu. ikimiz de kirli saçla kaldık. elime koz geçti böylece. ne zaman 'yarın' dese 'ya yarın hava kapalı olur da su soğur, kirli kalrsak hani o gün ki gibi!' diyerekten ya ikna ettim ya onu dinlemeden rutinimi bozmam deyip banyo yaptım. başka çare yoktu.
bir diyalog - kim yakmış??
+"bi şey yakmışlar dışarıda kokuyo"
-'kim yakmış??'
+"ne bileyim? koku dolmuş eve!"
pencereye ya da balkona seğirterek soruyor bana;
-'kim yakmış?' (öğretmen ya yakalayıp ders verecek, sanki takacaklar da, boşuna sinirini bozacak illa!)
+"ay ne bilieyim! yanık kokusu var işte! yanık saç gibi"
-'görmedin mi?'
+"nasıl göreyim, ben içerdeyim koku dışardan geliyor, duydum kokuyu!"
-'ama kim yakmış? ne yakmış?'
+"annecim bize ne? polis miyiz? itfaiye miyiz? kim ne yakmışsa yakmış! eve koku dolmuş işte!"
çöp yakmışlar, koku yayılmış anlaşılan. ama kim yakmış işte??
-'kim yakmış??'
+"ne bileyim? koku dolmuş eve!"
pencereye ya da balkona seğirterek soruyor bana;
-'kim yakmış?' (öğretmen ya yakalayıp ders verecek, sanki takacaklar da, boşuna sinirini bozacak illa!)
+"ay ne bilieyim! yanık kokusu var işte! yanık saç gibi"
-'görmedin mi?'
+"nasıl göreyim, ben içerdeyim koku dışardan geliyor, duydum kokuyu!"
-'ama kim yakmış? ne yakmış?'
+"annecim bize ne? polis miyiz? itfaiye miyiz? kim ne yakmışsa yakmış! eve koku dolmuş işte!"
çöp yakmışlar, koku yayılmış anlaşılan. ama kim yakmış işte??
çoğul konuşma
bazen annem sürekli çoğul konuşuyor.
mesela eski bir arkadaşı davet etmiş evine, ondan bahsederken 'gideriz'.
oysa benim kadın gününe gitme niyetim yok. sonra 'e sen gitmeyeceksem benim ne işim var' diyor. sanırsın ben onun pek tanımadığı bir arkadaşımın evine gönderiyorum kendini. hayatımda görmediğim bir kadın, çocuk gibi neden ben de gideyim ki. sıkıntıdan ölmek için mi? yoksa milyon kez konuştuğum, cevapladığım şeyleri bir kez daha tekrarlamak için mi?
annem çalışırken tabi az görüşebilirdik, gerçi o kadar zaman bile olay olmaya yeterdi ama, yazları da hep beraber geçirirdik elbet. benim çok sevgili arkadaşlarım yazın ya memleketine giderdi, ya da asosyalleşiverirdi. o hep beraber zaman geçirmemize o kadar alışmış ki hala öyle olsun istiyor herhalde. ne bilim?
ben gitmezsem ne işi varmış, ben kadını tanımam bile, kendini potansiyel kaynanalara beğendirmeye çalışan anaç kızlardan biri gibi gün mü gezecem?
herhalde gitmedim, ama gönderdim. inatla gitmek istemeyi gidince de iyi vakit geçirip dönmek istemeyen bi annem var :)) sonra anlatır tabi çok iyi zaman geçirmiş keşke geleymişim! aynı anda 4-5 kadının eski zamanlardan bahsetmesini dinlemek çok eğlenceli olacak bana sanki. bir tanesi bile bana fazla geliyor da... :)
gideriz, yaparız, alırız...
bazen de hastalanırız, üşütürüz, tutuluruz var. mevsim değişimi endişesi... biri mi gelmiş, mecburen bir yerde berarber miyiz konu hastalıktan açılır açılmaz çoğul konuşuluyor.
-'ay biz de mevsim değişiminde hep hastayız'
-'ay biz de mevsim değişiminde hep tutuluruz'
-'ay biz de mevsim değişiminde hep üşütürüz'
yiyecek bir şeyden bahsederken -'ay bize dokunur! ay midemize dokunur!'
bu sayede millet de beni de hastalık hastası, sürekli hasta ya da nanemolla sanıyor.
böyle diince de ben suçluyum
-'sanırlarsa sansınlar nazlı!!'
benim hala evli olmamam merak konusu ya da çalışmamam,bu merakı gidermek ve dedikoduları engellemek gerekir ama beni sürekli hasta sanmalarının bir önemi yok. bak hem evli diilim, hem çalışmıyorum hem hastayım!
gene ben suçlu! gene ben abartıyor!kendini baskıcı anne sanmasınlar da aman!!
+"benim için önemli! ben gencim ve çok şükür hasta masta değilim anne! nasıl önemi yok! benim için var. beni hep hasta, nanemolla sanmasınlar."
-'takma başkalarının düşüncelerini' (kendi yaşlı bulur imalar yakaladı mı acayip sinirlenip kafa tutuyor ama )
+"hı. beni hasta ve yaşlı bulsunlar, aman bir bekar tanıdıklarıyla falan tanıştırmak isterler falan, vazgeçerler işte. cidden evde kalayım istiyorsun sen!" (tanıştırmaya kalkanlar oldu ama tabi boş, gene de bneden bu olasılıktan vazgeçeyim top yekün? olur mu olur!) (zaten ne zaman evlilikten açılsa konu ya olumsuz konuşur ya 'aman ben ve ablan evlendi de ne oldu?' sonra nazlı evlenemeyecek mi diye de depresyonlara girer. ay ailecek ikilemdeyiz yahu!)
bir yiyecekten mi bahsediliyor
-'yiyelim'
-'istersen yiyelim'
bu konuya değinmiştim beraber yemek yeme konusu. kendi canı çektiği şeyi tek yiyemiyor illa ben de yiyeceğim. azıcık da olsa.
ben de iştahsız değilim artık ama hızlı kilo alan yapımı düşünerek hareket etmeliyim. annem çok hızlı kilo almadığı için beni anlamamakta ısrarcı.
mesela eski bir arkadaşı davet etmiş evine, ondan bahsederken 'gideriz'.
oysa benim kadın gününe gitme niyetim yok. sonra 'e sen gitmeyeceksem benim ne işim var' diyor. sanırsın ben onun pek tanımadığı bir arkadaşımın evine gönderiyorum kendini. hayatımda görmediğim bir kadın, çocuk gibi neden ben de gideyim ki. sıkıntıdan ölmek için mi? yoksa milyon kez konuştuğum, cevapladığım şeyleri bir kez daha tekrarlamak için mi?
annem çalışırken tabi az görüşebilirdik, gerçi o kadar zaman bile olay olmaya yeterdi ama, yazları da hep beraber geçirirdik elbet. benim çok sevgili arkadaşlarım yazın ya memleketine giderdi, ya da asosyalleşiverirdi. o hep beraber zaman geçirmemize o kadar alışmış ki hala öyle olsun istiyor herhalde. ne bilim?
ben gitmezsem ne işi varmış, ben kadını tanımam bile, kendini potansiyel kaynanalara beğendirmeye çalışan anaç kızlardan biri gibi gün mü gezecem?
herhalde gitmedim, ama gönderdim. inatla gitmek istemeyi gidince de iyi vakit geçirip dönmek istemeyen bi annem var :)) sonra anlatır tabi çok iyi zaman geçirmiş keşke geleymişim! aynı anda 4-5 kadının eski zamanlardan bahsetmesini dinlemek çok eğlenceli olacak bana sanki. bir tanesi bile bana fazla geliyor da... :)
gideriz, yaparız, alırız...
bazen de hastalanırız, üşütürüz, tutuluruz var. mevsim değişimi endişesi... biri mi gelmiş, mecburen bir yerde berarber miyiz konu hastalıktan açılır açılmaz çoğul konuşuluyor.
-'ay biz de mevsim değişiminde hep hastayız'
-'ay biz de mevsim değişiminde hep tutuluruz'
-'ay biz de mevsim değişiminde hep üşütürüz'
yiyecek bir şeyden bahsederken -'ay bize dokunur! ay midemize dokunur!'
bu sayede millet de beni de hastalık hastası, sürekli hasta ya da nanemolla sanıyor.
böyle diince de ben suçluyum
-'sanırlarsa sansınlar nazlı!!'
benim hala evli olmamam merak konusu ya da çalışmamam,bu merakı gidermek ve dedikoduları engellemek gerekir ama beni sürekli hasta sanmalarının bir önemi yok. bak hem evli diilim, hem çalışmıyorum hem hastayım!
gene ben suçlu! gene ben abartıyor!kendini baskıcı anne sanmasınlar da aman!!
+"benim için önemli! ben gencim ve çok şükür hasta masta değilim anne! nasıl önemi yok! benim için var. beni hep hasta, nanemolla sanmasınlar."
-'takma başkalarının düşüncelerini' (kendi yaşlı bulur imalar yakaladı mı acayip sinirlenip kafa tutuyor ama )
+"hı. beni hasta ve yaşlı bulsunlar, aman bir bekar tanıdıklarıyla falan tanıştırmak isterler falan, vazgeçerler işte. cidden evde kalayım istiyorsun sen!" (tanıştırmaya kalkanlar oldu ama tabi boş, gene de bneden bu olasılıktan vazgeçeyim top yekün? olur mu olur!) (zaten ne zaman evlilikten açılsa konu ya olumsuz konuşur ya 'aman ben ve ablan evlendi de ne oldu?' sonra nazlı evlenemeyecek mi diye de depresyonlara girer. ay ailecek ikilemdeyiz yahu!)
bir yiyecekten mi bahsediliyor
-'yiyelim'
-'istersen yiyelim'
bu konuya değinmiştim beraber yemek yeme konusu. kendi canı çektiği şeyi tek yiyemiyor illa ben de yiyeceğim. azıcık da olsa.
ben de iştahsız değilim artık ama hızlı kilo alan yapımı düşünerek hareket etmeliyim. annem çok hızlı kilo almadığı için beni anlamamakta ısrarcı.
dizi özeti
TV izlerken illa aynı anda annemi de dinlemem gerekiyor. (telefonda koşurken de öyle, sohbete katılmayı ister, kaçak konuşur oldum) tv açılınca ona göre sohbet zamanı, çünkü konu konuyu açıyor!
diziyle yarışır gibi konuşur sürekli. çoğu zaman. konu dizi de olabilir, dizinin hatırlattığı bir konu da, tamamen bağımsız, ilgisiz bir konu da olabilir.
tv odasında da ben biraz geride bir ikili koltukta, annem solda ve az önümde kanepede uzanarak vakit geçiririz. konuşurken bana arkası dönük olduğu için bazen dönüp bana bakar, konuşmasını dinliyormuyum diye... bazen
+''annecim dizi başlıyor'' diyorum, reklama kadar duruyor.
bazen de
-'başlarsa başlasın' deyip devam ediyor.
hangi diziyi izliyor olursak olalım, hani bir saat özet oluyor ya, biz o özet zamanları cnbc-e ye falan bakıyoruz. sonra baktım saat dokuza geliyor o kanalı açıyorum. ama anneme göre özet hiç bitmiyor ve konuşmaya devam edilebilir. söyleyince de;
-'özet ki bu!!' ya da 'daha özettir' diyor!. diziyi geç açmış bile olsak özet sanıyor! hatta bazen başka odalara geçip gidiyor, bir şeylerle uğraşoyor. özetmiş çünkü. "özet değil yeni bölüm başladı artık" demeden olmuyor.
+"özet bitti, yeni bölüm başladı" deyince bazen susuyor. bazen de "annecim diziyi izlesek!" diyorum
-'bırak diziyi şimdi! kırk yılda bir bir şey anlatıyoruz burada!' diyor. hergün sattlerce aralıksız konuşabilen kadın kırk yılda bir bişey anlatıyor oluyor!!
bir süre sonra geriye dönüp bakıyor
-'dinliyor musun sen?!!' ya da 'beni dinle!' (kaçıncı kez dinliyorum aynı şeyi bilmem oysa o ilk defa anlattığını düşünüyor)
bazen aynı anda iki şeyi birden anlama, dinleme mecburiyetinde kalıyorum... mesela the bing bang theory yi erken saatte veriyolar ya o yayını bir kez bile tam izleyemedim anca gece yarısı tekrarına rastlarsam. esas izlemek istediğimiz diziyi bekleme süreci olarak gördüğünden annem o dakikaları sürekli konuşuyor da.
yabancı diziler, talk showlar komik gelmiyormuş bize!! (çoğul konuşma temasını da açayım bak bu da konu!!)
diziyle yarışır gibi konuşur sürekli. çoğu zaman. konu dizi de olabilir, dizinin hatırlattığı bir konu da, tamamen bağımsız, ilgisiz bir konu da olabilir.
tv odasında da ben biraz geride bir ikili koltukta, annem solda ve az önümde kanepede uzanarak vakit geçiririz. konuşurken bana arkası dönük olduğu için bazen dönüp bana bakar, konuşmasını dinliyormuyum diye... bazen
+''annecim dizi başlıyor'' diyorum, reklama kadar duruyor.
bazen de
-'başlarsa başlasın' deyip devam ediyor.
hangi diziyi izliyor olursak olalım, hani bir saat özet oluyor ya, biz o özet zamanları cnbc-e ye falan bakıyoruz. sonra baktım saat dokuza geliyor o kanalı açıyorum. ama anneme göre özet hiç bitmiyor ve konuşmaya devam edilebilir. söyleyince de;
-'özet ki bu!!' ya da 'daha özettir' diyor!. diziyi geç açmış bile olsak özet sanıyor! hatta bazen başka odalara geçip gidiyor, bir şeylerle uğraşoyor. özetmiş çünkü. "özet değil yeni bölüm başladı artık" demeden olmuyor.
+"özet bitti, yeni bölüm başladı" deyince bazen susuyor. bazen de "annecim diziyi izlesek!" diyorum
-'bırak diziyi şimdi! kırk yılda bir bir şey anlatıyoruz burada!' diyor. hergün sattlerce aralıksız konuşabilen kadın kırk yılda bir bişey anlatıyor oluyor!!
bir süre sonra geriye dönüp bakıyor
-'dinliyor musun sen?!!' ya da 'beni dinle!' (kaçıncı kez dinliyorum aynı şeyi bilmem oysa o ilk defa anlattığını düşünüyor)
bazen aynı anda iki şeyi birden anlama, dinleme mecburiyetinde kalıyorum... mesela the bing bang theory yi erken saatte veriyolar ya o yayını bir kez bile tam izleyemedim anca gece yarısı tekrarına rastlarsam. esas izlemek istediğimiz diziyi bekleme süreci olarak gördüğünden annem o dakikaları sürekli konuşuyor da.
yabancı diziler, talk showlar komik gelmiyormuş bize!! (çoğul konuşma temasını da açayım bak bu da konu!!)
şort-yelek ve etek-yelek takımlar şahane kıyafetlerdir!!
annemin yıllar yılı bitmeyen, tükenmeyen bir takıntısı var. ve bu takım takıntısı beş yıla bir nüksediyor!!! bana şort-yelek ya da etek-yelek takım giydirmek!!
ben ortaokuldayken 1990larda bir kez tutturmuştu galiba. ama o kadar. yetmemiş olacak hala bu duruma sevdalı.
tee ne zamandı üniversitenin ilk yılımıydı, hazırlık yılı mıydı. ben gelmişim 18-19 yaşına annem beni giydirmeye çalışıyor. hani hayali ben gelin gibi süslemek, barbi bebek ya da hanım ev kızı gibi giydirmek değil neyse ki ama bu takım olayı da beni bozar.
bana bir şort-yelek takım almış, hem de otantik bir kumaştan1 böyle yelekte püskül mü ne var. hiç giymek istemedim. ama çok sitem etti. benim için zahmete masrafa girmiş, nankör müşüm... modası yok olmasının bir önemi yokmuş. insan yakışanı giymeliymiş falan.
neyseki şort dar geldi ve dükkan da bir büyüğü yoktu. kurtardım. yeleği gönlü olsun diye kot pantolonla, kareli gömlekle kombinleyip giymiştim. ama yelek de garip havalarda giyiliyor. hava ılıksa fazla sıcak geliyor, soğuksa yetersiz gelip üşütüyor. yelek bir aksesuarmış!
ve en güzel takım giyilirse olurmuş iddiasında.
ayrı ayrı giymemi de beğenmiyor yani. şortla yelek takım olacakmış, yeleğin içinde beyaz gömlek olacakmış.
hala zaman zaman nüksediyor takıntısı, gidip almıyor ama imredirme yntemini kullanıyor. hani bazen yelekle kombin yapmış birini görürse 'bak ne kadar güzel olmuş, sen de giysen keşke' diyor. yani o gördükleri kızlar takım olarak giymemiş ama neyseymiş.
mesela kumaş kot olacaksa aynı tonda olmalıymış rengi. öyle seviyo, içinde de beyaz gömlek olacak. kovboymuyum ben ya!??
dikkatinizi çekerim kot yelek ve kot pantolon değil şort. yani pantolon da olabilirmiş ama şortlu takım çok güzelmiş.
bir de etek-yelek takıntısı var. öyle resmi, banka memuresi, klasik takımlar da değil bana giydirmek istedikleri haa. spor takımlar..
burada etek dar-normal mini olacak, yelek ile kumaşı ve rengi aynı olacak ve içte beyaz gömlek olacak.
uzun etek de olabilirmiş ama dar mini etekle daha iyiymiş.
bu görüntüleri canlandırabildinizmi gözünüzde bilmem ama çok demode ve gıcık yahu.
sadece o zaman değil hala bazen dener.
ama ne zaman yelekli birini görse bana o kişi bir örnek oluyor. inception işte!! fikri zihnime uyanıkken ekmeye çalışıyor, valla film gerçek olsa annem bana yapardı ha!!
bu ısrarı beni yelekten soğuttu, hele ki kot etekten!!
daha bu baharda berşkada dolanırken bir kot yelek bulmuş, beğenmiş bana çalışana kot etek var mı diye soruyor buldum!! yokmuş allahtan. modası mı kaldı yahu?? bence kalmadı. sonra bana yeleği göstererek
-'aa ama bak kot şortunla rengi tutuyor gibi takımlatıp giyebilirsin' diyor!!! içine de beyaz gömlek!!!
+"bu sıcak havada yelek mi giyilir terden ölürüm" diyerekten hayallerini suya düşürüyorum.
yani evde zımbalı bir kot yeleğim var ama onu bambaşka tonda bir kot pantolonla kombin yapıp giyiyorum.
zaten 2-3 kere giydim sıcaklar başlamadan. ama annem her seferinde yapıştırdı
-'bari aynı tonda olaydı kotlar!'
ben ortaokuldayken 1990larda bir kez tutturmuştu galiba. ama o kadar. yetmemiş olacak hala bu duruma sevdalı.
tee ne zamandı üniversitenin ilk yılımıydı, hazırlık yılı mıydı. ben gelmişim 18-19 yaşına annem beni giydirmeye çalışıyor. hani hayali ben gelin gibi süslemek, barbi bebek ya da hanım ev kızı gibi giydirmek değil neyse ki ama bu takım olayı da beni bozar.
bana bir şort-yelek takım almış, hem de otantik bir kumaştan1 böyle yelekte püskül mü ne var. hiç giymek istemedim. ama çok sitem etti. benim için zahmete masrafa girmiş, nankör müşüm... modası yok olmasının bir önemi yokmuş. insan yakışanı giymeliymiş falan.
neyseki şort dar geldi ve dükkan da bir büyüğü yoktu. kurtardım. yeleği gönlü olsun diye kot pantolonla, kareli gömlekle kombinleyip giymiştim. ama yelek de garip havalarda giyiliyor. hava ılıksa fazla sıcak geliyor, soğuksa yetersiz gelip üşütüyor. yelek bir aksesuarmış!
ve en güzel takım giyilirse olurmuş iddiasında.
ayrı ayrı giymemi de beğenmiyor yani. şortla yelek takım olacakmış, yeleğin içinde beyaz gömlek olacakmış.
hala zaman zaman nüksediyor takıntısı, gidip almıyor ama imredirme yntemini kullanıyor. hani bazen yelekle kombin yapmış birini görürse 'bak ne kadar güzel olmuş, sen de giysen keşke' diyor. yani o gördükleri kızlar takım olarak giymemiş ama neyseymiş.
mesela kumaş kot olacaksa aynı tonda olmalıymış rengi. öyle seviyo, içinde de beyaz gömlek olacak. kovboymuyum ben ya!??
dikkatinizi çekerim kot yelek ve kot pantolon değil şort. yani pantolon da olabilirmiş ama şortlu takım çok güzelmiş.
bir de etek-yelek takıntısı var. öyle resmi, banka memuresi, klasik takımlar da değil bana giydirmek istedikleri haa. spor takımlar..
burada etek dar-normal mini olacak, yelek ile kumaşı ve rengi aynı olacak ve içte beyaz gömlek olacak.
uzun etek de olabilirmiş ama dar mini etekle daha iyiymiş.
bu görüntüleri canlandırabildinizmi gözünüzde bilmem ama çok demode ve gıcık yahu.
sadece o zaman değil hala bazen dener.
ama ne zaman yelekli birini görse bana o kişi bir örnek oluyor. inception işte!! fikri zihnime uyanıkken ekmeye çalışıyor, valla film gerçek olsa annem bana yapardı ha!!
bu ısrarı beni yelekten soğuttu, hele ki kot etekten!!
daha bu baharda berşkada dolanırken bir kot yelek bulmuş, beğenmiş bana çalışana kot etek var mı diye soruyor buldum!! yokmuş allahtan. modası mı kaldı yahu?? bence kalmadı. sonra bana yeleği göstererek
-'aa ama bak kot şortunla rengi tutuyor gibi takımlatıp giyebilirsin' diyor!!! içine de beyaz gömlek!!!
+"bu sıcak havada yelek mi giyilir terden ölürüm" diyerekten hayallerini suya düşürüyorum.
yani evde zımbalı bir kot yeleğim var ama onu bambaşka tonda bir kot pantolonla kombin yapıp giyiyorum.
zaten 2-3 kere giydim sıcaklar başlamadan. ama annem her seferinde yapıştırdı
-'bari aynı tonda olaydı kotlar!'
rejimdeyim - evde bir sabotajcı beslemişiz :)) - Çaycı
kaç hafta oldu 5-6 kilo vermek amacıyla rejimdeyim. 30-40 mı beklediniz? yok artık o kadar da değil. işte iş oralara varmasın diye, erken önlem sistemi.
kendi kendime uyguladığım basit ve bilindik bi yöntem.
üç beyaz yok, yemekten hemen sonra tatlı ya da meyve yemek yok, en az bir saat sonra. akşam saat 19.00-20.00 dan sonra yemek yok, belki bir gristini. ağır yiyecekler, hamur işi, ekmek, abur cubur yok... yürüyüş var var var! (spor salonu mu? ay benim gibi tembel için ^^ pek mümkün değil, üşenirim ayol! anca yürürüm ben. hadi bi de koşayım bari)
işte böylelikle uzun vadede yani öyle şok diyetler sağlık için çok tehlikeli, aşmış olduğum ideal kilonun üstüne eklenen küsüratları atarım. havalar serinlemeden atmalıyım ki kabanlarım, deri ceketim üstüme olsun! yahu daha yeni aldıydım :)
ben de planlar böyle ama evde bir sabotajcı beslemişiz!!!! iki de bir bana bubi tuzakları kuruyor.
ıspanaklı börek, ev baklavası, envai çeşit börek işte en kullanılan bubi tuzağıdır.
pazar pazar bi kalktım evi ağızları sulandırı bir koku sarmış. acayip bir kahvaltı sofrası donatmış annem. hı, arada sırada yapar böyle ama bu durumların %80i benim rejim dönemime denk geliyor. nedense???
aa sen de yaz başı niye rejim yapmadın yaza incecik girerdin dediniz gibi duydum. ay gaipten sesler de duyuyorum artık! Mersin'de iyi bir ruh doktoru tanıdığı olan var mıı?? aa du bi dakka! ruh doktoruna ne gerek yahu! siz varsınız abe gülüm size anlatırım!! heh he (ayy her geçen gün anneme daha çok mu benziyorum ne!?)
neyse işte baktım masa parıldıyor.
-'şöyle pazar keyfi yapalım dedim kızımla'
+"iyi etmişin canım da bu kadar şeyi kim yiyecek?"
bu da soru mu nazlı???
-'seeen!'
+"anne rejimdeyim ya bana kastın mı vaa senin" (pazar keyfiymiş! bir salı ve perşembe keyfi de vardı!)
-'boz! pazartesi başlarsın!'
+"salı ve perşembe de öyle demiştin! yerim ama bir dilim"
irademi sınıyor kesin! yahu anne irademin kuvvetini daha çözemedin mi!! bunca yıl hiç şey yapmadan (annem benim seksten bahsetmemden hiç hoşlanmaz. yani bir dizi-film sahnesi hakkında konuşabiliriz ama benim arzularım hakkında değil)... tövbe tövbee ^^
inadım inat! bozmayacam rejimi!
bozdum sandınız bir tepsi böreği indirdim sandınız diil mi? kuzum siz kimin tarafındasınız yahu???!!
zaten açım şimdi size çatarım bak! :)
ısrar bende bir yerden sonra inada dönüşüyor. annem zaten neredeyse her zaman her şeyi iki kere sormadan duramaz, ısrar etmeden hiç.
tabağıma bir dilim aldım, şeker atmadığım kopkoyu çayımı da doldurdum.
'ay ben bir bardak kahve içmeden uyanamam' diyenlerden, amerikan filmi karakteri özentilerinden misiniz? hani böyle elinde kahve bardağıyla gezeince kendini film yıldızı sanan, havalı sananlardan mısınız?
benim için çay abicim! klasik bir Türk kızı olarak çay içerim. gerçi bilmeden baksanız 'kız da zift gibi kahve içiyo' dersiniz ama o bardakta görünen karanlık sıvı çay!!!
bak açım dedik kahve diye tutturmayın! gelirsem oraya! yolarım ha! :)
ay kusura bakmayın insan açken dengeli olamıyor, asabi oluyor. ühüüüh hühüüü üühhhüüü açım yaa !
şiiişşşt annem demeyin ha!
gene saptım konudan! neydiii, sabah kahvaltısında koyu çay ve bi dilim börek yedim.
ama daha önce de belirttiğim gibi annem vazgeçmez. :) . içinden el mi yaman ben i yaman, ben sana o böreği yediririm diyor sanki. başladı karşımda şapırdayarak ve arada 'hımmm hımm hııımmm' diye homurdanarak yemeye. rol kabiliyeti hiç olduğu için biraz fazla abartıyor gene. gülüyorum.
çocukken bir ara iştahsızdım annem iştahımı açmak ve beni heveslendirmek için aşırı iştahlı bir şekilde, abartarak hımmm diyerek yemek yerdi, ablam da sağ olsun benimle diil annemle birlik olurdu. karşımda bir tiyatoro dönerdi vodvil gibi. güya benim iştahım açılacak ta çok yiyeceğim bu sayede. ben daha çok eğlenirdim, biraz da sinirlenirdim bu beceriksiz ve yeteneksiz tiyatoroculara...
hatta annem benim tabağımdan zaten zorla yediğim birşeyi yürüterek kıskandırma politikası da uygulardı aynı anda. sanıyor ki ben anlamıyorum, beklentisi yaa o benim diye bağırıp iki katını yemem. ama benim işime gelirdi ki.. bazen de mahsus ablama daha fazla koyup, sen nasılsa yemezsin derdi. güya kıskanacağım ve yerim diyeceğim. daha çok yiyeceğim. 'damak tadın yok senin' derdi mahsus bir de. var diye inat edip yiyeceğim sanki hıı derdim yok :)
bi belli etmeden yapabilseler belki hakkatten yutacağım numaraları ama nerdee o günler. sonuç ben yine yiyebileceğim, yemek istediğim kadar yerdim.
hadi o zaman ilk okul çocuğu falandım e şimdi? 32 yaşında bi kadın (annem kadın dememe de gıcık oluyo ve hatta işkilleniyo. önce kız! diye düzelttiriyo, sonra kendinden gizli seviştiğimi sanıyor. ha sanki haber vermem gerek. bak şimdi yeni konu çıktı bana ^^). fazlalıkları bile olan biri. hala aynı numaralar.
+"anne istersen başka taktikler bul! :)) yedi yaşındayken bile numara olduğunu bilirdim :))"
-'ne numarası? hımmmm çok güzel olmuş. ' (bi de inkar!)
+"cidden güzel olmuş. ama benden bu kadar. masayı toplayım mı yoksa daha yiycen mi?"
yoo çocukken iştahsız dönemimde zaafiyet falan geçirmiş değilim, normal bi çocuktum işte.. türk annesi takıntısı daha ye!
kendi kendime uyguladığım basit ve bilindik bi yöntem.
üç beyaz yok, yemekten hemen sonra tatlı ya da meyve yemek yok, en az bir saat sonra. akşam saat 19.00-20.00 dan sonra yemek yok, belki bir gristini. ağır yiyecekler, hamur işi, ekmek, abur cubur yok... yürüyüş var var var! (spor salonu mu? ay benim gibi tembel için ^^ pek mümkün değil, üşenirim ayol! anca yürürüm ben. hadi bi de koşayım bari)
işte böylelikle uzun vadede yani öyle şok diyetler sağlık için çok tehlikeli, aşmış olduğum ideal kilonun üstüne eklenen küsüratları atarım. havalar serinlemeden atmalıyım ki kabanlarım, deri ceketim üstüme olsun! yahu daha yeni aldıydım :)
ben de planlar böyle ama evde bir sabotajcı beslemişiz!!!! iki de bir bana bubi tuzakları kuruyor.
ıspanaklı börek, ev baklavası, envai çeşit börek işte en kullanılan bubi tuzağıdır.
pazar pazar bi kalktım evi ağızları sulandırı bir koku sarmış. acayip bir kahvaltı sofrası donatmış annem. hı, arada sırada yapar böyle ama bu durumların %80i benim rejim dönemime denk geliyor. nedense???
aa sen de yaz başı niye rejim yapmadın yaza incecik girerdin dediniz gibi duydum. ay gaipten sesler de duyuyorum artık! Mersin'de iyi bir ruh doktoru tanıdığı olan var mıı?? aa du bi dakka! ruh doktoruna ne gerek yahu! siz varsınız abe gülüm size anlatırım!! heh he (ayy her geçen gün anneme daha çok mu benziyorum ne!?)
neyse işte baktım masa parıldıyor.
-'şöyle pazar keyfi yapalım dedim kızımla'
+"iyi etmişin canım da bu kadar şeyi kim yiyecek?"
bu da soru mu nazlı???
-'seeen!'
+"anne rejimdeyim ya bana kastın mı vaa senin" (pazar keyfiymiş! bir salı ve perşembe keyfi de vardı!)
-'boz! pazartesi başlarsın!'
+"salı ve perşembe de öyle demiştin! yerim ama bir dilim"
irademi sınıyor kesin! yahu anne irademin kuvvetini daha çözemedin mi!! bunca yıl hiç şey yapmadan (annem benim seksten bahsetmemden hiç hoşlanmaz. yani bir dizi-film sahnesi hakkında konuşabiliriz ama benim arzularım hakkında değil)... tövbe tövbee ^^
inadım inat! bozmayacam rejimi!
bozdum sandınız bir tepsi böreği indirdim sandınız diil mi? kuzum siz kimin tarafındasınız yahu???!!
zaten açım şimdi size çatarım bak! :)
ısrar bende bir yerden sonra inada dönüşüyor. annem zaten neredeyse her zaman her şeyi iki kere sormadan duramaz, ısrar etmeden hiç.
tabağıma bir dilim aldım, şeker atmadığım kopkoyu çayımı da doldurdum.
'ay ben bir bardak kahve içmeden uyanamam' diyenlerden, amerikan filmi karakteri özentilerinden misiniz? hani böyle elinde kahve bardağıyla gezeince kendini film yıldızı sanan, havalı sananlardan mısınız?
benim için çay abicim! klasik bir Türk kızı olarak çay içerim. gerçi bilmeden baksanız 'kız da zift gibi kahve içiyo' dersiniz ama o bardakta görünen karanlık sıvı çay!!!
bak açım dedik kahve diye tutturmayın! gelirsem oraya! yolarım ha! :)
ay kusura bakmayın insan açken dengeli olamıyor, asabi oluyor. ühüüüh hühüüü üühhhüüü açım yaa !
şiiişşşt annem demeyin ha!
gene saptım konudan! neydiii, sabah kahvaltısında koyu çay ve bi dilim börek yedim.
ama daha önce de belirttiğim gibi annem vazgeçmez. :) . içinden el mi yaman ben i yaman, ben sana o böreği yediririm diyor sanki. başladı karşımda şapırdayarak ve arada 'hımmm hımm hııımmm' diye homurdanarak yemeye. rol kabiliyeti hiç olduğu için biraz fazla abartıyor gene. gülüyorum.
çocukken bir ara iştahsızdım annem iştahımı açmak ve beni heveslendirmek için aşırı iştahlı bir şekilde, abartarak hımmm diyerek yemek yerdi, ablam da sağ olsun benimle diil annemle birlik olurdu. karşımda bir tiyatoro dönerdi vodvil gibi. güya benim iştahım açılacak ta çok yiyeceğim bu sayede. ben daha çok eğlenirdim, biraz da sinirlenirdim bu beceriksiz ve yeteneksiz tiyatoroculara...
hatta annem benim tabağımdan zaten zorla yediğim birşeyi yürüterek kıskandırma politikası da uygulardı aynı anda. sanıyor ki ben anlamıyorum, beklentisi yaa o benim diye bağırıp iki katını yemem. ama benim işime gelirdi ki.. bazen de mahsus ablama daha fazla koyup, sen nasılsa yemezsin derdi. güya kıskanacağım ve yerim diyeceğim. daha çok yiyeceğim. 'damak tadın yok senin' derdi mahsus bir de. var diye inat edip yiyeceğim sanki hıı derdim yok :)
bi belli etmeden yapabilseler belki hakkatten yutacağım numaraları ama nerdee o günler. sonuç ben yine yiyebileceğim, yemek istediğim kadar yerdim.
hadi o zaman ilk okul çocuğu falandım e şimdi? 32 yaşında bi kadın (annem kadın dememe de gıcık oluyo ve hatta işkilleniyo. önce kız! diye düzelttiriyo, sonra kendinden gizli seviştiğimi sanıyor. ha sanki haber vermem gerek. bak şimdi yeni konu çıktı bana ^^). fazlalıkları bile olan biri. hala aynı numaralar.
+"anne istersen başka taktikler bul! :)) yedi yaşındayken bile numara olduğunu bilirdim :))"
-'ne numarası? hımmmm çok güzel olmuş. ' (bi de inkar!)
+"cidden güzel olmuş. ama benden bu kadar. masayı toplayım mı yoksa daha yiycen mi?"
yoo çocukken iştahsız dönemimde zaafiyet falan geçirmiş değilim, normal bi çocuktum işte.. türk annesi takıntısı daha ye!
gerçek dostlarımız için ölüm yasasına hayır! sokak hayvanlarını rahat bırakın!
bugün İstanbul/Taksim'de hayvanseverler yürüyüş yapıyor. ben katılamıyorum ama kalbim onlarla birlikte. bazen İstanbulluları çok kıskanıyorum. (trafikten bahsetmedikleri durumlarda)
hayvan sevmeyen insanları anlayamıyorum. hani illa evde beslesin, maaşını onlara yatırsın demiyorum, en azından merhametle baksın, uzaktan sevsin ve iyi dileklerini esirgemesin, bir zarar gelmesini istemesin.
hiç art niyet bilmeyen bu masum canlılara acımayan, kötü davranan acımasız, kötü insanlar demek ellerine fırsat geçse insanlara neler neler yapıyorlar, yapacaklar.
hayvanları vahşi sanırlar ama esas vahşi insanlar. hiçbir sebep yokken kendine saçma gerekçeler yaratıp canlı katleden bir varlık insan. namus, töre, barış - demokrasi vaatleri, para, içki, uyuşturucu, kavga, avlanmak,kendini üstün hissetme isteği, merak, sinir hakimiyetsizliği, mantıksızlık, kıskançlık, bir anlık öfke, sapıklık, canilik, sırf kötülük olsun diye... insanın başka bir insanı öldürmesine neden olabiliyor. oysa hayvanların kötülükten haberi bile yok bence. sadece kendilerini korumak, karınlarını ve yavrularını doyurmak için avlanıyorlar, eğlence olsun diye değil ya da spor!..
'ağzı var dili yok' derler ama aslında birşeyler söylemek istiyorlar bakışlarıyla...
şimdi insan hakları çok mu var ki hayvan hakları olsun diyenler olacak. haklısınız ama bu sessiz dostlarımız için çabalamamızı engellememeli, insanla hayvan arasında bir seçim yapmamıza neden gerek var gibi görülüyor ki? ikisini de sevip hakları için neden çabalamayalım? hani mazlumun yanında olacaktık?
#dostlarımızın katliamına dur demek için mersin taş bina önünde saat 14:00'da toplanıyoruz...
hayvan sevmeyen insanları anlayamıyorum. hani illa evde beslesin, maaşını onlara yatırsın demiyorum, en azından merhametle baksın, uzaktan sevsin ve iyi dileklerini esirgemesin, bir zarar gelmesini istemesin.
hiç art niyet bilmeyen bu masum canlılara acımayan, kötü davranan acımasız, kötü insanlar demek ellerine fırsat geçse insanlara neler neler yapıyorlar, yapacaklar.
hayvanları vahşi sanırlar ama esas vahşi insanlar. hiçbir sebep yokken kendine saçma gerekçeler yaratıp canlı katleden bir varlık insan. namus, töre, barış - demokrasi vaatleri, para, içki, uyuşturucu, kavga, avlanmak,kendini üstün hissetme isteği, merak, sinir hakimiyetsizliği, mantıksızlık, kıskançlık, bir anlık öfke, sapıklık, canilik, sırf kötülük olsun diye... insanın başka bir insanı öldürmesine neden olabiliyor. oysa hayvanların kötülükten haberi bile yok bence. sadece kendilerini korumak, karınlarını ve yavrularını doyurmak için avlanıyorlar, eğlence olsun diye değil ya da spor!..
'ağzı var dili yok' derler ama aslında birşeyler söylemek istiyorlar bakışlarıyla...
şimdi insan hakları çok mu var ki hayvan hakları olsun diyenler olacak. haklısınız ama bu sessiz dostlarımız için çabalamamızı engellememeli, insanla hayvan arasında bir seçim yapmamıza neden gerek var gibi görülüyor ki? ikisini de sevip hakları için neden çabalamayalım? hani mazlumun yanında olacaktık?
27.09.2012
rejim meselesi - inception'cı anne
ben ne zaman rejim yapmaya kalksam annem baltalamak için uğraşıyor. bana mı öyle geliyor acaba??
dönem dönem kilo aldığım olmuştur bazen de kafaya fena takar fazla kiloları atmak için kolay bir rejim yöntemine başvururum : boğazını tutacaksın! ve üç beyaz yok!
bu dönemlerde annem nedense en çok sevdiğim yemekleri daha sık yapar olur. tabağıma biraz daha fazla yemek koyar ya da koymaya çalışır, daha fazla ekmek koyar masaya benim tarafa. hatta yemeği beğenmişsem , ki bunu beğenmesem bile söylerim emek vermiş kadın, 'istersen bir tabak daha ye!' der sevinçle. tabaklar dolusu yemek tıkınsam sevinecek.
bu konuya kesin daha önce değinmişimdir çünkü bu konu bizim evde geçici bir konu değil, yineleyen bir konu. mesele. neyse işte.
tam rejimdeyim canı evde tatlı yapmak ister, börek gibi hamur işleri yapmak ister. bir de bana sorar yapayım mı diye. 'annecim rejimdeyim dedim ya!' ben aslında yapma demek istiyorum ama annem bunu anlamaz daha doğrusu anlamıyormuş gibi yapar. rejim yapmayayım, şişko mu olayım istiyor yoksa irademi mi sınamak, zorlamak istiyor tam anlayamadım! yüzüme öyle bakar 'yani yapayım mı?' der.
'annecim yapma. yiyemem rejimdeyim ya! ama senin canın çekiryorsa az yap sen ye'
ama az yapamaz ki. ve ben yemezsem yiyemez ki! esirgiyor gibi olurmuş. ben de salsam kendimi ikimizde evden çıkamayacak kadar obez tipler olacağız, boyuna yiyeceğiz.
ha çok sağlıksız olmasın diye margarini eser miktarda kullanır mesela ama bu kadar hamur işi varken az yağ ne kadar işe yarar.
bazen kendinin canı çeker bir şey ama bana da sormadan yapamaz, eğer o yiyeceği benim canım çekmiyorsa yandık.
-'ev baklavası canım çekti, yapayım mı?'
+'canın çektiyse yap!' (burada beklediği cevap ayyy ne kadar güzel olur! çok yap da doyalım!)
-'senin canın çekmedi mi?'
+'aklıma bile gelmedi!'
eğer benim canım çekmemiş ve yemek istemiyorsam istediği cevabı alamamış demektir. o zaman da canı sıkılır. o yiyecek neyse mesela yapmaz. sonra da somurtur durur. beni suçlar gibi konuyu açar uzatır da uzatır. benim canım çok istemişti de ama azıcık da yapılmazmış da... sanki yapmasına engel olmşum gibi sitemkar davranır. dayatmacı olmadan, yani emir kipi kullanmıyor ama o fikri sana kabul ettirmeye uğraşıyor. hobi gibi bu durum onun için. uğraşır bazen o günki konu budur. 'ben yemem ama sen kendine yap ya da al biraz ' derim ama olmaz. canı sıkılır niye ben yemiyormuşum. küçük küçük söylenir. illa benim sevmediğim bir yiyacak değil sevdiğim ama o sıralar hiç canımın istemediği ya da bir sebepten yemeyeceğim bir şey. ısrar, canın çeksin diye ballandıra ballandıra anlatmalar, ardından hala ikna olmamışsam sitemkar sözler, hani sanki ben engelliyor, yedirmiyormuşum gibi davranışlar. hani bazen de benim inadım tutar artık. bir kere de beni düşünmesin istemem demişim git kendin ye bir güzel. kıskanacağım sanki! hay allahım.
anneme göre aynı şeyleri yemeliyiz illa. kendi canı çekti diye yapıp yiyemez. hani çerez merez olayındaki gibi eğer duramamış yapmış ve ya almışsa ben yemeden rahat edemez. en azından bir parça. bir ısrar bir sitem.. yemezsen günün dırdırla heba olur.
ha diyeceksiniz ki evden çık. e bir daha dönmeyecem mi? elbet dönecem ve günler uzun!!!
yani bazen sırf gönlü olsun, içi rahat etsin diye bir lokma yiyorum. yeter ki konu kapansın ve o yiyecek ne ise geri kalanını o yesin içi rahat.
tamam ama o kadar kolay kurtaramazsınız paçayı. o yiyecek bitinceye kadar çin işkencesi misali sorar, kendisi her yiyeceği zaman bana da
- 'nazlı yer misin sen de?'
+'hayır anne!'
-'hımmmmıh ama çok güzel!'
+'afiyet olsun sana o zaman canım'
isterse o yiyeceği hiç sevmediğini bilsin yine de soracak. anne gönlü işte diyeceksiniz ama bir kere de anlayamıyor muşum gibi defalarca sorulması asap bozucu olabiliyor. (öğretmenlikten de kalan bir alışkanlık bir şeyi en az iki kere söylemek) sonunda bazen de beni uyumsuz olmakla suçlar.
insan bir yiyecek türünü ya da o yiyeceği seviyorsa her zaman severmiş ve her zaman yemek istermiş bir kere!
ben yemezsen yiyemezmiş, kendi için yapıp yiyemiyor ya sonra niye bana bırakmadın dersemmiş?? 31,5 yıllık hayatımda (annem 32 dememe gıcık oluyor) böyle bir sitemkar cümle kurmadım.
ya buzdolabını falan açıp ee hani bilmem ne hani yapmıştın bana bırakmadın mı? dersemmiş...
mesela tatlı seviyor muymuşum? şimdi bir de tartışma çıkıyor. seviyorum. ee o zaman neden şimdi yemiyor muşum. insan tatlı seviyorsa her zaman yemek istermiş. anne her zaman nasıl yiyeyim?
mesele kendi fikirlerini bana da kabul ettirmek. her zaman tatlı yemek istersem ve yersem benim halim nice olur?? tatlı yiyeyim diye erkenden mi öleyim??
paçayı bir şekilde kurtarıp konuyu kapatıyorum. kitap okuma, dışarı çıkma, baş ağrısı, uykunun gelmesi gibi bahaneler...
rejim yapayım dememin sihirli bir etkisi var birden ekmek dilimleri büyüyor mesela bizim evde!! bir dilim yiyeceğim ya o bir dilim iki dilim genişliğinde. ardından 'biraz daha istermisin?'
galiba beni delirtmeye çalışıyor! :)) söyleyince kızıyor saçmalama diyor. bana baskı yapmıyor muş ki!! emir kipi kullanmayınca baskı olmuyor ona göre.
şöyle bir şey var yüzümüz benzese de tipimiz, huylarımız benzemez pek annemle. ama annem bana klonu gibi davranır ya da ikizi. canımız aynı anda çekmeli bir şeyi gibi. bir de annem benim kadar hızlı ve kolay kilo almaz. yılların verdiği bir birikim var kilo olarak ama gene de hızla alınmış kilolar değil.
ama ben daha hızlı kilo alırım metabolizmalarımız farklı. ama annem zaten aramızdaki zaten olağan olan farklılıkları anlamıyor, kabul edemiyor.
rejim yapayım dedim ya ev börek çeşitleriyle doldu geçende. yemiyorum diye sitemde sürekli. en sonunda yolunu buldu
-'o kadar uğraştım yaptım, ben tek başıma bitiremem ki? bozulup atılacak ziyan olacak!'
+'e annecim fazla yemem rejimdeyim dedim çok yapma kendine göre yap da dedim ama dinlememişsin'
-'yazık günah atılır bunlar o zaman. bunu bulamayan aç gezen insanlar da var kızım! yazık günah değil mi??'
hah duygu sömürüsü metodu!! çocukken de daha çok yiyeyim diye yapardı. sürekli aç insanlardan bahsedip acıma duygumu kullanarak fazladan yemek yedirirdi. sürekli bunu bulamayan da var. evet var e o zaman ya fazla yapma, alma ya da bul o insanları onlara ver. hayır ama en yakınında kızı varken o yesin o kilo alsın...
yemekten hemen sonra börekten dört dilim kesmiş getirip koyuyor önüme gene.
ya rejim yapıyorum diye kötü beslemiyorum, sağlıksız ve açım demek değil ha. sadece artık un-tuz-şekeri kestim. ciddi işe yaradı bende.
a bir ara da rejimdeyken korkuyordu gazetede okumuş anoreksik, blumik kızlarla ilgili bir haber, kabus senaryoları kurmuş kafasında. sürekli kontrol halindeydi kusuyor muyum diye. ben de yeni yetme, bilgisiz kız değilim yani. bu yaşta salak mıyım bütün sistemimi bozacam. kendi çok çok hızlı ve fazla kilo almadığı için öyle çok ciddi rejimler falan yapmadığı, gerek kalmadığı için sanıyor ki rejimin sonu anoreksiya ve ölüm! hatta bir gün kavga etmiştik. annemin paranoyaları beynimi oynatıyor ne yapayım.
insan yemek yedikten sonra elini, ağzını yıkamaz mı? dişini fırçalamaz mı? tesadüf o gün banyo kapısı kapalı yapmışım. önce tuvalete gittim zahir. ne bileyim hatırlamıyorum. işim bitti tam çıkacam kapıyı açtım karşımda aşırı endişeli annem!
-'kustun mu sen???' haykırarak!
+'anne ne kusması! tuvalete gittim!' şüpheyle bakıyor
-'hııı??!!'
içeri girip elini ağzını yıkama bahanesiyle kusmuk komusu aranıyor.. kıyamet de orada kopuyor. hemen anlayıp sinirleniyorum. bizim ailede aptal da yok zavallı güçsüz de. evleniverip giden son derece klasik kafalı ablam bile ne aptaldır ne de güçsüz. ama annem sürekli o modda. ona göreyse annelik koruma iç güdüsüymüş!
ablama 'seni açık göz annemden kaçmak için evleniverip gittin değil mi? beni bi başıma kodun gittin! değdi mi bari' diye takılıyorum. iki ebeveynin iki çocuk için taşıması gereken endişeyi bir kişi son derece aklı başında ve mantıklı tek bir kızı için taşıyor! ablam için endişenmiyor mu? elbette ama o uzakta kalıyor ne de olsa. onun için duyduğu endişeleri bana yöneltiyor...
o kavga sonunda anoreksik ya da blumik bir salak olmayacağıma inandı gibi, ya da numara yapıyor. bence ikincisi. ama endişesini dile getirmemek için rejimdeyken ben iştah açıcı ve fazla şeyler yapıyor ki iştahım açık kalsın ve anoreksik falan olma olasılığımın tehlikesi azalsın!!!
rejimdeyim ya dün de sütlaç yapmış, ısrarla az yap kendine dememe rağmen. sevmem hiç desem de nafile ya gerçi. bu kez de sevmem için uğraşır ikna yoluna. pierce brosnan2ı beğenmemem gerektiği gibi.
anne senin kızınım, benzer genler taşıyor ve beraber yaşıyoruz ama ikizler bile bu kadar birbirinden ayrı olabiliyorken neden benim tamamen senin aynın olmamı bekliyorsun anlamıyorum diyorum bazen. hiç öyle bir beklentisi yokmuş, konu her neyse sadece fikrini belirtiyormuş baskı yapmıyormuş dayatmıyormuş ki!! bunu yiyeceksin, bunu giyeceksin falan deyip döve döve yaptırmıyorsun diye baskı yapmıyor mu oluyorsun? baskı yapmıyormuş ki!!! fikir beyanıymış! ama o fikri kabul ettirmek, onay almak için belki farkında mı değil acaba bilinçaltı mı devreye giriyor, türlü şey yapar...
onun sevdiği benim sevmediğim bir şeyse öve öve bitiremez, büyütür, anlatır, durmadan iyi özelliklerini sayar. yiyecekse ne kadar lezzetli ve faydalı olduğunu, her neyse işte duruma göre fayda-zarar, sebep-sonuç falan dinlemeden konuşur durur. onun sevmediği benim sevdiğim birşeyse de aynı. vazgeçmez. belki sadece o an için. sonra ilk fırsat bulduğunda tekrarlar. bu durum ona göre fikirlerinin arkasında durmakmış!!!
ama diyelim ki bir konu da ben yanıldım ya da fikrimi değiştirdim ve ona uydum. ondan mutlusu yok. fakat eline geçen bu kozu da kullanmayı bilir! başka bir konu tartışılırken ve kendi bir şeyi överken, belki yererken bu durumu örnek verir ve bekler gene kendine uymanı. hani bak o zaman demiştin ki artık seviyorum-ya da sevmiyorum!! şimdi de de yani!!
örnek; şort-yelek ve etek-yelek takımlar şahane kıyafetlerdir!! bunu savunur ve bana giydirmek için elinden geleni ardına koymaz. galiba huy olarak mücadele, rekabetli mücadele, sözünü geçirme, anlatma, hitab etme gibi durumları seviyor... bu takım mevzuna bir sonraki yazımda değineyim...
rejim konusundan nerelere geldim gene yaa amma da saptım sapıttım :)
dönem dönem kilo aldığım olmuştur bazen de kafaya fena takar fazla kiloları atmak için kolay bir rejim yöntemine başvururum : boğazını tutacaksın! ve üç beyaz yok!
bu dönemlerde annem nedense en çok sevdiğim yemekleri daha sık yapar olur. tabağıma biraz daha fazla yemek koyar ya da koymaya çalışır, daha fazla ekmek koyar masaya benim tarafa. hatta yemeği beğenmişsem , ki bunu beğenmesem bile söylerim emek vermiş kadın, 'istersen bir tabak daha ye!' der sevinçle. tabaklar dolusu yemek tıkınsam sevinecek.
bu konuya kesin daha önce değinmişimdir çünkü bu konu bizim evde geçici bir konu değil, yineleyen bir konu. mesele. neyse işte.
tam rejimdeyim canı evde tatlı yapmak ister, börek gibi hamur işleri yapmak ister. bir de bana sorar yapayım mı diye. 'annecim rejimdeyim dedim ya!' ben aslında yapma demek istiyorum ama annem bunu anlamaz daha doğrusu anlamıyormuş gibi yapar. rejim yapmayayım, şişko mu olayım istiyor yoksa irademi mi sınamak, zorlamak istiyor tam anlayamadım! yüzüme öyle bakar 'yani yapayım mı?' der.
'annecim yapma. yiyemem rejimdeyim ya! ama senin canın çekiryorsa az yap sen ye'
ama az yapamaz ki. ve ben yemezsem yiyemez ki! esirgiyor gibi olurmuş. ben de salsam kendimi ikimizde evden çıkamayacak kadar obez tipler olacağız, boyuna yiyeceğiz.
ha çok sağlıksız olmasın diye margarini eser miktarda kullanır mesela ama bu kadar hamur işi varken az yağ ne kadar işe yarar.
bazen kendinin canı çeker bir şey ama bana da sormadan yapamaz, eğer o yiyeceği benim canım çekmiyorsa yandık.
-'ev baklavası canım çekti, yapayım mı?'
+'canın çektiyse yap!' (burada beklediği cevap ayyy ne kadar güzel olur! çok yap da doyalım!)
-'senin canın çekmedi mi?'
+'aklıma bile gelmedi!'
eğer benim canım çekmemiş ve yemek istemiyorsam istediği cevabı alamamış demektir. o zaman da canı sıkılır. o yiyecek neyse mesela yapmaz. sonra da somurtur durur. beni suçlar gibi konuyu açar uzatır da uzatır. benim canım çok istemişti de ama azıcık da yapılmazmış da... sanki yapmasına engel olmşum gibi sitemkar davranır. dayatmacı olmadan, yani emir kipi kullanmıyor ama o fikri sana kabul ettirmeye uğraşıyor. hobi gibi bu durum onun için. uğraşır bazen o günki konu budur. 'ben yemem ama sen kendine yap ya da al biraz ' derim ama olmaz. canı sıkılır niye ben yemiyormuşum. küçük küçük söylenir. illa benim sevmediğim bir yiyacak değil sevdiğim ama o sıralar hiç canımın istemediği ya da bir sebepten yemeyeceğim bir şey. ısrar, canın çeksin diye ballandıra ballandıra anlatmalar, ardından hala ikna olmamışsam sitemkar sözler, hani sanki ben engelliyor, yedirmiyormuşum gibi davranışlar. hani bazen de benim inadım tutar artık. bir kere de beni düşünmesin istemem demişim git kendin ye bir güzel. kıskanacağım sanki! hay allahım.
anneme göre aynı şeyleri yemeliyiz illa. kendi canı çekti diye yapıp yiyemez. hani çerez merez olayındaki gibi eğer duramamış yapmış ve ya almışsa ben yemeden rahat edemez. en azından bir parça. bir ısrar bir sitem.. yemezsen günün dırdırla heba olur.
ha diyeceksiniz ki evden çık. e bir daha dönmeyecem mi? elbet dönecem ve günler uzun!!!
yani bazen sırf gönlü olsun, içi rahat etsin diye bir lokma yiyorum. yeter ki konu kapansın ve o yiyecek ne ise geri kalanını o yesin içi rahat.
tamam ama o kadar kolay kurtaramazsınız paçayı. o yiyecek bitinceye kadar çin işkencesi misali sorar, kendisi her yiyeceği zaman bana da
- 'nazlı yer misin sen de?'
+'hayır anne!'
-'hımmmmıh ama çok güzel!'
+'afiyet olsun sana o zaman canım'
isterse o yiyeceği hiç sevmediğini bilsin yine de soracak. anne gönlü işte diyeceksiniz ama bir kere de anlayamıyor muşum gibi defalarca sorulması asap bozucu olabiliyor. (öğretmenlikten de kalan bir alışkanlık bir şeyi en az iki kere söylemek) sonunda bazen de beni uyumsuz olmakla suçlar.
insan bir yiyecek türünü ya da o yiyeceği seviyorsa her zaman severmiş ve her zaman yemek istermiş bir kere!
ben yemezsen yiyemezmiş, kendi için yapıp yiyemiyor ya sonra niye bana bırakmadın dersemmiş?? 31,5 yıllık hayatımda (annem 32 dememe gıcık oluyor) böyle bir sitemkar cümle kurmadım.
ya buzdolabını falan açıp ee hani bilmem ne hani yapmıştın bana bırakmadın mı? dersemmiş...
mesela tatlı seviyor muymuşum? şimdi bir de tartışma çıkıyor. seviyorum. ee o zaman neden şimdi yemiyor muşum. insan tatlı seviyorsa her zaman yemek istermiş. anne her zaman nasıl yiyeyim?
mesele kendi fikirlerini bana da kabul ettirmek. her zaman tatlı yemek istersem ve yersem benim halim nice olur?? tatlı yiyeyim diye erkenden mi öleyim??
paçayı bir şekilde kurtarıp konuyu kapatıyorum. kitap okuma, dışarı çıkma, baş ağrısı, uykunun gelmesi gibi bahaneler...
rejim yapayım dememin sihirli bir etkisi var birden ekmek dilimleri büyüyor mesela bizim evde!! bir dilim yiyeceğim ya o bir dilim iki dilim genişliğinde. ardından 'biraz daha istermisin?'
galiba beni delirtmeye çalışıyor! :)) söyleyince kızıyor saçmalama diyor. bana baskı yapmıyor muş ki!! emir kipi kullanmayınca baskı olmuyor ona göre.
şöyle bir şey var yüzümüz benzese de tipimiz, huylarımız benzemez pek annemle. ama annem bana klonu gibi davranır ya da ikizi. canımız aynı anda çekmeli bir şeyi gibi. bir de annem benim kadar hızlı ve kolay kilo almaz. yılların verdiği bir birikim var kilo olarak ama gene de hızla alınmış kilolar değil.
ama ben daha hızlı kilo alırım metabolizmalarımız farklı. ama annem zaten aramızdaki zaten olağan olan farklılıkları anlamıyor, kabul edemiyor.
rejim yapayım dedim ya ev börek çeşitleriyle doldu geçende. yemiyorum diye sitemde sürekli. en sonunda yolunu buldu
-'o kadar uğraştım yaptım, ben tek başıma bitiremem ki? bozulup atılacak ziyan olacak!'
+'e annecim fazla yemem rejimdeyim dedim çok yapma kendine göre yap da dedim ama dinlememişsin'
-'yazık günah atılır bunlar o zaman. bunu bulamayan aç gezen insanlar da var kızım! yazık günah değil mi??'
hah duygu sömürüsü metodu!! çocukken de daha çok yiyeyim diye yapardı. sürekli aç insanlardan bahsedip acıma duygumu kullanarak fazladan yemek yedirirdi. sürekli bunu bulamayan da var. evet var e o zaman ya fazla yapma, alma ya da bul o insanları onlara ver. hayır ama en yakınında kızı varken o yesin o kilo alsın...
yemekten hemen sonra börekten dört dilim kesmiş getirip koyuyor önüme gene.
ya rejim yapıyorum diye kötü beslemiyorum, sağlıksız ve açım demek değil ha. sadece artık un-tuz-şekeri kestim. ciddi işe yaradı bende.
a bir ara da rejimdeyken korkuyordu gazetede okumuş anoreksik, blumik kızlarla ilgili bir haber, kabus senaryoları kurmuş kafasında. sürekli kontrol halindeydi kusuyor muyum diye. ben de yeni yetme, bilgisiz kız değilim yani. bu yaşta salak mıyım bütün sistemimi bozacam. kendi çok çok hızlı ve fazla kilo almadığı için öyle çok ciddi rejimler falan yapmadığı, gerek kalmadığı için sanıyor ki rejimin sonu anoreksiya ve ölüm! hatta bir gün kavga etmiştik. annemin paranoyaları beynimi oynatıyor ne yapayım.
insan yemek yedikten sonra elini, ağzını yıkamaz mı? dişini fırçalamaz mı? tesadüf o gün banyo kapısı kapalı yapmışım. önce tuvalete gittim zahir. ne bileyim hatırlamıyorum. işim bitti tam çıkacam kapıyı açtım karşımda aşırı endişeli annem!
-'kustun mu sen???' haykırarak!
+'anne ne kusması! tuvalete gittim!' şüpheyle bakıyor
-'hııı??!!'
içeri girip elini ağzını yıkama bahanesiyle kusmuk komusu aranıyor.. kıyamet de orada kopuyor. hemen anlayıp sinirleniyorum. bizim ailede aptal da yok zavallı güçsüz de. evleniverip giden son derece klasik kafalı ablam bile ne aptaldır ne de güçsüz. ama annem sürekli o modda. ona göreyse annelik koruma iç güdüsüymüş!
ablama 'seni açık göz annemden kaçmak için evleniverip gittin değil mi? beni bi başıma kodun gittin! değdi mi bari' diye takılıyorum. iki ebeveynin iki çocuk için taşıması gereken endişeyi bir kişi son derece aklı başında ve mantıklı tek bir kızı için taşıyor! ablam için endişenmiyor mu? elbette ama o uzakta kalıyor ne de olsa. onun için duyduğu endişeleri bana yöneltiyor...
o kavga sonunda anoreksik ya da blumik bir salak olmayacağıma inandı gibi, ya da numara yapıyor. bence ikincisi. ama endişesini dile getirmemek için rejimdeyken ben iştah açıcı ve fazla şeyler yapıyor ki iştahım açık kalsın ve anoreksik falan olma olasılığımın tehlikesi azalsın!!!
rejimdeyim ya dün de sütlaç yapmış, ısrarla az yap kendine dememe rağmen. sevmem hiç desem de nafile ya gerçi. bu kez de sevmem için uğraşır ikna yoluna. pierce brosnan2ı beğenmemem gerektiği gibi.
anne senin kızınım, benzer genler taşıyor ve beraber yaşıyoruz ama ikizler bile bu kadar birbirinden ayrı olabiliyorken neden benim tamamen senin aynın olmamı bekliyorsun anlamıyorum diyorum bazen. hiç öyle bir beklentisi yokmuş, konu her neyse sadece fikrini belirtiyormuş baskı yapmıyormuş dayatmıyormuş ki!! bunu yiyeceksin, bunu giyeceksin falan deyip döve döve yaptırmıyorsun diye baskı yapmıyor mu oluyorsun? baskı yapmıyormuş ki!!! fikir beyanıymış! ama o fikri kabul ettirmek, onay almak için belki farkında mı değil acaba bilinçaltı mı devreye giriyor, türlü şey yapar...
onun sevdiği benim sevmediğim bir şeyse öve öve bitiremez, büyütür, anlatır, durmadan iyi özelliklerini sayar. yiyecekse ne kadar lezzetli ve faydalı olduğunu, her neyse işte duruma göre fayda-zarar, sebep-sonuç falan dinlemeden konuşur durur. onun sevmediği benim sevdiğim birşeyse de aynı. vazgeçmez. belki sadece o an için. sonra ilk fırsat bulduğunda tekrarlar. bu durum ona göre fikirlerinin arkasında durmakmış!!!
ama diyelim ki bir konu da ben yanıldım ya da fikrimi değiştirdim ve ona uydum. ondan mutlusu yok. fakat eline geçen bu kozu da kullanmayı bilir! başka bir konu tartışılırken ve kendi bir şeyi överken, belki yererken bu durumu örnek verir ve bekler gene kendine uymanı. hani bak o zaman demiştin ki artık seviyorum-ya da sevmiyorum!! şimdi de de yani!!
örnek; şort-yelek ve etek-yelek takımlar şahane kıyafetlerdir!! bunu savunur ve bana giydirmek için elinden geleni ardına koymaz. galiba huy olarak mücadele, rekabetli mücadele, sözünü geçirme, anlatma, hitab etme gibi durumları seviyor... bu takım mevzuna bir sonraki yazımda değineyim...
rejim konusundan nerelere geldim gene yaa amma da saptım sapıttım :)
26.09.2012
yanlış zil
dün nereden açıldıysa konu annemle yanlış zil/kapı çalanlarla ilgili birşeyler konuşuyorduk.
ben de bir kaç gün önceki bir durumu anlatmış bulundum. of!
bir kaç gün önce kapı zar zar zar çaldı, annem de o sıra evde yoktu.
ben çocukken ve yeniyetmeyken hep tembihlerdi 'ben yokken kapıyı açma, kimseyi eve alma'.
'hı hı' demen yetmez iyice emin oluncaya kadar aynı cümleyi kurar 'tamam anne! anladım. kimseyi eve almayacağım, kapıyı açmayacağım'.
çocukken olduğu gibi o zaman da güya ironi yaparak anneme bilgimi kanıtlamak için tersini söylemiştim, annem ironiden anlamıyor yahu! 'tamam anne kapı çalarsa bakmadan sormadan açacağım, herkesi eve alacağım hatta kapıyı da açık bırakacağım!' demiştim sırıtarak. iyice yapay bir sırıtış yerleştirmiştim ki şaka yaptığımı anlasın, tersini söyleyebilecek kadar iyi anlamışım bilsin. ama nerdee!! bana dövecek gibi baktı, eğer baskıcı anne, tutucu eski kafalı anne, sopacı anne gibi sıfat tamlamalarına karşı olmayaydı gerizekalııı diyerek kafamı patlatırdı kesin. öyle baktıydı çünkü.
eğer anneme ironi yapacaksanız arada hiç es vermeden ironiyi yapar yapmaz 'hah ha ha her halde kapıyı açmam anne!' deminizi tavsiye ederim. çünkü siz ben değilsiniz haliyle sizi döverse dayakçı anne sayılmaz!! ona göre haa!
endişesini anlardım elbet, dünya kötü der dururdu, bazı yaşlarda da çocuğa kötülüğü korkutmadan anlatmak gerçekten zor olmalı. ama artık genç kızken biraz anlatılabilir gerçi üçbeş gün haberleri okusan, izlesen anlarsın zaten..
neyse endişesi haklıydı ama işte öğretmenlik de gen herhalde Allah'ım ben de mi böyle olacağım??? kızlar için ne yaparsan yap sonunda annene benzersin derler!! :))
hani öğretmenler bir konuyu anladığından emin olmak için tekrarlatır 'tamam anladım' yetmez bir de 'neymiş??' diye sorar ya! annem de öyle işte. anladığını kanıtlaman için dediğini demen lazım! :)
aslında insan yeniyetmeyken bir kulağından girip öbüründen çıkan laf çok oluyor, bence çok rahatlıkla anlamadan, idrak etmeden beynin dediğini tekrarlayabilirsin :))
neyse ben akıllı bir kızdım. gerçi anneme göre şaşkın, saftirik bir çocuk ama..
tabi ki kapılara bakmadım. zaten işime de gelmezdi! anne evde yok, oh yalnız kalmışsın ne bilim bağır çağır müzik dinleyip, makyaj yapıp, göbek atabilirsin... (yavrum o zaman internet yok idi! chat falan da yok idi!) yemek yemek yerine karnını çikolatayla doyurabilirsin, gizlice sigara içebilirsin (ay onu da anlamasın diye bir sürü uğraş sonra, izmariti yok et, odayı havalandır falan..), müzik dinleyip hayallere dalabilirsin, en yakın arkadaşını arayıp dedikodu yapıp kikirdeyebilirsin falan...
büyüyünce pek de öyle tatlı olmuyor.
zaman geçtikçe, ev değiştikçe durumlar da değişti. demir kapısı da olan bir evdeyken demir kapının arkasından konuşulabilirdi, ama içeri annem yokken kimse alınamazdı.
ha şimdi ben evden çıkarken aynını yapıyorum 'anne ben evde yokken tanımadığına kapıyı açma!!' diyorum. hoş kapıdaki delikten bakınca pek de iyi göremiyor ama, kapının arkasından konuşabilir pekala.
e ben de öyle yapmam, yani komşu gelirse ya da bir tanıdık falan zaten önce müsait misiniz diye bir ararlar artık cepten (eskiden cep telefonu mu vardı yavrım?! ).
ama yanlış kapıyı-zili çalma durumu hala var! 2. katı 3. kat sanma durumu gibi...
neyse annem yokken geçende zil çaldı işte gidip baktım delikten. tamirci gibiydiler. kapının arkasından kim olduklarını sordum, bilmem kaça gelmişler tamir için, yanlış işte. söyledim gittiler.
ama sen git annene ''geçende de kapı çaldı sen yokken" diye bir cümleye başla.
abartıyorum belki komik olsun diye farkında değilim ama annem gene endişe diyarına daldı anında. bir de güya belli etmeyecek hani tartışınca hep ''sen beni ahmak mı sanıyorsun anne?" diye çıkışıyorum ya. ama sanıyor gibi davranıyor! al işte.
belli etmemeye çalışarak ki hiiç rol yapamaz, soruyor 'ee kimmiş? açtın mı?'
ödleğin biri olsam evde yalnızken kapı çalınca altıma ederdim herhalde bu korkulu yetiştirilme tarzı ile bei korumak adı altında. vardı öyle korkak bir arkadaşım, evde yalnız kalamazdı. annesi bir yere giderken bizi arardı, ben gider kalırdım yanında zaten aynı sitedeydik. dayanamayıp sormuştum acaba başına kötü bir şey mi geldi diye. gelmemiş ama evde yalnız kalmaktan korkarmış. tv izle falan derdim gene korkuyormuş. Allah allah. çocukken de korkardı o zaten, gece tuvaleti gelirmiş ama karanlıkta tek başına tuvalete gidemez yattığı yerden annesine seslenirmiş, annesi götürürmüş. insan kendi evinden ne diye korkar ki. 'gece yatarken heryeri kilitleyin!' derdim 'korkmazsın o zaman' ama gene korkardı. ne zamandır görüşmüyorum hala korkuyor mu acaba? düşünsenize kendi çocuğu olmuş ama çocuktan daha çok korkan bir anne! çocuk onu teselli ediyordur artık..
"hıı açtım anne, boşuna buralara kadar gelmiş olmasınlar diye içeri aldım, yıkadım pakladım, yedirdim, içirdim, doyurdum, çamaşırlarını yıkadım, evdeki altını verdim, nakitleri, kredi kartını verdim. şimdi yorulmasın diye şifresini de veriverdim. hatta vermelere başlamışkene yazıktır buraya kadar yanlış da olsa zahmete girmişler gelmişler mutlu olsunlar yazzık diye düşünerekten de bi seviştim de öyle gönderdim. gene bekleriz de dedim!!!"
ben de bir kaç gün önceki bir durumu anlatmış bulundum. of!
bir kaç gün önce kapı zar zar zar çaldı, annem de o sıra evde yoktu.
ben çocukken ve yeniyetmeyken hep tembihlerdi 'ben yokken kapıyı açma, kimseyi eve alma'.
'hı hı' demen yetmez iyice emin oluncaya kadar aynı cümleyi kurar 'tamam anne! anladım. kimseyi eve almayacağım, kapıyı açmayacağım'.
çocukken olduğu gibi o zaman da güya ironi yaparak anneme bilgimi kanıtlamak için tersini söylemiştim, annem ironiden anlamıyor yahu! 'tamam anne kapı çalarsa bakmadan sormadan açacağım, herkesi eve alacağım hatta kapıyı da açık bırakacağım!' demiştim sırıtarak. iyice yapay bir sırıtış yerleştirmiştim ki şaka yaptığımı anlasın, tersini söyleyebilecek kadar iyi anlamışım bilsin. ama nerdee!! bana dövecek gibi baktı, eğer baskıcı anne, tutucu eski kafalı anne, sopacı anne gibi sıfat tamlamalarına karşı olmayaydı gerizekalııı diyerek kafamı patlatırdı kesin. öyle baktıydı çünkü.
eğer anneme ironi yapacaksanız arada hiç es vermeden ironiyi yapar yapmaz 'hah ha ha her halde kapıyı açmam anne!' deminizi tavsiye ederim. çünkü siz ben değilsiniz haliyle sizi döverse dayakçı anne sayılmaz!! ona göre haa!
endişesini anlardım elbet, dünya kötü der dururdu, bazı yaşlarda da çocuğa kötülüğü korkutmadan anlatmak gerçekten zor olmalı. ama artık genç kızken biraz anlatılabilir gerçi üçbeş gün haberleri okusan, izlesen anlarsın zaten..
neyse endişesi haklıydı ama işte öğretmenlik de gen herhalde Allah'ım ben de mi böyle olacağım??? kızlar için ne yaparsan yap sonunda annene benzersin derler!! :))
hani öğretmenler bir konuyu anladığından emin olmak için tekrarlatır 'tamam anladım' yetmez bir de 'neymiş??' diye sorar ya! annem de öyle işte. anladığını kanıtlaman için dediğini demen lazım! :)
aslında insan yeniyetmeyken bir kulağından girip öbüründen çıkan laf çok oluyor, bence çok rahatlıkla anlamadan, idrak etmeden beynin dediğini tekrarlayabilirsin :))
neyse ben akıllı bir kızdım. gerçi anneme göre şaşkın, saftirik bir çocuk ama..
tabi ki kapılara bakmadım. zaten işime de gelmezdi! anne evde yok, oh yalnız kalmışsın ne bilim bağır çağır müzik dinleyip, makyaj yapıp, göbek atabilirsin... (yavrum o zaman internet yok idi! chat falan da yok idi!) yemek yemek yerine karnını çikolatayla doyurabilirsin, gizlice sigara içebilirsin (ay onu da anlamasın diye bir sürü uğraş sonra, izmariti yok et, odayı havalandır falan..), müzik dinleyip hayallere dalabilirsin, en yakın arkadaşını arayıp dedikodu yapıp kikirdeyebilirsin falan...
büyüyünce pek de öyle tatlı olmuyor.
zaman geçtikçe, ev değiştikçe durumlar da değişti. demir kapısı da olan bir evdeyken demir kapının arkasından konuşulabilirdi, ama içeri annem yokken kimse alınamazdı.
ha şimdi ben evden çıkarken aynını yapıyorum 'anne ben evde yokken tanımadığına kapıyı açma!!' diyorum. hoş kapıdaki delikten bakınca pek de iyi göremiyor ama, kapının arkasından konuşabilir pekala.
e ben de öyle yapmam, yani komşu gelirse ya da bir tanıdık falan zaten önce müsait misiniz diye bir ararlar artık cepten (eskiden cep telefonu mu vardı yavrım?! ).
ama yanlış kapıyı-zili çalma durumu hala var! 2. katı 3. kat sanma durumu gibi...
neyse annem yokken geçende zil çaldı işte gidip baktım delikten. tamirci gibiydiler. kapının arkasından kim olduklarını sordum, bilmem kaça gelmişler tamir için, yanlış işte. söyledim gittiler.
ama sen git annene ''geçende de kapı çaldı sen yokken" diye bir cümleye başla.
abartıyorum belki komik olsun diye farkında değilim ama annem gene endişe diyarına daldı anında. bir de güya belli etmeyecek hani tartışınca hep ''sen beni ahmak mı sanıyorsun anne?" diye çıkışıyorum ya. ama sanıyor gibi davranıyor! al işte.
belli etmemeye çalışarak ki hiiç rol yapamaz, soruyor 'ee kimmiş? açtın mı?'
ödleğin biri olsam evde yalnızken kapı çalınca altıma ederdim herhalde bu korkulu yetiştirilme tarzı ile bei korumak adı altında. vardı öyle korkak bir arkadaşım, evde yalnız kalamazdı. annesi bir yere giderken bizi arardı, ben gider kalırdım yanında zaten aynı sitedeydik. dayanamayıp sormuştum acaba başına kötü bir şey mi geldi diye. gelmemiş ama evde yalnız kalmaktan korkarmış. tv izle falan derdim gene korkuyormuş. Allah allah. çocukken de korkardı o zaten, gece tuvaleti gelirmiş ama karanlıkta tek başına tuvalete gidemez yattığı yerden annesine seslenirmiş, annesi götürürmüş. insan kendi evinden ne diye korkar ki. 'gece yatarken heryeri kilitleyin!' derdim 'korkmazsın o zaman' ama gene korkardı. ne zamandır görüşmüyorum hala korkuyor mu acaba? düşünsenize kendi çocuğu olmuş ama çocuktan daha çok korkan bir anne! çocuk onu teselli ediyordur artık..
"hıı açtım anne, boşuna buralara kadar gelmiş olmasınlar diye içeri aldım, yıkadım pakladım, yedirdim, içirdim, doyurdum, çamaşırlarını yıkadım, evdeki altını verdim, nakitleri, kredi kartını verdim. şimdi yorulmasın diye şifresini de veriverdim. hatta vermelere başlamışkene yazıktır buraya kadar yanlış da olsa zahmete girmişler gelmişler mutlu olsunlar yazzık diye düşünerekten de bi seviştim de öyle gönderdim. gene bekleriz de dedim!!!"
23.09.2012
Yeni Moda - hafif uyku - sabah erken kalkmazsa dünyayı kurtaramayacak olan kız
Bizim evde yeni bir moda oluştu, sadece annemin uyduğu... başa alayım önce! ayy klavyem de gevezedir şimdi fazla başa alırım ben yaa gene uzun yazacam :))
şimdi benim okul bittiğinden ve eğer gidiyorsam dershane akşamları olduğundan beridir sabahın köründe kalkmam. zaten hiç sevmezdim sabahın erken saatinde uyanmayı hazır fırsat bulmuşken o kadar erken kalkmamaya karar verdim. anneme de bu konuyu ilettim zamanında. yani artık sabahın 06.00 sında (kahvaltı ve süslenme için bu kadar erken, Mersin'de o kadar da trafik yok) kalkmayacağım gerçeğine alışıldı.
hoş ilk zamanlar annem yılların alışkanlığıyla unutuyor ve beni uyandırmak için sesleniyordu (sabah telefonun ya da saatin alarmıyla uyanmak istediğimi kesin bilmesine rağmen, gecikirim endişeyle. geciksem ne olacak ki? o var bir de! iş değil okuldu, dershaneydi gittiğim yerler. azıcık geçiksen atılacak değildim ya, ki nadirdir gecikmem ya..).
-'nazlııı kalk hadi geç kalacaksın saat 07.30 olmuş!!'
+"anne nereye geç kalacağım??"
-'ayy unutmuşum canım yaa devam et sen!'
ama pek de mümkün değil uyumaya devam etmek.
daha ufakken de sabahları annemin uyandırması çoğunlukla ödümü koparmıştır. eh kadınlar birine seslenirken dümdüz söyleyemiyorlar illa nağmeli olacak. üstelik annem beni sabah uyandırmaya da kıyamazdı. hal böyle olunca 'nazlı kalk hadi, okula geç kalacaksın' kalıp cümlesi bana göre tuhaf ve içinde huzursuzluk barındıran bir hal alırdı.
çok yüksek sesle söylerse beni ürküteceğine karar verdiği için ve odama gelip dokunarak uyandırınca da esas ödümü koparttığı için kendine göre bir ayar buldu sonradan. gerçi o da tutmadı tam. pek çok konuda olduğu gibi ya annemin ayarı yok ya çok çok ya hiç denecek kadar az bir miktarda, ya da ikimizin kendine özgü ayarları birbirini tutmuyor. tabi ona göre ayarsız benim ya...
önceleri çok sessiz hareket edip, yavaşça kapımı açıp, odama son derece sessizce girip, yatağımın dibine gelip bana dokunarak uyandırırdı. ona göre kapıyı gürültüyle açarsa ödüm koparmış. böyle sırtımda, kalçamda bir el son derece kısık bir sesle fısıldıyor 'nazlıı' diye.
onun düşüncesine göre böyle ürkmemem gerek ve bebekken falan olduğum gibi 'ıhh' diyerek sırıtıp uyanmam gerek. ama yıllar içinde insanın değiştiğini, kafasındaki endişe, düşünce belki korkuların nelere sebep olabileceiğini pek hesaplayamıyor. hiç bir şeyden habersiz o minik, yumuk yavrucak değilim ki artık yavaş da olsa büyüyorum o zamanlar.
ama öyle bir etki olmuyordu bende, derin uykudaki ve hiç uyanmak da istemeyen ben, sabah o saatlerde karanlık olan odamda tepemde hayalet gibi duran ve beni okşayarak uyandırmak isteyen annem. elimde değil uykunun en derininde birinin ellemesi ödümü koparıyor, yani öyle çok tepki verecek enerjim olmasa da uzun zaman kalbim güm güm çarpıyordu.
kazık kadar kızım canı öperek uyandırmak istemiş bir gün. kıyamadım belli etmemeye çalıştım ama kalp hastası olsam kriz geçirebilirdim Allah korusun!
bilmiyorum neden o kadar irkiliyorum, neden bu irkinti bende sonra gerginliğe neden oluyor.
hani sabah mutlu ve enerjik uyanabilen insanlardan olmadığım için mi yoksa sağ tarafta duvar olduğu için mecburen hep soldan kalkmamla mı ilgisi var. bilemedim.
kıyamayıp belli etmeyince de şahane bir uyanış yaşadığımı sanıyordu. mutluluktan uçmamı, enerji ve neşe saçmamı bekliyordu. ha şimdi sanacaksınız ki kendisi öyle. hayır canım hiiç alakası yok. ama herhalde hayalindeki ideal uyanış, uyandırış ve sabah neşesi buydu.
oysa ki uykunun ortasında (aslında maalesef sonu) biri dokununca ya da tepemde hayalet ya da ne biliim canımı almaya gelmiş melek gibi dikilip fısıldayarak adımı söyleyince yüreğime iniyor işte!
ben de bu etki uyanıyor işte.. mesela sabah kalkıp biraz gürültülü hareket etmiş, ya da dışardan gelen bir gürültüyü duyup uyanmışsam bu kadar irkilmiyorum. gürültüyle uyanmak da sinir bozucu olabilir ama benim için tam geçerli değil nedense. yani gelin tepemde davul çalın, birşey patlatın da uyandırın demiyorum.
makul bir mesafeden sabahın sessizliğini bölen, her zamanki rutin seslere uymayan bir ses yeter. mesela bi kapıyı gürültüyle açmak, bi elektrik tuşuna tak diye basmak, sifon çekmek, kilitli dış kapıyı açarken çıkan ses gibi. tatsız uyanıyorum zaten ama en azından yüreğime inmiyor öbür türlüsü kadar. napalım biz de böyleyiz işte... (çok acayip bir şeymiş)
mecbur kaldım söyledim. böyleyken böyle.
-'iyi o zaman' dedi 'mutfaktan seslenirim'.
evet nispeten uzaktan seslenince rahatsız olmadım pek. ama gerek yoktu ki saat vardı. ama saate güven olmazdı! dünyayı kurtarmaya gecikebilirdim!
zaten annem sabah uyanamamak ve bir yere geç kalmaktan korkar hep. yıllarca memur hayatı yaşayınca mı acep? tatile, geziye gideriz ya da bir yakının evinde kalacağız diyelim sabah nasıl uyanacağız diye bir sorun varmış. sanırsın biri ya da bir ses bizi uyandırmazsa günlerce, haftalarca uyuyacağız ta ki prens bizi öpene kadar!!!
+"anne telefonun alarmı var işte kaça kurayım?"
telefonun alarmına güvenmediği için onbeş dakika ya da yarım saate bir uyanıp karanlıkta saatine bakar ve görmeye çalışır. olur da göremezse pencereye kadar gidip orada bakar öyle döner yatağına...
+"anne uyu yaa yarın sınav yok ki!"
-'olsun! sen beni duyma uyu!'
duyup duymamak benim seçimim değil ki!!
uykum çok derin değil demek, mesela uyukladığı yerde kalakalıp sabahı edenleri kıskanırım resmen, her yerde uyuyabilenleri, ya da uyukladığı yerde üstüne battaniye örtünde uyanmayan hatta daha da uykuya dalan tipleri. ben de gene tersi.
tv nin başında ne zaman uyuklasam annem üstüme hırka falan örtecek olursa öyle bir kalbim çarparak uyanıyorum ki bu kadar olur! sonunda bütün uykum tamamen kaçmaya ve bir 24 saat daha gelmemeye kesinkes karar veriyor sanki...
bunun çaresini buldum tv karşısında uyuklamamak, uyuyakalmamak ya da anneme yakalanmamak. artık annem benden çok daha erken yattığından beri böyle bir sorun olmuyor tabi. ama önceden gardımı almam gerekirdi. kendi üstüme kendi hırkamı örterdim biraz gevşediğimi hissedince.
hatta
+"ay gevşedim ben neredeyse uyuklayacağım" diye belirterek annemin üstümü örtmesini ya da gene nefesini suratımda hissedip hafifçe ''nazlııı" demesini engellerdim. annem en yakından suratıma bakmadan emin olamıyordu uyuduğumdan salonda... bu durum hafiften korku filmine çalıyordu gözümde!!
reenkarnasyon varsa önceki ruhum hapis yatmış herhalde! :) hani Kuzey Güney dizisinde Kuzey'de hep tetikte uyuyor, yanına biri yaklaşınca ürküp adamı kolundan falan yakalayıveriyor ya!!!
neyse uyarımın ardından tepeme dikilip hafifçe 'nazlııı' diye fısıldamak yerine gürültü yaparak uyandırma yöntemine başladı. ama bazen o kadar bartıyordu ki. uyanamam diye korkuyormuş!
hani insan uyanınca şöyle bir yatakta döner, uyanıp uyanmadığından, rüyadan çıkıp çıkmadığından ya da saatten emin olamazsa bir es verir, bir gerinir, üç beş dakika döner durur ya. işte annem bunu hesaba katamazdı. illa kalkıp kahvaltı hazırlayacak ya. tüm kapıları bir gürültüyle açardı. önce kendi kapısı taak! sonra mutfağın kapısı açılır ya da kapanır taak! sonra bir süre (bir dakika) sessizlik.
yataktan zıpkın gibi kalkıp aç kurt gibi mutfağa koşmadığımı gayet iyi bilmesine rağmen, bir dakika ona saat gibi gelirdi. o sırada çayı koyuyor falan. ben de uyanıp tam karşımdaki duvardaki koskoca saate bakıyorum "off yaa ne çabuk altı oldu bee!!" diyorum içimden. ama anneme göre bir saat geçmiş ve ben hala kalkamamışım endişesi gelişir. sonradan anlattıydı varsayım değil, önceden varsayımdı ki doğru çıktıydı böyle. o zaman da gürültülere devam eder, buzdolabı kapağı bir gürültü, tabakları, bardakları masaya çarpışı ayrı gürültü, çay kaşıklarını karıştırarak seçmesi ayrı gürültü.
ben de o sırada yatakta doğrulmuş işte hırkamı nereye koymuşum ya da terliğim hangi yöne kaymış bakıp bulmakla meşgulüm. ama anneme göre ooohhh deriiin uykulardayım mışıl mışıl!
bir gün
-'yahu anne senin beni uyandırmanla benim odamdan çıkmam aynı anda olamaz ki!!' her duruma bir lafım ve bahanem varmış.
aynı anda kalkarsak şayet benim saati kurup da kalkmış olmam gerekir.. sanırsın kendi yataktan çok enerjik kalkıyor da ben böyle yavaşım. hani insana hep öyle gelir; birisi senin yanında senin çok iyi bildiğin bir şeyi yapıyorken sana yapamıyor, yavaş yapıyor gibi gelir ya. aynen anneme de öyle... oysa onun yatak odasından mutfağa gitmesi benim yatak odamdan mutfağa gitmemden daha uzun sürüyor! çocukken değildi öyle. ama biz ne de olsa devasa bebekleriz ve öyle kalmalıyız... bücürürkken alışmış kendi hızlı benim yavaş olmama ve sürekli 'hadi hadi' demeye, bağımlılık yapmış adeta.
oldu da kalktığımı duymadı ve ben o sırada tuvalete girdiysem de bir de kahvaltı hazırsa..
-'nazlııı hadi çık tuvaletten çay koyacağım!'
tuvaletten ihtiyacın bitince çıkmaz mısın? kapıda dikilip bekliyor,
-'ne yapıyorsun o kadar kızım orada?'
ne yapacaksam tuvalette, klozette mi uyuyup kalacağım saatlerce? lavaboya başımı mı koyacağım dalacağım uykuya?. ses alıncaya kadar bekleyecek!
+"anne tuvaletteyim işte, bitince çıkabilirim!"
böylelikle gider ama sanki beni ayakta görmemiş olmanın verdiği şüpheyle masaya bir giderim ki sinirle oturuyor, e çay soğuyacakmış! somurtuyor, ters bakışlar bana!
annem kalk dediğinin salisesinde zıp diye kalkıp mutfağa koşacağım lüp lüp yutacağım! Allah Allaah sanki sabah mesanesini boşaltması gereken bir benim!
kahvaltı daha önemliymiş, tuvalette bu kadar oyalanmamı anlayamıyor, bağırsak hareketlerimin açıklamalarını yapmama rağmen! kendi geceleyin en az bir kere kalkıp tuvalete giriyor ya sabah o kadar acil olmuyor demek onun için çişini yapmak falan! benim de olmayacak. ha bir gün bunun da müzakeresini ay müdehalesini yaptık!!! gece kalkıp tuvalete gitmek çözümmüş. gelmiyorsa nasıl uyanıp gideyim ki yaa!!
neyse, kahvaltı yapmak ayrı bir seramoni sonra ben giyinirken saçımı yaparken ya da sonradan makyajımı da ayrı bir seramoni. ve annemin kontrolleri. eskiden içerden seslenirdi gömleğimi giymişmiyim? hadi kızısı! sonra sabah sabah heyheylenince ben sormak yerine çeşitli bahanelerle odama girip kontrol etmek devreye girdi. kirli varmıymış, yatağını toplayayımmıymış. o sırada ne hızda giyindiğime bakıyor. eğer umduğundan yavaşsa saati beş on dakika ileri olarak söylüyor, acele ettiriyor beni.
hala da yapmadan duramaz. o kadar acele ettirir ki neredeyse her seferinde erken hazırlanmış olurum, nereye gidiyorsam artık ya da ne için bir yerlerde, okul-dershane kapıları, kafeler sinemalar vs beni beklerken görebilirdiniz! beklemek bekletmekten ya da geç kalıp özür dilemekten iyiymiş. iyi de benden kimse özür dilemiyor bekletince!! :(( pişkin ve hiç birşey olmamış gibi... ben beklemekten sıkılmamış gibi olmalıyım ve sırıtmalıyım! asla sitem etmemeliyim. ay neyse.
baktım dolmuş durağında, okul bahçelerinde, derslik kapılarında neredeyse işte ben dikilip tek başıma bekliyorum ama annem için de erken çıkmam gerek, çareyi ağır ağır gitmekte bulmştum bir yerlere.. dolmuşu beğenmeyip binmemek, yürüyerek gitmek, başka yoldan gitmek (annem buna karşı nedense. hı hep gittiğin here hep gittiğin yoldan gitmeliymiş. hı? ben farklı yollar kullanmayı tercih ederim mümkünse. bu ne rutin yaa) ya da vakit uygunsa etraftaki kitapçı ya da mağazada vakit geçirmek gibi... bir yerde tek başına kazık gibi dikilip ikide bir saatine bakan bir kız görürseniz o ben olabilirim. mersin de tabi.
artık lisenin son yılı ve üniversite de;
+"anne en iyisi sen beni kaldırma, ben uyanırım, saati kuracağım (daha sonra telefon), hatta sen kalkmayacaksan kahvaltı da hazırlama ben hazırlarım nasılsa fazla erken uyanıyorum. sen uyumana bak, yıllarca uykusuz kalman yetmedi mi? çıkarken seslenirim ya da zaten kalkarsın o saate, duyarsın anlarsın falan. boşuna sen de uykundan olma, kazık kadar olduk kahvaltıyı da ben hazırlarım." dedim.
kabul etti hemen, hayret dayatmadı. ama yılların alışkanlığı gene pek çok kez erken gittim!! heh he.
hııı bugüne gelemedim dii mi? gevezeyim işte! şu an çenem oynamıyor ama.. :)
son modamız sabah sabaha hiç ekmek ya da sigara kalmadığını sabah fark etmek!
şimdi sabah 09.30 - 10.00 gibi kalkıyorum ya, annem de benden en az iki saat önce kalkmış olur. o geçen iki saatte sırf kahvaltı mı hazırlar, yapar sanıyorsunuz? hayır. o gün yapılacakları, alınacakları düşünür. ha bazen geçmişi de düşünüyormuş ya sabah sabah asabını bozup kendinin sigaralarına yumuluyor. o ayrı. AMAN DİYEYİM SİGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR. SİZ İÇMEYİNİZ. annem içecekmiş kimseler karışamazmış. aman diim sigarasına laf etmeyin!
neyse işte benden epey önce kalkmış düşünmüş ve kararlar vermiş.
mesela son bir kaç haftadır sabah kalkınca ekme ya da sigaranın bitmiş olduğunu fark ediyor. ama çıkıp kendi almak istemiyor, aah ah şu apartman görevlisini de işte çıkardılar!! ban kalıyor iş.
ama nasıl?? sabah kalkıp odamın kapısını açıtığım anda bana eksikleri sayıveriyor. şimi kalkalı 2 saat olmuş, kendi zihni açılmış, çayını içmiş falan ya bana da aynen o muamele. oysa ben daha uykuluyum, terlemişim, saçım karmaşık, gözlerim kısık, üstüm başım salaş.
bu ailede hiç kimse zıpkın gibi uyanmadı ki! neden benin uyanmam gerekiyor.. keşke abla yerine bana küçük kardeş olsaymış onu gönderirdik ekmeğe!
dünkü sahneyi hayal edelim; saçları birbirine dolanmış, sıcak diye üstümde sünmüş per perişan olmuş şort tişört takımım, gözlerim kısık henüz ışığa tam alışamamış ve gecenin bilmem kaçından beri çok afedersiniz daha önce yazdığımda dememiştim ama fena halde çişim var, uykulu halimden yere de bir tuhaf basıyorum ve duvarda elektrik tuşunu arıyorum. el yordamıyla da bulamıyorum.
ama annem bir telaş buyuruyor;
-'nazlı ekmek bitmiş git alıver gel!! sigara da al.'
ama ben tuvalete giriyorum.
+"bi tuvalete gireyim de!"
-'bırak şimdi tuvaleti nazlı!!! ekmek yok sigara yok! kuru çay içtim!'
oof of aslında oracıkta tuvaletimi bırakıvermeliydim!! yahu o halle bırak saçı başı, sünük, yandan mandan insanın şeylerini meydana seren giysiyi fena halde sıkışmışken ben koşa koşa iki sokak aşıp ekmek ve sigara alacağım!!
bunlar 30 sanıyede olmuştur herhalde.
parayı çoktan hazırlamış, kapının orda sehpanın üzerinde, gösteriyor alayım diye. sonra uzatıyor. hiç farkında değil bu kız yeni kalkmış, çişi var, saçı karışık, giysi uygun değil. gözünü sigara hırsı bürümüş!
-'hadi nazlı parayı hazırladım, burada al!'
dinleyecek halim yok ki! hemen tuvalete hamle. o halimle çıkmam mümkün mü??
ama sabırsızlanıp kapının önüne dikilip nasıl ekmeğin ve sigaranın bitiiğini fark etmediğimizi anlatıyor.
arada da
-'hadi kızım' diyor.
+"tamaaam bi dur anneee!!"
yakındaki küçük bakkal da kapandı aksi gibi ve annem o halimle beni sokağa salacak.
çocukken de çok yaptı ve hep tartışma konusu oldu. yazmıştım herhalde. dediğini hiç yapmamakla da suçlardı beni, dünyanın en çirkin, bakımsız ve gerizekalı kızlarıyla kıyas yapmayı da denerdi. bak bilmem kimin kızı üstü başıyla çıkıveriyor, sen de küçüksün!! diye. o salak kız koca memeleri hafif görünerek, sallana sallana, gözündeki çapak, saçındaki kepeklerle bakkala gider, sokaktakilerin kah tuhaf bakışları kah tacizkar bakışlarını fark etmeden dolanırdı. başına bir şey gelmemesi tamamen aptal şansıydı. ben olsam ya hoşlandığım çocuk görür ya düşer her yerimi sergilerim, ya oğlanların meraklı bakışlarıyla karşılaşırım.. yani aksi bir şey olurdu... işte bir kavga ve inat meselesi. her tartışmadan sonra yapmamaya özen gösteriyor bazen haklı buluyor allahtan. ama çoğu zaman boş inat diye görürdü.
daha tuvaletteyim. e hemen çıkılır mı? el yıkanacak herhalde! ama annem seslenmeye devam ediyor
-'hadi nazlı yaa amma uzattın! napıyorsun orada??'
napıyorsun orada sorusunu ne çok duydum tuvalette! bi keresinde napılır anne tuvalette? demekten yorulup inek sağdığımı belirtmiştim. öff saçmalama hadi çabuk ol. cevabını aldım. sanırsın üç saatte işiyorum yaa!! deveyim ya hörgüçümü doldurmuşum, anca boşalır!! tövbe tövbeee..
bu da suratına bakıp sen mi geldin? ya da geldin mi? demeye benziyor!
-'hadi nazlı! ne yiyeceksin kahvalti da? çık da ekmek al!' para elinde çıkar çıkmaz elime veriyor!!!
sabah sabah offf!!
gidim üstüme birşey alayım bari diye düşünüyorum. içerde yüzümü yıkayıp saçımı taradım en azından. güneş gözlüğüyle gizlerim suratı, bir üstümü değişeyim.
aa ama annem peşimden aceleyle seğirtiyor
-'aaa bir de giyinecek misin?? hadi nazlı offff!'
+"anne sen de 32 yılda bir tanıyamadın ha beni, ne zaman ben saçım karışık, makyajsız ya da düzgün giyinmeden çıktım ki ben??" (es kaza bir gün çıksam var ya fotoğrafımı çekip her gün delil olarak gösterir. o gün çıktıydın ama diye!!!!)
canı sıkılıyor, sevgilisi sigaraya kavuşmasını engelleyen şırfıntı beni beni!! pis hain. ekmek hele de sigara almak mesanenin patlamasından önemli değil mi??!!!
o sırada apartman görevlisi ve onu işten çıkaran işgüzarlara saydırıyorum içerden ve artık mahalle kültüründe olmayıp mahallenin veledine ekmek aldırılamayan sisteme!!
ha onu bi denemiştik ama annesi oğlucuğunu, padişahını bize ekmek alsın diye yetiştirmemiş, aradan kafa uzatıp bana bakıyor 'nazlı gidiversin!' haa bir de kendi de sipariş sıralıyordu! hah ha! bilmem ney marka yoğurt yoksa bilmem nerden bilmem ney yoğurdu ve müsli!! imiş... annemde bir umut dönüp saklandığım duvarın arkasına, bana bakıyor... bana merhaba demeye üşenen kadına sabahın mahmurluğu, üstbaş hali ben gidip marketten alışveriş yapacağım. bakkal büfe falan da değil ha! kendi için fark etmezdi ki her daim sünepe geziyor, her gördüğünde sanırsın ki kadın yataktan yeni kalkmış!! diil halbuki :)) o kadar perişan...
hı! hıı hee gittim öyle gözümde çapak üstümde açık saçık penye!! dalga geçerek "hıı oldu!" diye çıkışınca bile o umut sönmedi, ta ki ben "ben gitmem kim giderse gitsin be!" falan deyip, kapıları çarpıncaya kadar.
o gün de dün de ancak uyku mahmurluğunu üstümden silkeleyip, üzerimi değiştirince gittim elbet! daha da arkamdan sesleniyor annem 'çok oyalandın aç kaldın hadi çabuk çabuk kızıım!' ay önce abiyemi giyip gelin başı yapmam lazım! sanki! hiç olmazsa asgari birşeyler işte yaa... sırf kendim için değil herkes böyle olmalı! kimse kimsenin göz zevkini bozmamalı!
ben sokakta sünmük pijamalı, beyaz etletli, gözü çapaklı, saçı pis kimse görmek istemiyorum! ama dinleyen mi var??
şimdi benim okul bittiğinden ve eğer gidiyorsam dershane akşamları olduğundan beridir sabahın köründe kalkmam. zaten hiç sevmezdim sabahın erken saatinde uyanmayı hazır fırsat bulmuşken o kadar erken kalkmamaya karar verdim. anneme de bu konuyu ilettim zamanında. yani artık sabahın 06.00 sında (kahvaltı ve süslenme için bu kadar erken, Mersin'de o kadar da trafik yok) kalkmayacağım gerçeğine alışıldı.
hoş ilk zamanlar annem yılların alışkanlığıyla unutuyor ve beni uyandırmak için sesleniyordu (sabah telefonun ya da saatin alarmıyla uyanmak istediğimi kesin bilmesine rağmen, gecikirim endişeyle. geciksem ne olacak ki? o var bir de! iş değil okuldu, dershaneydi gittiğim yerler. azıcık geçiksen atılacak değildim ya, ki nadirdir gecikmem ya..).
-'nazlııı kalk hadi geç kalacaksın saat 07.30 olmuş!!'
+"anne nereye geç kalacağım??"
-'ayy unutmuşum canım yaa devam et sen!'
ama pek de mümkün değil uyumaya devam etmek.
daha ufakken de sabahları annemin uyandırması çoğunlukla ödümü koparmıştır. eh kadınlar birine seslenirken dümdüz söyleyemiyorlar illa nağmeli olacak. üstelik annem beni sabah uyandırmaya da kıyamazdı. hal böyle olunca 'nazlı kalk hadi, okula geç kalacaksın' kalıp cümlesi bana göre tuhaf ve içinde huzursuzluk barındıran bir hal alırdı.
çok yüksek sesle söylerse beni ürküteceğine karar verdiği için ve odama gelip dokunarak uyandırınca da esas ödümü koparttığı için kendine göre bir ayar buldu sonradan. gerçi o da tutmadı tam. pek çok konuda olduğu gibi ya annemin ayarı yok ya çok çok ya hiç denecek kadar az bir miktarda, ya da ikimizin kendine özgü ayarları birbirini tutmuyor. tabi ona göre ayarsız benim ya...
önceleri çok sessiz hareket edip, yavaşça kapımı açıp, odama son derece sessizce girip, yatağımın dibine gelip bana dokunarak uyandırırdı. ona göre kapıyı gürültüyle açarsa ödüm koparmış. böyle sırtımda, kalçamda bir el son derece kısık bir sesle fısıldıyor 'nazlıı' diye.
onun düşüncesine göre böyle ürkmemem gerek ve bebekken falan olduğum gibi 'ıhh' diyerek sırıtıp uyanmam gerek. ama yıllar içinde insanın değiştiğini, kafasındaki endişe, düşünce belki korkuların nelere sebep olabileceiğini pek hesaplayamıyor. hiç bir şeyden habersiz o minik, yumuk yavrucak değilim ki artık yavaş da olsa büyüyorum o zamanlar.
ama öyle bir etki olmuyordu bende, derin uykudaki ve hiç uyanmak da istemeyen ben, sabah o saatlerde karanlık olan odamda tepemde hayalet gibi duran ve beni okşayarak uyandırmak isteyen annem. elimde değil uykunun en derininde birinin ellemesi ödümü koparıyor, yani öyle çok tepki verecek enerjim olmasa da uzun zaman kalbim güm güm çarpıyordu.
kazık kadar kızım canı öperek uyandırmak istemiş bir gün. kıyamadım belli etmemeye çalıştım ama kalp hastası olsam kriz geçirebilirdim Allah korusun!
bilmiyorum neden o kadar irkiliyorum, neden bu irkinti bende sonra gerginliğe neden oluyor.
hani sabah mutlu ve enerjik uyanabilen insanlardan olmadığım için mi yoksa sağ tarafta duvar olduğu için mecburen hep soldan kalkmamla mı ilgisi var. bilemedim.
kıyamayıp belli etmeyince de şahane bir uyanış yaşadığımı sanıyordu. mutluluktan uçmamı, enerji ve neşe saçmamı bekliyordu. ha şimdi sanacaksınız ki kendisi öyle. hayır canım hiiç alakası yok. ama herhalde hayalindeki ideal uyanış, uyandırış ve sabah neşesi buydu.
oysa ki uykunun ortasında (aslında maalesef sonu) biri dokununca ya da tepemde hayalet ya da ne biliim canımı almaya gelmiş melek gibi dikilip fısıldayarak adımı söyleyince yüreğime iniyor işte!
ben de bu etki uyanıyor işte.. mesela sabah kalkıp biraz gürültülü hareket etmiş, ya da dışardan gelen bir gürültüyü duyup uyanmışsam bu kadar irkilmiyorum. gürültüyle uyanmak da sinir bozucu olabilir ama benim için tam geçerli değil nedense. yani gelin tepemde davul çalın, birşey patlatın da uyandırın demiyorum.
makul bir mesafeden sabahın sessizliğini bölen, her zamanki rutin seslere uymayan bir ses yeter. mesela bi kapıyı gürültüyle açmak, bi elektrik tuşuna tak diye basmak, sifon çekmek, kilitli dış kapıyı açarken çıkan ses gibi. tatsız uyanıyorum zaten ama en azından yüreğime inmiyor öbür türlüsü kadar. napalım biz de böyleyiz işte... (çok acayip bir şeymiş)
mecbur kaldım söyledim. böyleyken böyle.
-'iyi o zaman' dedi 'mutfaktan seslenirim'.
evet nispeten uzaktan seslenince rahatsız olmadım pek. ama gerek yoktu ki saat vardı. ama saate güven olmazdı! dünyayı kurtarmaya gecikebilirdim!
zaten annem sabah uyanamamak ve bir yere geç kalmaktan korkar hep. yıllarca memur hayatı yaşayınca mı acep? tatile, geziye gideriz ya da bir yakının evinde kalacağız diyelim sabah nasıl uyanacağız diye bir sorun varmış. sanırsın biri ya da bir ses bizi uyandırmazsa günlerce, haftalarca uyuyacağız ta ki prens bizi öpene kadar!!!
+"anne telefonun alarmı var işte kaça kurayım?"
telefonun alarmına güvenmediği için onbeş dakika ya da yarım saate bir uyanıp karanlıkta saatine bakar ve görmeye çalışır. olur da göremezse pencereye kadar gidip orada bakar öyle döner yatağına...
+"anne uyu yaa yarın sınav yok ki!"
-'olsun! sen beni duyma uyu!'
duyup duymamak benim seçimim değil ki!!
uykum çok derin değil demek, mesela uyukladığı yerde kalakalıp sabahı edenleri kıskanırım resmen, her yerde uyuyabilenleri, ya da uyukladığı yerde üstüne battaniye örtünde uyanmayan hatta daha da uykuya dalan tipleri. ben de gene tersi.
tv nin başında ne zaman uyuklasam annem üstüme hırka falan örtecek olursa öyle bir kalbim çarparak uyanıyorum ki bu kadar olur! sonunda bütün uykum tamamen kaçmaya ve bir 24 saat daha gelmemeye kesinkes karar veriyor sanki...
bunun çaresini buldum tv karşısında uyuklamamak, uyuyakalmamak ya da anneme yakalanmamak. artık annem benden çok daha erken yattığından beri böyle bir sorun olmuyor tabi. ama önceden gardımı almam gerekirdi. kendi üstüme kendi hırkamı örterdim biraz gevşediğimi hissedince.
hatta
+"ay gevşedim ben neredeyse uyuklayacağım" diye belirterek annemin üstümü örtmesini ya da gene nefesini suratımda hissedip hafifçe ''nazlııı" demesini engellerdim. annem en yakından suratıma bakmadan emin olamıyordu uyuduğumdan salonda... bu durum hafiften korku filmine çalıyordu gözümde!!
reenkarnasyon varsa önceki ruhum hapis yatmış herhalde! :) hani Kuzey Güney dizisinde Kuzey'de hep tetikte uyuyor, yanına biri yaklaşınca ürküp adamı kolundan falan yakalayıveriyor ya!!!
neyse uyarımın ardından tepeme dikilip hafifçe 'nazlııı' diye fısıldamak yerine gürültü yaparak uyandırma yöntemine başladı. ama bazen o kadar bartıyordu ki. uyanamam diye korkuyormuş!
hani insan uyanınca şöyle bir yatakta döner, uyanıp uyanmadığından, rüyadan çıkıp çıkmadığından ya da saatten emin olamazsa bir es verir, bir gerinir, üç beş dakika döner durur ya. işte annem bunu hesaba katamazdı. illa kalkıp kahvaltı hazırlayacak ya. tüm kapıları bir gürültüyle açardı. önce kendi kapısı taak! sonra mutfağın kapısı açılır ya da kapanır taak! sonra bir süre (bir dakika) sessizlik.
yataktan zıpkın gibi kalkıp aç kurt gibi mutfağa koşmadığımı gayet iyi bilmesine rağmen, bir dakika ona saat gibi gelirdi. o sırada çayı koyuyor falan. ben de uyanıp tam karşımdaki duvardaki koskoca saate bakıyorum "off yaa ne çabuk altı oldu bee!!" diyorum içimden. ama anneme göre bir saat geçmiş ve ben hala kalkamamışım endişesi gelişir. sonradan anlattıydı varsayım değil, önceden varsayımdı ki doğru çıktıydı böyle. o zaman da gürültülere devam eder, buzdolabı kapağı bir gürültü, tabakları, bardakları masaya çarpışı ayrı gürültü, çay kaşıklarını karıştırarak seçmesi ayrı gürültü.
ben de o sırada yatakta doğrulmuş işte hırkamı nereye koymuşum ya da terliğim hangi yöne kaymış bakıp bulmakla meşgulüm. ama anneme göre ooohhh deriiin uykulardayım mışıl mışıl!
bir gün
-'yahu anne senin beni uyandırmanla benim odamdan çıkmam aynı anda olamaz ki!!' her duruma bir lafım ve bahanem varmış.
aynı anda kalkarsak şayet benim saati kurup da kalkmış olmam gerekir.. sanırsın kendi yataktan çok enerjik kalkıyor da ben böyle yavaşım. hani insana hep öyle gelir; birisi senin yanında senin çok iyi bildiğin bir şeyi yapıyorken sana yapamıyor, yavaş yapıyor gibi gelir ya. aynen anneme de öyle... oysa onun yatak odasından mutfağa gitmesi benim yatak odamdan mutfağa gitmemden daha uzun sürüyor! çocukken değildi öyle. ama biz ne de olsa devasa bebekleriz ve öyle kalmalıyız... bücürürkken alışmış kendi hızlı benim yavaş olmama ve sürekli 'hadi hadi' demeye, bağımlılık yapmış adeta.
oldu da kalktığımı duymadı ve ben o sırada tuvalete girdiysem de bir de kahvaltı hazırsa..
-'nazlııı hadi çık tuvaletten çay koyacağım!'
tuvaletten ihtiyacın bitince çıkmaz mısın? kapıda dikilip bekliyor,
-'ne yapıyorsun o kadar kızım orada?'
ne yapacaksam tuvalette, klozette mi uyuyup kalacağım saatlerce? lavaboya başımı mı koyacağım dalacağım uykuya?. ses alıncaya kadar bekleyecek!
+"anne tuvaletteyim işte, bitince çıkabilirim!"
böylelikle gider ama sanki beni ayakta görmemiş olmanın verdiği şüpheyle masaya bir giderim ki sinirle oturuyor, e çay soğuyacakmış! somurtuyor, ters bakışlar bana!
annem kalk dediğinin salisesinde zıp diye kalkıp mutfağa koşacağım lüp lüp yutacağım! Allah Allaah sanki sabah mesanesini boşaltması gereken bir benim!
kahvaltı daha önemliymiş, tuvalette bu kadar oyalanmamı anlayamıyor, bağırsak hareketlerimin açıklamalarını yapmama rağmen! kendi geceleyin en az bir kere kalkıp tuvalete giriyor ya sabah o kadar acil olmuyor demek onun için çişini yapmak falan! benim de olmayacak. ha bir gün bunun da müzakeresini ay müdehalesini yaptık!!! gece kalkıp tuvalete gitmek çözümmüş. gelmiyorsa nasıl uyanıp gideyim ki yaa!!
neyse, kahvaltı yapmak ayrı bir seramoni sonra ben giyinirken saçımı yaparken ya da sonradan makyajımı da ayrı bir seramoni. ve annemin kontrolleri. eskiden içerden seslenirdi gömleğimi giymişmiyim? hadi kızısı! sonra sabah sabah heyheylenince ben sormak yerine çeşitli bahanelerle odama girip kontrol etmek devreye girdi. kirli varmıymış, yatağını toplayayımmıymış. o sırada ne hızda giyindiğime bakıyor. eğer umduğundan yavaşsa saati beş on dakika ileri olarak söylüyor, acele ettiriyor beni.
hala da yapmadan duramaz. o kadar acele ettirir ki neredeyse her seferinde erken hazırlanmış olurum, nereye gidiyorsam artık ya da ne için bir yerlerde, okul-dershane kapıları, kafeler sinemalar vs beni beklerken görebilirdiniz! beklemek bekletmekten ya da geç kalıp özür dilemekten iyiymiş. iyi de benden kimse özür dilemiyor bekletince!! :(( pişkin ve hiç birşey olmamış gibi... ben beklemekten sıkılmamış gibi olmalıyım ve sırıtmalıyım! asla sitem etmemeliyim. ay neyse.
baktım dolmuş durağında, okul bahçelerinde, derslik kapılarında neredeyse işte ben dikilip tek başıma bekliyorum ama annem için de erken çıkmam gerek, çareyi ağır ağır gitmekte bulmştum bir yerlere.. dolmuşu beğenmeyip binmemek, yürüyerek gitmek, başka yoldan gitmek (annem buna karşı nedense. hı hep gittiğin here hep gittiğin yoldan gitmeliymiş. hı? ben farklı yollar kullanmayı tercih ederim mümkünse. bu ne rutin yaa) ya da vakit uygunsa etraftaki kitapçı ya da mağazada vakit geçirmek gibi... bir yerde tek başına kazık gibi dikilip ikide bir saatine bakan bir kız görürseniz o ben olabilirim. mersin de tabi.
artık lisenin son yılı ve üniversite de;
+"anne en iyisi sen beni kaldırma, ben uyanırım, saati kuracağım (daha sonra telefon), hatta sen kalkmayacaksan kahvaltı da hazırlama ben hazırlarım nasılsa fazla erken uyanıyorum. sen uyumana bak, yıllarca uykusuz kalman yetmedi mi? çıkarken seslenirim ya da zaten kalkarsın o saate, duyarsın anlarsın falan. boşuna sen de uykundan olma, kazık kadar olduk kahvaltıyı da ben hazırlarım." dedim.
kabul etti hemen, hayret dayatmadı. ama yılların alışkanlığı gene pek çok kez erken gittim!! heh he.
hııı bugüne gelemedim dii mi? gevezeyim işte! şu an çenem oynamıyor ama.. :)
son modamız sabah sabaha hiç ekmek ya da sigara kalmadığını sabah fark etmek!
şimdi sabah 09.30 - 10.00 gibi kalkıyorum ya, annem de benden en az iki saat önce kalkmış olur. o geçen iki saatte sırf kahvaltı mı hazırlar, yapar sanıyorsunuz? hayır. o gün yapılacakları, alınacakları düşünür. ha bazen geçmişi de düşünüyormuş ya sabah sabah asabını bozup kendinin sigaralarına yumuluyor. o ayrı. AMAN DİYEYİM SİGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR. SİZ İÇMEYİNİZ. annem içecekmiş kimseler karışamazmış. aman diim sigarasına laf etmeyin!
neyse işte benden epey önce kalkmış düşünmüş ve kararlar vermiş.
mesela son bir kaç haftadır sabah kalkınca ekme ya da sigaranın bitmiş olduğunu fark ediyor. ama çıkıp kendi almak istemiyor, aah ah şu apartman görevlisini de işte çıkardılar!! ban kalıyor iş.
ama nasıl?? sabah kalkıp odamın kapısını açıtığım anda bana eksikleri sayıveriyor. şimi kalkalı 2 saat olmuş, kendi zihni açılmış, çayını içmiş falan ya bana da aynen o muamele. oysa ben daha uykuluyum, terlemişim, saçım karmaşık, gözlerim kısık, üstüm başım salaş.
bu ailede hiç kimse zıpkın gibi uyanmadı ki! neden benin uyanmam gerekiyor.. keşke abla yerine bana küçük kardeş olsaymış onu gönderirdik ekmeğe!
dünkü sahneyi hayal edelim; saçları birbirine dolanmış, sıcak diye üstümde sünmüş per perişan olmuş şort tişört takımım, gözlerim kısık henüz ışığa tam alışamamış ve gecenin bilmem kaçından beri çok afedersiniz daha önce yazdığımda dememiştim ama fena halde çişim var, uykulu halimden yere de bir tuhaf basıyorum ve duvarda elektrik tuşunu arıyorum. el yordamıyla da bulamıyorum.
ama annem bir telaş buyuruyor;
-'nazlı ekmek bitmiş git alıver gel!! sigara da al.'
ama ben tuvalete giriyorum.
+"bi tuvalete gireyim de!"
-'bırak şimdi tuvaleti nazlı!!! ekmek yok sigara yok! kuru çay içtim!'
oof of aslında oracıkta tuvaletimi bırakıvermeliydim!! yahu o halle bırak saçı başı, sünük, yandan mandan insanın şeylerini meydana seren giysiyi fena halde sıkışmışken ben koşa koşa iki sokak aşıp ekmek ve sigara alacağım!!
bunlar 30 sanıyede olmuştur herhalde.
parayı çoktan hazırlamış, kapının orda sehpanın üzerinde, gösteriyor alayım diye. sonra uzatıyor. hiç farkında değil bu kız yeni kalkmış, çişi var, saçı karışık, giysi uygun değil. gözünü sigara hırsı bürümüş!
-'hadi nazlı parayı hazırladım, burada al!'
dinleyecek halim yok ki! hemen tuvalete hamle. o halimle çıkmam mümkün mü??
ama sabırsızlanıp kapının önüne dikilip nasıl ekmeğin ve sigaranın bitiiğini fark etmediğimizi anlatıyor.
arada da
-'hadi kızım' diyor.
+"tamaaam bi dur anneee!!"
yakındaki küçük bakkal da kapandı aksi gibi ve annem o halimle beni sokağa salacak.
çocukken de çok yaptı ve hep tartışma konusu oldu. yazmıştım herhalde. dediğini hiç yapmamakla da suçlardı beni, dünyanın en çirkin, bakımsız ve gerizekalı kızlarıyla kıyas yapmayı da denerdi. bak bilmem kimin kızı üstü başıyla çıkıveriyor, sen de küçüksün!! diye. o salak kız koca memeleri hafif görünerek, sallana sallana, gözündeki çapak, saçındaki kepeklerle bakkala gider, sokaktakilerin kah tuhaf bakışları kah tacizkar bakışlarını fark etmeden dolanırdı. başına bir şey gelmemesi tamamen aptal şansıydı. ben olsam ya hoşlandığım çocuk görür ya düşer her yerimi sergilerim, ya oğlanların meraklı bakışlarıyla karşılaşırım.. yani aksi bir şey olurdu... işte bir kavga ve inat meselesi. her tartışmadan sonra yapmamaya özen gösteriyor bazen haklı buluyor allahtan. ama çoğu zaman boş inat diye görürdü.
daha tuvaletteyim. e hemen çıkılır mı? el yıkanacak herhalde! ama annem seslenmeye devam ediyor
-'hadi nazlı yaa amma uzattın! napıyorsun orada??'
napıyorsun orada sorusunu ne çok duydum tuvalette! bi keresinde napılır anne tuvalette? demekten yorulup inek sağdığımı belirtmiştim. öff saçmalama hadi çabuk ol. cevabını aldım. sanırsın üç saatte işiyorum yaa!! deveyim ya hörgüçümü doldurmuşum, anca boşalır!! tövbe tövbeee..
bu da suratına bakıp sen mi geldin? ya da geldin mi? demeye benziyor!
-'hadi nazlı! ne yiyeceksin kahvalti da? çık da ekmek al!' para elinde çıkar çıkmaz elime veriyor!!!
sabah sabah offf!!
gidim üstüme birşey alayım bari diye düşünüyorum. içerde yüzümü yıkayıp saçımı taradım en azından. güneş gözlüğüyle gizlerim suratı, bir üstümü değişeyim.
aa ama annem peşimden aceleyle seğirtiyor
-'aaa bir de giyinecek misin?? hadi nazlı offff!'
+"anne sen de 32 yılda bir tanıyamadın ha beni, ne zaman ben saçım karışık, makyajsız ya da düzgün giyinmeden çıktım ki ben??" (es kaza bir gün çıksam var ya fotoğrafımı çekip her gün delil olarak gösterir. o gün çıktıydın ama diye!!!!)
canı sıkılıyor, sevgilisi sigaraya kavuşmasını engelleyen şırfıntı beni beni!! pis hain. ekmek hele de sigara almak mesanenin patlamasından önemli değil mi??!!!
o sırada apartman görevlisi ve onu işten çıkaran işgüzarlara saydırıyorum içerden ve artık mahalle kültüründe olmayıp mahallenin veledine ekmek aldırılamayan sisteme!!
ha onu bi denemiştik ama annesi oğlucuğunu, padişahını bize ekmek alsın diye yetiştirmemiş, aradan kafa uzatıp bana bakıyor 'nazlı gidiversin!' haa bir de kendi de sipariş sıralıyordu! hah ha! bilmem ney marka yoğurt yoksa bilmem nerden bilmem ney yoğurdu ve müsli!! imiş... annemde bir umut dönüp saklandığım duvarın arkasına, bana bakıyor... bana merhaba demeye üşenen kadına sabahın mahmurluğu, üstbaş hali ben gidip marketten alışveriş yapacağım. bakkal büfe falan da değil ha! kendi için fark etmezdi ki her daim sünepe geziyor, her gördüğünde sanırsın ki kadın yataktan yeni kalkmış!! diil halbuki :)) o kadar perişan...
hı! hıı hee gittim öyle gözümde çapak üstümde açık saçık penye!! dalga geçerek "hıı oldu!" diye çıkışınca bile o umut sönmedi, ta ki ben "ben gitmem kim giderse gitsin be!" falan deyip, kapıları çarpıncaya kadar.
o gün de dün de ancak uyku mahmurluğunu üstümden silkeleyip, üzerimi değiştirince gittim elbet! daha da arkamdan sesleniyor annem 'çok oyalandın aç kaldın hadi çabuk çabuk kızıım!' ay önce abiyemi giyip gelin başı yapmam lazım! sanki! hiç olmazsa asgari birşeyler işte yaa... sırf kendim için değil herkes böyle olmalı! kimse kimsenin göz zevkini bozmamalı!
ben sokakta sünmük pijamalı, beyaz etletli, gözü çapaklı, saçı pis kimse görmek istemiyorum! ama dinleyen mi var??
18.09.2012
baş ağrısı - balkona gel! - acıma dönemi
başım ağrıyor sık sık. karşınızda bi migren maduru var. ooof of!
anneme göre bilgisayar başında zaman geçirmekten gözüm ve başım ağrırmış. gözüm ağrımıyor ki!
bilgisayar yerine annemle oturmalı, tv izlemeli (! e bilgisayar gibi ekran bu da! hayır ama tv ekranıyla aramda mesafe varmış) ve en güzeli sohbet etmeliymişim.!!
yani ya annem konuşacak 30-40 hatta 55 yıl öncesini, anılarını anlatacak, olumlu anılar da var elbet, ama Türk kadınıyız çok çekeriz ya pek çoğu kötü-kötümser anılar, hem de kaçıncı kez... hani zaten aynı şeyleri defalarca duymak ve konuşmak var işin içinde, ya da benimle ilgili artık duymak istemediğim bir takım anılar tekrar ısıtılıp önüme getirilecek. mevzu istediği kadar geçmişte kalsın tekrarlanarak defalarca konuşmak anneme göre aşmanın yöntemi. bu konuda inatla israrcı, oğlak ve aslan burcunun bir karışımı olan anneme göre en doğru doğrular anneminkiler, yöntemler de. ben ise olumsuz bir şeyi kısa sürede hazmettikten sonra bir ya da iki kez konuşup unutmaya bakarım. bu kaçmak anneme göre. hiç konuşmuyor ve olmamış gibi davranmıyorum ki tam tersi gerçeği hemen görür kaçmadan üstüne gider hemen sorunu çözüp, hazmedip sonra da artık önemsememek, üzülmemek isterim. tamamen unutulmasa da eski etkisi olmasın isterim her fırsatta aklıma getirip tansiyonum çıksın istemem. bu annemin yöntemidir.
kinci değilim. ha o kalbimi kıran kişiyi defterden silerim, görsem tanımazdan gelirim, uzatmam. biiti benim için yok.
ama işte annem tersi, hani yani allahtan başıma felaket gelmedi şükür. her insanın başına gelen hayal kırıklıkları, dost kazıkları, ayrılık falan.
ama kafamda o olay bittikten sonra zırt pırt hatırlayıp mideme kramplar girsin tansiyonum oynasın da istemem. bu mantıksız mı yaa?? kendini savunmanın bir çeşidi.
ama anlatabilirsen anneme anlat. ona göre ya kaçmak ya bastırmak.
mahvolarak ağlayıp hastanelere düşsem ohh en azından rahatladın diyecek. sonra da zavallı nazlıcık diye acıyacak.
bu konular açıldı mı anında tepem atıyor, kapatıyorum konuyu ve artık o dosyanın bir daha açılmasını temcit pilavı mıdır nedir onun gibi önüme sunulmasını istemiyorum. yok yani cidden o ilk anlardaki kadar üzülmüyor sinirlenmiyorum o olay her neyse. bu benim tarzım ama annem kendininkini dayatmakta ısrarlı.
o hatırlayıp hatırlayıp sinirlenir, uykusu kaçar hatırlar, hatırladığı için uykusu kaçar.. zincirleme kısır döngü.
tee bilmem ne zaman dershane yıllarında yakın gördüğüm bir arkadaşımla yaşadığım sorunu hatırlatıyor. çocuktuk ki artık ne üzülüyor ne sinirleniyorum tek düşündüğüm şimdiki aklım olsa vereceğim daha sert cevaplar. ama zamanında verdiklerimle yetinmek zorundayım değil mi? keşke böyle olmasaydı demekten başka ne var! amaan boşşver! biraz boş vermek lazım be ya! gel de anneme anlat.
ha ben de kinciyim yok yani affetmem sadece zaman aşımına uğrar. tutup 14 yıl önceki şey için ilk okul çocuğu hıncında kızı bulup ders mi vereyim şimdi? anneme göre evet. o aptal kız hatırlamıyordur bile! sonra zavallıcık kendini önemli zannedecek, vicdan mı yapacak sanıyorsu anne!?? aa bak nazlı beni unutmamış, ay ne kadar üzmüşüüm. için için kendini unutulmaz sanıp sevinir enayi..
iyi ki zaman makinası falan yok annem beni zorla bindirir bindirir aynı şeyleri yaşamam için uğraşırdı. ona göre aşma bu, sıksık hatırlayıp sinirlenip üzülmek. kendi ruh ve beden sağlığıyla kendi oynuyor. söyleyince ben kabahatliyim. o aşmış ki1 aşsan bu kadar tekrar hırpalanırmısın?
napim ben böyleyim diyor. ee ben de böyleyim anne! hayır benim böylem olmalı!
kabul etmiyor asla... uğraşıp bir şekilde konuyu kapatmak ya da değiştirmek bana kalıyor.
ay gene konudan saptım yaa! başağrısından nereye. ben de de zihin sıçraması var işte.. :)
başım ağrıyor diye annemle oturup eski defterleri karıştıracağız! ne iyi çözüm!
ya da bazen balkona gel oturalım diyor. ama bakacak ekran olmayınca (varken de açılabilir de neyse) illa eski defterler karıştırılacak... kırk yılda bir komik ya da en azından olumlu bir anı çıkar ortaya...
zincirleme başağrısı.
bir keç kez denedim eski dosyalar açıldığında hararetli konuşmalar üzülmelere. valla içimden de gelmiyor. sırf gönlü olsun kızım da kinci hiç unutmaz affetmez desin diye. bu kez de acıdı bana yahu! başımı omzuna yaslayıp ağlayacak mışım? üzülmüyorum oysa insan doğasını anlamaya çalışıyorum neden böyle yapmış olabilir diye. olsa olsa kızıyorum o kişiye ve aptal buluyorum. aptallıklarının örneklerini hatırlayıp verebiliyorum.
hani derler ya affetmek erdemdir, affedip hayatınıza devam edin falan fiştan. sakın bunları annemin yanında demeyin! ağzınızın payını verir ve bana olumsuz bir anı daha çıkar.
anneme göre affetmek görmezden gelmek, kaçmak ile falan eş değer. o kendi yönteminden kesinlikle emin!! kin tutmak, her fırsatta hatırlayıp üzülmek, sinirlenmek uykusuz kalma tansiyonunun çıkması pahasına o olayı yeniden hatırlamak, konuşmak...
ama kendi kendini değmeyecek insanlar için yıpratıyorsun anne! yetmiyor beni de sürüklüyorsun!
ooo hain annenin yöntemine nasıl laf edersin??
ağlamıyor muşum, kaçıyormuşum meselelerden falan.. başlıyor gene... ağlasam da zavallıymışım muhtaçmışım gibi davranıyorsun diyorum. hiç de bile... her konu da abartıyor işte kinde de acımada da.. yaralı bir sokak kedisiymişim gibi...
ikizler bile bu kadar ayrı olabiliyorken kendinin kopyası olmamı nasıl bekliyor anlamıyorum. ona göre ne böyle bir beklentisi var ne de dayatması. sadece fikirlerini beyan ediyormuş. ama illa onaylayıp uygulamamı istiyor...
ben de mi tansiyon hastası olayım yahu! çok şükür daha az kinciyim sana göre! daha önümde yıllar var kimbilir ne kadar manyakla uğraşacağım? her seferinde kendimi paralayım mı? hasta mı olayım?
yok allah korusun yavrum.
ee anne tek güçlü insan sen misin hayatta? neden ben kendi doğrularım ve yöntemlerimle güçlü olamıyorum ki??
hem ben çok daha mantıklıyım şükür..
acımayı abarttığı dönemler ne kadar sokak hayvanı varsa eve doldurmak da istiyor. ben de seviyorum ama evde 20 hasta hayvanla 20 yıl yaşayamam ki! hasta bakıcı değilim, ileriki ömrümden umutsuz değilim o kadar da. (bir gün nasılsa evlenmiyor haliyle çocuk da yapmıyorsun bari kedi bak dedi de), bunu bilerek, düşünerek davranmak zorundayım. o dönemler gel de anlat, karşında zırlayan bir anne! ama bakarız nazlı?? başka çareler buluyorum veterinerde tedavi ettirmek, bir barınağa götürmek gibi.
nefreti-kini de abartılı ... bende beni üzenleri dövmek isterim ama sonuçta karakola, hastaneye ya da mapusa düşmek istemem.. aptal olsam da o hararetle gazlasam neler gelecek kimbilir başıma.. hani olay sıcakken ve bahsediyorken hala..
bir arkadaşla saçma bir tartışma yaşamıştık, görüşmeyi kestim tabi önce ağzının payını verdim. için için kompleksleri olan kıskanç biriydi. neyse bir kaç hafta geçmiş annem o ateş ve kinle gecenin bir saati olmuş konuşmayalı haftalar olmuş, illa arayıp bilmem ne de! sen de bana şunu dediydin bunu ettiydin! neredeyse benim babam senin bababnı döver ilkokul çocuğu hırsı. ona göre zırt pırt arayıp haşlamalı, tüm ortak tanıdıklarımızı, hocalarımıza anlatmalıyım. küçük çocuklar gibi mi kin tutayım? söyleyeceğimi söylemiştim suratına zaten.. ama ya benim haksız olduğumu düşünürlerseymiş, hep başkalarının düşünceleri... üzerlerine vazife olmayan şeyleri bile anlatmak zorundayım açıklamalıyım sanki.. mittirip gitsinler anne! hele bir ima göreyim bu konuda kendi saçmalıklarıyla ilgili yüzlerine vuramayacğım şeyler yok mu hafızamda sanıyorsun?
anneme göre yetmez, asla unutmamalı, o kini diri tutmalı ve fırsat yaratıp intikamlar almalı, yıllar geçse de hatırladıkça sinirlenmeli ve üzülmeli insan. bir gün anne sen kendi kendini, ben de kendimi kanser etmek ya da akıl sağlığımı bozmak için mi çalışmalıyız? yoksa hayat devam mı ediyor? dedim. kaçıyorum işte aynı babam!
biri bir kavgadan ya da bir konudan kaçmasa aramızda zaten, ya o kişiyi öldürmeye gideceğiz ya beni aldattığı için ahim 'e şikayet edeceğiz??!!
kraldan çok kralcıdır gene abartılı. sevgisi de . sadece sarılıp uyumayı değil :) eve alıp bakmayı düşünmüştü sevdiği ve acıdığı bir sınıf arkadaşımı. bizim evde kalsın diye tutturmuştu üniversitedeydim. başka bir şehirden gelmiş zorla yurtta kalıyor, oda arkadaşlarıyla sorun yaşıyordu. iyi biriydi ama sonuçta sütten çıkmış ak kaşık da değildi. hem sonra sokak kedisi de değildi. besle kargayı oysundu gözünü. ki sonradan oydu da. fazla parası yok, yurtta sürünüyormuş. böyle giderse besinsiz kalırmış, sınıfta kalırmış yazık değil miymiş. evet zorluk çekiyordu, sorun yaşıyordu ama evlat edinilecek kadar da değil. sorunlarını çözmeyi öğrenmeliydi ama değil mi? az parayla idare etmeyi de.
ama masum suratından yararlanarak annemde acıma duygusu uyandırdı. en abartılısından.
tutturdu da eve alalım diye. benim odamda kalacakmış, zaten başka oda yok. bana da kardeş gibi olurmuş. sonradan kardeş olunmuyor! olsa iyi bir dost ne ala! ama değil!
odam da da yer olsa bari. ailesi de çook fakir olsa bari. sadece o harcamayı bilmiyor, saçma kıyafetler, özenti bilmem neler almasa, bilmem nerelerde tıkınıp durmasa yetirecek harçlığını, yurtta da çözüm bulur zahir.. millet yurttan kurtulmak için anlaştığı arkadaşlarıyla ev tutmak için parttime işe giriyordu, bizim kız bizim eve yerleşecek!! anneme göre benim odama yerleşir, dört yıl rahat eder, ailesinden gelen parayla da ders kitabı alır! küçük fırsatçı için gün doğdu! beslememiz evlatlığımız oldu güya. gerçekten oda arkadaşlarıyla kavgalı diye bizde kaldı bir kaç gün. değme keyfine. oh enayileri buldu.
bu yetmedi ben yer yatağında yatsam onun beli ağrıyor oldu, anneme söylüyor. annem de karışmak istemiyor ya da hayır olmaz deyip kötü olan olmak istemiyor bana yazzıık yavruya der gibi bakıyor. fırsattan istifadeyi iyi bilen açıkgöz kızımız doymuyor. ne yok yatağı vermedim elbet. yok artık onun için okulu ben bitireyim, ona koca bulayım hatta fiziği bozulmasın diye onun çocuklarını ben doğurayım bari!!
annem benim giysilerimden giymesine bile izin vermişti benden habersiz. ama küçük sığınmacı iyice yayıldı kısa sürede. sanki ben misafirim o ev sahibi. yemeğini yer masayı toplamaya yardım etmez, bulaşıkları makinaya koyamaz, beceremezmiş ki, o yüzden annesi hiç elletmezmiş, çamaşırlar heryere atılır, benimkiler giyilir, onlarda terlerde...oooh banyodan saatlerce çıkmaz. kapris de kapris çayın şekeri de az olmuş, açıkmış dolapta ne varmış...yastğı ince gelmiş yok bilmem ne..
hani bunları da eleştirerek dayatarak söylemiyor da, işini biliyor! tatlı tatlı şikayet edip acındırarak... zavallı yavrucak yurttaki arkadaşları neler etmiş ona.. babası tek maaşla okutuyormuş.vs sanırsın biz milletvekili maaşıyla okuyoruz da!
bunlar bir haftada oluyor. acımayı abartan annemden yüz bularak sefasını sürecek 4 yıl. oldu olacak beni nüfusundan çıkarttır da sen kızı ol. tabi bu arada anneme de yağ çekmeden edemiyor sevgili ayartır gibi de bana sırıtıyor anneme sarılıp öperken. annemse aşırı acıma duygusunun önüne geçemiyor, neredeyse tüm kardeşlerini nüfusuna geçirecek... her fırsatta parasının yetmediğinden ama babasına acıdığı için isteyemediğinden dem vuruyor. ayy hem tatlı hem parasız hem ne kadar düşkün ailesine ve düşünceliiii...
maddi konudaki mantıksızlığını anlatsan da anlayacak durumda değildi annem. bir süre herşeyi görmezden geldi inatla. beni acımasız ilan etti ta ki bu cici arkadaşım gece yarıları evden tüymelere, gelmemelere, sorunca kavga çıkarmalara, annemi güvenliğinden ensişelendirmelere ve dönem ödevlerini bana yaptırtmaktan başlayıp ödevimi yürütmeye kalkana kadar!
sonunda annem emanetten, başkasının evladının sorumluluğunu da almaktan bıktı.. ufaktan dehledik yurt odasına. bak orasına da ben karışmadım bu defa! niye ben kötü olayım. annem gece çıkmaktan girip namus sorumluluğundan, babana ne derimden başladı sen en iyisi yurda dön kızıma kadar...
bir haftadan fazla yedi içti oh rahat etti sonrada yetmedi dahasını bekledii. besle kargayı misali.. iyilik de bilmez yani..
anneme göre bilgisayar başında zaman geçirmekten gözüm ve başım ağrırmış. gözüm ağrımıyor ki!
bilgisayar yerine annemle oturmalı, tv izlemeli (! e bilgisayar gibi ekran bu da! hayır ama tv ekranıyla aramda mesafe varmış) ve en güzeli sohbet etmeliymişim.!!
yani ya annem konuşacak 30-40 hatta 55 yıl öncesini, anılarını anlatacak, olumlu anılar da var elbet, ama Türk kadınıyız çok çekeriz ya pek çoğu kötü-kötümser anılar, hem de kaçıncı kez... hani zaten aynı şeyleri defalarca duymak ve konuşmak var işin içinde, ya da benimle ilgili artık duymak istemediğim bir takım anılar tekrar ısıtılıp önüme getirilecek. mevzu istediği kadar geçmişte kalsın tekrarlanarak defalarca konuşmak anneme göre aşmanın yöntemi. bu konuda inatla israrcı, oğlak ve aslan burcunun bir karışımı olan anneme göre en doğru doğrular anneminkiler, yöntemler de. ben ise olumsuz bir şeyi kısa sürede hazmettikten sonra bir ya da iki kez konuşup unutmaya bakarım. bu kaçmak anneme göre. hiç konuşmuyor ve olmamış gibi davranmıyorum ki tam tersi gerçeği hemen görür kaçmadan üstüne gider hemen sorunu çözüp, hazmedip sonra da artık önemsememek, üzülmemek isterim. tamamen unutulmasa da eski etkisi olmasın isterim her fırsatta aklıma getirip tansiyonum çıksın istemem. bu annemin yöntemidir.
kinci değilim. ha o kalbimi kıran kişiyi defterden silerim, görsem tanımazdan gelirim, uzatmam. biiti benim için yok.
ama işte annem tersi, hani yani allahtan başıma felaket gelmedi şükür. her insanın başına gelen hayal kırıklıkları, dost kazıkları, ayrılık falan.
ama kafamda o olay bittikten sonra zırt pırt hatırlayıp mideme kramplar girsin tansiyonum oynasın da istemem. bu mantıksız mı yaa?? kendini savunmanın bir çeşidi.
ama anlatabilirsen anneme anlat. ona göre ya kaçmak ya bastırmak.
mahvolarak ağlayıp hastanelere düşsem ohh en azından rahatladın diyecek. sonra da zavallı nazlıcık diye acıyacak.
bu konular açıldı mı anında tepem atıyor, kapatıyorum konuyu ve artık o dosyanın bir daha açılmasını temcit pilavı mıdır nedir onun gibi önüme sunulmasını istemiyorum. yok yani cidden o ilk anlardaki kadar üzülmüyor sinirlenmiyorum o olay her neyse. bu benim tarzım ama annem kendininkini dayatmakta ısrarlı.
o hatırlayıp hatırlayıp sinirlenir, uykusu kaçar hatırlar, hatırladığı için uykusu kaçar.. zincirleme kısır döngü.
tee bilmem ne zaman dershane yıllarında yakın gördüğüm bir arkadaşımla yaşadığım sorunu hatırlatıyor. çocuktuk ki artık ne üzülüyor ne sinirleniyorum tek düşündüğüm şimdiki aklım olsa vereceğim daha sert cevaplar. ama zamanında verdiklerimle yetinmek zorundayım değil mi? keşke böyle olmasaydı demekten başka ne var! amaan boşşver! biraz boş vermek lazım be ya! gel de anneme anlat.
ha ben de kinciyim yok yani affetmem sadece zaman aşımına uğrar. tutup 14 yıl önceki şey için ilk okul çocuğu hıncında kızı bulup ders mi vereyim şimdi? anneme göre evet. o aptal kız hatırlamıyordur bile! sonra zavallıcık kendini önemli zannedecek, vicdan mı yapacak sanıyorsu anne!?? aa bak nazlı beni unutmamış, ay ne kadar üzmüşüüm. için için kendini unutulmaz sanıp sevinir enayi..
iyi ki zaman makinası falan yok annem beni zorla bindirir bindirir aynı şeyleri yaşamam için uğraşırdı. ona göre aşma bu, sıksık hatırlayıp sinirlenip üzülmek. kendi ruh ve beden sağlığıyla kendi oynuyor. söyleyince ben kabahatliyim. o aşmış ki1 aşsan bu kadar tekrar hırpalanırmısın?
napim ben böyleyim diyor. ee ben de böyleyim anne! hayır benim böylem olmalı!
kabul etmiyor asla... uğraşıp bir şekilde konuyu kapatmak ya da değiştirmek bana kalıyor.
ay gene konudan saptım yaa! başağrısından nereye. ben de de zihin sıçraması var işte.. :)
başım ağrıyor diye annemle oturup eski defterleri karıştıracağız! ne iyi çözüm!
ya da bazen balkona gel oturalım diyor. ama bakacak ekran olmayınca (varken de açılabilir de neyse) illa eski defterler karıştırılacak... kırk yılda bir komik ya da en azından olumlu bir anı çıkar ortaya...
zincirleme başağrısı.
bir keç kez denedim eski dosyalar açıldığında hararetli konuşmalar üzülmelere. valla içimden de gelmiyor. sırf gönlü olsun kızım da kinci hiç unutmaz affetmez desin diye. bu kez de acıdı bana yahu! başımı omzuna yaslayıp ağlayacak mışım? üzülmüyorum oysa insan doğasını anlamaya çalışıyorum neden böyle yapmış olabilir diye. olsa olsa kızıyorum o kişiye ve aptal buluyorum. aptallıklarının örneklerini hatırlayıp verebiliyorum.
hani derler ya affetmek erdemdir, affedip hayatınıza devam edin falan fiştan. sakın bunları annemin yanında demeyin! ağzınızın payını verir ve bana olumsuz bir anı daha çıkar.
anneme göre affetmek görmezden gelmek, kaçmak ile falan eş değer. o kendi yönteminden kesinlikle emin!! kin tutmak, her fırsatta hatırlayıp üzülmek, sinirlenmek uykusuz kalma tansiyonunun çıkması pahasına o olayı yeniden hatırlamak, konuşmak...
ama kendi kendini değmeyecek insanlar için yıpratıyorsun anne! yetmiyor beni de sürüklüyorsun!
ooo hain annenin yöntemine nasıl laf edersin??
ağlamıyor muşum, kaçıyormuşum meselelerden falan.. başlıyor gene... ağlasam da zavallıymışım muhtaçmışım gibi davranıyorsun diyorum. hiç de bile... her konu da abartıyor işte kinde de acımada da.. yaralı bir sokak kedisiymişim gibi...
ikizler bile bu kadar ayrı olabiliyorken kendinin kopyası olmamı nasıl bekliyor anlamıyorum. ona göre ne böyle bir beklentisi var ne de dayatması. sadece fikirlerini beyan ediyormuş. ama illa onaylayıp uygulamamı istiyor...
ben de mi tansiyon hastası olayım yahu! çok şükür daha az kinciyim sana göre! daha önümde yıllar var kimbilir ne kadar manyakla uğraşacağım? her seferinde kendimi paralayım mı? hasta mı olayım?
yok allah korusun yavrum.
ee anne tek güçlü insan sen misin hayatta? neden ben kendi doğrularım ve yöntemlerimle güçlü olamıyorum ki??
hem ben çok daha mantıklıyım şükür..
acımayı abarttığı dönemler ne kadar sokak hayvanı varsa eve doldurmak da istiyor. ben de seviyorum ama evde 20 hasta hayvanla 20 yıl yaşayamam ki! hasta bakıcı değilim, ileriki ömrümden umutsuz değilim o kadar da. (bir gün nasılsa evlenmiyor haliyle çocuk da yapmıyorsun bari kedi bak dedi de), bunu bilerek, düşünerek davranmak zorundayım. o dönemler gel de anlat, karşında zırlayan bir anne! ama bakarız nazlı?? başka çareler buluyorum veterinerde tedavi ettirmek, bir barınağa götürmek gibi.
nefreti-kini de abartılı ... bende beni üzenleri dövmek isterim ama sonuçta karakola, hastaneye ya da mapusa düşmek istemem.. aptal olsam da o hararetle gazlasam neler gelecek kimbilir başıma.. hani olay sıcakken ve bahsediyorken hala..
bir arkadaşla saçma bir tartışma yaşamıştık, görüşmeyi kestim tabi önce ağzının payını verdim. için için kompleksleri olan kıskanç biriydi. neyse bir kaç hafta geçmiş annem o ateş ve kinle gecenin bir saati olmuş konuşmayalı haftalar olmuş, illa arayıp bilmem ne de! sen de bana şunu dediydin bunu ettiydin! neredeyse benim babam senin bababnı döver ilkokul çocuğu hırsı. ona göre zırt pırt arayıp haşlamalı, tüm ortak tanıdıklarımızı, hocalarımıza anlatmalıyım. küçük çocuklar gibi mi kin tutayım? söyleyeceğimi söylemiştim suratına zaten.. ama ya benim haksız olduğumu düşünürlerseymiş, hep başkalarının düşünceleri... üzerlerine vazife olmayan şeyleri bile anlatmak zorundayım açıklamalıyım sanki.. mittirip gitsinler anne! hele bir ima göreyim bu konuda kendi saçmalıklarıyla ilgili yüzlerine vuramayacğım şeyler yok mu hafızamda sanıyorsun?
anneme göre yetmez, asla unutmamalı, o kini diri tutmalı ve fırsat yaratıp intikamlar almalı, yıllar geçse de hatırladıkça sinirlenmeli ve üzülmeli insan. bir gün anne sen kendi kendini, ben de kendimi kanser etmek ya da akıl sağlığımı bozmak için mi çalışmalıyız? yoksa hayat devam mı ediyor? dedim. kaçıyorum işte aynı babam!
biri bir kavgadan ya da bir konudan kaçmasa aramızda zaten, ya o kişiyi öldürmeye gideceğiz ya beni aldattığı için ahim 'e şikayet edeceğiz??!!
kraldan çok kralcıdır gene abartılı. sevgisi de . sadece sarılıp uyumayı değil :) eve alıp bakmayı düşünmüştü sevdiği ve acıdığı bir sınıf arkadaşımı. bizim evde kalsın diye tutturmuştu üniversitedeydim. başka bir şehirden gelmiş zorla yurtta kalıyor, oda arkadaşlarıyla sorun yaşıyordu. iyi biriydi ama sonuçta sütten çıkmış ak kaşık da değildi. hem sonra sokak kedisi de değildi. besle kargayı oysundu gözünü. ki sonradan oydu da. fazla parası yok, yurtta sürünüyormuş. böyle giderse besinsiz kalırmış, sınıfta kalırmış yazık değil miymiş. evet zorluk çekiyordu, sorun yaşıyordu ama evlat edinilecek kadar da değil. sorunlarını çözmeyi öğrenmeliydi ama değil mi? az parayla idare etmeyi de.
ama masum suratından yararlanarak annemde acıma duygusu uyandırdı. en abartılısından.
tutturdu da eve alalım diye. benim odamda kalacakmış, zaten başka oda yok. bana da kardeş gibi olurmuş. sonradan kardeş olunmuyor! olsa iyi bir dost ne ala! ama değil!
odam da da yer olsa bari. ailesi de çook fakir olsa bari. sadece o harcamayı bilmiyor, saçma kıyafetler, özenti bilmem neler almasa, bilmem nerelerde tıkınıp durmasa yetirecek harçlığını, yurtta da çözüm bulur zahir.. millet yurttan kurtulmak için anlaştığı arkadaşlarıyla ev tutmak için parttime işe giriyordu, bizim kız bizim eve yerleşecek!! anneme göre benim odama yerleşir, dört yıl rahat eder, ailesinden gelen parayla da ders kitabı alır! küçük fırsatçı için gün doğdu! beslememiz evlatlığımız oldu güya. gerçekten oda arkadaşlarıyla kavgalı diye bizde kaldı bir kaç gün. değme keyfine. oh enayileri buldu.
bu yetmedi ben yer yatağında yatsam onun beli ağrıyor oldu, anneme söylüyor. annem de karışmak istemiyor ya da hayır olmaz deyip kötü olan olmak istemiyor bana yazzıık yavruya der gibi bakıyor. fırsattan istifadeyi iyi bilen açıkgöz kızımız doymuyor. ne yok yatağı vermedim elbet. yok artık onun için okulu ben bitireyim, ona koca bulayım hatta fiziği bozulmasın diye onun çocuklarını ben doğurayım bari!!
annem benim giysilerimden giymesine bile izin vermişti benden habersiz. ama küçük sığınmacı iyice yayıldı kısa sürede. sanki ben misafirim o ev sahibi. yemeğini yer masayı toplamaya yardım etmez, bulaşıkları makinaya koyamaz, beceremezmiş ki, o yüzden annesi hiç elletmezmiş, çamaşırlar heryere atılır, benimkiler giyilir, onlarda terlerde...oooh banyodan saatlerce çıkmaz. kapris de kapris çayın şekeri de az olmuş, açıkmış dolapta ne varmış...yastğı ince gelmiş yok bilmem ne..
hani bunları da eleştirerek dayatarak söylemiyor da, işini biliyor! tatlı tatlı şikayet edip acındırarak... zavallı yavrucak yurttaki arkadaşları neler etmiş ona.. babası tek maaşla okutuyormuş.vs sanırsın biz milletvekili maaşıyla okuyoruz da!
bunlar bir haftada oluyor. acımayı abartan annemden yüz bularak sefasını sürecek 4 yıl. oldu olacak beni nüfusundan çıkarttır da sen kızı ol. tabi bu arada anneme de yağ çekmeden edemiyor sevgili ayartır gibi de bana sırıtıyor anneme sarılıp öperken. annemse aşırı acıma duygusunun önüne geçemiyor, neredeyse tüm kardeşlerini nüfusuna geçirecek... her fırsatta parasının yetmediğinden ama babasına acıdığı için isteyemediğinden dem vuruyor. ayy hem tatlı hem parasız hem ne kadar düşkün ailesine ve düşünceliiii...
maddi konudaki mantıksızlığını anlatsan da anlayacak durumda değildi annem. bir süre herşeyi görmezden geldi inatla. beni acımasız ilan etti ta ki bu cici arkadaşım gece yarıları evden tüymelere, gelmemelere, sorunca kavga çıkarmalara, annemi güvenliğinden ensişelendirmelere ve dönem ödevlerini bana yaptırtmaktan başlayıp ödevimi yürütmeye kalkana kadar!
sonunda annem emanetten, başkasının evladının sorumluluğunu da almaktan bıktı.. ufaktan dehledik yurt odasına. bak orasına da ben karışmadım bu defa! niye ben kötü olayım. annem gece çıkmaktan girip namus sorumluluğundan, babana ne derimden başladı sen en iyisi yurda dön kızıma kadar...
bir haftadan fazla yedi içti oh rahat etti sonrada yetmedi dahasını bekledii. besle kargayı misali.. iyilik de bilmez yani..
bamyaları tek tek seçmek - yavaşlamak
bamya diince yanlış anlamayın :) sebze sebze.
yıllar önce bir komşumuz vardı. Fatma teyze. hem son derece ağırkanlı, sabırlı hem yavaş hem de titizdi. üç kızı iki oğlu vardı. bir gün pazara fatma teyze, annem ve ben gitmeye kalktık. kızları bir bahane uydurup uzadılar kıs kıs gülerek. sonradan itiraf ettiler nedenini.. bu kadar yavaşlık kaplumbağadan sonra bir tek fatma teyzede vardır! ne bilelim, evde pek de öyle değil gibiydi. bildiğim kadarıyla jet hızında yemek yapıyor sonra saatlerce ev temizliği ritüeline dalıyordu. ev her an temiz ve düzenli olduğuna göre zahir her gün belli bir düzende yapıyordu.
evi bilemem ama semt pazarı kabusunu bilinçaltıma işledi! evet memur ve işçi aileleri özllikle anneleri ev ekonomisine katkı için en ucuz ama en düzgün yiyecekleri seçer. ama bu kadarını hiç tahmin edemezdim.
başkasına kabus gibi gelmeyebilir ama bana öyle gelmişti.
o zamanlar en az 4 yıldır komşuyduk, kızlarıyla da aşağı yukarı aynı yaşlardaydık, zaten tek ortak yönümüz de buydu ya neyse. o kadar zamandır adımı öğrenemeyen fatma teyze (nazlı yerine nesli der dururdu!) hangi pazarcıda hangi sebze-meyve kaça, hangisinde kaç kuruş daha ucuz ama kusurları ne bilir, hepsini aklında tutardı.
karşılaştırmalı edebiyet falan gibi bölümler var ya fatma teyzenin de karşılaştırmalı sebze-meyve bölümü olmalı. bu konunun ordinaryus profesörü olurdu.
o kadar da odaklanmış ki pazarı önce boydan boya gezip, eve gereken temel gıdaları önceden belirlemiş kafasında zaten, tek tek inceleyip, fiyatını öğrenip aklında tutar sonra da hem siteye yakın bir manavdaki fiyat ve kaliteyle karşılaştırır hem de pazardaki tezgahlarla!
titizliği ve yavaşlığı pazar esnafı arasında bile ünlü olmuş da bi bizim haberimiz yokmuş! ayaklı çin işkencesi gibi geldiydi bana.
aşk olsun insan bi söyler yaa!!
koskoca pazardaki her tezgaha bakıp, inceleyip, fiyat sorgulama zaten uzun sürüyor bir de karşılaştırmalı ve hatta esnafa hesap sormalı alışveriş uzmanlığı!!
bize de birşey aldırmamıştı pazarın tee sonuna kadar. kalabalık ve sıcak vız geldi ona tırıs gitti. sonra fatma teyzenin engin hafızası ve uzmanlığıyla alacağımızı alıp hemen gittik sandınız değil mi??
hayıııııırrr!!
hangi meyve-sebze hangi tezgahtan alınacak, manavdan hangileri tercih edilecek belirlendi, bu arada bu kurallara bizim uymamız da şart oldu!
alınacak her sebze-meyve için her tezgah başında dakikalar harcandı. hadi patlıcan, kabak yada elma seçilebilir ama herşey seçilir mi ya??
ve fatma teyzeye seçmece yok abla da denmezmiş! haddini bildirir ve o kaba esnaf konu komşuya kötülenerek intikam alınır. öğrenmişler meğersem ses etmediler ona!
hadi maydonoz ve marul da seçilir de fatma teyze fasülye, börülce, barbunya ve bamya da tek tek seçilir mi yaa??!!
fatma teyze tek tek seçiyor annemle ben sıkılıyoruz. dayanamıyorum hadi hadi diyorum. hani anneler çocuklara der ya! yavaş hazırlanır ya da yemek yersek deli olurlar tepene dikilip hadi hadi derler! rol değişimi. ama takan yok ki! bamyaları bile tek tek seçmişti yahu!!
mahsus sıkıştım tuvalete gitmem lazım dedim. yemedi. pazarcıların kurdurduğu genel wc yi işaret ederek oraya gidiver dedi! bu kadar önemli bir mesele bibiş için bırakılır mı nesli! gibisinden umursamaz ve sitemkar bir bakışla!
bamyaların aşağı yukarı aynı boylarda olması lazımmış!!! yedi kişilik bir aileye kaç kilo bamya gerekir???!!
aklımı kaybetmemek için derin bir nefes alıp ben en iyisi elinizdekileri eve götürüvereyim bahanesiyle tüydüm. elimdekilerin ağırlığı falan vız geldi... kızları sitenin bahçesine gelmiş o sıra kıkırdıyorlar.. suratıma.
anneniz bamyaları tek tek seçiyor diince hepimizde bir kopuş ve gülme krizi.. meğer bu huyunu çok iyi biliyor ve tecrubelilermiş fazlasıyla... söylerler ve birimiz cayarsak kendilerinin başına kalır diye kaybolmuşlar...
hainleeerrr!!
çok sıkılmak diince aklıma o semt pazarında geçen saatler geliyor! fatma teyzeye göre bu son derece normal bir şey sıkılmak yok! kadın bütün günü pazarda geçirecek, bulguru da tek tek seç bari! kızlardan intikam için bunu kafasına sokmalıydım aslında... ama o kadar sıkılmıştım ki üşendim ve tırstım fatma teyzenin yavaş elinde kalırım diye...
ne?! tövbe de tövbe! bir daha asla pazara gitmedim fatma teyzeyle, annem de.. onun harcadığı sürede Adana ya gider dönerim ben be!!
bugün de annemle mutfak alışverişine çıktık.. gün gelecek birileri de bana bunu diyecek ama annem de yavaşladı. her masada yemek yiyişimizde, her okula hazırlanırken, tabi süre de kısıtlı gerçi şart değildi ya, annem müfettiş gibi tepeme dikilip lokmalarımı sayar, hazırlanırken de aynı şekilde 'hadi kızım hadi' derdi.
artık bu bir reflekse dönüşmüş olacak ki süre kısıtlaması olmadığında bile aynı şeyi yapardı. hangi kıyafeti giyeceğimi düşünürken atılıp birini alır hadi hadi bunu giyin derdi. tabi ergenlikte bu kavgaya dönüşebiliyor. ben güzel görünmek istiyorum ama anneme göre yeter ki çıplak ya da kirli olmasın giysiler yeterli!!
giyinmeyi ve makyaj yapmayı öğrendiğim senelerde de bu alışkanlığı sürdü elbet. kendi klasik giyinir, e memure-öğretmen alışkanlıkları. hatta akşamda yarın ne giyeceğini belirler. alışkanlık zahir.
bir süre sonra bir yere gideceksek beraber ye va ayrı bana üç saat öncesinden hatırlatır. hadi kalk hazırlan nazlı anca. üç saat de değil yani. taş çatlasın 30-45 dk. böyle deyince inanmaz hadi hadi der. hatta bazen iyice sıkılıp o kadar uğraşmana gerek mi var! der. aklına uyup 3 saat önceden hazırlanırsan da erkenden işin bitiverir ve üstüdekiyle beklemen gerektiği için ütüsü bozulur 'nazlı sen bunu ütülemedin mi?'
ama tesadüf o gün çok özenmemişsen ve bir tanıdıkla karşılaşırsan da ardından çatmadan duramaz 'sen de bunu mu giydin yani?' arkamdan bakımsız derlermiş, annesi bir şey almıyor mu buna derlermiş.
"anne sen acele ettirdin!" hiç hatırlamaz, ona göre acele ettirmek değil ki bu!!
'dinlemeyeydin!'.
tepende biri giyinip soyunmanı oflayarak poflayarak hadi diyerek dikiliyorsa her zaman diretemiyorsun. tamam sen yeter ki sus böyle çıkacağım diyor vazgeçiyorsun. dır dır çekmek zor! sonra da aldığın cevaba bak!!
hala aynı şeyi yapıyor ya neyse! alışkanlık olmuş işte.
ben daha küçük, çocukken de yolda yürürken de hızlıydı... anneyle ciddi yaş farkının zararları bu işte, daha önce de yazmıştım artık blogda mı twitterda mı neyse. anne gençten, dinç ve güçlüyken çocuk tıfıl, çabuk yorulan, ebatlarından dolayı hızlı hareket edemeyen bir yaratık. annem de buna sinir olurdu işte. yürüyerek mi gidiyoruz bir yere hadi hadi hazırlandın, sonra hadi hadi hızlı yürü.
yolda yürüyerek biryere giderken hızla alır başını giderdi, sonra dönüp geriye bakar sitemkar hadi nazlı hızlı yürü. 10-11 yaşındayım daha hızlı yürüyemem ki! anne yürüyemiyorum daha hızlı! off sen de nazlı! cevap bu. sitem!
dokunurdu, daha yıllar sonra bunu anlattığımda hiç hatırlamıyor bile ve gene abartıyorum bu kadar hassas alıngan olma ! artık olmuş işte ameliyetla aldırılmaz ki anne!!
böyle böyle geçti yıllar şimdi ben annemin beni doğurduğu yaşlardayım ama annem yaşlandı ve yavaşladı. yerken ve giyinirken değil ama yürürken. şimdi yavaş yiyorum diye değil az yiyorum diye uğraşıyor, rejimdeyken iştahım açılsın diye mesela..
giyeceğim şeyleri önceden belirlemeyi hiç sevmem, bu kurallı olmasın bari, spontan seçmek o anki ruh haline göre bence daha iyi. ama tabi ben de saç makyajda uzmanlaştım çok daha hızlı yapıyorum. lakin annemin beni kontrol etme isteği geçici değil. dakik biriyimdir de öyle bir yerlere bir aksilik olmazsa pek geç kaldığım görülmemiştir. ama annem genede tedirgin olur. diyelim yarın sınav var yada arkadaşlarla bir buluşma. taa önceki gün akşam üstünden 24 saatten bile fazla önce olabilir.
!yarın ne giyeceksin belirledin mi?! dırdırı gelir. annem insanı durduk yere strese sokar, bazen bakkala bile giderken savaşa ya da düğününe gidiyormuşsun gibi telaşlandırır, endişelendirir...
yarın ki planları pek açıklamam, hazırlanmaya gidiyorum da demem. dediğim an azz sonra kontrole gelir. arkadaşlarla buluşacam tepeme dikilip hadilere, ne giyecenlere başlıyor, kendi bir strese giriyor. hazırlanırken de kontrolde bitti mi, bu mu?? geç kalma! tartışmadan duramıyoruz. geç kalsam ne olacaksa?? iki dakka arkadaşını bekler insan değil mi? sanırsın uçağı kaçıracağım!! çoğunlukla erken gidip bekleyen ve sıkılan ben olurum zaten zaten gecikmem de mümkün değil anneme kalsa istanbul da yaşıyoruz da yol saatler sürecek gibi 3-4 saat öncesinden yollar. ama nereye gittiğimi bilmeli o başka.
ay saptım konudan. neyse ben hızlandım annem yavaşladı. artık beraber yürürken ben ağır yürrüyüp onu beklemek durumundayım. sıkılıyorum elbet ama belli etmemeye çalışıyorum gerçekten. yaşlandığını yüzüne vurulması iyi olmaz diye.
ama el cevap 'yürüyebiliyorsan sen hızlı yürü!' bu defa da hızlı yürüyemediğimi sanmış!
"annecim elbette yürüyebilirim, seni öyle bırakmamak için yavaşlıyorum"
yıllar önce bir komşumuz vardı. Fatma teyze. hem son derece ağırkanlı, sabırlı hem yavaş hem de titizdi. üç kızı iki oğlu vardı. bir gün pazara fatma teyze, annem ve ben gitmeye kalktık. kızları bir bahane uydurup uzadılar kıs kıs gülerek. sonradan itiraf ettiler nedenini.. bu kadar yavaşlık kaplumbağadan sonra bir tek fatma teyzede vardır! ne bilelim, evde pek de öyle değil gibiydi. bildiğim kadarıyla jet hızında yemek yapıyor sonra saatlerce ev temizliği ritüeline dalıyordu. ev her an temiz ve düzenli olduğuna göre zahir her gün belli bir düzende yapıyordu.
evi bilemem ama semt pazarı kabusunu bilinçaltıma işledi! evet memur ve işçi aileleri özllikle anneleri ev ekonomisine katkı için en ucuz ama en düzgün yiyecekleri seçer. ama bu kadarını hiç tahmin edemezdim.
başkasına kabus gibi gelmeyebilir ama bana öyle gelmişti.
o zamanlar en az 4 yıldır komşuyduk, kızlarıyla da aşağı yukarı aynı yaşlardaydık, zaten tek ortak yönümüz de buydu ya neyse. o kadar zamandır adımı öğrenemeyen fatma teyze (nazlı yerine nesli der dururdu!) hangi pazarcıda hangi sebze-meyve kaça, hangisinde kaç kuruş daha ucuz ama kusurları ne bilir, hepsini aklında tutardı.
karşılaştırmalı edebiyet falan gibi bölümler var ya fatma teyzenin de karşılaştırmalı sebze-meyve bölümü olmalı. bu konunun ordinaryus profesörü olurdu.
o kadar da odaklanmış ki pazarı önce boydan boya gezip, eve gereken temel gıdaları önceden belirlemiş kafasında zaten, tek tek inceleyip, fiyatını öğrenip aklında tutar sonra da hem siteye yakın bir manavdaki fiyat ve kaliteyle karşılaştırır hem de pazardaki tezgahlarla!
titizliği ve yavaşlığı pazar esnafı arasında bile ünlü olmuş da bi bizim haberimiz yokmuş! ayaklı çin işkencesi gibi geldiydi bana.
aşk olsun insan bi söyler yaa!!
koskoca pazardaki her tezgaha bakıp, inceleyip, fiyat sorgulama zaten uzun sürüyor bir de karşılaştırmalı ve hatta esnafa hesap sormalı alışveriş uzmanlığı!!
bize de birşey aldırmamıştı pazarın tee sonuna kadar. kalabalık ve sıcak vız geldi ona tırıs gitti. sonra fatma teyzenin engin hafızası ve uzmanlığıyla alacağımızı alıp hemen gittik sandınız değil mi??
hayıııııırrr!!
hangi meyve-sebze hangi tezgahtan alınacak, manavdan hangileri tercih edilecek belirlendi, bu arada bu kurallara bizim uymamız da şart oldu!
alınacak her sebze-meyve için her tezgah başında dakikalar harcandı. hadi patlıcan, kabak yada elma seçilebilir ama herşey seçilir mi ya??
ve fatma teyzeye seçmece yok abla da denmezmiş! haddini bildirir ve o kaba esnaf konu komşuya kötülenerek intikam alınır. öğrenmişler meğersem ses etmediler ona!
hadi maydonoz ve marul da seçilir de fatma teyze fasülye, börülce, barbunya ve bamya da tek tek seçilir mi yaa??!!
fatma teyze tek tek seçiyor annemle ben sıkılıyoruz. dayanamıyorum hadi hadi diyorum. hani anneler çocuklara der ya! yavaş hazırlanır ya da yemek yersek deli olurlar tepene dikilip hadi hadi derler! rol değişimi. ama takan yok ki! bamyaları bile tek tek seçmişti yahu!!
mahsus sıkıştım tuvalete gitmem lazım dedim. yemedi. pazarcıların kurdurduğu genel wc yi işaret ederek oraya gidiver dedi! bu kadar önemli bir mesele bibiş için bırakılır mı nesli! gibisinden umursamaz ve sitemkar bir bakışla!
bamyaların aşağı yukarı aynı boylarda olması lazımmış!!! yedi kişilik bir aileye kaç kilo bamya gerekir???!!
aklımı kaybetmemek için derin bir nefes alıp ben en iyisi elinizdekileri eve götürüvereyim bahanesiyle tüydüm. elimdekilerin ağırlığı falan vız geldi... kızları sitenin bahçesine gelmiş o sıra kıkırdıyorlar.. suratıma.
anneniz bamyaları tek tek seçiyor diince hepimizde bir kopuş ve gülme krizi.. meğer bu huyunu çok iyi biliyor ve tecrubelilermiş fazlasıyla... söylerler ve birimiz cayarsak kendilerinin başına kalır diye kaybolmuşlar...
hainleeerrr!!
çok sıkılmak diince aklıma o semt pazarında geçen saatler geliyor! fatma teyzeye göre bu son derece normal bir şey sıkılmak yok! kadın bütün günü pazarda geçirecek, bulguru da tek tek seç bari! kızlardan intikam için bunu kafasına sokmalıydım aslında... ama o kadar sıkılmıştım ki üşendim ve tırstım fatma teyzenin yavaş elinde kalırım diye...
ne?! tövbe de tövbe! bir daha asla pazara gitmedim fatma teyzeyle, annem de.. onun harcadığı sürede Adana ya gider dönerim ben be!!
bugün de annemle mutfak alışverişine çıktık.. gün gelecek birileri de bana bunu diyecek ama annem de yavaşladı. her masada yemek yiyişimizde, her okula hazırlanırken, tabi süre de kısıtlı gerçi şart değildi ya, annem müfettiş gibi tepeme dikilip lokmalarımı sayar, hazırlanırken de aynı şekilde 'hadi kızım hadi' derdi.
artık bu bir reflekse dönüşmüş olacak ki süre kısıtlaması olmadığında bile aynı şeyi yapardı. hangi kıyafeti giyeceğimi düşünürken atılıp birini alır hadi hadi bunu giyin derdi. tabi ergenlikte bu kavgaya dönüşebiliyor. ben güzel görünmek istiyorum ama anneme göre yeter ki çıplak ya da kirli olmasın giysiler yeterli!!
giyinmeyi ve makyaj yapmayı öğrendiğim senelerde de bu alışkanlığı sürdü elbet. kendi klasik giyinir, e memure-öğretmen alışkanlıkları. hatta akşamda yarın ne giyeceğini belirler. alışkanlık zahir.
bir süre sonra bir yere gideceksek beraber ye va ayrı bana üç saat öncesinden hatırlatır. hadi kalk hazırlan nazlı anca. üç saat de değil yani. taş çatlasın 30-45 dk. böyle deyince inanmaz hadi hadi der. hatta bazen iyice sıkılıp o kadar uğraşmana gerek mi var! der. aklına uyup 3 saat önceden hazırlanırsan da erkenden işin bitiverir ve üstüdekiyle beklemen gerektiği için ütüsü bozulur 'nazlı sen bunu ütülemedin mi?'
ama tesadüf o gün çok özenmemişsen ve bir tanıdıkla karşılaşırsan da ardından çatmadan duramaz 'sen de bunu mu giydin yani?' arkamdan bakımsız derlermiş, annesi bir şey almıyor mu buna derlermiş.
"anne sen acele ettirdin!" hiç hatırlamaz, ona göre acele ettirmek değil ki bu!!
'dinlemeyeydin!'.
tepende biri giyinip soyunmanı oflayarak poflayarak hadi diyerek dikiliyorsa her zaman diretemiyorsun. tamam sen yeter ki sus böyle çıkacağım diyor vazgeçiyorsun. dır dır çekmek zor! sonra da aldığın cevaba bak!!
hala aynı şeyi yapıyor ya neyse! alışkanlık olmuş işte.
ben daha küçük, çocukken de yolda yürürken de hızlıydı... anneyle ciddi yaş farkının zararları bu işte, daha önce de yazmıştım artık blogda mı twitterda mı neyse. anne gençten, dinç ve güçlüyken çocuk tıfıl, çabuk yorulan, ebatlarından dolayı hızlı hareket edemeyen bir yaratık. annem de buna sinir olurdu işte. yürüyerek mi gidiyoruz bir yere hadi hadi hazırlandın, sonra hadi hadi hızlı yürü.
yolda yürüyerek biryere giderken hızla alır başını giderdi, sonra dönüp geriye bakar sitemkar hadi nazlı hızlı yürü. 10-11 yaşındayım daha hızlı yürüyemem ki! anne yürüyemiyorum daha hızlı! off sen de nazlı! cevap bu. sitem!
dokunurdu, daha yıllar sonra bunu anlattığımda hiç hatırlamıyor bile ve gene abartıyorum bu kadar hassas alıngan olma ! artık olmuş işte ameliyetla aldırılmaz ki anne!!
böyle böyle geçti yıllar şimdi ben annemin beni doğurduğu yaşlardayım ama annem yaşlandı ve yavaşladı. yerken ve giyinirken değil ama yürürken. şimdi yavaş yiyorum diye değil az yiyorum diye uğraşıyor, rejimdeyken iştahım açılsın diye mesela..
giyeceğim şeyleri önceden belirlemeyi hiç sevmem, bu kurallı olmasın bari, spontan seçmek o anki ruh haline göre bence daha iyi. ama tabi ben de saç makyajda uzmanlaştım çok daha hızlı yapıyorum. lakin annemin beni kontrol etme isteği geçici değil. dakik biriyimdir de öyle bir yerlere bir aksilik olmazsa pek geç kaldığım görülmemiştir. ama annem genede tedirgin olur. diyelim yarın sınav var yada arkadaşlarla bir buluşma. taa önceki gün akşam üstünden 24 saatten bile fazla önce olabilir.
!yarın ne giyeceksin belirledin mi?! dırdırı gelir. annem insanı durduk yere strese sokar, bazen bakkala bile giderken savaşa ya da düğününe gidiyormuşsun gibi telaşlandırır, endişelendirir...
yarın ki planları pek açıklamam, hazırlanmaya gidiyorum da demem. dediğim an azz sonra kontrole gelir. arkadaşlarla buluşacam tepeme dikilip hadilere, ne giyecenlere başlıyor, kendi bir strese giriyor. hazırlanırken de kontrolde bitti mi, bu mu?? geç kalma! tartışmadan duramıyoruz. geç kalsam ne olacaksa?? iki dakka arkadaşını bekler insan değil mi? sanırsın uçağı kaçıracağım!! çoğunlukla erken gidip bekleyen ve sıkılan ben olurum zaten zaten gecikmem de mümkün değil anneme kalsa istanbul da yaşıyoruz da yol saatler sürecek gibi 3-4 saat öncesinden yollar. ama nereye gittiğimi bilmeli o başka.
ay saptım konudan. neyse ben hızlandım annem yavaşladı. artık beraber yürürken ben ağır yürrüyüp onu beklemek durumundayım. sıkılıyorum elbet ama belli etmemeye çalışıyorum gerçekten. yaşlandığını yüzüne vurulması iyi olmaz diye.
ama el cevap 'yürüyebiliyorsan sen hızlı yürü!' bu defa da hızlı yürüyemediğimi sanmış!
"annecim elbette yürüyebilirim, seni öyle bırakmamak için yavaşlıyorum"
8.09.2012
öğretmenler ve minik yalakalar - ilkokul öğretmenleri hiç unutulmuyor
öğretmenlerle ilgili bir reklam dönüyor ya bu aralar, hani öğretmen diz çökmüş öğrencilerinin göz seviyesine gelmiş, sınıftaki masasını kaldırmış falan... bu reklam bana ilkokul yıllarımı hatırlattı... yalakalık tee çokukkene bile belli..
hani bazı 'inek' öğrenciler vardır en önde oturup sürekli parmak kaldıran. evet bazıları gerçek inektir ama bazıları da yağcıdır, ta o zamandan biliyor çocuklar nasıl yağ çekilir hocanın gözüne nasıl girilir ya da çok çalışkan, meraklı ve hocasını seven öğrenci sahte imajı nasıl çizilir... öğretmenler de bu numaraları çok yutarlar. yağcıları, inekleri hatırlar ve çok severler. yaramazlarıysa kendilerini deli ettikleri için unutmazlar... yani aslında onca çocuğun hepsini çok iyi tanıyp sevmesi neredeyse imkansız. ama dikkatli insan tanımayı bilen öğretmenler gibi bilmeyeni de çok mesela..
ben ilkokuldayken bir kaç minik yağcı vardı mesela... samimiyetsizliklerini ben bile hissedebiliyorken öğretmen hissetmezi, belki iltifata ihtiyacı vardı kadının. bu minik yağcılar hiç bir fırsatı kaçırmaz öğretmene sevgi gösterisinde bulunmak için. ha inekse inek. sürekli soru sorup dikkat çeker. öğretmenler bayılır ya soru sorana... 'anlamadım bi daha anlatırmısınız?' denmesi ne kadar iyiyse artık.. neyse bu minik inekler her türlü yolla ineklikle, sorularla, sevg-iltifat gösterileriyle ablukaya alırlar hocayı, gözleri görmez olur..
ha bizde de vardı bunlardan da oradan biliyorum. her fırsatta mesela hoca bir espri mi yaptı katılırlar, bir soru mu sordu hemen cevaplamak isterler.. mesela bir de sarılıp öpmek isterler 'ayy hocam ne kadar güzelsiniz!''ay hocam ne tatlısınız!' vs vs..
böyle bir öpücüklü inek de vardı, okuldan çıkarken öğretmene sarılıp öperdi illa. yoksa çıkmazmış.. çoook seviyormuş. öğretmen de buna bayılır tabi... sevildiğini hisseder her öğrencisi böyle olsun ister için için. ya da bazen dışın dışın! :)
işte bu inek zırt pırt bahçesinden çiçek getirirdi bir de. kafaya takmış kadını tavlayacak. yoo o zamanlar cidden de severdi, sık sık öğretmenimizin ne kadar iyi ve tatlı olduğıydu konumuz tenefüslerde. kızda bu öyle bir abartılı sevgi seli ki yanında diğerleri öyle pek de sevmiyor gibi kalırsınız ne yapsanız. ilk o başlattı da sanki öğretmen sevgisini, başkası sevgi gösterince taklit ve ya yetersiz göstermelik bir sevgi gibi dururdu. demek ki böyle düşünüyorsam böyle yansımış bana... ne yapsanız onun kadar yaranamazsınız.. tamam çalışkan ve başarılısınız öğretmeninizi de seviyorsunuz ama genede perihan gibi değiliz işte....
belli ki öğretmenimiz de hepimizi sevmesine rağmen onu daha çok severdi, ona karşı ne kadar belli etmese de ilgisi daha farklı olurdu. biz de öğretmenimizi çok severdik ama perihan'ı geçemezdik... onun hatalrı o kadar göze batmazken, önemsizken, bizimkiler tehlikeye işaret olabilirdi..
orta okulda ayrı düştük bu perihan'la, benim de sıra arkadaşımdı. gitgide de uzaklaştık haliyle.. yıllarca birbirimizi görmedik. ta ki üniversiteden mezun oluncaya kadar... bir kpss sınavında karşılaştık, çıkışta da sohbet ettik.
bu öğretmenimizi sevgiye ve yağa boğan, öpücükleriyle kadının kucağından inmeyen sevgi yumağı, göz bebeği, geleceğin doktoru, süper zeka perihan ne yaptı dersiniz?
ben eski günlere dönmüş anlatırken; işte sen öğretmenimizi ne çok sever öperdin, gözünün içine bakardın dedikçe şaşırdı.
hiç hatırlamıyormuş!! "sahi" dedi "yaa öğetmenimizin adı neydi??"
düşünebiliyormusunuz?? insan öpmeden okuldan ayrılmadığı öğretmeninin adını hatırlamaz mı?
ben adını, doğum gününü, eşini, çocuklarını, hatta onların burçlarını, bazen ettikleri tartışmaları, esasen nereli olduklarını, o zaman ki evlerini, koltuk takımlarını, en çok giydiği rengi, gülümseyişini, sinirlendiği zaman yaptığı tikleri, soğuk günlerde üşüyenlere acıyıp ellerini avuçlarında ısıttığını, kavgaları nasıl ayırıp küsleri nasıl barıştırdığını, ağlayanları nasıl teselli ettiğini, evde sorun yaşayan miniklerinin dertlerini psikolog gibi dinleyip üzülmemesi için nasıl telkinde bulunduğunu... hatırlıyorum oysa ki kendini en çok sevdiğini sanan öğrencisine rağmen...
ilkokul öğretmenleri hiç unutulmuyor
hani bazı 'inek' öğrenciler vardır en önde oturup sürekli parmak kaldıran. evet bazıları gerçek inektir ama bazıları da yağcıdır, ta o zamandan biliyor çocuklar nasıl yağ çekilir hocanın gözüne nasıl girilir ya da çok çalışkan, meraklı ve hocasını seven öğrenci sahte imajı nasıl çizilir... öğretmenler de bu numaraları çok yutarlar. yağcıları, inekleri hatırlar ve çok severler. yaramazlarıysa kendilerini deli ettikleri için unutmazlar... yani aslında onca çocuğun hepsini çok iyi tanıyp sevmesi neredeyse imkansız. ama dikkatli insan tanımayı bilen öğretmenler gibi bilmeyeni de çok mesela..
ben ilkokuldayken bir kaç minik yağcı vardı mesela... samimiyetsizliklerini ben bile hissedebiliyorken öğretmen hissetmezi, belki iltifata ihtiyacı vardı kadının. bu minik yağcılar hiç bir fırsatı kaçırmaz öğretmene sevgi gösterisinde bulunmak için. ha inekse inek. sürekli soru sorup dikkat çeker. öğretmenler bayılır ya soru sorana... 'anlamadım bi daha anlatırmısınız?' denmesi ne kadar iyiyse artık.. neyse bu minik inekler her türlü yolla ineklikle, sorularla, sevg-iltifat gösterileriyle ablukaya alırlar hocayı, gözleri görmez olur..
ha bizde de vardı bunlardan da oradan biliyorum. her fırsatta mesela hoca bir espri mi yaptı katılırlar, bir soru mu sordu hemen cevaplamak isterler.. mesela bir de sarılıp öpmek isterler 'ayy hocam ne kadar güzelsiniz!''ay hocam ne tatlısınız!' vs vs..
böyle bir öpücüklü inek de vardı, okuldan çıkarken öğretmene sarılıp öperdi illa. yoksa çıkmazmış.. çoook seviyormuş. öğretmen de buna bayılır tabi... sevildiğini hisseder her öğrencisi böyle olsun ister için için. ya da bazen dışın dışın! :)
işte bu inek zırt pırt bahçesinden çiçek getirirdi bir de. kafaya takmış kadını tavlayacak. yoo o zamanlar cidden de severdi, sık sık öğretmenimizin ne kadar iyi ve tatlı olduğıydu konumuz tenefüslerde. kızda bu öyle bir abartılı sevgi seli ki yanında diğerleri öyle pek de sevmiyor gibi kalırsınız ne yapsanız. ilk o başlattı da sanki öğretmen sevgisini, başkası sevgi gösterince taklit ve ya yetersiz göstermelik bir sevgi gibi dururdu. demek ki böyle düşünüyorsam böyle yansımış bana... ne yapsanız onun kadar yaranamazsınız.. tamam çalışkan ve başarılısınız öğretmeninizi de seviyorsunuz ama genede perihan gibi değiliz işte....
belli ki öğretmenimiz de hepimizi sevmesine rağmen onu daha çok severdi, ona karşı ne kadar belli etmese de ilgisi daha farklı olurdu. biz de öğretmenimizi çok severdik ama perihan'ı geçemezdik... onun hatalrı o kadar göze batmazken, önemsizken, bizimkiler tehlikeye işaret olabilirdi..
orta okulda ayrı düştük bu perihan'la, benim de sıra arkadaşımdı. gitgide de uzaklaştık haliyle.. yıllarca birbirimizi görmedik. ta ki üniversiteden mezun oluncaya kadar... bir kpss sınavında karşılaştık, çıkışta da sohbet ettik.
bu öğretmenimizi sevgiye ve yağa boğan, öpücükleriyle kadının kucağından inmeyen sevgi yumağı, göz bebeği, geleceğin doktoru, süper zeka perihan ne yaptı dersiniz?
ben eski günlere dönmüş anlatırken; işte sen öğretmenimizi ne çok sever öperdin, gözünün içine bakardın dedikçe şaşırdı.
hiç hatırlamıyormuş!! "sahi" dedi "yaa öğetmenimizin adı neydi??"
düşünebiliyormusunuz?? insan öpmeden okuldan ayrılmadığı öğretmeninin adını hatırlamaz mı?
ben adını, doğum gününü, eşini, çocuklarını, hatta onların burçlarını, bazen ettikleri tartışmaları, esasen nereli olduklarını, o zaman ki evlerini, koltuk takımlarını, en çok giydiği rengi, gülümseyişini, sinirlendiği zaman yaptığı tikleri, soğuk günlerde üşüyenlere acıyıp ellerini avuçlarında ısıttığını, kavgaları nasıl ayırıp küsleri nasıl barıştırdığını, ağlayanları nasıl teselli ettiğini, evde sorun yaşayan miniklerinin dertlerini psikolog gibi dinleyip üzülmemesi için nasıl telkinde bulunduğunu... hatırlıyorum oysa ki kendini en çok sevdiğini sanan öğrencisine rağmen...
ilkokul öğretmenleri hiç unutulmuyor
ders vermek - meslek deformasyonu - teknoloji korkusu
canı çok sıkılmış odama geliyor annem. az önce. klima çalıştırdığım için odamın kapısı kapalı. bu annemi meraktan çatlatmak için yeterli bir sebep. acaba ne yapıyorum içerde.
muhteşem eğlenip ama kendine haber vermediğimden ve ya bazen de porno izlediğimden şüphelendiği günler oluyor. o da merakını gidermek ve beni kontrol etmek için sıkılmak bahaneli cümleleriyle birlikte yanıma geliyor.
genellikle salon tarafından odama gelmek için yola çıktığını belli etmeden, son derece sessiz hareket ediyor ki beni suçüstü yakalayıp bir güzel haklayabilsin!
sonra bana ders verecek. hani bana demişti, hani yavrum şöyle kötü bir şeydi...vs.
öğretmenlik günlerinden kalma alışkanlık; birine birşey öğretmeye çalışmak, nutuk atmak, ders verici biçimde konuşmak. tabi bunun için benim her hatamı fırsat bilmek, kollamak.
alınacak bir şeyi unutmak mesela... taa bilmem ne zaman bilmem ne unutmuşluğuma kadar hayatımın tüm büyük hatalarını sayar döker... sen zaten unutkansın, ihmalkarsın...zaten beni önemsemiyorsun, öpmüyorsun..
vs vb. bir süre sonra aslında nasıl olmam gerektiğiyle ilgili bilgiler sayılır....te çocukken yaptığım bir hata, (hata da sanırsın çok kötü bir şey ama anneme göre off ölümcül birşey domates almayı unutmak neredeyse hainim ev haini!)...sayar da sayar... illa tartışma çıkartacak, ben aşırı öfkeleneceğim ve gene beni düzeltmek kendi fikirlerini dayatmak için inat edecek. bana öğretmenlik yapacak.... bazen öf tamam der kaybolurum, bazen çıkar gider alırım o neyse..
birgün "bir domatesi unutmak bu kadar hainlik 13 yaşında işlediğim büyük bir suçun tekrarı!! assak beni anne! hani demek gerçekten hayatımı çok fazla etkileyecek bir hata yapsam, yanlış bir evlilik birliktelik falan, düşük yapsam yada, evladımı kaybetse... beni teselli etmek ve durumu aşmamı sağlamak yerine üstüme iyice gelip beni delirteceksin. her fırsatta hatırlatıp yüzüme vurup asla unutmamamı sağlayacaksın. bahanen de ne kadar çok üzücü bir olaydan bahsedersek o kadar kolay aşılır. her fırsatta başıma kakacaksın herhalde. sonra da sen üzgün değilsin ağlamıyorsun bile deyip oynatmamı sağlayacaksın. dünyadaki tek güçlü kadın sensin! ben olamam güçlü. ağlayıp zırlayıp yataklara düşüp ölümlerden dönen zavallı ezik bir ucubeyim.." işte sonunda beni çıldırtmıştı, ama aynen böyleymiş gibi davranıyor...
olumsuz birşey geldi mi başıma defalarca ama hiç susmaksızın, her konuyu buna bağlamaya çalışıyor. her insanın olayların üstünden gelme yönteminin farklı olacağını da zaten hiç anlamıyor. yeter ki karşısındaki haksız çıksın hele.... seviniyor desem olmayacak o kadar da... ama işte kendi haklılığını gösterebileceği ders verebileceği bir fırsat!!!
asi ve güçlü, dayanıklı olsam duygusuz, ağlayıp zırlasam beceriksiz, acınası olurum...
hepsi ders vermek için fırsat...
bir arkadaşım kocası memnun olsun, kendini güçlü hissetsin ve arkadaşım onsuz yaşayamaz, hayatta kalamaz sansın diye sürekli bir şeyleri beceremediğini söyleyerek hem kocasına yaptırıyor hem pohpohlamış oluyormuş. işte makineleri çalıştıramıyor, kapakları açamıyor, birşeylerden korkuyor numarası yapıyormuş. annem de böyle bir tür pohpoh istiyor sanırım. ayy anne sen dünyanın en güçlü kadınısın bense bir zavallı, hem beceriksiz hem aptal hem de dayanıksızım... sen olmasan ben hayatta kalamam valla... annem olmasa işlerin çok zorlaşacağı ortada ama bu tür bir poh poh ne kadar sağlıklı! ben hiçbirşeyi tek yapamayan muhtaç bir zavallıyı oynayamam insanlar kendini güçlü hissetsin diye. yapabileceğim şey var yapamayacağım şey var elbet... ama ödlek, ağlak bir zavallı oyunu oynayamam! doğru da değil hiç... böyle bir durumda ben olsam endişelenirim çocuğum için, ben çocuğum hele belli bir yaşa geldikten sonra, tek başına herşeyi yapabilsin bana muhtaç olmasın ama yardım istemekten de çekinmesin isterim. şimdi anneannemin kendine davranışlarının tam aksini uyguluyor bana güya ders almış ama aşırıya kaçıyor... söyleyince de ya kızıyor ya inanası gelmiyor..
ay iyi beyinsiz bir zavallı olayım da sokaklara düşeyim birine hep muhtaç olayım.. sonra tüm hayatım o birilerinin elinde, vicdanında olsun...
hatta şu yaşımda bana neler öğretmeye çalışıyor hala, halbuki bunları çocukken öğretti, ama nedense öğrenemediğimimi düşünüyor, ders vermeyi mi çok seviyor. bir de mahsus bana çaktırmamak için bir konu hatırlatmış gibi bir konunun, konuşmanın içine yediriyor ki hem itiraz etmeyeyim, dinleyeyim hem de öğreneyim. hani bazı öğretmenler vardır bir şey öğretirken aynısını öğrencinin de tekrarlamasını ister ya annem onlardan.
tutmuş bir gün izlediğimiz filmin duş sahnesinden ilham almış. uyduruktan bir duş işte, filmde kız acele çıkacak evden. zaten bir kısımı sansürlenmiş belli.
neyse annemin aklına düştü bir kere ya bizim kız da böyle uyduruktan yıkanıyorsa diye herhalde. bıraktı filmi konu banyo yapmaktan açıldı. zaten benim banyo yapmama kafayı taktı da o ayrı mesele, sonra.
oturmuş bana nasıl doğru yıkanılacağını anlatıyor, kese nasıl sabunlanırmış, oralar buralar nasıl sürtülmeliymiş, ara da da kızı eleştiriyor... her banyo yapmadan önce de keseyi nolur nolmaz diye önce bir yıkayıp öyle kullanıyormuş. kızım sana söylüyorum gelinim sen duy tekniği...
hıı hı diye geçiştiriyorum. esas beklediği a evet bende öyle demem ya da aa ben öyle yapmam. işte o olumsuzluk eki fırsat demek. ha bir gün mahsus denedim de.. aa kızım öyle olurmuymuş hiç!! nasıl bir endişe anlatamam. salağım ya işte iyi banyo da yapamıyorumdur ben şimdi, acaba beni annem mi yıkasa?? oturmuş benle azarlar ve ders verir tonda konuşuyor. nasıl doğru banyo yapmam gerektiğini anlatıryor... bir de sinirleniyor yani kızım!! diye diye. nasıl bu kadar ciddiye alabiliyor bilmem. sanki beni başkası yetiştirdi, bunları çocukken öğretmedi, ve ben zaten beyinsizin tekiyim... "anne dalga geçiyorum yaa!! bu yaşta banyo yapmayı bilmediğimi düşünmen kadar saçma bir şey var mı??!!" bu dalga geçilecek konumuymuş, olabilirmiş. gene beni aptal sanmasıyla ilgili tartışma başladı tabi. yani bana bazı konularda fazla güvenip bazı ama özellikle cidden beyin geriliği yaşayan birinin bile yapabileceği konularda güvenmemesi haret verici. sanki pisliğimi görmüş de bana nasıl banyo yapılır dersi veriyor 32 yaşında bana!!!
başka bir versiyon olarak da tuvalete gittikten sonra nasıl silineceğimiz ve elimizi yıkayacağımız yönünde.
"ben bunları bilmiyorum mu sanıyorsun?" dediğimde, 'bilirsin elbet ama....'
şüpheli yani... çok iyi anne olurum, teknolojiden anlarım, şahane araba kullanabilirim ama kendi götümü silemem... nasıl bir beyinse bu! böyle deyince de inkar yolu...
____________________
sessiz olmak ve kapıya yaklaştığını anlamamam için ekstra çaba sarf ediyor odama gelirken. normalde bu kadar sessiz değildir. hele ki gece uykusu kaçmışsa! elektrik düğmelerine tüm gücüyle neredeyse vurarak tak diye açar (hatta bir lambayı patlattı), muhakkak kapıya kolunu ya da elini vurup sinirlenir ve söylenir. o uykusuzsz tüm dünya da uykusuz kalmalı, özellikle en yakınındaki ben.
uykusu kaçmış kötü düşünceler zihnini sarmıştır, bende uyanayım ki psikolog yerine benim sinirim bozulsun, içim şişsin.
ha bir keresinde kapımı öyle bir sert açmış (bizim kapılar bi tuhaf), kapı taak demiş ödümü patlatmıştı. bu da onun bahanesi oldu aşırı sessiz gelmek, bir hayalet kadar.
bazen kitap ya da blog okuyor oluyorum, hani dalmış gitmişim ama annem hayalet gibi kapıyı açıp gene güya beni korkutmamak için hayalet gibi bir sesle 'nazlıı' deyince de ödüm kopuyor...tövbe tövbee
neyse çok sıkılmış hadi komik video bulalım, ya da fotoğraf... bazen her bulduğumu eleştirir beğenmez bazen de doyamaz. biri biter başka video bekler. eğer daha önce izlediğimiz bir şeyse çok öfkelenir. hatta beni beceriksizlikle suçlar. vardır değişik güzel video/foto ben becerip de bulamıyorumdur.
bazen tesadüf denk gelir ve saatlerce kalkmak istemez, dışarı çıkacağımdır, acıkmış ya da tuvalete gitmem gerekmektedir... off bende yaa şimdiyi mi buldum.
geçenlerde mini notbook aldım yedek, indirimli.
'e sana göstereyim, bir kaç site kaydedeyim ben yokken de bak'
annem teknolojiden korkuyor. hayır asla! sevmiyormuş sadece!
notebooku uzatıyorum elini bir çekişi var çarpılacak sanki. neredeyse elinin üstüne oturup saklayacak hani çocukken yapılır ya...
elektrikten de çok korkuyor, ocağı yakmak dışında. lamba patlayınca lambaları da açamaz oldu. tv nin fişini de takamıyor. bir gün misafir vardı, tv nin fişini bana taktırıyormuş. bazen düşünmeden konuşuyor (asla!). misafire elektri çarpar diye korktuğunu anlatıyor, duvardan geçen kablolar eskimiştir ev yirmi yıllıkmış.
"beni çarpar diye korkmuyorsun yani!" dedim. kızıyor.
ama hala ocak ve elektrikli süpürge gibi tek tuşla çalışan şeyler hariç hepsine ban bakıyorum. çamaşır, bulaşık makinesi, bilgisayar ve tv-radyolar zaten... tv yi açıp kapayabiliyor ama yanlışlıkla bir tuşa değip uydu modundan falan çıksa tamam....
bir evin içinde de o kadar çok elektronik-dijital alet oluyor ki, bir de bozulup yenisi alındığı zaman yenilerini öğreneceksin. eğer yapamazsam ya da henüz alışamamışsam çok suçluyum... amaan ben de bir şeyi beceremiyorum. klimayı değişmek zorunda kaldık mesela. ama farklı marka ve model. e ayarları kumandaı farklı elinin gözünün alışması için zaman lazım. hayır anında olmalı!!!
klimasını da çalıştıramıyor mesela. ha gözü ufak tuşları göremiyor ve gözlüğü de her an takamaz amatepkisi korku ve sinir.
her gece ben açıyorum klimasını, kapatmayı gösterdim. zaten tek tuş... ama korkuyla yapıyor. ya yanlış tuşa basarsaymış...en büyük korkusu yanlış tuşa basmak... sanki bomba iptal etmeye çalışıyor da yanlış kabloyu keserse patlayacak...
bir akşam kırk yılda bir arkadaşlarla dışarıda buluşabildik. ama annem 30-45 dk da bir arayıp bir şey soruyor. ve her makinanın herşeyini hatırlayıp telefonda tarif edebilmemi istiyor. hadi ben biliyorum diyelim tuşları ama kendi bilmiyor ve gene yapamıyor.
önce kapı çalmış bu yeni megafon nasıl çalışıyor, bir sürü tuş var hangisine basılacak. daha o gün değişti, ben nereden bileyim. hem yıllardır aynısı bile olsa bunu mu tutacam hafızamda. birine bas olmassa diğerlerini dene anne dedim. ya bozulursaymış amaaan nazlı! ya ben bilgisayarmıyım herşeyi hatırlayayım? açamamış kapıyı. hadi tuşları ve sembolleri göremiyor cesareti de yok.. kaçak yapar da elektrik çarparsaymış. yooo daha önce böyle bir korkutucu tecrubesi de olmamış. ama korkuyor... ben yokum ve kapı çalıyor ama ev telefonundan arayıp ben anlatamayınca kapıyı açamıyor. işte evde olsaymışım! 'hiç çıkmayayım mı evden yaa??!!'
tv ye bir haller olmuş, heralde yanlışlıkla falan değildi bir tuşa. arayıp soruyor. işte anlatıyorum sinirleniyor, ne yani bir tek tuşa basıp hallolmuyormuymuş? bu nasıl işmiş, olurmuymuş! anne ben napim? ben mi tasarladım? ama herhalde kore'deki tasarımcısını falan bulup suçlayacak değil ya!! büyük suçlu benim! dışarı şıkıp gittim ve annemi 3 saatliğine teknolojiyle yalnız bıraktım! hain nazlı!
diyelim ki ben o aletin nasıl çalıştığını, tuşlarını biliyorum ve telefonda anlatabiliyorum, ama annem yapamıyor ki... sinirleniyor ve ben anlatamıyor oluyorum, kesin tek tuşa basarak halledilebilen bir yolu varmış ben bilemiyormuşum. ama teknoloji çok gelişti, her makinede türlü türlü fonksiyon var ben napayım!!! dır dır dır sanki ben yaptım makineyi yaa!
bir ara kapaklı bir telefon aldık anneme, kullanamamakta ısrarlı, sadece biri arayınca açıp konuşuyor. hatta sonra telefonu bana getirip nasıl kapandığını soruyor. anne kapağı kapatacaksın işte. tamam ama nasılmış? tersi yönde bükükecek değil ya!!!
ben olmasam nasıl tv izleyip çamaşır bulaşık yıkayacaksın dediğimde, öğrenirim o zaman diyor. umutsuz herhalde evlenip gitmemden! :)) ya da hergün gelip bakarmışım işte aletlere... anlaşıldı iki evin işini birden yapacağım aynı tüm annelerin iki ebeveynin görevini üstlendikleri gibi.. iki evli
muhteşem eğlenip ama kendine haber vermediğimden ve ya bazen de porno izlediğimden şüphelendiği günler oluyor. o da merakını gidermek ve beni kontrol etmek için sıkılmak bahaneli cümleleriyle birlikte yanıma geliyor.
genellikle salon tarafından odama gelmek için yola çıktığını belli etmeden, son derece sessiz hareket ediyor ki beni suçüstü yakalayıp bir güzel haklayabilsin!
sonra bana ders verecek. hani bana demişti, hani yavrum şöyle kötü bir şeydi...vs.
öğretmenlik günlerinden kalma alışkanlık; birine birşey öğretmeye çalışmak, nutuk atmak, ders verici biçimde konuşmak. tabi bunun için benim her hatamı fırsat bilmek, kollamak.
alınacak bir şeyi unutmak mesela... taa bilmem ne zaman bilmem ne unutmuşluğuma kadar hayatımın tüm büyük hatalarını sayar döker... sen zaten unutkansın, ihmalkarsın...zaten beni önemsemiyorsun, öpmüyorsun..
vs vb. bir süre sonra aslında nasıl olmam gerektiğiyle ilgili bilgiler sayılır....te çocukken yaptığım bir hata, (hata da sanırsın çok kötü bir şey ama anneme göre off ölümcül birşey domates almayı unutmak neredeyse hainim ev haini!)...sayar da sayar... illa tartışma çıkartacak, ben aşırı öfkeleneceğim ve gene beni düzeltmek kendi fikirlerini dayatmak için inat edecek. bana öğretmenlik yapacak.... bazen öf tamam der kaybolurum, bazen çıkar gider alırım o neyse..
birgün "bir domatesi unutmak bu kadar hainlik 13 yaşında işlediğim büyük bir suçun tekrarı!! assak beni anne! hani demek gerçekten hayatımı çok fazla etkileyecek bir hata yapsam, yanlış bir evlilik birliktelik falan, düşük yapsam yada, evladımı kaybetse... beni teselli etmek ve durumu aşmamı sağlamak yerine üstüme iyice gelip beni delirteceksin. her fırsatta hatırlatıp yüzüme vurup asla unutmamamı sağlayacaksın. bahanen de ne kadar çok üzücü bir olaydan bahsedersek o kadar kolay aşılır. her fırsatta başıma kakacaksın herhalde. sonra da sen üzgün değilsin ağlamıyorsun bile deyip oynatmamı sağlayacaksın. dünyadaki tek güçlü kadın sensin! ben olamam güçlü. ağlayıp zırlayıp yataklara düşüp ölümlerden dönen zavallı ezik bir ucubeyim.." işte sonunda beni çıldırtmıştı, ama aynen böyleymiş gibi davranıyor...
olumsuz birşey geldi mi başıma defalarca ama hiç susmaksızın, her konuyu buna bağlamaya çalışıyor. her insanın olayların üstünden gelme yönteminin farklı olacağını da zaten hiç anlamıyor. yeter ki karşısındaki haksız çıksın hele.... seviniyor desem olmayacak o kadar da... ama işte kendi haklılığını gösterebileceği ders verebileceği bir fırsat!!!
asi ve güçlü, dayanıklı olsam duygusuz, ağlayıp zırlasam beceriksiz, acınası olurum...
hepsi ders vermek için fırsat...
bir arkadaşım kocası memnun olsun, kendini güçlü hissetsin ve arkadaşım onsuz yaşayamaz, hayatta kalamaz sansın diye sürekli bir şeyleri beceremediğini söyleyerek hem kocasına yaptırıyor hem pohpohlamış oluyormuş. işte makineleri çalıştıramıyor, kapakları açamıyor, birşeylerden korkuyor numarası yapıyormuş. annem de böyle bir tür pohpoh istiyor sanırım. ayy anne sen dünyanın en güçlü kadınısın bense bir zavallı, hem beceriksiz hem aptal hem de dayanıksızım... sen olmasan ben hayatta kalamam valla... annem olmasa işlerin çok zorlaşacağı ortada ama bu tür bir poh poh ne kadar sağlıklı! ben hiçbirşeyi tek yapamayan muhtaç bir zavallıyı oynayamam insanlar kendini güçlü hissetsin diye. yapabileceğim şey var yapamayacağım şey var elbet... ama ödlek, ağlak bir zavallı oyunu oynayamam! doğru da değil hiç... böyle bir durumda ben olsam endişelenirim çocuğum için, ben çocuğum hele belli bir yaşa geldikten sonra, tek başına herşeyi yapabilsin bana muhtaç olmasın ama yardım istemekten de çekinmesin isterim. şimdi anneannemin kendine davranışlarının tam aksini uyguluyor bana güya ders almış ama aşırıya kaçıyor... söyleyince de ya kızıyor ya inanası gelmiyor..
ay iyi beyinsiz bir zavallı olayım da sokaklara düşeyim birine hep muhtaç olayım.. sonra tüm hayatım o birilerinin elinde, vicdanında olsun...
hatta şu yaşımda bana neler öğretmeye çalışıyor hala, halbuki bunları çocukken öğretti, ama nedense öğrenemediğimimi düşünüyor, ders vermeyi mi çok seviyor. bir de mahsus bana çaktırmamak için bir konu hatırlatmış gibi bir konunun, konuşmanın içine yediriyor ki hem itiraz etmeyeyim, dinleyeyim hem de öğreneyim. hani bazı öğretmenler vardır bir şey öğretirken aynısını öğrencinin de tekrarlamasını ister ya annem onlardan.
tutmuş bir gün izlediğimiz filmin duş sahnesinden ilham almış. uyduruktan bir duş işte, filmde kız acele çıkacak evden. zaten bir kısımı sansürlenmiş belli.
neyse annemin aklına düştü bir kere ya bizim kız da böyle uyduruktan yıkanıyorsa diye herhalde. bıraktı filmi konu banyo yapmaktan açıldı. zaten benim banyo yapmama kafayı taktı da o ayrı mesele, sonra.
oturmuş bana nasıl doğru yıkanılacağını anlatıyor, kese nasıl sabunlanırmış, oralar buralar nasıl sürtülmeliymiş, ara da da kızı eleştiriyor... her banyo yapmadan önce de keseyi nolur nolmaz diye önce bir yıkayıp öyle kullanıyormuş. kızım sana söylüyorum gelinim sen duy tekniği...
hıı hı diye geçiştiriyorum. esas beklediği a evet bende öyle demem ya da aa ben öyle yapmam. işte o olumsuzluk eki fırsat demek. ha bir gün mahsus denedim de.. aa kızım öyle olurmuymuş hiç!! nasıl bir endişe anlatamam. salağım ya işte iyi banyo da yapamıyorumdur ben şimdi, acaba beni annem mi yıkasa?? oturmuş benle azarlar ve ders verir tonda konuşuyor. nasıl doğru banyo yapmam gerektiğini anlatıryor... bir de sinirleniyor yani kızım!! diye diye. nasıl bu kadar ciddiye alabiliyor bilmem. sanki beni başkası yetiştirdi, bunları çocukken öğretmedi, ve ben zaten beyinsizin tekiyim... "anne dalga geçiyorum yaa!! bu yaşta banyo yapmayı bilmediğimi düşünmen kadar saçma bir şey var mı??!!" bu dalga geçilecek konumuymuş, olabilirmiş. gene beni aptal sanmasıyla ilgili tartışma başladı tabi. yani bana bazı konularda fazla güvenip bazı ama özellikle cidden beyin geriliği yaşayan birinin bile yapabileceği konularda güvenmemesi haret verici. sanki pisliğimi görmüş de bana nasıl banyo yapılır dersi veriyor 32 yaşında bana!!!
başka bir versiyon olarak da tuvalete gittikten sonra nasıl silineceğimiz ve elimizi yıkayacağımız yönünde.
"ben bunları bilmiyorum mu sanıyorsun?" dediğimde, 'bilirsin elbet ama....'
şüpheli yani... çok iyi anne olurum, teknolojiden anlarım, şahane araba kullanabilirim ama kendi götümü silemem... nasıl bir beyinse bu! böyle deyince de inkar yolu...
____________________
sessiz olmak ve kapıya yaklaştığını anlamamam için ekstra çaba sarf ediyor odama gelirken. normalde bu kadar sessiz değildir. hele ki gece uykusu kaçmışsa! elektrik düğmelerine tüm gücüyle neredeyse vurarak tak diye açar (hatta bir lambayı patlattı), muhakkak kapıya kolunu ya da elini vurup sinirlenir ve söylenir. o uykusuzsz tüm dünya da uykusuz kalmalı, özellikle en yakınındaki ben.
uykusu kaçmış kötü düşünceler zihnini sarmıştır, bende uyanayım ki psikolog yerine benim sinirim bozulsun, içim şişsin.
ha bir keresinde kapımı öyle bir sert açmış (bizim kapılar bi tuhaf), kapı taak demiş ödümü patlatmıştı. bu da onun bahanesi oldu aşırı sessiz gelmek, bir hayalet kadar.
bazen kitap ya da blog okuyor oluyorum, hani dalmış gitmişim ama annem hayalet gibi kapıyı açıp gene güya beni korkutmamak için hayalet gibi bir sesle 'nazlıı' deyince de ödüm kopuyor...tövbe tövbee
neyse çok sıkılmış hadi komik video bulalım, ya da fotoğraf... bazen her bulduğumu eleştirir beğenmez bazen de doyamaz. biri biter başka video bekler. eğer daha önce izlediğimiz bir şeyse çok öfkelenir. hatta beni beceriksizlikle suçlar. vardır değişik güzel video/foto ben becerip de bulamıyorumdur.
bazen tesadüf denk gelir ve saatlerce kalkmak istemez, dışarı çıkacağımdır, acıkmış ya da tuvalete gitmem gerekmektedir... off bende yaa şimdiyi mi buldum.
geçenlerde mini notbook aldım yedek, indirimli.
'e sana göstereyim, bir kaç site kaydedeyim ben yokken de bak'
annem teknolojiden korkuyor. hayır asla! sevmiyormuş sadece!
notebooku uzatıyorum elini bir çekişi var çarpılacak sanki. neredeyse elinin üstüne oturup saklayacak hani çocukken yapılır ya...
elektrikten de çok korkuyor, ocağı yakmak dışında. lamba patlayınca lambaları da açamaz oldu. tv nin fişini de takamıyor. bir gün misafir vardı, tv nin fişini bana taktırıyormuş. bazen düşünmeden konuşuyor (asla!). misafire elektri çarpar diye korktuğunu anlatıyor, duvardan geçen kablolar eskimiştir ev yirmi yıllıkmış.
"beni çarpar diye korkmuyorsun yani!" dedim. kızıyor.
ama hala ocak ve elektrikli süpürge gibi tek tuşla çalışan şeyler hariç hepsine ban bakıyorum. çamaşır, bulaşık makinesi, bilgisayar ve tv-radyolar zaten... tv yi açıp kapayabiliyor ama yanlışlıkla bir tuşa değip uydu modundan falan çıksa tamam....
bir evin içinde de o kadar çok elektronik-dijital alet oluyor ki, bir de bozulup yenisi alındığı zaman yenilerini öğreneceksin. eğer yapamazsam ya da henüz alışamamışsam çok suçluyum... amaan ben de bir şeyi beceremiyorum. klimayı değişmek zorunda kaldık mesela. ama farklı marka ve model. e ayarları kumandaı farklı elinin gözünün alışması için zaman lazım. hayır anında olmalı!!!
klimasını da çalıştıramıyor mesela. ha gözü ufak tuşları göremiyor ve gözlüğü de her an takamaz amatepkisi korku ve sinir.
her gece ben açıyorum klimasını, kapatmayı gösterdim. zaten tek tuş... ama korkuyla yapıyor. ya yanlış tuşa basarsaymış...en büyük korkusu yanlış tuşa basmak... sanki bomba iptal etmeye çalışıyor da yanlış kabloyu keserse patlayacak...
bir akşam kırk yılda bir arkadaşlarla dışarıda buluşabildik. ama annem 30-45 dk da bir arayıp bir şey soruyor. ve her makinanın herşeyini hatırlayıp telefonda tarif edebilmemi istiyor. hadi ben biliyorum diyelim tuşları ama kendi bilmiyor ve gene yapamıyor.
önce kapı çalmış bu yeni megafon nasıl çalışıyor, bir sürü tuş var hangisine basılacak. daha o gün değişti, ben nereden bileyim. hem yıllardır aynısı bile olsa bunu mu tutacam hafızamda. birine bas olmassa diğerlerini dene anne dedim. ya bozulursaymış amaaan nazlı! ya ben bilgisayarmıyım herşeyi hatırlayayım? açamamış kapıyı. hadi tuşları ve sembolleri göremiyor cesareti de yok.. kaçak yapar da elektrik çarparsaymış. yooo daha önce böyle bir korkutucu tecrubesi de olmamış. ama korkuyor... ben yokum ve kapı çalıyor ama ev telefonundan arayıp ben anlatamayınca kapıyı açamıyor. işte evde olsaymışım! 'hiç çıkmayayım mı evden yaa??!!'
tv ye bir haller olmuş, heralde yanlışlıkla falan değildi bir tuşa. arayıp soruyor. işte anlatıyorum sinirleniyor, ne yani bir tek tuşa basıp hallolmuyormuymuş? bu nasıl işmiş, olurmuymuş! anne ben napim? ben mi tasarladım? ama herhalde kore'deki tasarımcısını falan bulup suçlayacak değil ya!! büyük suçlu benim! dışarı şıkıp gittim ve annemi 3 saatliğine teknolojiyle yalnız bıraktım! hain nazlı!
diyelim ki ben o aletin nasıl çalıştığını, tuşlarını biliyorum ve telefonda anlatabiliyorum, ama annem yapamıyor ki... sinirleniyor ve ben anlatamıyor oluyorum, kesin tek tuşa basarak halledilebilen bir yolu varmış ben bilemiyormuşum. ama teknoloji çok gelişti, her makinede türlü türlü fonksiyon var ben napayım!!! dır dır dır sanki ben yaptım makineyi yaa!
bir ara kapaklı bir telefon aldık anneme, kullanamamakta ısrarlı, sadece biri arayınca açıp konuşuyor. hatta sonra telefonu bana getirip nasıl kapandığını soruyor. anne kapağı kapatacaksın işte. tamam ama nasılmış? tersi yönde bükükecek değil ya!!!
ben olmasam nasıl tv izleyip çamaşır bulaşık yıkayacaksın dediğimde, öğrenirim o zaman diyor. umutsuz herhalde evlenip gitmemden! :)) ya da hergün gelip bakarmışım işte aletlere... anlaşıldı iki evin işini birden yapacağım aynı tüm annelerin iki ebeveynin görevini üstlendikleri gibi.. iki evli
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)