22.08.2013

ingilizcesi çok iyi

ben orta okul ablam lise yıllarındayken hafta sonları annem bizi ingilizce kursuna yazdırmıştı.
hafta sonu bile erkenden derse gidiyorduk, neyseki eğlenceli bir iki arkadaşım vardı da teneffüslerde gülecek şeyler buluyorduk. yok dil öğrenmeyi sevmediğimden değil, sürekli ders çalışmayı sevmediğimden.
döner dönmez de oyalanmadan dersimizi tekrarlayıp ödevimizi yapacakmışız.
 durup bir dinlenecek nefes alacak zamana ihtiyacım olur benim ama anlayan kim.
ablam kuzucuk ses etmeden kendine söyleneni yapar, itaatkar.

ara verirsek unuturmuşuz, hazır bilgi tazeyken üstüste çalışılırmış, ama ben bunalıyorum, bunalma! ne var ki bunalacak, ama nazlı sen de bulmuş da bunuyorsun vaazı başlar. ne zorluklarla gönderiyormuş kursa da ben çalışmak istemiyormuşum da, ne vefaszımışım, annem bizim için fedakarlık yapıyor demiyormuşum da...

böyle bir şeyden sıkıldığın, afakanlar bastığında, sinirli ya da üzgün olduğunda annem kendi kendine bırakayım da, sonra konuşayım demez, bazı insanların bu durumda böyle yalnız kalmaya falan ihtiyacı olur ama ne mümkün. daha da üstüne gider, hatta bazen farkında olmadan yangına körükle gidip insanı patlamayacağı yerde patlama noktasına getirir. nasıl başarır bunu bilmem ama nasıl oluyorsa seni haksız hale getirmiş olur. sonra nankör, kaba, hırçın, tembel vs olursun seç beğen al..
oturup düşünüp bilhassa yaptığı birşey değil, spontan çalışıyor annem, o anda sana en söylenmemesi gereken şeyi, damarını bulup söylüyor, basıyor. bu da ya öfke patlamasına ya ağlamana neden oluyor. öfkelenirsen sinirlisin ağlarrsan da bu na mı ağlıyorsun?

neyse işte ingilizce kurs aldığımız zamanlarda, geziyorsak, mesela bir arkadaşı bir de akrabamız vardı yazlık sitelerde oturan onlar gittiğimizde başlıyordu çilem.

"haydi aslan oğlum göster amcalara p..nü" nün bir versiyonu.
etrafta turist varsa vay haline.. illa gidip konuşlacak..

sanki çok önemli biri, ya da bir ünlü de illa konuşman lazım. adamlar tatile gelmiş tepesine kadının biri çocuk dikiyor.
böyle yazlık bir yerde, başka masada turistler var, ablam diyor ki aa ingilizler dii mi? ben hııı.
annemin gözler parlıyor, hadi gidin konuşun.
ne diyeceğiz ki anne? ne bileyim merhaba deyin, hal hatır sorun, kurs alan siz değil misiniz?
ablam da ben de utangacız, yok diyoruz. annem ısrarcı.
sonunda bizi çektire çektire, böyle sevdiğimiz, hatta platonik aşk duyduğumuz çocukla ya da bir şarkıcıyla konuşmaya götürür gibi bir halde, ve gülümseyişle yanlarına götürüyor. bizi hem çekiştirerek hem sitemli hir ikna-ısrarla...

masada oturan ingilizler bakıyor bize hafiften şaşkın ama gülümseyerek, annem 'çildren sipik' deyip bizi dürtüyor, hadi konuşun hadi kızlar.

bende sahne korkusu gibi bir şey var, üstelik yapmak istemediğim bir şeyin bana yaptırtılması, mecbur bırakılmasından oldum olası hiç hoşlanmam. ama annem bunu yapmaya bayılır.
bir gün arkadaşı cemile teyzeye diyordu ki, duydum, ay küçücük kızda bir gurur bir gurur!!

ebatlar küçükse duygular da mı küçük olur, aptal mı olunur?
gurur ruhunda varsa vardır yoksa yoktur. bence sonradan edinilebilen bir duygu-durum değil.

şaşkın turistler biraz tuhaf bakıyorlar annemin ısrarına. işte biri helloo, how are you? diye konuya giriş yapıyor. ablam utanarak da olsa konuşmaya çalışıyor.
benim gururuma dokundu böyle zorlanmak, ittirilmek, mecbur bırakılmak, zorla sahneye atılmak, zaten  bilgimiz az, ama anneme göre bülbül gibiyiz, bize ne saçma şeyler öğretildiğini bilmiyor ki. ne diyeceğim ki adama how many people are there in your country? mi. bana ne ki ülkesinin nüfusundan.?

bana da hadi hadi konuş diyor, sanki iki cümle kursam başım göğe erecek. cemile teyze annemi geri çekiyor, az öteden tv izler gibi bizi izliyorlar. annem ikide bir nazlı hadi.
ıııııı inadıma dokundu ağzımı açmayacağım!!!

tabi annemde büyük bir hayal kırıklığı yaratıyorum, bakışları ele veriyor. demek ki öğrenememşim? sonrasında sahneden çekildikten sonra bana mahsus gaz vermek için böyle diyor.
demek kurs boşunaymış, bundan sonra gitme istersen nazlı.
annemin hayal ettiği hayır öğrendim bir kere hemde ablamdan iyi, bak gidip neler konuşacağım deyip turist avına çıkmam.
hem sahneye çıkmış gibi olmaktan, hem uzaktan izlenmekten, hem mecbur bırakılmaktan hem de bana gülünmesinden kendimi bildim bileli hoşlanmam. yok espri yapmışsam neyse.

aradan zaman geçiyor, yine turistler bir açık büfeden yemek alıyor, ama bir şeyin ne olduğunu soruyorlar. satan kadın ingilizce bilmiyor. hah işte süperman yetişti, nazlı haydi anlat!!!

diyecekmişim ki, asma yaprakları alınır, kopartılır, haşlanır, içine pirinç, baharat, tuz, karabiber, nane konur, kenarlarından harcı dökülmesin diye içe içe kıvrılarak küçük rulolar halinde sarılır... bazı yörelerde bohça şekline benzer biçimlerde de yapılır...
anne ben bunu nasıl çevireyim o kelimeleri bilmiyorum ki?
ne öğretiyorlar Allah aşkına o kursta size?
diyeksin ki... gene aşağı yukarı aynılarını söylüyor.
anneme göre çok kolaymış, ne varmış çeviremeyecek?

bunlardan sonra benim öğrenemediğimi düşünmeye başladı, testlerden de iyi not alıyordum hayret. ama bir turiste yaprak dolmasını anlatamadıktan sonra ne yarardı.....




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder