22.08.2013

ingilizcesi çok iyi

ben orta okul ablam lise yıllarındayken hafta sonları annem bizi ingilizce kursuna yazdırmıştı.
hafta sonu bile erkenden derse gidiyorduk, neyseki eğlenceli bir iki arkadaşım vardı da teneffüslerde gülecek şeyler buluyorduk. yok dil öğrenmeyi sevmediğimden değil, sürekli ders çalışmayı sevmediğimden.
döner dönmez de oyalanmadan dersimizi tekrarlayıp ödevimizi yapacakmışız.
 durup bir dinlenecek nefes alacak zamana ihtiyacım olur benim ama anlayan kim.
ablam kuzucuk ses etmeden kendine söyleneni yapar, itaatkar.

ara verirsek unuturmuşuz, hazır bilgi tazeyken üstüste çalışılırmış, ama ben bunalıyorum, bunalma! ne var ki bunalacak, ama nazlı sen de bulmuş da bunuyorsun vaazı başlar. ne zorluklarla gönderiyormuş kursa da ben çalışmak istemiyormuşum da, ne vefaszımışım, annem bizim için fedakarlık yapıyor demiyormuşum da...

böyle bir şeyden sıkıldığın, afakanlar bastığında, sinirli ya da üzgün olduğunda annem kendi kendine bırakayım da, sonra konuşayım demez, bazı insanların bu durumda böyle yalnız kalmaya falan ihtiyacı olur ama ne mümkün. daha da üstüne gider, hatta bazen farkında olmadan yangına körükle gidip insanı patlamayacağı yerde patlama noktasına getirir. nasıl başarır bunu bilmem ama nasıl oluyorsa seni haksız hale getirmiş olur. sonra nankör, kaba, hırçın, tembel vs olursun seç beğen al..
oturup düşünüp bilhassa yaptığı birşey değil, spontan çalışıyor annem, o anda sana en söylenmemesi gereken şeyi, damarını bulup söylüyor, basıyor. bu da ya öfke patlamasına ya ağlamana neden oluyor. öfkelenirsen sinirlisin ağlarrsan da bu na mı ağlıyorsun?

neyse işte ingilizce kurs aldığımız zamanlarda, geziyorsak, mesela bir arkadaşı bir de akrabamız vardı yazlık sitelerde oturan onlar gittiğimizde başlıyordu çilem.

"haydi aslan oğlum göster amcalara p..nü" nün bir versiyonu.
etrafta turist varsa vay haline.. illa gidip konuşlacak..

sanki çok önemli biri, ya da bir ünlü de illa konuşman lazım. adamlar tatile gelmiş tepesine kadının biri çocuk dikiyor.
böyle yazlık bir yerde, başka masada turistler var, ablam diyor ki aa ingilizler dii mi? ben hııı.
annemin gözler parlıyor, hadi gidin konuşun.
ne diyeceğiz ki anne? ne bileyim merhaba deyin, hal hatır sorun, kurs alan siz değil misiniz?
ablam da ben de utangacız, yok diyoruz. annem ısrarcı.
sonunda bizi çektire çektire, böyle sevdiğimiz, hatta platonik aşk duyduğumuz çocukla ya da bir şarkıcıyla konuşmaya götürür gibi bir halde, ve gülümseyişle yanlarına götürüyor. bizi hem çekiştirerek hem sitemli hir ikna-ısrarla...

masada oturan ingilizler bakıyor bize hafiften şaşkın ama gülümseyerek, annem 'çildren sipik' deyip bizi dürtüyor, hadi konuşun hadi kızlar.

bende sahne korkusu gibi bir şey var, üstelik yapmak istemediğim bir şeyin bana yaptırtılması, mecbur bırakılmasından oldum olası hiç hoşlanmam. ama annem bunu yapmaya bayılır.
bir gün arkadaşı cemile teyzeye diyordu ki, duydum, ay küçücük kızda bir gurur bir gurur!!

ebatlar küçükse duygular da mı küçük olur, aptal mı olunur?
gurur ruhunda varsa vardır yoksa yoktur. bence sonradan edinilebilen bir duygu-durum değil.

şaşkın turistler biraz tuhaf bakıyorlar annemin ısrarına. işte biri helloo, how are you? diye konuya giriş yapıyor. ablam utanarak da olsa konuşmaya çalışıyor.
benim gururuma dokundu böyle zorlanmak, ittirilmek, mecbur bırakılmak, zorla sahneye atılmak, zaten  bilgimiz az, ama anneme göre bülbül gibiyiz, bize ne saçma şeyler öğretildiğini bilmiyor ki. ne diyeceğim ki adama how many people are there in your country? mi. bana ne ki ülkesinin nüfusundan.?

bana da hadi hadi konuş diyor, sanki iki cümle kursam başım göğe erecek. cemile teyze annemi geri çekiyor, az öteden tv izler gibi bizi izliyorlar. annem ikide bir nazlı hadi.
ıııııı inadıma dokundu ağzımı açmayacağım!!!

tabi annemde büyük bir hayal kırıklığı yaratıyorum, bakışları ele veriyor. demek ki öğrenememşim? sonrasında sahneden çekildikten sonra bana mahsus gaz vermek için böyle diyor.
demek kurs boşunaymış, bundan sonra gitme istersen nazlı.
annemin hayal ettiği hayır öğrendim bir kere hemde ablamdan iyi, bak gidip neler konuşacağım deyip turist avına çıkmam.
hem sahneye çıkmış gibi olmaktan, hem uzaktan izlenmekten, hem mecbur bırakılmaktan hem de bana gülünmesinden kendimi bildim bileli hoşlanmam. yok espri yapmışsam neyse.

aradan zaman geçiyor, yine turistler bir açık büfeden yemek alıyor, ama bir şeyin ne olduğunu soruyorlar. satan kadın ingilizce bilmiyor. hah işte süperman yetişti, nazlı haydi anlat!!!

diyecekmişim ki, asma yaprakları alınır, kopartılır, haşlanır, içine pirinç, baharat, tuz, karabiber, nane konur, kenarlarından harcı dökülmesin diye içe içe kıvrılarak küçük rulolar halinde sarılır... bazı yörelerde bohça şekline benzer biçimlerde de yapılır...
anne ben bunu nasıl çevireyim o kelimeleri bilmiyorum ki?
ne öğretiyorlar Allah aşkına o kursta size?
diyeksin ki... gene aşağı yukarı aynılarını söylüyor.
anneme göre çok kolaymış, ne varmış çeviremeyecek?

bunlardan sonra benim öğrenemediğimi düşünmeye başladı, testlerden de iyi not alıyordum hayret. ama bir turiste yaprak dolmasını anlatamadıktan sonra ne yarardı.....




19.08.2013

stephen king'in mersin şubesi

dün internet bağlantımda bir sorun oldu, ben de aradım , sordum işte çağrı merkezinden.
neyse görevliyle telefonda konuşuyoruz, durumu izah ediyorum, annem yandan meraklı ve yine aşırı endişeli bir halde geliyor. bana bir bakışı var ki sanki ben karakolda sorgu odasındayım.
tabi huylu ne huyundan vazgeçer ne eski alışkanlıklarndan. ben telefonda konuşurken benle sohbet etme arzusu artıyor adeta. bir tür kıskançlık gibi.
zaten çağrı merkezindeki görevlinin bulunduğu yer gürültülü, gencin sesini duyabilmek için çaba harcıyorum fazladan, dikkat kesilmişim mecburen, bu sırada annem de beni soru yağmuruna tutuyor.
nazlıı kim?
nazlıı kim aramış?
nazlıı ne diyor?

ben cevap veremedikçe annemin endişe ve merakı artıyor,

annecim çağrı merkeziyle konuşuyorum, bir dakika.

çağrı merkezi ne bilmiyor ki.
annem okumayı, incelemeyi çok sever ama iş teknoloji bağlantılı bir şeye gelince aman evlerden ırak...
tamamen yabancısı. kendini o konuda hepten kapatmış.
bir ara tv kumandasıyla bile uğraşmak istemiyordu.
bir de demez mi öğrenmenin yaşı yok. e gel internet öğreteyim aman yok der böyle eline birşey tutuşturmayayım diye elini saklayarak...
ya bozulursaymış. sanırsın saatli bomba, bozulsun yaptırılır. cık cık cık yok!!

telefondaki görevli tek tek talimat veriyor işte, dikkatle dinleyip yapmam gerek ama anneme göre kim bilir ne.

bazen böyle saplantılı gibi ben telefondayken kim kim kim diye sorması var. cevaplasan bir türlü cevaplamasan bir türlü...

anne bir dakika diyorum. ama ancak 1 dakika suskun kalabiliyor. sonra gittikçe endişeleniyor adeta, bu çağrı merkezi de ne??? mapuslara düşeceğim!!!

sonunda geldi dibine oturdu, iyice kulak kabarttı. ben de bilgisayar uzmanı değilim sonuçta, biri yardım etmezse herşeyi bilip yapamıyorum.

gerçi anneme göre bilgisayar kurduymuşum, uzmanmışım. kiminle sohbet etse öyle diyor. sonra birileri bana bilgisayarını getiriyor bedavadan tamir edebilirim falan sanıyor. ben bunu yapamam deyince de hayal kırıklığına uğruyorlar, hani uzmandın? annemin anladığı o kadar işte. bilgisayar başında çok vakit geçirdikçe sanıyor ki herşeyi biliyorum...


geldi dibime oturup dikkat kesilip telefondaki sesi duymaya çalışıyor, ben de zaten hem sıcak hem bağlantı kopmuş stres olmuşum annem de çocuk gibi dibimde... sıkıldım ama dişimi sıkıyorum.

görüyor halbuki telefondan bir şeyler duyup bilgisayara birşeyler yaptığımı, daha önce de oldu gene aynı şeyler. unutmuş..

sonra da diyor ki korkmuş öyle ciddi ciddi bir şey yapıyormuşum, konuşuyormuşum!

ne olacak ki dedim.

ne bilsinmiş herşey olabilirmiş.

çağrı merkezi çalışanları zaten çok seri konuşuyor, bölmek ve sonra kaldığın yerden devam etmek neredeyse imkansız. annemin beklentiisi kızı susturup kendine uzuuun uzun izahat vermem hatta sohbet etmem...

anlatmamışım ki ne korkmuş o da.

annecim ne olacak ki??
ne bilsinmiş işte...
kimbilir kafasında ne kuruyor... aman anlatmasın kabus senaryolarını... stephen king'in mersin şubesi vesselam!


______________________-

ohoo daha neler neler...
şimde de muhtara taktı kafayı....

site görevlisini aramışlar biz bir muhtara uğrayacakmışız.

hıh annemin kabus senaryoları başladı... anında!! sinir krizi geçirir gibi muhtarlık makamının saçmalığından, neden muhtara gidecekmişizin acayip senaryolarına vardırıyor...

nasıl acayip senaryolar anlatamam.... sinir küpü oldu. e gidelim soralım madem neymiş diyorum.
haayyyyy iyice celalleniyor! bu kez fırçayı ben yiyorum...
bu sıcakta nasıl gidecekmiş de, hiç düşünmüyorlarmış kendi kaç yaşındaymış da...vs vs vs..

yahu prosedür işte, oturup önlerine gelen her kağıt hakkında uzun uzun düşünecekler sanki. bu kimdir kaç yaşındadır sağlık sorunu nedir kaç çocuğu var...vb vs.

prosedür neyse onu uygulayacak..ne?

nerelere vardı  konu. acaba bilgisayardan bilgilerimizi çalıp sahtekarlık mı yapmışlar, acaba işte bir aynı soyadını taşıyoruz birileriyle diye onların başı derde girdi de onun için mi bizi arıyorlar, bankada accık bi birikimimiz var bankada da sokak numarası değişince düzellttirmiştik onla mı ilgili... tapu müdürlüğüyle mi ilgili, evin dask sigortasıyla mı ilgili...

gitmeden bilemeyiz ya da aramadan diyorum. ama susmuyor korku senaryolarına devam ediyor.. onla mı ilgili bunla mı ilgili...

sinir krizleri geçiriyor artık.... hatta bir ara evimizi, paramızı kaybettik... nasıl bağırrak isyan ediyor ama...

anne abartma yahu diyorum tansiyonun çıkacak. bu kez hedefte ben varım artık..

hıı yok kimbilir ne yapmışındır demiyor. sakin ol, tansiyonun çıkacak demen zaten karşı tarafta olduğunun göstergesi, düşmansın!!

hani asla unutmamalı diye bir takıntısı var ya. kendine yapılan kötülüğü asssssla unutmazmış. evet unutmaz ve bazen kendi kendine aklına getirip tee o günki sinirini gene yaşar, hastalanır. övünülecek bir şey değil ki bu.

taa biz doğmadan babaannemin yaptığı bir şeyi hatırlayıp, hasta etti kendini, dinlemiyor ki beni, üç gün evden çıkamadı...
böyle durumlarda annecim abartma, annecim sinirlenme , ne olacak ki, gider bakarız, sorarız.. vb telkin edici sözler herkesi memnun eder yatıştırır ya bizimkisini ise deli ediyor.
ne vurdumduymazlığın, ne duyarsız, ne duygusuzluğun, ne bunlar yüzünden başına bir şey gelme ihtimallerinin sıralaması kalıyor... işte anne olunca böyle korkularla dolu olurmuşun, işte yaş ilerleyip çok şey yaşayınca böyle olurmuş, ben ne bilecekmişim ki ekmek elden su göldenmiş, ne yaşamışım ki, ohhoo daha neler çekecekmişim ki...

bir de tez canlıya ama bu konuda yavaş, demiyor ki hadi gidelim neymiş, hadi arayalım neymiş. onun yerine ben çabalamasam günlerce böyle kafasında kurup kurup hasta edecek kendini...
 bir de bana kızıyor. aman demişim ki bankadaki parayla ne ilgisi var...

bilmem ben anlamadım muhtarla bankadaki minnicik birikinin ne alakası var... o kadar yaratıcı değilim demek ki...

anne diyorum, artık sağlık sisteminde herkes mahallesinin sağlık ocağına kayıtlıymış, senede bir iki arayıp soruyorlar ya beni, gelin kayıt yaptırın diyorlar. onunla ilgilidir. hani dedim ya biz özel hastaneye gidiyoruz , olsun gene de kaydınızın bulunması gerek diye söylemişti arayan hemşire. zahir onun için, ne için olacak?

zahir ile mahir ile olmazmış bu iş!!! aayyy kimbilir ne içinmiş....
bu sıcakta nasıl gidecekmiş 60kaç yaşındaymış bilmem ne...

ver kimliğini ben gideyim diyorum, olmazmış!!!

tabi nazlı salak kimbilir ne hatalar yapar... boş kağıtlara imza atar, bir yanlışlık yapıp, olmuşsa ses çıkarmaz mapuslara düşer...

ne gidiyor ne arıyor ne gönderiyor. evde sinir krizi geçiriyor, benden de geçirmemi bekliyor. ne rahat biriymişim!!!

napim anne diyorum bende senin gibi tansiyon hastası olup çıkayımmı?
hasta olmamı istemez elbet. ama hayali aynı anda bizi yatıştıran olmadan sinir krizi geçirmek sanki.... ^
böyle bağıra çağıra söve söve ve kabus senaryoları, korkunç sonlu olasılıklar hayal edip dillendirilerek bayılıncaya kadar kriz geçirmek....

ohh asla unutmam, affetmem.. kafamda kurar hasta olurum..

annemdeki mantık.. kötü şeyleri hiç unutmamış bunla övünüyor, ama o zaman nefret küpü oluyor, sinir küpü, değmeyecek hatta çoktaaan ölmüş kişiler için bile hala büyük bir zevkle  kin tutuyor.

işte diyorum o hasta ruhluların da istediği bu seni bir an için değil bir ömür üzmek, sen isteklerini yerine getirmiş oluyorsun böylece.... bir an için doğru diyor ama napsınmış elinde değilmiş...


oh ben ne rahat insanmışım hiç sinirlenmiyor üzülmüyormuşum benim gibi olmak istermişmiş!!!

hani ben çok sinirliydim noldu? ters cevaplar veriyordum,  dışarı çıkmak için hazırlanırken bile sinirleniyordum (kendi acele ettirdiği için), hiç bir şeyi beğenmiyordum, kırıldığım kimseleri siliveriyordum, hatta çok sinirlenince küfür ediyordum. bunları biliyor ve beğenmeyerek kafama kakıyordu.  şimdi ohh ne rahat! olmuşum.

bazen böyle yorgun ve sinirli olunca kızıyordu bana, ne varmış ki bunda diye? benim sinirlendiklerimi sinirlenilecek önemde bulmayarak beni daha da çok kızdırıyor, sonrada bağırmakla suçluyordu. noldu da rahat oldum?

hani huzursuzdum, suratsızdım, sınav zamanları sinirimden evde kuş uçurtmuyor, herhangi bir seste gürültü diye kızıyordum, dikkatimin dağıtılmasına sinirlenip tepki gösterince ne kadar sinirli bir insandım.

alışverişte sıkılan kabinde kıyafet denerken sinirlenen biriydim. normal değil bunlar demişti bir gün!!

mesela şimdi bu olasılıklarla asabımı bozup hasta olup hastaneye kaldırılmalıyım, ama olmuyor çünkü rahat bir insanım!!

sakin bir zamanda demiştim ki, gene böyle saçma bir şeyden sinir krizi geiriyordu, hayır menapoz yılları da geride kaldı, bu ne şimdi?
e sen sinir krizi geçirip kendini boş yere harap ederken birinin sakin kalması gerek anne, diyelim ki tansiyonun fırladı bayıldı, e yanında bi ben varım, bende sinirlendim kötü oldum, kim ilgilenecek senle? kimizde beteriz diyelim ne olacak? hem sinirli hem telaşlı...
 böyle sinir krizi gibi günlerin ertesi günü falan da sahte bir neşe ve iyimserlikle geçirir gününü. ama o kadar abartılı ki bu hali beni sinir eder. şarkılar söyleyerek kahvaltı falan hazırlar, çiçeklerle bebek gibi konuşur, çıkıp dışarda dolaşmak ister, yeni bir şeyler almak ister....


vs vb sizin yaratıcılığınıza bırakıyorum senaryoların gerisini... aslında hiç kimseyle işin-ilişkin-iletişimin olmayacak, dağın başında elektriksiz falan yaşayacakmışısın...sonuç bu!




17.08.2013

uzuuuun yazı - daha neler çekeceksin neler

telefonunun şarjı bitmiş ve kapanmış,
nazlıı, bu bunun bitmiş konturu.
anlamadım şaştım, kimseyi aramıyor ki, telefonu da açmıyor çalınca, nasıl biter?

herkes ev telefonlarını iptal ediyor ya, annem de tutturdu biz de boşuna fatura ödemeyelim diye.
ben kapattırmıyorum, ancak ev telefonunu kullanabildiğini unutuyor. kolay bir telefon almıştık ona,
ikiye katlanarak kapanan kapaklılardan, daha telefon çalınca bile napacağını bilemiyor, bana
getiriyor nasıl açılıyordu bu diye.
gösteriyorum şöyle diye, sonra bir yere basmana gerek yok, aç konuş, bitince böyle kapanacak. ama teknoloji korkusu var
hem unutuyor hem korkuyor...
daha da ev telefonunu iptal edelim diyor. dicek siniz ki kurtulursun işte, dışarı çıktın mı
20 dk ya bir bir bahaneyle arayıp kontrol etmez. e o zaman iyice pimpiriklenir artık, sonunda bu işin kolayının benim evden çıkmamama dayandırır...

ceptan arıyorum mesela açmıyor, evden arayınca açıyor.
kim arıyor ne bilecekmiş, e evden de bilemezsin.
zaten cep telefonu değil o, ya çantasında unutuyor ya evde bir yerde.

___________

geçende telefonumu yenilemeye karar verdim, bir arada söyledim. aradan vakit geçti, forumda alışverişe gittik,
migrosta ikiye ayrıldık, annem çok yavaş yapar alışverişi, ona kalsa tüm günü orda geçirebiliriz,
hiç sıkılmaz büyük bir zevkle ürünleri inceleyip tek tek, karşılaştırıp, öyle alır.
ben de bu kadar zaman geçirmeye markette tahammül edemiyorum. öyle olunca ben deterjan
, şampuan, bakliyat gibi şeyleri alırken annem manav bölümünde olur.
hatırım için yapıyor bunu yani yoksa saat 13.00de girip akşam 19.30 da çıkmışlığımız var.
sebze meyve almak aceleye gelmezmiş. öncelikle kasadaki her adet meyveyi tek tek elle yoklar ardından yavaş yavaş tekrar elle kontrol ederek almaya
başlar... çeşit çeşit ürün için aynı işlem.
artık bazen beraber gidiyoruz, ben başka şeyler yapıyorum, fatura yatırmak, atmden bilmem ne yapmak, kıyafetlere bakmak işlerini
ben yaparken annem market arabasını dolduruyor. hatta bazen benim hadi hadi demem gerekiyor, ne acelem varsaymış.
ne evde ne işte beklendiğim yokmuş nasılsa, zaman geçsinmiş işte...

tüm avmdeki mağazaları dolaşsak neyse sırf markette 5 saat harcanır mı?

tabi o zaman konu gelip dayanıyor eski zamanlara. eskiden tüm mağazaları gezermiş, adana'da bazen ankara'da, her beğendiği kıyafeti dener iyice bakarmış.
ancak son mağazadaki baktıkları da bittikten sonra, karar aşamasına geçermiş, ama karar verdiği elbiseleri bir kez daha denermiş emin olmak için
. şimdi biz yeni nesil neyseymiş bu acelemiz, sanırsın internet daha eğlenceliymiş de , neredeyse denemeden alacakmışız elimizi ilk attığımız şeyi körü körüne
alacakmşız..

zaten beraber kıyafet alırken de bana herşeyi denetmek ister, bir üstünde göreyim nazlı bakalım nasıl duracak.
zevklerimizin uyuşmadığını söylemiştim, nerede mürebbiye elbisesi bana aldırmaya çalışır. e işte işe başlayınca okulda giyermişiim.
okulda biraz daha resmi giyinmem gerek elbet, ama birşekilde uyduruyorum formaliteleri kendime, tayyör giydirecek annem neredeyse.
yelek-etek yelek-şort sevdası gibi ceket etek takım sevdasını bana da aşılamayı seviyor.

neyse bu ikinci oluyor, alışverişi tamamladık, havada kararmış, yorulmuşuz eve gideceğiz, elimiz tonla şeyle dolu.
ha diyor sen telefon alacaktın hadi gir al teknosadan.
sen beklerken sıkılırsın ama.
yok ben buradayım hadi acele et!

girdim en azından bir yoklayayım, hangi marka kaça, özellikleri de. on-onbeş dakika oldu bir hışım yanıma geldi, çalışanla hala
özelliklereini konuşuyoruz bir telefonun.
şaşırarak geldi;
nazlıı!! aa daha almadın mı?
on dakikada alınır mı?
herşeyi beş dakikada alıyorsun telefonu da al ne var ki!!
ama önce bir incelemem lazım? bir sürü özelliği var.
ay ne özelliği olacak ayol, altı üstü telefon,  basacan konuşacan kızım?
olur mu anne tonla özelliği var.
yaa?
sayıyoruz işte şusu var busu var.
ne gerek varmış ki, napacakmışım, öyle yeni yetmeler gibi tıktık tık oynayacak değilmişim ya.
neyime gerekmiş ki bilgisayar gibi şey..

sıkıldım. domatesi seçmeye yarım saat harcamak normal, işte telefon elini at al!
napacakmışım ki?

şunu yapacam bunu yapacam diyorum.
gereksiz görüyor. lazım olmazmış. ne gerek varmış.
çeşit çeşit, hatta giymeyeceğini, giyemeyeceğini bile bile kıyafet alabilirsin, hatta al ama eskimesin diye özellikle giyme.
ama teknoloji gereksiz.

belki ben anlamadığımdandır ama saçma, eskiden ev telefonu yeterdi.
ama o zamanda kapılarda pencerelerde yol gözler kabuslu hayaller kurardı.
kızlar 5 dakika gecikti, kesin sapıklar tarafından kaçırılıp, öldürüldüler.
ya da yollarını kaybedip evi bulamadılar, sokaklarda kalınca kötü yola düştüler...

biraz gecikince ben veya ablamla ben böyle aklına kötü şeyler geliyormuş. ama hiç anlatmaz nedir bunlar...

o an almadım zaten telefonu, hazır konu açılmışken 2 saat eski zamaları dinledim. yalnız gidip rahat rahat bakıp alacağım.

daha yeni almışım ki telefonu!!

siz de sandınız ki bir kaç ay oluyor. yok öyle teknolojiyi takip edeceğim diye ölmem, zırt pırt değiştirmem, baı arkadaşlarım var yılda 3-4-5 telefon değiştirir,
hat değiştirir, biri arayıp bulamayınca hele pek sevinirler, önemli hissederler kendilerini. salak meşgulsün diye değil yeni numaranı vermedin diye ulaşamıyorum.

son telefonumu alalı 3 yıl oldu.  teknoloji hızlı gelişiyor. ben yavaşım bile. öyle tam son model de almam, iyi ama makul olsun isterim.
bir aylık kazancımı bir telefona yatırmam.

aman eskiden 10-20 yıl kullanmadan eskidi bu demezlermiş.

e doğru şimdi herşey hızlı tükeniyor. hem değişimden hem kalitesizlikten. ama napalım çağa ayak uydurmayalımmı.


_______________-

ikizler burcu değil annem, ama herhalde geç yazdırmışlar nüfusa, şüpheliyim.
yıllarca bizi kolaycılığın, yalakalığın ne kadar çirkin bi şey olduğuyla ilgili çeşitli söylemlerle eğitti, öğretti.
dürüstçe çalışan, sebat eden sonunda illa ki başarılı olur derdi.
gururlu olmaktan, ezilmemekten bahsederdi.

aradan yıllar geçti, annem bize ısrarla bastırarak tekrarlayarak, hatta kafa ütüleyerek öğrettiği şeyleri unuttu.
sırf titizlik ve tiksinmeyle ilgili de değil önceki yazılarımdaki gibi.

yoksa daha yeni az biraz euro almış, yarısını da ben bir yerde saklayayım, aynı yerde olmasın nolur nolmaz diye bana vermek istemiş.
bu konuda ne kadar titiz olduğumu unutmuş, oysa kaç defa tartışma konusu oldu. ama taze bir tartışma yoktu tabi.
almış parayı yastığımın altına koymuş, ben oradan artık nereye koyarsam koyayımmış.

senelerce kafamızı ütüledi, para pis diye diye. elimizi yıkattırırdı elleyince, hatta yıkadığımıza inanmaz, bir daha
yıkatırdı. şimdi o güler geçti gitti....

menepoz öncesiydi bu aşırı titiz yılları.
bazen hafat sonlarını iki gün ev temizliği yaparak geçirirdi, uzuun uzun.

ha şimdi diyor ki, bir iş görüşmesine gidecektim, biraz yaranmaya çalışayımmış, hem kendimi abartayımmış, hem okulu, öğretmenleri,
kimle konuşuyorsam onu, iltifat edeyimmiş biraaz ha!!

yalakalık edeyim yani?
et! napacan!
hani nefret ederdin yalakalardan, iğrenç ve aşağılık bulurdun, gurursuz bulurdun onları anne noldu?

aynı şey değilmiş...
 başkası yapınca kötü ben yapınca aferim.

bu ikilem hatırlatmasından sonra şüpheye düştü kendi de gelmek istedi.
 nazlı beceremeyecek, zaen belli, hiç konuşamaz...
ben izin vermeyince itirazlara başladı, kendi de gelse emekli bir öğretmen olarak çok etkisi olurmuş bana.

olmaz dedim 33 yaşnda biri annesiyle mi gidecek görüşmeye, hiç profesyonelce değil.
aman sanki oxfordla görüşecen. halbuki ben de gelsem kesin alırlar..

hayır, hiç hoş olmuyor kaç yaşında bir öğretmenin yanında ezzik gibi annesi...
dışarda bekle de, mi diyeceksiniz asla beklemez. kimi bulsa işe yara sanıp konuşmaya çalışır.
hem o bir yana bana yaşımın kemale erecek yaşa geldiğini, eski zamada, osmanlı da falan olsa
torun sahibi olacak yaşta olduğumu vs vurgular durur..

daha neler, ikilem işte.. işine gelince yaşlandın işine gelmeyince sen ne anlarsın ne yaşadın ki??


__________

senelerce herkesi potansiyel sapık olarak gördü. tamam tek başına iki kız çocuğu büyütecek, kolay değil,
zaten ülkemizde kadın olmak başlı başına zor. ama işte dönemsel korkuları, saplantıları, kuruntularu oluyor.

temizlik-titizlik saplantısı, herkes sapık olabilir saplantısı, bu kız evlenemeyecek mi diye uykularının kaçtığı dönem,
benim aklıma evliliği getirmeye çalıştığı dönem, pinti dönem, savurgan dönem, evden çıkmanı istememe dönemi,
hiç evden çıkmıyorsun sinirlisin deme dönemi, artık benim bile unuttuğum arkadaşlarımı aratmaya çalışma dönemi,
bir ara da bazı arkadaşlarımdan nefret etme dönemi, kimle görüşsem bin türlü kusur bulduğu dönem, kimi tanısam evlenecem sanma dönemi.....vs
tek tek de olabilir bir kaç takıntı da aynı anda olabilir...

herkes potansiyel sapıktı bir ara ama, bazı kişiler hariç...
ona da kendi işine gelirse mi nasıl bir ruh durumuysa, sıkıntıdan mı aceleden mi..
bakkal amca ona göre bir melekti mesela ama.

bi zaman kıyafet bulamazdım bedenime göre, büyüme çağında. tadilat gerekirdi.
tadilat yapan tersiye gitmiştik, tarif ettik şöyle olacak diye.
ama adam bir üzerinde görüp, çizsem daha güzel garanti olur deyince mesela.
okuldan gelmiş fena halde yorgun, bir şeyle uğraşacak sabrı da kalmayınca, saplantılar da korkular da
geri çekiliyor adeta.

ufacık bir dükkan, kabin de yok, öyle ortada soyunup giyinecekmişim. yani kışa doğruydu, anadan üryan olmayacağım ama
gene de ben sevmem öyle ortalıkta.
sen sevmesen ne yazar zaten, bir kere küçüksün!

bu vardı bir de. nolacak gecelikle gitsen bakkala (başka bakkaldı), küçüksün!!
küçüksen iyi güzel görünmek istemezsin, gerek yoktur, hatta hakkın bile yoktur.
çocuksun işte nasılsa ne anlayacan???!!!

bu tavırlar beni oldum olası deli eder.
yaşın küçükse utanman, gururun da mı yok, küçük???

giymem dedim, yer bile yok. nasıl sinirleniyor ne varmış sanki köşe de bir giyiniversem, kendini sinir etmek için özellikle
mi yapıyormışum, bunlarla uğraşacak zamanı, hali mi varmış....

o an çıplak kalmam gerekse aldırmayacak. neredeyse.

sanki nasılsa yabancı biri, belki bir daha görmezsin bile. annem yakınların sapkınlığından daha çok korkardı, sanırsın yabancılar şahane.

az irtibat kurduğu kimselerden o kadar şüphelenmezdi, hele yorgunsa gözü körleşirdi neredeyse...

zaten sinirlenmişim, orada soyunacakmışım diye bir de anlayışsızlık ve düşüncesislikle, nankörlükle suçlanıyorum.
gerek yok olduğu kadar olsun diyorum.
ama sonra beğenmezsem bir de gizmez, araya verirmişim bluzu, boşuna mı masraf yapmışız, oşuna harcayacak paramız mı varmış?
para kolay mı kazanılıyormuş? tabi ne bilecekmişim ki?

annem beni ezmeye çalıştıkça ikna edeceğine, ben daha da sinirlenip inatlaşıyorum.
böyle durumlarda benim haklı olabileceğim tarafları görüp, ya ikna etmek ya boşvermek yerine üstüne gider insanın, adeta günün hıncını
alır senden! kavga ediyorsak da benim benim gibi bol kusurlu bir çocuğun adına yabancılardan özür diler, kusura baknasınlar işte bu kız böyle mantıksız, inat..
falan...
bana o şeyi yaptırtmak için tabi ki aklı selim sakin bir üslüpta, tiyatro oyunu gibi bir düzenek, aslında sinirinden deli oluyor ama dışarı öyle görünmemek zorunda.
anlayışlı, aşırı inat kötü kalpli kızına bile kızmadan konuşuyor gösterisi.. ama ben sezerdim tabi.

ben gerek yok giymeme dedikçe giy bir diye ısrarda. kusura bakmayın diyor adama bir de küçük sesle sanki ben duymayacağım ve anlamayacağım, çok inat oldu kızım!!

adam pişman oldu zaten ben ayarlarım dedi. ama annemin korkusu o kıyafeti giymeyeceğim korkusu..israrı ondan.


....

yine o zamanlar ilk regl olduğum dönem. ablamında öyle olmuştu, biraz sorunlu.
o zamanlar herhalde ultrason bu kadar yaygın değildi, tutturmuştu da doktora gideceğiz diye.
sormuş aslında bu yaşta, ilk zamanlar hormonlardan olabilirmiş düzensizlik, aşırı sancı gibi şeyler...
aşırı sancı olunca çok acırdı bana, gelip yanında yatmamı, karnımı ovalayacağını söyler, napacağını şaşırırdı,
bir yandan ilk anda ilgi hoşuma gitse de, süre uzadıkça annemin acımasının artması beni sinir etmeye yeterdi.
hala da bana acınarak bakılmasından hiç hoşlanmam. sanki bir sancıyla dahi başedemeyecek kadar zavallı, aciz bir yaratıkmışım gibi bir bakış.
aşırıya kaçma huyu da olduğu için senin sancını unutmana, mesela dikkatini başka birşeye yoğunlaştırmana fırsat bırakmaz.
ölümcül hastaymşsın gibi tepende durur.
 hastalanmayı zaten sevmem, yani sırf regl değil, grip falan da, ki bana acınarak bakılması hele.... mantıksız olmasam bu duygu bana cinnet getirtir.

bu durumlar uzun sürünce doktora gitme ortaya çıktı... ben itemedikçe annem ikna yolları aradı.
hayır demiyor ki utanma oradan bakmayla anlayamaz, zaten olmaz, soru sorar, şöyle karnına bastırarak eliyle anlamaya çalışr falan.
belki kendi de bilmiyordu. tabi ben utandığım için gitmem diyorum. zaten o yıllarda adet görmekten falan utanır insan, sanki herkes farkedecekmiş gibi gelir.

mevzuu uzadıkça uzadı. komşu teyzeye göre beni biraz dövüp, kolundan sürüye sürüye götürmeliymiş, bakacaksa baksın doktor..
ufacık çocuk ne anlayacak ne utanacak, ne bilecekki!!

ebatlar küçükse, küçüldükçe anlama kapasiten azalır ya. çocuklar bilmez anlamaz hiç bir şeyi sanırlar.
zaten o yüzden çocukluk, ergenlik önemil. tam bilmediğin, anlayamadığın şeyler karşısında kafan karışıyor.


baktı olmuyor, dövecek de değil. olmaz onun yerine duygusal baskı ne güne duruyor.
beni korkutmaya çalıştı. özellikle yapmadı belki, annem saplantılı olursa, birşeyden çok korkarsa tüm mantığını kaybediyor.
mesela hala 60larında ama diş hekminde ödü kopuyor, gitmemek için basit çareler arıyor...
ağrıyan dişe rakı basmak gibi. aydın öğretmen, cumhuriyet kadını gidiyor yerine koca karı ilaçlarına inanan mantıksız geliyor.

belki kendi de bilemediği ve korkusundan abarttığı için beni de korkutmuştu.
ya çok kötü birşeyseymiş, ya doktora gitmem şartsaymış da sonra çözümlenemez bir duruma gelirseymiş, korkmuyormuymuşum??

o sıralarda da evimiz hollywood'da dizisi var ve konu meme kanseri.

işte ben de korkmaya başladım böylece.
annemin korkuları ve saçma, ürkünç telkinleri ve dizi kendimi kanser olduğumu sanma korkusuna getirdi, öleceğimi sandım.


sonuçta kendiliğinden düzeldi durum, dönemsel birşeydi. ama ben akla karayı seçtim.

:::::::::

annem zaten doktora gitmeyi sevmez, ne zama gerekse kendinin daha iyi bile bir teşhis koyduğunu iddia eder... gitmemek için bahaneler uydurur.

ben de hastalandımmı mesela bana kötü örneksin sen gitmiyorsun ben de gitmem diyorum, bir iki git diyor sonra vaz geçiyor...


:::::::::::


bu aralar mersin kazan gibi, adeta haşlanıyoruz. benim de terleyen bir bünyem var yok yaa 300 kiloluk biri gibi diil elbet.
kendi cüsseme göre.. 163'53.

gerçi ben çocukken de terlerdim, annem de her fırsatta, eline geçirdiği bir mendille genel de beni başarda yani, gafil avlayarak yakalar,
mendille suratımı iyice bir karıştırarak, yakalayıp siliverirdi.

hiç beklemediğin bir anda kolundan yakalanıp, hızlı bir hamleyle suratına baskı yaparak karıştırılıyor.
bitince de kaşın karman çorman olmuş, saçın bozulmuş, şaşkın kalakalıyorsun. büyükler ah canımm  der gibi gülümserken, ki o bile hoşuma gitmez, dokunurdu,
çocuklar, yaşıtlarınsa acımasızca alay edecek bir konu bulurdu.
ama çocuksun ya ne anlayacan, salaksın, hele zlıysa adın salak ötesi bir şeysin, ne iyi görünmek isteyebilirsin, ne güzel, zaten hakkında yoktur, çocuksun
altı üstü.

sırf saçın, kaşın karışmakla kalmaz suratına peçete yapışır, farketmezsin, annein ruhu duymaz, öyle gezer alay edilirsin.

yakın zamana kadar hatta bazen şimdi bile yüzümü böyle silmeye yeltendiği oluyor şaşıyorum. ama suratım terli terliymiş sinir olmuş!
ben olmamış mıyım? güneş kremi sürdüğüm için daha çok parlıyor yüzüm. söylesen de aklında kalmıyor kötü şeyler gibi...

cebinden kağıt havlu çıkarmış yüzümü silecek kendi, istediği o, aslında, şöyle iyice sürterek bir silse ohhhh...
ama halinden anlayınca silelim yüzünü parlıyor diyor. güneş kremi sürüyorum ya ondan diyorum, zaten makyajım var!! makyaja dda kreme de gıcık oluyor gibi...
ee ne var silinmesi yasak mıymış sanki!!!
hani bazen bende hafif dokunuşlarla silerim, ama
 çok silersem güneşten nasıl koruyacak ki. ama annemi tatmin etmiyor öyle mendili
bastırıp çekmek, şöyle bir yakalayıp evire çevire sürte sürte bir siliverecekki gözenekler açılsın. annem kendini de hoyratça siler zaten. kırışır deyince ben kendim için
kırışırsa kırışsın ne var? demişti. tabi koca mı bulacam??

çocukken falan,
gücenip de ağlarsan güldüler alay ettiler vs diye, de sümsüklükle, abana benzemekle suçlanırsın. sen böyle zayıf olacaksan vay haline der annen...!!

kavgadan kaçarsan, kendini ezdiren, güçsüz olursun, baban gibi kavgadan tartışmadan kaçan güçsüz birisin, kaçak ve ödlek de olduğun olur.
yıllarca duydum bunları. sen bunlara üzülüyorsan ohoooo daha başına neler gelecek! nazlı bitersin... vs vb..

böyle böyle çeneme vurdu, ezdirme dedi dediğini yaptım, sonra da adım kavgacı nazlı oldu!!
napsam yaranamıyorum tam anlayacağınız...


zaten annem olumlu biri olduğunu iddia eder ama mesela birşeyi eleştirecekse kötü özelliğini söyler.
börek yaptım tuzu fazla olmuş, saçın çok bastırık olmuş... neyse artık...


bazen bunlarda ters zamana gelir, öyle bir farkına varmaddan bir damarına basar ki feleğin şaşar... aşırı tepki verirsin gene sen suçlusun.
ama bazı durumlarda bazı insanlara bazı şeyler o anda söylenmemelidir ya, hadi belki çok sonra.

mesela aldatılan bir kadına sen de kadına benzemiyrson kimbilir naptın ki adama başkasıyla oldu, denir mi?
denmez.


işte bunları yapmamak için biraz psikoloji, en azından empati kurmak gerekir ama herkes çok hassa olduğunu ve empati gücünün aşırı
olduğunu, olumlu olduğunu söylese de inanmayın...

mesela ağlayan birine de ağlama, ne saçma, ağlanacak ne var şimdi demek bence yanlıştır.

ama işt eöyle olmuyor...

----

lise yıllarım, çıktığım çocuktan ayrılmışım, ayrılır ayrılmaz da başka kızla görmüşüm, eve kadar tuttum kendimi, ama ablamla konuşurken
çözüldüm, ağlamaya başladım.
annem görmüş, tepeme dikilmiş, ağlama, ne var ağlayacak, bunun için ağlanır mı? bu kadar saçma olamaz diyor...
zaten duyguların incinmiş, zaten buluğ çağındasın.... bak şimdi boşuna gözyaşı döküyorsun sonra diyeceksin ki ne saçmalamışım, neyse de ağla rahatlayacaksan kızım diyeceğine....

bunlar yerine ağlama, ağlamayı kes, ne kadar zayıfsın, bunun için de ağlayacaksan artık, aman nazlı bu kadar güçsüz olacaksan,
ne varmış sanki...vb şeyler duyuyorsun.
sonra ohhoooo daha neler yaşayacak, ne acılarla ne biçim insanlarla baş edecekmişsin, bu kadar için ağlıyorsan, sonra o zamanlar ne yapacakmışsın,
zayıf olursan seni ezerlermiş, bilmem ne..
sonra da kendiyle kıyaslama devreye giriyor. aman kendi neler yaşamış, neler çekmiş, esas kendinin ağlaması lazımmış, ben şımarıklık ediyormuşum, ağlamayayımmış, artık aman ben de
babam gibiymişim, o da hemen yenilir bozulur küzermiş, kendi senelerce öyle bir kaynanayla uğraşmış da bir kez bile ağlamamış, bak ya kendi ne yapsınmış neler çekmişmiş,
o zaman kendi acıdan ölmeliymiş, susayımmış artık aman ben de kadar zayıfmışım, aman ben de böyle yapacaksam eğer,ilerde kim bilir nelerle karşılaşacakmışım,şimdiden öyle olursam
aahh nazlı ben olmasam sen ne yapacaksınlar....

böyle böyle
değiştim, kendimi ezdirmemek adına sürekli tırnakları bilenmiş ve tetikte biri oldum, herşeye verilecek bir cevabım oldu.
şimdi de beni kavgacılıkla itham ediyor...

kendi de mesela gençken, toyken çok ağlamış, ama artık kabuk bağlamış.
ağlayacağına aşırı sinirleniyor artık, adeta kükrüyor, sonra da tansiyonu yükselip hastalanıyor, bunu da iyi bir şey olarak görüyor hani, ağlamıyor ya.


bir de kendine yapılan bir kötülüğü assssla unutmayacağını söyleyerek övünüyor.

hani unutmak affetmek derler, hayatı kolaylaştırı derler.
bunun tam aksi bizimkisi...

assla unutmamakla övünüyor. hatta arada konu açıldığı zaman, ya da açılmasa da o bir bağlayabilir zaten, aynı şeyi tekrar yaşamışcasına
şiddet ve nefretle tekrar yaşamış oluyor, sinirinden ölüyor, esip gürlüyor, tansiyonu çıkıyor, hastalanıyor, günlerce kendinde olmadan zaman geçirdiği oluyor hatta...

ben hiç unutmam işte hiç!! diye de hala övünüyor ve iyi bir şey olarak görüyor cidden. hatta ben unutmuşsam birşeyi çok kızıyor bana, ben hiç unutmam işte diyor.

iyi bir şey mi sanki temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp kendi önüne sunup kendini hasta ediyorsun diyorum.

evet ama diyor olsun..

doğru birşey sanki..

hatta bazı şeyleri bilerek unutmuyor, kendine hatırlatıyor, kendine ders çıkarmak için olsa bari, kendini hasta etmek için...

hayır kurunun yanında yaş da yanıyor. bana da yansıtıyor.

hatta bazen özellikle hatırlayıp sinirlenip hasta ediyor kendini adeta...



________________________________________





16.08.2013

leb demeden -'of aman Nalan' olur da 'üf aman Nazlı' olmaz mı??

annem söylemesi gereken ama söylemek istemediği, üzüleceğimi düşündüğü şeyleri bana söylerken hep aynı yüz ifadesini kullanır. yüzüne baktığım an anlarım. kötü bir şey olmuş ve bana söyleyecek.
hem benim halimi tartan, hem bana acıyan bir ifade.
çocukken aldığımız civciv, beslediğimiz japon balığı öldüğünde de aynı ifadeler oluşmuştu yüzünde.
bir gün okuldan geldim ki portakal yok, balığımın adı. heryere baktım yok. annemse köşe bucak bahaneler bulup benim girdiğim odadan en uzak olan bir başka odaya kaçıyor. sanki söylemezse unutacağım, ya da anlamayacağım ölüm nedir.
yine yüzünde o acıyan ifade.
anne? portakal nerede?
duymamış gibi yapıyor, başka bir şey düşünüyormuş gibi. sanırsın uzattıkça, kaçtıkça daha kolay olacak.
hı?
portakal diyorum anne nerede?
bana acıyarak, beni teselli etmeye çalışarak bir bakış atıyor ve bana sarılıyor.
daha yüzünü bana döner dönmez anladım zaten.
üzüldüm, kerataya alışmıştım, ama zaten biliyordum hassas yaratıklar ve ömürleri çok uzun olamıyor.
daha önce de civcivimiz ölmüştü, o zaman çok daha küçüktük, alışmamıştık ölüme.
bu kez o kadar etkilemedi, bir yalnızlık, bir boşluk hissi, hayal kırıklığı hissi.

annemse üzüntüden öleceğimi düşünüyor. güya beni teselli etmeye çalışıyor ama kendi benden çok üzülmüş, portakal'la çok ilgilenmese bile. benim ağlamamı beklerken kendi ağlıyor.

bir süre sonra üzülmediğime şaştığını söyledi. üzüldüm dedim. okuldan gelir gelmez fanusun yanına giderdim, benden başka kimsenin yem vermesine izin vermezdim. onu beslemek hoşuma giderdi, sonra şaka yapartım. matrak balıktı vesselam. fanusa parmağımı koyardım hemen yaklaşırdı, sonra parmağımın yerini değiştirirdim takip ederdi parmağımı. hergün aynı oyunu ederdim, aldanırdı her seferinde saftirik :)) böyle pörtlek gözleri vardı :)))

ağlamamışım ama. bilmem neden ağlamadım. ben duygularını hemencik belli eden biri değilim ki, önce bir durumu hazmetmem gerekir, durumun vahametine göre kendince ve kendiliğinden bir süre alır. ablamsa tam tersimdir, ani ve yoğun yaşar duygularını mesela. hemen su koyverir, rahatlar ve unutur.
ben duygularımı pek belli edemem ki bilirsin demiştim. ama alınmıştım annemin bunu bilmemesine ya da bunu unutmasına ve beni yeterince üzülmemekle itham etmesine.


işte yine o yüz ifadesi.
hı?
alıştıra alıştıra söyleyecek. lafı dolandırıp sadede gelemedi.
çarşıda bir ahbabıyla karşılaşmış, hai ben oğluyla görüşürmüşüm ya.

bir zamalar çıktığım çocuk. 2 ay anca dayanabildim maçoluğuna. çok kavga ederdik, sinir törpüsüydü bence, saftirirk romantik ablama göre aşkımızdan böyle kavga edyormuşuz. hayır abla onun kıskançlığından, kendini padişah sanmasından. sırıtırdı buna ablam. hadi hadi aşıkmışııım.
belki ilk görüşte, ilk görüşmede, ama tanımaya çabuk başladımdı çünkü maçoluğunu tuutamıyordu. başkaları fark etmiyordu bu tavırlarını tabi, normal arkadaşlarına pek maçoluk etmiyor, kıskançlıkla boğmuyordu zahir.
anneme nasıl anlattıysa saf ablam annem evleneceğimden çok umutlandıydı. ablama göre de bizi anca evlilik paklardı.
onun beni kıskançlığıyla boğmasını, hayatıma, herşeyime karışarak hükümdarlığını ilan etmesini o libidoya, cinsel çekime bağlıyordu. bense bildiğin ümüğünü sıkmak istiyordum. hiç şakası yok. sürekli öfkeliydim.
laf yetiştirmekten de yorgun. bir de başıma annem çıktı. sonradan artık biz yolları ayırdıktan sonra çocuğun annesiyle biryerlerden tanışmış olduklarını öğrenmiştik. ortak bir arkadaşlarının gününden.
o sıra bilmediği için fırsat yaratıp, konuyu erkeklere, ilişkilere vs getirip sürekli sual ediyordu. napmış, nasıl biriymiş, kimmiş, kimlerdenmiş misali sualler.
zaten bunalmışım bir de tüm gün ondan mı bahsedeceğim?
ama hai insan aşık olunca sürekli o kişiden bahsetmek istermiş :)) hı nazlısı?))

soruları geçiştirmem annemde utandığım sanrısına yol açmış. o kadar aşığım ki utanıyorum... aayyyy ne şekeeerr....

baskı altında yaşamaktan hiç hoşlanmam. bana bir baskıcı yeter! ne kadar gizlemeye, kamufle temeye çalışsa da annem baskıcı işte... e yeter!!! gayri başka baskıcı olmayacak hayatımda. anında hayatımdan şutlarım


çok kıskanç olduğunu artık her işime karıştığını usandığımı falan söylesem de inanmamış olacak ki bugün bile beklentisi var annemin.

aradan yıllar geçti biteli, ha zaten başlamışmıydı ki??

neyse annesiyle karşılaşmış ayak üstü sohbet etmişler. demiş ki benim oğlan evleniyor.

yüzüme çaktırmadan gene öyle bakıyor annem. zavallı nazlı bu acıya nasıl dayanacak dermiş gibi
hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladım acım o kadar derindi ki kendimi yere attım, tepinerek, yere ve havaya yumruklar ve tekmeler savurarak, hıçkırarak ağladım. ağlama seslerim yeri göğü inletiyordu. hani filmlerde olur ya kız üzüntüyle bağırır kamera uzaklaştık ça uzaklaşır, o kadar içten bir acıyla bağırmıştır ki öteki kıtadan duyulur. çok şok yaşadım, üzüldüm, mahvoldum, artık yaşayamam sandım. o maço çocuk benim değil bir başka kızın hayatına hükmedencek, başkasını boğacak ve başkasının hayatını ona zindan edecekti! bu acıyla nasıl yaşardım, ilk anda kendimi metropolden atmayı bile hayal ettim.

şaka şaka.

ben yapar mıyım öyle şey yaaaa!! :D

abarttım tabi ama annemin beklentisi buna benzer bir sahneydi sanki.

dikkatle bakıyor yüzüme bu acıyı taşıyamaz ağlamaya başlarsam beni nasıl teselli edeceğini düşünüyor... kesin bulamaz..

biliyorum.
nasıl biliyorsun?
ortak bir arkadaşımızın facebook sayfasında davetiyesini görmüştüm geçenlerde...
yaa?
soru sorar gibi bir bakış da annemden geliyor!!

benden cevap yok tv izliyorum.
eee? kimmiş evlendiği?
ne bileyim enayinin tekidir?
tanımıyor musun?
mersin'in nüfusu kaç milyon? nereden tanıyayım_?
seni de davet etmiş mi?
hıı kızın nedimesi olacam! üff anne niye beni davet etsin?
ne bileyim nazlı?



nazlıı, annesi diyor ki kız çok seviyormuş oğlanı, pek bağlıymış, çok uğraşıyormuş ama oğlum aşık değil ona dedi.
e niye o zaman evleniyorlar?
annesi diyormuş ki işte yaşları geldi, bu kız beni çok seviyor, böyle iyi kız bulamam falan diye karar vermiş...


tepkim yok. napayım ki? bana ne?

iyi allah mesud etsin.. dedim



ama  yeterli bir tepki değil anneme göre. annem bunu anlayamıyor. birine karşı tüm hislerinin bitmesini. yani herhangi bir yerde ve hiç tanışmadığım, evlendiklerini dahi bilemeyeceğim bir çift için nasıl bir şey hissedemezsem bu da onun gibi. ama annem öyle değil.
bu durumda ya çok üzülüp, hayıflanmalı, ya da nefret etmeli gebermesini dilemeliyim!!

onun duygu dünyasında bir şey hissetmemek, önemsememek, bana ne ki demek yok. bu yüzden anlamayıp ya duygusuz sanıyor ya da mahvolmuş da belli etmiyorum...

birkaç gün sonra beni kontrol etmek için konuyu oraya getiriyor bir şekilde. eğer acımla baş edemiyorsam bana destek olacak... zaten sevmiyordum ki niye şimdi çok üzüleyim.

çocuk aşık olmadığı öyle çok sevmediği biriyle evleniyormuş, oysa ki aşık olduğu birisiyle evlenseymiş daha mutlu olurmuş, iyi bir çocukmuş o mutluluğu hak ediyormuş. şimdi böyle mutlu olamazmış, yazıkmış, değil mi nazlı?
(çocuk dediğim 34 yearsold)
kim bilir belki böylesi daha iyidir anne, belki kızı maçolukları ve kıskançlığıyla boğmaz, rahat ederler, huzurlu olurlar falan.

yani olabilirmiş ama mesela benimle evlenseymiş daha mutlu olurmuş. böyle mutlu olamazmış, yazıkmıi değilmiymiş?
güya çaktırmadan beni inceliyor, tartıyor annem. üzülürmüyüm, kızarmıyım, ne bekliyor ilk anda anlamadım.

sonradan anladım başka bir konuşmada.
eğer benle evlenseymiş mutlu olurmuş çocuk.
sanırsın evlenecektik de olmadı. anlaşamadık ki.



ben de bu gaz üzerine, acıma duyguma yenildim. yazık dedim çocuk aşık olmadığı bir kızla evlenmesin, bana aşıktı, benle evlensin mutlu olsun. düğün günü salonu bastım! nayıııır nolamaz!! siz kardeşsiniz diye bağırıp ortalığı inlettim. durdurdum nikahı, yanlarına koşup o kızla mutlu olamazsın tankut! benle evlen dedim.
ele ele verip kaçtık oradan, kendimizi bir kumsalda bulduk, Türk filmlerindeki gibi birbirimize koştuk... kavuştuk...


desem yalan olur!! hehe!! na hihoh nahihoh hihihihihihih

ya ben yapar mıyım öyle şey yaaa!!


bana aşıktı değil mi?
evet öyleymiş ablan dediydi. ama aşık olmadığı biriyle evleneceği için mutlu olamayacakmış..
ne yapsam ki, bir arasam ağzını arasam mı? belki vazgeçer, benle evlenmek ister, ister mi ki?

annemin gözleri parladı. nazlı evleniyoooooorrrrr.

en iyisi dur bir sorayım, o mutsuz olmasın, aşık olduğu kızla evlensin, ben aşık olmadığım (ya onu bırak sevmiyorum , bir his yok olumlu ) bir adamla evlensem de olur, yeter ki o mutlu olsun, ben feda olayım!!

üf aman nazlı yaa!! sen de!

hı anne ben de ne? napayım? hç acıma yok bende diil mi? ne komşuya acıyorum yalnız diye ne eski çıktığım çocuğa... vayy vicdansız nazlı! alacağın olsun!

duygu sömürüsü ve acımayla evlenilir mi?


aradan zaman geçti. annem gene konuyu açtı. hala aynı.
benle evlense daha çok mutlu olurmuş tankut. (takma isim ^^ ben taktım hihi^^)
diyelim ki bana hala aşık ve benle evlendi ve mutlu oldu, ama ben aşık değilim ona ben mutsuz olurdum, bana yazık değil mi. onu kurtarayım derken ben feda...
yani.
yani ne? annecim gerçekten ne yapsaydım o aşık olduğu kızla evlenip mutlu olsun diye ben mi feda olsaydım. ben mutsuz olsam ne olur yani, ben kimim ki, ben ne anlarım mutluluk falan...

öyle değil canım.

anne;1- bakalım hala bana karşı hisleri var mı tankut'un ve bu evlenmek isteyecek kadar bir his mi?
2-onun kıskançlıklarını ve maçoluğunu ben niye çekecektim? ondan kestim zaten görüşmeyi. şimdi niye değişsin fikrim?


ay sanki ben mutsuz olmanı istiyormuşum gibi.

e bu o demek anne. sen evlen yeter mutlu ol olma mühim değil demeye çalışır gibisin.
ne kadar zaman geçti, unutuldu, çocuk başkasıyla evlenecek, hala umut etmen hayret verici. bir de duygu sömürüsü, vicdan yaptırmalar, acındırmalar...

aman üzüldüm biraz çocuğa, ne var? acıyamaz mıyım.

tamam anne, inanmıyorsun nasılsa. ona karşı hiç bir hissim yok evlenmesine karşı da bir hissim yok.
üzülmedim.

aman iyi tamam kızım anladık.

öyle mi? yok çok üzüldüm ben böyle yaşayamam dememi bekler gibisin.
....... uzar gider






15.08.2013

bişey yazacaktım unuttum, hayret değil mi :)

14.08.2013

bilgisayarda herşey bulunur

bilgisayardan yani annem öyle diyor bilgisayardan bul diye. birşey öğrenmek için. internetten diye düzeltince kızar. farkı anlamıyor ki.

bağlantım sorunluydu, bişeyler olmuş, kesilmiş. annem illa bir şey bulmamı istiyor bilgisayardan. bağlantı yok anne. diyorum. işte diyor çalışıyor nazlı!!
sesi varmış, ekranı da açıkmış.

internet kesik annecim. tadilat mı ne varmış bir halt olmuş.

e bulamaz mıyız?

yemek tarifi istiyor, hem de tarifin adı yok... iğneyle kuyu kazmak yani. bilgisayarda herşey bulunurmuş ya hani...

internet açılsın bakarız tamam.

tarifin adı ne?
ben ne bileyim?
e nasıl bulacam??
hani bulunurdu?
ne aradığını bilirsen bulunur?
patlıcanlı bir yemek. patlıcan diye bak.

patlıcan yazacakmışım çıkacakmış. kaç milyon başlık çıkacağını bilmiyor ki.

nerede gördün tarifi, belki onların sitesi vardır.
tv'de.
hangi program annecim.

adamın adını bilmiyor bana şeklen tarif ediyor adamı. internetten bulurmuşum!

e hangi kanal bari, kanalın sitesinden çıkar belki...


koca mı bulacan? - Tatil zamanı - evde yalnız kalmak -


ben de usandım aynı mevzulardan ama ne yapayım başıma geliyor illa.
yıllar oldu defalarca aynı muhabbetler geçti, tartışmalar oldu ama değişen birşey yok.
aynı tas aynı hamam. bizim hanımlar tutturdu gezme diye, aslında kiraya vermiş olmasaymışız bizim yazlığa gidermişiz de işte.
bu arada yazlığa gitmek demek temizlik yapmak demek oluyor.
hatta evde sıkıldığımız dönemlerde annemden güzel bir öneri gelir; yazlığa gidip temizlesek mi?

teyzem taşucu'nda bir yer biliyormuş, taktılar oraya gideceğiz diye. eniştemi de alın gidin siz ben sıkılırım diyorum.
 beni evde yalnız mı bırakacaklarmış. tabi vahşi batı'da ahmak bir kızı evde bırakırsan korsanlar kaçırır! absürdistan.
yahu ev kendimizin, apartman yıllaryılı tanıdık. sanki ben de amerikan filmlerindeki ergenlerdenim de alkollü, seksli partiler düzenleyeceğim.
istesem de beceremem ki, ne o kadar arkadaşım var ne organizasyon sabrım, ne param ne enerjim. evde pinekler sabaha kadar film izlerim anca...

yok onların beklediği ve ya endişelendiği benim verebileceğim çılgın partiler değil, bir kızın bir evde tek başına kalması korkusu.
hiç kalmadım değil, zamanında ablam üniversitedeydi, annem de anneanneme hastayken bakmaya gitmişti bir süre.
annem ben yalnız evde kalmayayım diye neredeyse okulu dondurtacaktı.

hastalıklı bir şekilde hiç bir sosyal aktivite, eğlencenin zevkin lafı bile suç olduğu bir evde sen üniversiteye hazırlan, çalış,
kazan, ama evde tek başına kalmamak uğruna okulu bırak. evde tek kalmayayım diye annem tutturmuştu da bu dönem gitmeyivereymişim.
ama anneme sakın ikilemlerini hatırlatmayın en baş hain ve düşman olursunuz. sınavlara hazırlanırken müzik dinlememi bile istemeyen
annem, okulu bırakıvermemi istiyor. sonra devam edermişim. birinden yarım yamalak bir şey duymuş dondur o zaman diye tutturdu.
dönemin ortasında nasıl dondurayım, donduruluyormuş ama bilmem kimin bilmem nesi dondurmuş. anne o dönemin başındadır. olsun sen bir sor.
tabi bin türlü sohbet, düşünce, varsayım, plan.... ben sırf evde tek kalmayayım diye. hastalık raporu almak bile istedi bana.
ya anneannemi severim de hasta bakıcı tutsak dedim, ona paramı dayanırmış. teyzemde destek olur elbet ama içleri rahat etmez tabi.
teyzem o sıra başka bir şehirde olduğu için anneanneme o bakamayacaktı, annem de yeni taze emekli, onun sorumluluğuna kaldı.


dönemin ortasında bırakırsam dersleri devamsızlıktan kalırım, anneme göre anneannem hasta diye bana tolerans göstermeliler.
ama nereye kadar? annem bir ara benim okulu bırakmamı ciddi düşündü, uzatırmışım, atacak değiller ya, farz et ki oldu,
 olmadı bir daha sınava girer başka üniversitede okurmuşum, bana okul mu yokmuş.

eğitim almayı herşeyden üstün tutan anneme bak. sınava nazi kampında gibi çalış, kazan sonra bırakıver.

annemin mantığını tutarlılığını kaybetmesi an meselesi..

ben hafta sonları gelirim yanınıza hem anneannemi de görürüm hafta içi de okula giderim burada.
 aa evde tek başıma nasıl kalayımmış. iki evin işine birden tee oradan yetişemezmiş.

sanırsın anneannem gibi benim de elim ayağım tutmuyor. az buçuk birşeyler pişirmeyi öğrenmiştim yazları.
pilav, makarna, fasülye. olması telefon eder sorarım. yumurta kırarım...

aç kalmam düşüncesi korkunç ona göre, ama esas korkusu evde yalnız kalmam, hafta sonu hele yalnız yola çıkmam yanlarına gelmek için.

senelerce hatta hala yalnız yolculuk yapmamı istemez, ödü kopar. yolculuk dediğim güney afrika'ya, çin'e fala değil ha!


bana değil çevreye güvenmiyormuş!!
evet en iyisi kıçımı hiç kaldırmayayım, evde boyuna tıkınayım, sonra 400 kiloluk bir çöp ev sahibine dönüşünce düşünürüz!!


sonunda ne yaptım ettim dediğimi yaptırdım. planımız hafta sonları yanlarına gelmemdi. hergün defalarca telefon görüşmelerini düşününce zaten hiç ayrılamadık sayılır.

o sıra henüz cep telefonu yaygın değildi bu kadar ev telefonundan sürekli bir telefon trafiği. sabah beni uyandıracakmış telefon edip, bu konuda ne kadar kavga ettik tamamen
unuttu, uyandırılmaktan nefret ediyorum, saatimin sesi yeter, aynı konunun üzerinden bir daha geçildi.
sonra benim kalktığımdan emin olduğu saatte aramaya başladı.
telefon çalıyor, açıyorum, annem kalktın mı diyor!! telefon salonda, salona kadar gitmişsem kalkmışım da gitmişim ve alo demişimdir değil mi..
aylarca hergün aynı şey. kalktın mı nazlı geç aradım!! kalktım anne yoksa nasıl alo diyeceğim?
amaan sen de!

ablanın üstüne bu kadar düşmüyor mu nazlı?
düşüyor düşmez olur mu, hele üniversiteye ankara'ya gittiği o ilk yıl, onunla uğraşmaktan beni unuttu biraz, oh be ne rahat ettiydim :))
ankara'daki bir takım akrabalara emanet etti ablamı, ablamın yapabileceği en büyük yaramazlık ise üniversiteden ar. gör.  (o zaman) hocasını ayarlayıp 2. yılının ortalarında
evlenmeleri oldu.


Türksel düşünce biçimi, bekar kızlar korunmaya muhtaç zavallı yaratıklardır, önce anne babalarına, varsa kardeşlerine, sonra varsa yakın akrabalarına emanet edilen, namusu ve şerefi,
hayatı koruma altına alınmak zorunda olan aciz varlıklardır. her zaman birilerine emanettirler. oh evlenince artık sorumluluk ve namus bekçiliği kocalarına geçer.
bekar kızlar kendileri hariç herkese emanet edilebilir, bekaret aynı zamanda gerizekalılıktır zannımca :), evlenip artık kız değil kadın olunca zekayla dolarsın, hani gene emanetsin ama %50 daha az!!

kabaca böyle durum. ne kadar okumuş olsun modern görünsün hala bu ve benzeri ama tabi böyle dile getirilmeyen düşünceler hakim. uygulamalarda.


sabahki konuşma faslından sonra mecburen ankesörden telefon edip öğle civarı hala hayatta ve tek parça olduğumu bildirmek zorundaydım. ve ne yediğimin ayrıntılı bir dosyasını sunmak.

tabi gitmeden, ay gitme deyince sanırsınız anneannem Londra'da, Adana'da yaa...
ha gitmeden de beni bir komşumuza emanet etmiş :)
ama annem insanları pek tanıyamadığı için, e daha benim fikirlerimi, alışkanlıklarımı öğrenemiyor, öyle birine emanet etmiş ki.
benim arada sohbetim varmış severim onu arayıp sormasından rahatsız olmam diye resmen aşüftenin tekine emanet etmiş.


insanları böyle yargılamak istemem, herkesin hayatı kendine ama.. işte .
genç, yeni sayılır evli bir hanımdı, ama böyle aklı başında olmayan, havai bir tip. ona mı güvendin anne!
nesi varmış ki evli barklı bir hanımmış!!

hımm bir çıkarım yaptım; bekarlardan çok evlilere güvenilebilir!!


öğlenleri ankesörlü telefondan bilgi verdikten sonra akşam faslı var.
tabi bu arada konu komşudan eşden dosttan şehir efsaneleri gibi yalnız öğrenci efsaneleri duymuş olan annemi kolay atlatamazsın.
3. sayfa haberleri gibi, hep yalnız öğrencilerin başına gelen kötü şeyler, en küçük hatanın bile başa neler getirebileceğiyle ilgi karamsar hayaller...
sakın akşam eve geç gelmeyeceksin, eve arkadaş çağırmayacaksın, hiçkimseye evde tek olduğunu söylemeyeceksin. ha kapıyı kimseye açmayacaksın, kimseyi içeri almayacaksın.
 ben de zaten enayiydim, gazeteye ilan verdim.
ama böyle yaptırımlı söylerse yasakçı baskıcı anne olur caksın ceksin li söylemek yerine hergün kafa ütülemek, ve her daim kızından şüphe duymak daha iyi.

hem bak hiçkimseye söyleme ha benim evde olmadığımı diye onlarca defa tembihleyen annem, hem cıvık, sırıtık bakkala ilk yetiştiren annem!!!
bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

bir telefon ettiğinde dedim bakkala kendin demişsin bana komşulara bile söyleme diyen sen. hem ne söylemek bazen hergün hatırlatır. yani o kadar çok defa söyler ki
 bazı şeyleri beynini bloke eder insanın annem. artık o dediğinden başka birşey düşünemiyorsundur, diline düşüverir...

ne varmış? bakkal çok iyi bir insanmış. şeytan değil belki ama melek hiç değil. herkese davranışı farklı adamın tabi. onun için kolayca kimse sezemez.
 hele ki imadan, mecazdan, şakadan bile pek anlamayan annem gibilere, ablam gibilere... bunların gözüne sokmazsan doğrudan anlatmazsan anlamazlar.
ablam nasıl becermiş eniştemi tavlamayı? tüm hünerini tüketmiş herhalde ya da eniştemin becerisi :)

bu bakkal amca, bakkal dediğim adı market artık, ama küçük işte. yok bir vukuatı yok anca dilinde, bayılır genç kızlara. onlara güzel kız diye hitap eder. biraz tacizkar süzer,
bir iki sulu şaka ve iltifatla geçiştirir. biri terslerse de latife ettiğini söyler, aman canım ne alıngansın latife ediyorum, ya da iltifattır ettiği.

tabi çoğu kız iltifata hasret, ya da doymak bilmez iltifat açlıklarından hiç fark etmez adamın iç geçirerek, tacizkar baktığının.
ha bi de söylesen kimse pek inanmaz. tonton amcaya konduramaz. sanırsın insanlar yaşlanınca melekleşiyor. hayır efendim sadece hareket güçlüğü çekiyorlar!!

birgün anneme tam açık değilde üstü kapalı, salağım ben annem üstü kapalıdan anlar mı, bahsettim, adamın tacizkar sulu şakalarından.
abartıyormuşum. ben de ne kadar şüpheciymişim.  beraberde çok alışveriş yapmışız ben yanlış düşünüyormuşum, hiç öyle sululuk etmezmiş. yanlış anlamayayımmış adamcağızı yaşlıymış zaten..

adam işini biliyor tabi, yılların pasif sapkını, kızlara hiç annelerinin yanında yalnızken davrandığı gibi davranır mı?
dünyanın en güvenilir ve sevecen tonton amcası rolünü kuşanıverir... dede figürü gibi davranır...


ne diyordum ben?? haa annem bakkal amcaya çoktaan söylemiş.

buradan bir aksiyon çıkar sandınız değil mi? ne o beni Türk dizisi mi sandınız hani bir bölümde bile başına gelmedik kötülük kalmayan zavallı ağlamaklı bir karakteri olan.

yok bir aksiyon olmadı ama bu gereksiz bilginin bakkalda olması hiç hoşuma gitmedi.

annem hani şu aslında çocuklarına güvenmeyenlerden ama öyle bir anne olmamak için de sahte bir güven duygusu vermeye çalışır,
başka yaptıklarıyla anlaşılır öyle oldğu.


bir aksiyon olmadı normal günlerimi geçirmedim. günde üç defa anneme ne yediğimi, kaçta uyuduğumu, okulda neler olduğunun bilgisini verdim.
bitmek bilmeyen tembihlerini dinledim. sanırsın 20 yaşımda hayatımda ilk defa tava yıkayacağım, teflonu yıkarken telli kısmını kullanma ha süngerin.
20 yaşındayken bile beni bu kızdırmaya yeterdi ki hala bir kaç defa duyduğum oluyor. daha bir kaç ay önce içerden bana sesleniyor. nazlııı!!! tavayı yıkarken teflonda telli tarafını kullanma ha!!
cevap vermemişim, kendi kendime söyleniyordum çünkü, kalkıp geldi mutfağa aynı şeyi söyleyecek. ilk defa mı yıkadığımı sordum. öf be nazlı!!

arada bir unutkan olabilirim ama ahmak değilim!!!

neyseki anneannem çabuk toparladı o zamanlar. bir ayda eskisi gibi oldu. ama anneme yıllar gibi geldi. ahmak nazlısının iyi başına bir şey gelmedi..

yani bir sapık ve katilde dadanabilir, çünkü herkese evde tek olduğunu söyler, yangın da çıkabilir tüpü açık unutur çünkü, hatta tüp gazından zehirlenebilir, kapıyı da kilitlemeyeceği için içerisi yol geçen hanı olabilir.
sobayı yakmayı akıl edemediği için üşütüp zatürre olup ölebilir bile, balkon kapılarını açık unutur içeri hırsız girer, yoldan gelen geçene bile evde yalnızım der başına kimbiliiirrr....dahasını siz hayal edin..
bir ayda bunların biri de bini de olabilir. annesi yetişinceye kadar bu ahmak kötü yola bile düşebilir, hatta hapse!!

ha ben günde üç posta arayıp paranoyalarını gidermek için dinliyorum. kendi aramıyor mu sandınız?
sabah arıyordu, öğlen mecburen ben, akşam okuldan gelince ben, bir iki saat sonra annem yat artık diye arardı.
ha aklına bir şey takıldı mıydı da arardı.
nazlı yemeği pişirdikten sonra tüpü kapattın mı? nazlı kapıyı kilitle ha içerden! nazlı yemeğini ye ha! nazlı meyveni yedin mi? ne yedin?
nazlı akşama kendine meyve almayı unutma ha!! handi dolmuşla geldin eve? kalabalık mıydı? boşsa binme ha!!


annemin kabus dolu hayal gücünden başka birşey gelmedi başıma valla!


____________________

gelelim günümüze.

taşucu'na gidecekmişiz, yanımıza bir şort bir tişört alsak yetermiş konuşmalarına başladık gene..
bir baş bir vücut havlusu da yetermiş...

yıllarca kandım buna. ve yıllarca da ıslak havlulara kurulanmaya çalışıp, fotoğraflarda eski kıyafetlerimle mutsuz çıktım.
kendi unutur niye bu eski bluzunu giymişsin ki deyiverir birde beni delirtmeye çalışır gibi! kendi onu giyeyim diye tutturmuştur oysa. yolda tatilde eskimesin en yeniler ona göre.
hatta beni şöyle de kandırmışlığı vardı, ya yolda çantamız kaybolursa üzülmezmiymişim bu kıyafetim kaybolursa? yaa. iyisimi kaybolursa, yıpranırsa pek üzülmeyeceğin, en yeni olmayan kıyafetlerimizi almak yanımıza!!


ne varmış, boşuna taşımayalımmış diyeymiş. belki dedim lazım olur birşeyler... defileye mi gidiliyormuş sanki!! aman bu yaştan sonra ne gereği varmış zaten.
ha böyle der üstüne de sen al ama yanına sen gençsin der. yooo hiç öyle birşey yok!!


sizi bilmem ama benim için önemli güzel görünmek ve fotoğrafta güzel çıkmak dedim..

anlamayarak bakıp, hıı zaten fotomodelsin ya dedi teyzem :) ne varmış nasıl çıkarsa çıksınmış fotoğrafta. önemli olan rahatlık ve güzel zaman geçirmekmiş kızım?!

sanırsın ben aksini iddia ediyorum. sadece onlar o kısmından çoktan vazgeçmiş.
halbuki bazen fotoğraflara bakıp kıyafet ve hallerine hayıflanıyorlar ama sonra puff unutuveriyorlar bunu.


(bir gün ayakkabı bakıyorduk, birini beğendim kendime ama annem onun rahat olmayacağını, artık bizim için en önemli şeyin rahat etmek olduğunu,
şıklık falan düşünecek durumda olmadığımızı, artık ayağımızın ağrıdığını söylemişti hem bana hem çalışan gence.
ben kendime bakıyordum bunu anne dedim. ee? tamam işte rahat olmaz o! bizim için en önemlisi rahatlık değil mi? şıklık da önemli dedim. şıklık mı rahatlık mı tartışmasına girdik...aldım ayakkabıyı!)


sizin için teyze sizin!! ben kardeşiniz değilim! ben hala güzel görünmek uğruna rahatımdan biraz ödün verebileceğim yaştayım!
güzel görünmenin hala önemli olduğu yaşta..



cevap; koca mı bulacan??


______________________

bizim kızlara göre hayatın amacı bu. öyle görmüş öğrenmişler. herşey başkaları için yapılır, yaşlanınca da rahat etmek için uğraşılır ve bol yemek yenir!!

koca bulamıyorsan, evlenmeyeceksen kendine bakmana gerek yok...


hani iyiymiş benim için bakımlı falan olmam da bu kadar uğraşmama değermiymiş nasılsa evlenmiyormuşum...
kaşımı bıyışımı almasam ağdayı bu kadar sık yapmasam da olurmuş, bu kadar kreme ne gerek varmış. hele ki makyaja...
öyle şeyler diyorlar konuşmalar arasında. kafamı madem koca bulmaya takmamışım ee o zaman neymiş bu kadar uğraş..
boşver biraz kızım madem evlenmiyorsun!!

hele makyaj konusunda, annem de teyzem de sade insanlardır, ya öyle bir ruhtan ya da annelerinden görüp alışmadıkları için falan.

bir gün teyzem bu kadar boyanmana gerek yok diye iddiada bulundu. ben de tv makyajı yapmıyorum ki.. öğrendim doğal makyajı, ama onlara göre tvdekilerden bile fazla boyanıyorum.
gözleri iyi görmediği için tv izlerken iddia da ederler bak hiç makyajı yok kızın  diye. oysa ful makyaj! bir gözlük takın hele. takıp da görürlerse de ama doğal durduğunu savunurlar.
ama bende doğal durmuyormuş, fazla yapıyormuşum. bi ruj sürsemmiş hadi, yetermiş. nasılsa koca bulmayacakmışım..

erkekler doğal kızları severmiş zaten!!

teyze seni duyan da erkek uzmanı sanır! :)) ilk isteyenle evlendirivermişler teyzemi!!
bilmediğim vukuatların mı var kız tontoş?? :)) kimi tanıyorsun eniştemden başka??

ha hah ha he valla!! amaann nazlı!! (teyzem espriden, şakadan biraz anlar neyse. anneme bunlar alay etmek gibi geliyor kızıyor)



bizim kızların ezberinde olan bir genelleme bu erkekler doğal kızları sever.
onların doğallıktan kastı sadece doğal davranışlar değil, kasabadaki köydeki, taşradaki eski tip kadınlar veya
 anneleri gibi kadınlar. o zamanlar böyle bir kendine bakmalar, kremler vs yokmuş ki.

sanırsın herkes de severek evlenmiş... doğallar ya...



_______________

bunları yazıp düşündükten sonra yıllar öncesinden bir sahne geldi gözümün önüne. flaş bek;

annem bizi evde tek başına bırakmaktan ölesiye korkuyordu, hele ki hava karardıktan sonra. e o saatte canavarlar ve yaratıklar başı boş dolaşıyor ya dünyada karşı komşuya geçse bir saatliğine bizi ham yapıp yerler..

sadece bzi evde tek bırakmak değil korkusu, bizim bir arkadaşımıza gitmemize dahi izin vermez. ay pardon gitmememizi sağlar. kırk yılda bir ya ailecek görüşüyor olacağız ki nadir kadınlar dul kadınlardan tırsıyor, ya ablamla beni iyi günündeyse beraber gönderir. ben evin en küçüğüyüm ya ablam da bana göz kulak olacakmış. ah canııım... şaşıyorum derslerde bir hayli zeki olan, okuduğu heme aklında kalan ablam neden hissi konularda o kadar iyi değil. aşk, sevgi, şevkatten falan bahsetmiyorum. ohoo onlar yoğun. nasıl oluyor da imalardan, üstü örtülü anlamlardan anlamıyor. şüpheci değil ve iyimser, kötü niyetli değil ve dedikodu pek bilmez, entrika bilmez... şüpheci olmamak bi bakıma iyi bir şey çok kafan yorulmuyor ama valla böylelerinin başına kötü şeyler gelmemesi tamamen kadere kalmış. gerçi böyleleri kendilerinin iyimser olduğunu, iyi düşünürsen başına iyi şeyler geleceğini söyler. ama ola ki olumsuzluk içeren bir durum oldu bu onlar için büyük bir şaşkınlık, ve yıkım oluyor. bazen aşırı tepki verip darmadağın olabiliyorlar. zor toparlayan da var. benim gibi şüpheciler ise bir şeyin her yönünü düşünmekten yorulup kendi kendini nötralize ederek, tepkisizleşiyor ve hayal kırıklığı da baki kalıyor....

annem, ben, ablam bir yerden dönüyoruz bir gün. nereden ve neden hatırlamıyorum. yolda bizim binaya yaklaşırken bir komşuyla karşılaşıyorua, az buçuk sohbetimiz var, davet ediyor annemi. annem gelmeyeyim diyor ve güya (rol yapamıyooorr, ablam da böyle ama biracık daha başarılı, onları iyi tanıyan biri ne zaman yalan söylediğini şıp diye anlar) bize belli etmeden gözleriyle işaret ediyor teyzeye. böyle gözlerini yana yana çevirerek bizi gösteriyor.
çok alınmıştım buna. sanki kendi baskıcı anne değil de biz baskıcı ve bağımlı çocuklarız, annemizin sosyalleşip rahatlamasına müsade etmiyoruz...

böyle bazen benzeri karşılaşmaların benzerlerini biz yaşadık mı şöyle olurdu. biz bir yere çağrılıyoruz, annemize sorar gibi yaparken, ya da sorarken annem 'ay sanki benden izin almanız gerekiyormuş gibi' der gibi bakış atar, hareketler, mimikler yapardı. ben sizi ne zaman engelledim!! akşama en ince detayına kadar sorgulama seni bekler. tuhaf komşu çocuklarından, abilerinden, babalarından ve bilimum erkek cinsinden şüphelenen annem, hatta paranoya yapan, bakkal amcanın halini göremez, anlamazdı. aynı yıllar değildi ama ne fark eder. ama adam harbi iyi aktördü, rızkını kazanmaya çalışan, kendi halinde, emekli, tonton amca rolünde...

neyse gene uzattım bee... ben tivitırda bu yüzden başarısızım. kısa yazamıyorum.
ben de o gün özellikle bizim evde zaten ders çalışacağımızı, gidebileceğiini söylemiştim, biz engel olmayalım anne dedim.

hı? gitti :) ablam masum masum ders çalıştı, ben deeeeee eveeettttt hazıııırrrrr oluuuunnnn!!
hayal kurdum!!! heh he siz ne sandınız??


the end ...

happy endings...

nazlı ermiş muradına siz çıkın kerevetine...

aman yavrum ha sakın düşmeyin ha iyi tutunun kerevetine, ay  bi yerleriniz kırılacak yahu!

ay bak görüyor musun ben demiştim başıma icat çıkardınız!! kerevete çıkmak sizin neyinize? inin bakiim ordan!!

9.08.2013

taktı hoca bana taktı

off her şeyimiz bir kavga bir tartışma olur mu. oluyor bazen. tükenmişlik sendromu yaşamıyorum şükür.

annem hala birilerine diyette olduğumu söylüyor, hiç bir şey yemiyormuşum.
diyeti bırakalı yıl oldu, alışkanlıklarımı değiştirdim. ama anneme göre bir süre diyet yapılır, bitince gene manyaklar gibi yenip sonra yine diyet yapılır gibi birşey.
hiç bir şey yemiyor diye şikayet ettikleri de beni zargana gibi bir şey sanıyor ya da neydi o hastalıklara yakalananlardan. sonra görünce ee normal görünüyor diyorlar..

eskiye göre bişey yemiyorum zaten, üniversiteye hazırlanırken yedire yedire şişirdiydi beni. zaten sivilceliyim zaten stresteyim üstelik de şişkoyum... normal kilolara dönmem ne çok çaba gerektirdi. arada gene kilo aldığım yıllar oldu ama o zamanki kadar değil.

ee normal görünüyor deyince de bozuluyor, diyecekler ki nazlı ye, 300 kilo ol, olsun...

bazen böyle sakin günler olur evde nispeten ama bazen de taktı hoca bana taktı sendromu olur, annemin tartışma yapası, mücadele etme havası gelmiştir, vay haline..

işte o günde tee kahvaltıda başladı. hiçbir şey yemiyormuşum endişeleniyormuş benim için. şişmanken endişelenmiyordu, eski kafalar işte... tombulluk güzelliktir sağlıktır gibi bir anlayış varmış ya zamanında.

hayatın anlamıymış yemek yemek. şöyle bir tavır var, ben çözdüm hayatı işte sen uğraşma benim dediğimi yap, mutlu ol, boşuna yorulmamış olursun. oysa bazen bişeyleri öğrenmek için yaşaman gerekir. kendin geçmelisin o yollardan. ama anlayan kim. o yollardan geçilmiş, işte hazıra kon nazlı. böyle ima ettiği zaman bazen teyzemi de safına çeker, diyorum ki sizi gören de çok mutlusunuz sanır.
kızarlarsa ben mutluluğu ne bilecekmişime dayanabilir iş. yaşım başım kaçmış, ne yaşamışım ki. hayat hep mutluluk değilmiş ki falan.

ee bende polyanna değilim ki saf ve sonsuz mutluluktan bahsetmiyorum. hayatın ve mutluluğun anlamını sadece yemek yemeğe dayandırmalarına ve bana dayatmalarına gıcığım. herkesin başkadır mutluluğunun anlamı. ama onlar bulmuş, niye arayayım, onlar gibi yapayım.off


sabah kahvaltı masasında başlayan durum gün boyu bende kusur aramaya dönüştü.

nereye gidiyorsun? bunu mu giyeceksin? oradan gitme ha başka yol kullan, şuradan da gitme, o dolmuşa binme, güneşte bekleme... çok geç kalma...vs vb
takıntı, korku, hüsnü kuruntu günü.


demek ki akşama bana gene kaynanasını ve korkunç yıllarını anlatacak, ta ki rahatlayıp uykusu gelinceye kadar...
bilmeyen birine anlatsa belki ilginç olur, ama ben ezberledim artık.

--------------------------------

geç vakit yatmadan duş aldım. ha buna da gıcık ne diye her gün duş alıyor muşum? e ter kokarım diyorum. kok biraz ne var? diyor...

bazen bu takıntı dönemleri uzar da uzar. muayyen gün misali.

hergün aynı şekilde söyleniyor. hiçbirşeyyemiyorsun, yenilerinisonragiyersin, bunumugiyeceksin..öyle yap böyle yapma ha....

____________

şehride yaşıyoruz, apartmanlara tıkılı, binalar da birbirine çok yakın mesafede. böyle olunca odanın penceresini açamıyorum.
hemen yakındaki apartmanın karşımızdaki ve onun üstündeki dairesi çok yakın, iki de bir de yazın bir gürültüyle balkona çıkarlar, saat kaç olursa olsun onlara dünya kendi çiftlikleri, ışığı da bir açar bir kapatırlar.
ister güzellikle söyle ister kavga et, derileri kurşun geçirmez değil belki ama zihinleri laf geçirmez resmen.

kavga edince kısa bir süre dikkat ediyorlar, ama balık hafızası misali bir beyincikleri olduğu için ana birkaç gün.
güzellikle söylesen de işlemiyor, önemsiz birşey gibi geliyor onlara. hıı sen ışıktan mı rahatsız oluyorsun tamam der akşama unuturlar. gene aynı. hem gürültü hem ışık.

haliyle o taraftaki pencerem de kısık perdem de kapalı.
e balkon ışıklarını açtıkları an ben kabak gibi karşılarında kalacağım, çekirdek çitleyip izleyeblirler..

bu yıllardır değişmez bir durum. ama gel gör ki değişmiyor bir yana annem de anlamıyor.klima takıldı ama her zaman kullanamıyorum, klimanın havası beni hapşırtıyor. içi temizlense, filtreleri değişse bile.



her gün aynı dırdır yazın. perdemi açmıyor muşum hava gelmezmiş. anne biliyorsun durumu, rahatsız oluyorum ışıktan içeri görünüyor. diyorum.
görünmeyeceğini iddia ediyor. görünüyor diyorum. görünmez diyor.

valla görünüyor anne, hani bir misafirliğe gitmiştim mahsus ahbap olursak belki dikkat ederler diye, perde açıkken kabak gibi önlerinde odam, yatağım. hatta tam karşının bir alt katı da benzer şekilde görünüyor perdeleri açıksa.

ee nolmuş diyor, oturup da izleyeceklermişmiş sanki, sen de nazlı!

e izliyorlar tabi. sapıksı bir akrabaları var yanlarında kalan, o.

anneme göre birşey olmaz, benim abartmam.

napiim karşıdaki sapığa anatomi dersi mi vereyim.
ben de yataren daha usturuplu birşey giyeymişim.

ya anne bu sıcakta mı? hadi pijama giydim diyelim bu ona beni izleme hakkı mı verir, ya da onu engeller mi sanıyorsun, ya da bacağım derim kapalı diye seyirlik değilim hala...

hala iddia ediyor şuncacık yerden ne görünecekmiş, gelip bir de odamda tatbikat yapıyor. odam karanlıkmış ki!!!
annecim balkonun ışığını açıyorlar direk benim üstüme, gözümün içine giriyor hatta...

görünmez bence aman ben senin iyiliğin için, iyi terle dur burda!!

ha ben bayılıyorum!

annem bazen bazı şeyleri kendi görmeden deneyimlemeden inanmaz.

kime çektiğim belli di mi.

sırf lafla müdahale ona yetmiyor, gelip perdeme de müdahalede bulunuyor bu müdahale bazen de olur olmaz zamanlarda oluyor.
 dışardan gelirim tam üstümü değiştireceğim benim perdeler sonuna kadar açık... perdeyi çektiğimi görürse de ne çekiyorsun ben açtım diyor.

e geçende de ben geç vakit duştayken, özellikle yapıyor sanırsın, sanki ben karşıdakilere anatomi dersi vermekle yükümlü mahallenin fahriye ablasıyın, bir çıktım benim pencere ooh kabak gibi açık, karşının balkonunun ışığı yanıyor , benim oda aydınlık ve seyirlik olmuş tabi.
napıyorlar sanıyorsunuz balkonda albert camus, tolstoy, shakespeare, dostoyevski mi okuyorlar,
nuri bilge ceylan'ın filmini mi izliyorlar...??
napacaklar ellerinde karpuz, çekirdek neyse işte tıkınırken bağırarak sohbet edip etrafı izliyorlar.

seslendim anneme ben havluyla gösteri mi yapacam pencereye kadar gidip.

pencerenin önünde hala pazarlık yapıyor benle, sadece inceyi çekse yetermiş.
ince perdem de yani varla yok arası birşeydir.
yahu annecim çek hepsini işte..
aman nazlı be sen de!!
tamam kalsın ışığı da açayım striptiz yapayım, millet gövde görsün, hiç görmedik demezler, bilgi olur işte!!

aman sende ben öyle mi dedim?? al çektik yiyecekler sanki!!

ha bir de gelip yesinler bari!! tövbe tövbeee..

kendinin öyle bir derdi yok, penceresi ve balkon kapısı ya boşluğa yada duvara denk gelmiş..

oysa bize yıllarca öğrettiği şeyler arasında özel hayatı korumak da vardı, popüler bir başlıktı.
defalarca söylerdi aynı şeyleri, pencerenin önünde giyinmeyin, kalın perdeyi kapatmadan ışığınızı açmayın.








7.08.2013

beyne işleme sanatı - annesel telekinezi yöntemleri

annem çalışmalarına devam ediyor. acındırma yoluyla tekrarlaya tekrarlaya beyne işleme çalışmaları. şöyle annem bir şeyi bana açık ve net söylerse hayır dememden korkuyor, ve bu yüzden sanıyor ki bana açıkça söylemeden ima ederek, işleyerek, bir çeşit kandırarark bir düşünceyi aşılarsa, inception ederse, benim bunu hiiiç fark etmeyip yapacağımı sanıyor haalaaaaaaa.

hala bekar komşunun ne kadar zorlandığından, hayatının zorluklarından bahsediyor. hazır yemek yemek de sağlığı bozarmış, kötü ütülenmiş kıyafet giymek iş yerindeki imajını zedelermiş... vah vah.

bir zamanlar bebeklilere, bebeklerin sevimliliğine özendirmeye çalışan annem.

var öyle kızlar, artık yaşının geldiğini düşünerek bebeği olsun uğruna artık çoğu düşüncesinden feragat edip evlenen. eminim erkekler de vardır. yani benim arkadaşlar arasında var öyle, yaşı geldi, bir yuvası olsun deyip öyle evlenen. evliliği düşünmese de kız arkadaşını yarı yolda bırakmak istemediği için evlenen.
bahsettiğim arkadaşımın eşi basbaya durumun farkında ama evliliğe öyle odaklı ki önemsemiyor. yeter ki evlensin.

e mantık evliliği yapabiliyorsan yap bana ne. ama içinde sevgi-aşk olmadan olmasın.

ülkemizde özellikle kızlar evlilik odaklı yetiştiriliyor, daha 10 yaşındaki çocuklara sen evlenince, senin düğünün, sen de loğusa olacaksın... vs diyenler çook. hayalleri de evlenmek oluyor.
ben çocukken oynadığım kız arkadaşlarımın çoğuyla her Allahın günü evcilik oynardık. her gün bir umutla bugün ne oynayalı derdim, garip garip suratıma bakıp evciliiiiik derlerdi. ay ben sıkıldım desem başıma öğretmencilik, hemşirecilik çıkacaktı... hergün biz ve oyuncak bebebklerimiz annelerimiz gibi ev gezmesine birbirlerine gideceklermiş, oyuncak pastalar yiyip, oyuncak fincanlardan hayali kahveler içeceklermiş. her gün ama her gün.
ulan hayat zaten monoton bari oyunumuz heyecanlı, uyduruk olsun!!
anlatabilirsen anlat. ay ben sıkıldım deyince yapılan değişiklik oyuna başka bir bebek sokmak! sohbetleri bile aynı oyuncak bebeklerin; temizlik, ütü, akşama ne yemek yapsak, ha biraz dedikodu.
ben sıkılıp oyuncak bebeğime çiftetelli oynatmaya başlardım. bari kalkıp iki göbek atsınlar!
çok komikmişim deliymişim! e bari düğüne gitsinler de komik bir şey olsun. uydururdum böyle. korsancılık oynatmaya kalktım boşuna çaba. daha doğrusu boşuna yırtındım!!! yahu çizgifilmde izlemediniz mi? izlediiiiik. eee oynayalım işte.. yahu evcilik dururken ne korsancılığı.
bıraksam hergün sadece evcilk oynayacaklar, ve bununla eğlenecek, mutlu olacak, onlara bu yetiyor..
ben de bazen bunları başbaşa bırakır mahallenin, daha doğrusu sitelerin, apartmanın oğlan çocuklarıyla yakartop oynardım. valla kızlardan daha eğlencelilerdi!!
bana kalsa kızılderili olup ok ve yayla kovalamaca oynayacağız, garip sesler çıkararak hayali bir ateşin etrafında dört döneceğiz... bir keresinde de hayalimi gerçekleştirdim!! ha valla çok eğlendik. kızlar bizi az öteden izlemişlerdi, muhtemelen kafayı yediğimi konuşuyorlardı. kızlar evcilik oynar ki!!

yahu hayatta yapacağınız bu olabilir bari oyunlarınız değişik olsun.
oturup tv seyretmek ve hayal kurmak bile bu kızlardan daha eğlenceli gelirdi bana. ama hep de yalnız oturulmuyor ki...
neyse bari ablam hatırım için her türlü hayalime ortak olup oynardı da...

gene evcilik oynadıkları bir gün içim sıkıldı yahu hiç sıkılmıyor musunuz her gün aynı oyun???
onlar o sırada hayali börek yapmaya dalmışlar, böyle bir manasız baktılar yüzüme yooo dediler.
ayy saçlarımı yolacağım!! kakın bari ip atlayalım!! top oynayalım!

daha sonraları o 90lardaki atari salonlarında zaman geçirdiğim çok oldu çocuklarla. çok eğlenceliydi be ya. ay kızlardan eğlenceliydi en azından.

benim içimde bir çocuk var, belki de küçük bir oğlan çocuğu...
ama annem tutmuş sanki ben anaç, hamarat bir ev kızıyım da bana duygu sömürüsü yapıyor.
 hani adam yalnız sıkılıyordur sohbet et, arkadaş ol, sinemaya gidin de demiyor..

tutmuş bana yemek ve ütüden bahsediyor. benim bayılarak yaptığım şeyler sanırsın. kendimin annemin ütüsü yetmiyor komşulara ütüye gideyim bari... ya dışardan getirtiyormuş ya dondurulmuş gıdayla besleniyormuş, yazıkmış, böyle devam ederse sağlığından olurmuş.

bu ve benzeri laflar her gün duyar oldum.
ben kimse sağlığından olsun demiyorum ki, kendi çarelerini kendileri buluversin diyorum.. :)

ne yapayım anne? dedim?
hayır kızacağımı bildiği için açıkça da söyleyemiyor, ama bu imalar ve beyne işleme sanatı da beni sinirlendiriyor. çünkü uzun sürüyor. açıkça konuşsak, ben evet ve ya hayır desem de konu kapansa.

annemde konular kapanmaz kolay kolay. sene be sene işkence gibi sürer, pişirilip pişirilip sunulur önüne..

baktı bebek sahibi olma isteği hatırlatması yaramadı, yaşımla ilgili imalar da, zaman zaman sırf bir iki kez bahsettiğim arkadaşlarımdan da umudunu kesti (sanmam annem de umutlar tükenmez üniversiteden hala bekar arkadaşlarımdan bile umutlu, ki bazılarını ben bile unuttum annem unutmadı) , sonra yeni eşyalarla kendin seçerek ev düzenlemenin ne kadar zevkli birşey olacağıyla ilgili sohbetlerde yaramadı, güzel olurmuş da şimdi mesela bizim ev eşya doluymuş, atılmazmış yazık, işte baştan yeni eşyayla ev kurmak anca evlenince oluyormuş....

evlensem de evimi oluşturmaya başlasam ne çekişeceğiz kimbilir annemle... yıllarca uğraştım giyimime karışmasın diye, eşyada sökermi bilmem.. yeni yöntemler geliştirir. ki bazen kıyafette bile beni tufaya getiriyor.
böyle bazen giyilir diye bir elbiseler aldırdı bana, canım alışveriş istiyormuş demek, kandım. mürebbiye elbisesi sanırsın. yada günlere katılan hanım hanımcık bir an önce hanım kadın olmak isteyen kendini genç değil anaç hisseden kızların giyeceği türden. Yalan Dünya'nın Nurhayat'ının giydiği türden. ben daha modern elbiseler severim, cicili değil tabi, zor, spor-şık-rahat ama sade- zarif ve zaman-moda dışı değil ... :) zor dedik ya ne !

giyeyim diyorum yer bulamıyorum o elbiselere... kızıyor niye almışım o zaman diye. sen aldırdın! kanıma girdi resmen. pohpohladı da.. yuttum ben de tamam mı??

benim de poh poha ihtiyacım var!!

biri beni  pohpohlasın!


ikna etmeye bayıldığı gibi kuvvetlidir de bu yanı annemin... artık eşya almaya kalksam kendi zevklerini bana dayatmak için denemediği yöntem kalmaz. kıyafette de öyle ya kendinin şimdi ve ya gençken giyemediklerinin benzerlerini benim giymemi istiyor, ısrarı ondan... şort-yelek, etek-yelek saplantısı gibi...
lütfen modadan çıkarılsın şunlar!! neyseki şimdiki eteklere etek demeye şahit lazım, minnacık. yoksa eskiden olduğu gibi bana kot etek aldırır üstüne de kot yelek giydirerek takım ettirir...yaptı yaptı...bir kere giyebildiydim.

hala saplantısı var. kızın biri mini kot etek üstüne salaş bir tişört giymiş. etek çok miniymiş ama neyse, o bol tişört yerine düz bir tişört giyip üstüne de kot yelek giyseymiş çok güzel olurmuş. dedi  geçende!! moda değil artık de!! gel sen de!! moda insanın kendine yakışanı ve sevdiği şeyleri giymesiymiş nutkunu atar. aslında moda annemin dediklerini giymektir!! ^^

ama kendinin yapamadıklarını mesela gezmek gibi, benim yapmamı istemiyor... hem teyzemle sohbette gençken gezilir aslında, sağlıklıyken diyorlar hem benim gezmemi istemiyorlar... anca yemek!! kendinin yiyemediklerini ben yemeliyim... bu.


..........
güya kısa yazacaktım ha!! hihohihohoh hhe..

neyse annem devam ediyor yani. bu kez acıma duygularımı törpülemeye çalışıyor.

bir ara sıkıldım, ne yapayım? dedim. cevap da vermiyor, böyle yüzünde gıcık tuhaf bir ifade, ben söylemesem sen anlayıp yapsan da yaptırım olmasa der gibi.

ne yapayım anne? yemek mi götürelim her gün? gidip evini temizleyip, ütüsünü mü yapayım?

(neyim ki ben hizmetçi mi, bir de komşununkini, kendiminkilerle başedemiyorum kimi zaman. evde ütü işini ben devraldım. napayım. yıllarca annem ütüledi bıktı, artık yaşı da kelame erdi her iş ona bırakılmaz. mesela ben ütülerim der birşeyi, bir kenara koyar aylarca kalabilir orada. mecburen artık ben ütülüyorum. zevk aldığım için mi ben yapıyorum sanıyor acaba.. ki yaparken de şarkı söylemiyorum.. terlediğim için ve sevmediğim için suratsız olıyorum. annem de kızıyor yapma o zaman!! kim yapacak? yardımcınız yapsın diyebilirsiniz... hangibirini.. işte bazen.. ütü içinde sürekli para verilmez ya.. nereden geliyor o değirmenin suyu mu derler ne)


hamarat, anaç bir kızım da komşuların işlerine koşacam.. ne işgüzarım yaa..


hani böyle hizmet etmeye bayılan, biraz da yapay bir kibarlıkla hareket eden, hem hamarat, hem anaç, hem evine hem konu komşuya, çoluk çocuğa, gence yaşlıya yardıma koşan, saçını süpürge etmeye hazır ve nazır görünen kızlara bir hayranlıkla bakar, davranır.
ne kendi öyle ne ablam ne de ben. ama annem bu tip kızlara- neyse bayılır.



şöyle annemin aldırdığı elbiseleri giyip, börekler açıp dağıtsam mı ne!!

kendi de öyle bir insan değildi, eskiden de çalışmak zorundaydı, iki kızı tek başına büyütecekti, bir ton masraf ve fatura vardı. yoğundu herhalde ondan hayranlık duyuyor ev hanımlarına...


anne madem hamarat ve anaç bir ev kızı olmamı istiyordun niye okuttun.

insan hem okuyup, hem çalışıp hem de öyle olabilirmiş ki!!

ee sen niye olamadın??

anca bize yeterdi çabaları, konu komşuyu bırak teyzemi bile çok düşünecek vakti de hali de yoktu, keza teyzemin de öyle...

ben çalışmıyormuşum ki şu an!!!

sanki bilmiyor, belki bilmiyor mu bu haller ruhuma aykırı..

anca kendi evimin işine yetişebilirim ben...

konu orada kapandı istediği cevabı alamadı.. işlemeye devam.

:::::::::::::::::

uzuun yıılllaaaar sonra değil bunlar neyse... yıllarca da işleyebilir ama..

bir gün gene konu aynı yere geldi.. erkeklere bekarlık zormuş, temizlik, ütü, yemek bilmezlermiş. hazır beslenip sağlıklarını bozarlarmış, vs vb..

mesaj bana bana geliyor yolda.

üniversitede bir kaç arkadaşım vardı, yurttan eve çıkmışlardı, sonraları da ailelerinden ayrı kaldılar. senden benden iyi ahçılar, poğaça yapıp getirmişliği var şaşkınlıktan küçük dilimi yutmuşluğum da var!!
isterlerse uğraşırlarsa olur demek ki anne! dedim...

herşeye de bir lafım varmış!! hiç mi acımıyor muşum???

daha ailelerin evlerinden yani ayrılmış, acemi üniversite öğrencisi değil ki bu, kimbilir kaç yaşında adam.
ki öğrenci de oldu sitede, ben değil işgüzar ev hanımı teyzeler acısın.
anaçlığın da bu kadarı artık, ben mi. bana mı kaldı koca, boyumdan büyük adamlara acımak.. uzaktan acırım tamam..

annecim, baktın bebek istetemedin, yeni ev döşeme zevkine kaptıramadın, şimdi acındırarak mı evliliği kafama sokacasın? sanki anlamadım sen de beni iyice şaşkın sandın.

ne evliliği kızım?? bana git evlen mi demiş???

diyor bir de. aha inkar dönemi...

o bana işleye işleye kendi fikrini benim kendi fikrim sanmamı sağlayacak. çok denedi tutmadı usanmadı hala deniyor.

_____________

valla bu son. hehe yalan daha uzatacağım :))


birkaç defa, kaç defa bilemem.
bir kaç defa, bir kaç defa bahsettiğim arkadaşlarımdan umutlandı annem. evlenecem diye.

ben de niye konuştuysam, iyi bir gün geçirdim de zahir komik bir şey oldu (komik bulmaz gerçi) da paylaşmak istedim zahir, çeneme vurdu.

benim anlattığım bölük pörçük anılar, durumlardan yol yaptı kendine. yaptığı çıkarımları pişirip pişirip önüme sundu, defalarca da soru sordu.
anladım pek cevaplamadım, es geçtim, kapattım konuları.

anneme göre erkekler ve kızlar evlenmek için  iletişimde bulunur, arkadaş olamazlar, niyet evlenmek olur sırf. sizin zamanınız gibi değil artık herşey desen de nafile. kızlarla erkekler arkadaş olmaz, olamaz, niyet evlilik olabilir ona göre. bu düşüncesinden sıyrılamadığı için anneme göre okulda, dershanede, işte, neredeyse bir erkekle iletişim kurmuş, arkadaş olmuşsam niyet evliliktir.
her arkadaşlık sevgililiğe gitmeyeceği gibi her sevgililik de evliliğe gitmeyebilir. mecbur da değiller insanlar.
annem daha sevgililiği kabullenebilmiş değil ki. arkadaşlık, erkek arkadaş sıfatına anca gelebildi. cinsellik ima edebilecek hertürlü şey çirkin, olamaz, olasılık dışı falan... böyle şeyler şöyle ifade edilebilir evlenmek istemek, bebek istemek.

dedim ya gene uzatırım ben diye.

neyse birine takmıştı gene, nazlı evlenecek ona göre.
hem sadece dershaneden sınıf arkadaşıyız valla, zaten çocukta evlenme düşüncesinin zerresi yoktur.

iyi ki bir iyi biçimde bahsetmişim. dilene dolandı artık. zaten yorgun geliyorum kafam şiş gibi. biraz oturup dizi izleyecem, ama fırsat yok. annem başlıyor konuşmaya vır vır vır. şöyle miymiş böyle miymiş.
çocuk hakkında benim bilmediğim şeyler soruyor. bilmiyorum dedikçe hem şaşıyor hem çoşuyor. e sormuyor muymuşum? niye sorayım ki??? 7 ceddinin şeceresini isteyecek annem!

eğer kızarsam yeter artık sorma yahu diye. pis pis sırıtarak niye, n'oldu aşık mısın? der.

geniş zaman kullandım çünkü bu ilk değil, ilkokuldaki ilk aşkımdan bu yana 25 yıl geçti, ben de değiştim ifadeler de ama annem aynı..
tee o zaman da böyle anlamıştı aşık olduğumu.. beni kızdırarak anlamaya çalışmıştı. başarmış ki yerleşmiş hala aynı tekniği kullanıyor.
bu çocukla aranızda özel bir şey mi var? görüşüyor musunuz?  olur mu? olacak mı?? diyemiyor, diyemez.

ne aşkı yaa!! çocuk dershaneyi bile bıraktı, değiştirmiş, bir daha görmedim bile.... bir dizi izletmedin zaten kafam zonkluyor yaa...

aman sen de her şeye kızıyorsun...diyor. kızdırma.

bi keresinde nasıl bir ruh halindeysem tepemi attırdı. böyle bir arkadaşımdan o kadar çok bahsedip soruyor ki usandım. sanırsın kendi aşık, sürekli ondan bahsetmek istiyor.

ben de annem gibi -ama ondan biraz daha yetenekliyim yaa-, rol yapma konusunda kabiliyetsizim, yani sahte olduğu çok belli oluyor. rol yaparak ay çok aşığım ama o beni sevmiyor, bakmıyor bana, o aslı'yı seviyor diyerek küçük bir çocukmuşum gibi sesler çıkararak ağlama taklidi yaptım. aklımca anneme ders olacaktı onun yerine anneyle alay ediyormuşum diye tartışma çıktı. annem şakadan anlamaz ki alay sanır hep ben de öğrenememişim, hala imadan, şakadan anlar diye umut ediyorum...
_________

gene bu bekar komşu durumunda da aynısını yaptı.
her gün konu buydu. usandım ya. konuşacak başka bir şey yok mu?
dedim.
niye ki ne olmuş rahatsız olacak? aşık mıymışım ki??

böyle de aklı sıra imalı bakışlar, bıyık altı gülümsemeler.

çok güldüm, ben değil sen aşık gibisin anne dilinden düşmüyor!! dedim.
kızıyor tabi.
ama kendi kaşındıııı. napiiiiim. yok artıkmış bu yaştan sonraymış tövbeymiş.

ben niye aşık olacağı ki benden çok sen gördün adamı, sen sohbet ettin (ayaküstü) benden çok.
senin sürekli anlatmaların, övmelerin ve acındırmalarınla mı aşık olacağım anne!!??

öff amanaannn sen de nazlı!
;;;;;;


e bu kadar mı acınası durumdayım, beceriksiz, ve acizim, kendi duygularımın bile farkına varamayacak kadar ahmak biriyim de annem mi beni aşık edecek? telkin yoluyla....
anlamıyorum ki beni ne sanıyor...


annem telekineziyi duymasın, uygulamaya sokar kesin!! bu kez beni telekinezi yoluyla evlendirmeye çalışır. ki yaptığı şeyler zaten bir tür telekinezi bence...