28.01.2013

sarışın


Blondies

İki sarışın hanım yolda yürüyormuş. Tam yürürlerken içlerinden biri yerde bir ayna görmüş, eğilip eline almış, bakmış.
-'aa kız, ben bunu bir yerden tanıyorum' demiş.
yanındaki değer sarışın; 
-''ver bakayım'' diyerek elindeki aynayı almış, bakmış.
ve; 
-''tabi tanırsın akıllım, o benim!'' demiş.


-----------------------------------

aptal sarışın sıfatına yakışan bir fıkra. neyseki ülkemizde gerçek sarışın eser miktarda da... :) bol bol boya sarışını var, ben bile denedim :))

blonde curly at end



hayır şimdi geçende yolda yürüyordum. önümde de dip boyası gelmiş boya sarışını bir hanım yürüyor. öyle çok dikkat çekecek bir tip de değil yani. yanımdan geçerken yüzünü de gördüm de.. hatta üzerinde yürürken hışırdayan, naylonlu eşofmanlardan var.

 işte sarıya boyanmış saç çok bakım istiyor, hatta hep fönlense  ya da maşalansa daha iyi oluyor. ama gel gör ki 'sarışın' olmaya pek meraklı hanımlarımız iş bakıma gelince vınnnn kaçıyor. 
bu hanım da bakımsız bildiğin, üstelik giyimine de özenmemiş. 


He's blond...
ama bir kere Türk erkeğinin kafasına, bilinçaltına kazınmış ya 'sarışın güzel' imgesi, tamam.
sarı bir saç görür görmez, daha doğrusu algısı/ gözü seçer seçmez bakakalıyor, odaklanıyor. hatta bir daha bir daha bakıyor. dönüp bir daha bakıyor. öyle defalarca bakılacak bir tip olmasa da.

az bulunan şeyler beğenilir ya. renkli göz mesela. birinin gözü renkli olsun; mavi, yeşil falan. tamam hemen ona güzel denir. kendi arkadaş çevremde de gördüm bunu...
gözün renkli olması yetse, bakışın anlamlı olması önemli; anlamlı olması yetse, tipin ortalamanın üstünde olması lazım; tipin güzel olması yetse, akıllı ve kişilikli olması lazım...
güzellik karın doyurmuyor arkadaş!
(yani aklı başında, gururlu kimseler için diyorum)






27.01.2013

napacaz yakışıklıyı? - hata - korkular - sapıklardan nasıl korunur

David Boreanaz David Boreanaz


David Boreanaz    Geçenlerde dizimiz bitmiş ama hala tv izlerken, annem pek yapamaz ama o an zapping yapmaya başladı. Gene geleceğiz aynı konuya ama napayım ... Artık hangisiyse kanalın, cnbc-e mi e2 mi, onlardan birine geldik, o anda da bir talk show yayınlanıyor. Gene aynı şey oldu, annem hemen çevirmeye niyetlenerek (aslında izlemek istemiyor bence bahane arıyor yaa);

-'tekrardır bu!'
+"değil"
-'sen diyorsun tekrar diye hep!!!'

iyi ki bir kaç kez tekrara denk gelmiş, ya da iyi ki ben de o sıra o bölümü izlemişim de... hep mi tekrar olacak yaa?? diyelim hep tekrar her bölümünü izlemediğin bir programın izlemediğin o bölümünün tekrar olmasının ne önemi var aayyyy... (ne kadar çok bahsettim ben de bu durumdan ama napayım ikide bir başıma geliyor! bu defa etiketlere de ekledim)

+"hep demiyorum! hafta sonu tekrar!! Conan da haftanın dört günü yayında, cumaları tekrar"
-'ama çoğu zaman tekrar diyorsun'
+"sezon arası ya da onların bir bayram tatili falan olursa da tekrar bölümler yayınlanıyor"

'ee işte, demek ki hep tekrar' der gibi bakıyor annem... hep tekrar ve yeni değil tekrarsa izlemenin bir anlamı yok bir daha. kendi de izlemiş sanırsın... sonra kendi önüne dönüyor.

hemen çevirmeye niyetli, ama işte kimdiyse konuk o an çevirmesini istemedim.

+"ay çevirme yakışıklı varmış konuk!"
-'napacaz ki yakışıklıyı??'
+"bakarız, bakalım gerçekte nasıl biriymiş"
-'aman sanırsın tanışacaksın da seni beğenecek!!'

 (annem bu konuları sevmez, korkar. azz sonra bahsedeceğim)

+"tabi canım beni kim beğensin artık! hem napacaz ki yakışıklıyı? artık bizden geçmiiiş gitmiş.... yaşlandım ben ya 'bir gitsem doktora kim bilir nelerim çıkar!' (bir gün bana bunu kendi dedi) acaba diyorum anne gidip bir mezar yeri mi alsak? (bunu da bir gün kendi söyledi) benim yüzüm artık toprağa bakıyor da!"

-'allah korusun kızım!'

güya açık bıraktı, değiştirmedi kanalı, bu kez de konuşmaya başladı, önce altyazının saçma olduğu, sonra Conan'ın tipi, komik olmayışı kendince eleştirdi, sonra konuğu nereden tanıdığını sordu, filmi kendi de izlemiş mi, nasıl bir filmmiş, hatırlayamamış.... hem annemi dinliycem hem görüntüyü sesi takip edecem tv'deki hem de alt yazıyı okuyacağım.. yani anlayacağınız gene doğru dürüst izletmedi.
bilerek mi yapıyor yoksa farkında olmadan mı yapıyor bilemiyorum. ama ne zaman bu kanallarda alt yazılı bir şey izlesek fonda sürekli konuşuyor, bir şekilde bana da izletmemeyi başarıyor. ya da bir şey istiyor benden, meyvemi yemiş miyim diye soruyor, gözüyle etrafı kolaçan ediyor, kabukların olduğu tabak neredeymiş, belki yememişimdir diye... bir daha bir daha soruyor meyvemi yedim mi... ya bunu da daha önce anlatmışımdır işte... çocukken meyve yemek istenmez ya da unutulur ya o zamanlardan kalan vazgeçilmez bir alışkanlık. meyvemi yememi söylemek, sormak ve göz ucuyla etrafı kontrol ederek gerçeği aramak!!!


_______________
alarmlarını çaldıran, kendini gıcık eden kelime 'yakışıklı'. annem bu konuları konuşmayı sevmez; yakışıklı, çekici birinden bahsetmek, aşık olmak, cinsellik, hele sevişmek... evet eskiler böyle konulardan açık açık konuşmayı sevmezler ama zaten bende pornografik biçimde bahsedelim demiyorum. sonuçta ben de Türküm Amerikalı, Avrupalı falan değiliz. ama annem bu konuları üstü örtülü biçimde bile konuşmaktan hoşlanmaz. ama bak evlilik olur, evlenmek istemek olur, çocuğum olsun istemek olur; bu konular konuşulabilir. cinsellikten ancak şöyle bahsedilebilir çocuk yapmak adı altında...

yakışıklı kelimesine bile irite oluyor. eskiden de böyleydi ben yani ablam ve ben küçükken de. hadi o zaman korkuları, endişeleri hatta kuruntuları vardı. ee şimdi? ablam evli o bir yana. bana da arada sırada koca kız oldun, yaşın geldi, geçiyor gibi beylik lafları etmeyi bilirken...

gerçi bizim büyüdüğümüzü de kabul etmesi yıllarını aldı, 'küçüksün bir şey olmaz' diye diye... hani saçım başım kötüyken, kıyafetimin dizi çıkmışken vs dışarı çıkmam normalmiş diye iddia ederdi de... yani kimse beni eleştirmez ya da ben kendi kendime huzursuz olmamalıydım. küçüğüm ya bir önemi yok. şık olmak, güzel görünmek istemem gerekmez... ohoo daha bunu 9-10 yaşlarından tee lise yıllarına kadar işittim.. hatta süslenmemi de istemezdi... çok da süslensem bari... kendince endişeleri, korkuları vardı. mesela, tabi bunu o zamanlar söylemiyor yıllar sonra, büyüdüğümü kabullenememek değil sorun, süslenir ve çok dikkat çekersem başıma kötü birşey gelir korkusu. kötü bir şeyden ne kastedildiğini anladınız.
1. ona göre yani bunu net biçimde gereklilik olarak dile getirmese de saçımızı kısacık kestirme tutkusundan, süslenmemi istememe saplantısına kadar, dikkat çekmek , yani bir erkeğin. birisi bize kafayı takacak, başımıza bela olacak. ya da sapıklar takılacak peşimize.
2. ya da birisi bize aşık olacak ayıkla pirincin taşını.
3. biz birine aşık olacağız korkusu. aman aman, sonra 'hormonlarımıza emanet' hareket edip hatalar yapıp hayatımız mahvolacak korkusu..

bunlar her aklı başında ebeveynin korkuları olabilir. ama bunlar başımıza gelmesin diye oğlan çocuğu gibi, ya da bakımsız tipler olarak gezemeyiz, hem yanlış ve saçma hem zaten olabilecekler böyle engellenemez, dünyada biçim biçim sapık olduğunu düşünürsek.

ama tabi biz küçükken tv dizi ya da programlarından öğrenemezdik bu kadar çeşitli sapıklık olduğunu ki.

yani annem kendini korumak, kollamak adı altında sadece yalnızken, ya da değilken bile karanlık ve boş sokaklardan geçmememizi, tanımadıklarımızla konuşmamamızı, bir şey almamamızı vs öğretmekle, öğütlemekle kalmadı. tabi bir yaştaki çocuğa nasıl anlatırsın böyle şeyleri, anlayamaz ya da boşuna fazla korkar. başka şekilde öğütlenir; kötü insanlar diye. annemde öyle yaptı tabi. ama o endişe dolu yüz ifadesini unutmak mümkün mü... hem kendi tekrarlar hem bize tekrarlatır; 'ne yapmayacakmışız?' diyerek. ve bu durum çok tekrarlanır. hatta quiz bile yapılır! :)
herhalde annem bizi tek başına büyüttüğü içindi çift katmalı, etkenli, çift kişilik endişesi. iki ebeveynin paylaşacağı endişeleri tek başına yüklenmişti.
ama o endişeli ama garip şekilde tarif edilemez yüz ifadesi korkuturdu beni. ablam dediğim gibi saf ve şanslıydı neyseki. ha ben de şanssız sayılmam da onunkisi gibi bir saflık bende yok. imaları anlamaz, biri kendinden hoşlanıyor, bakıyor, laf sokuyor ya da atıyor anlamazdı.
nasıl desem ki bu bir tür kadınsı bir sezgi mi 6. his mi...
ablam kendi gibi saf ve iyi niyetli sanırdı dünyayı. ben bu işte bir gariplik var sezerdim..

yani işte annem bizi tembihlerkenki yüz ifadesi beni korkutmuştur. sanırsın bizi zombi dolu post apokaliptik bir dünyaya yolluyor okul diye... hani bir yaşta bunları anlatmak zor dedim ama 15 yaşında sapıklardan korunun aman kızım bile diyemezdi, hala 7 yaşındaymışız gibi tembihlerdi. oysa bir şekilde bir şeyler öğrenmiştik. ama annem bunu anlamazdı işte hala sapıklıktan, cinsellikten, aşktan bahsedemez, insanların başına gelen korkunç şeyleri anlatamazdı. bunun yerine hala kötü insanlar diye bahsederdi. hani ben 14-15ken ablam 17-18di birde. ben de yani anne sapıklar mı dersem, sinirlenirdi. ben nereden biliyormuşum bunları? ne bileyim ya kız arkadaşlar bahsetmiştir ya gazeteden, tv de birşeyler duymuşumdur.. anneme kalsa daha kimbilir kaç yaşına kadar bilmemeli aşk, cinsellik, kötü insanlar olarak sapıkları...


işte yani sırf tembihlemekle kalmaz, giyim kuşam ve süsümüze de karışarak bir şekilde bizim cinsiyetsiz, dikkat çekmeyen (kadın cinsi olarak) varlıklar olmamızı sağlayarak bir şekilde korumaya almak isterdi.

........................................................

böylece kimse yan gözle bakmayacak, sapıkların dikkat alanından kurtulmuş olacağız ve kimse de bize aşık olup başımıza bela olmaz. ona göre aşık olma yada birinin sana aşık olması bir tür belaydı. hani tabi asla senin beğenmeyeceğin, olmayacağı belli, ya da zaman olarak uygun olmayan durumlarda birinin hem de takıntılı şekilde sana saplantı duyması bela olabilir de..

artık bizim biraz büyüdüğümüzü düşündüğü zamanlar şehir efsanesi gibi ne acayip 3. sayfa haberleriyle başımızı şişirdi anlatamam. tabi böyle korkunç şeyler maalesef insanların başına geliyor. ama ne bileyim korkutmak, korku salmak falan çare mi.
sürekli konu gelir aynı yere saplanırdı, zavallı kızcağızların başına gelen korkunç şeyler bizim de kulağımıza küpe olmalıydı...
korkutmak, eve tıkmak, güzel görünerek dikkat çekmemizi istememek, engellemeye çalışmak,  insanlardan uzak tutmak yerine mesela temkinli olmayı, insanları daha iyi tanımayı, bazı söz ve ya davranışların ardında yatabilecek kötü şeyleri anlatsa, ve daha çok tembihleseydi ya. korkmazdım ya ben, kendimi kollamayı da dikkatli olmayı da bilirdim şükür. ama şaşkın biri olsa ciddi ödleğin teki olur çıkardı bu tembihler ve korku hikayelerinden sonra.

ah o okul gezilerine, arkadaş doğum günlerine gidebilmek için ne diller dökmek, ne numaralar çevirmek zorunda kaldım.  ablam mı sayemde genelde. bir şekilde gezilere gözetmen falan olarak katılırdı, doğum günlerine mümkünse gelir ya da kapıya kadar bırakarak, sonra da dışarıda beklerdi. mesela genç kızlar kız arkadaşlarıyla bir çarşı gezmek istemez mi.

[(ya siz ne diyorsunuz. burada mersin üniversitesine gideceğim tamam mı, zaten kayıt işlemlerine beraber gittik çiftlikköy kampüsüne. ama okulun ilk günü de annem ne dese beğenirsiniz benimle gelip bahçede beklesemiymiş! ilk okuldayken bile istememiştim ama gitmemişti sırada yanıma oturmuştu. git diyorum gitmiyordu. korkarmışım. bir gün korkarım diye korktuğunu ama benim gururumdan belli etmediğimi düşündüğünü söylemişti. ilk okulda bile korkmadım tee ki üniversite!! hıı gel derste yanımda oturup elimi tut diye çıkışmıştım.. ama küçükmüşüm ki acaba dönmeyi bilecek miymişim?
hiç mi ayrılmadınız siz yaa? diyeceksiniz. hep mümkün olan en yakın okul ve dershanelere gittik de. yok artık! üniversitede de... iyi dedi gelmedi tabi ama illa da sordu dolmuştan nerede ineceğimi biliyor muymuşum? yok artık!! annem şimdi kafasında uyduruyor, kuruyor bir korku hikayesi. nazlı üniversitenin ilk günü eve dönemeyecek, sülalesinin bile doğup büyüdüğü kendi şehrinde kaybolacak, sapıkların eline düşecek aahhh vaaah.. diyelim cidden kayboldum birine soramaz mıyım, telefon edemez miyim, tekrar dolmuşa binemez miyim... yok illa hikayenin sonu ölüm falan... of hele ilk-orta-lise yılları eve on dakika geç gel. o on dakika kabus senaryolarını çoktan kurmuş kafasında ve jandarmayı aramak üzere... okul da yakın haa.. of ablamı üniversiteye başka şehre yollamak da ayrı meseleydi. bir de ben küçüğüm ya oysa daha açıkgöz olan benim ama aynı anda bize birşey anlatır tembihlerken benim için daha çok korkardı, endişelenirdi. tıfıldım biraz da...)]

zorla izin alırdım ben kızlarla bir yere gidecekken, aslında ona göre evden çıkmayıp, hiç süslenmeyip sırf ders çalışsam en iyisiydi. bazen de ben gitmeyeyim arkadaşın evine onlar bize gelsin diye düşünürdü. hep evdeyiz yani. ev kazalarını düşünmüyor tabi. sapıklarla karşılaşmak banyoda düşüp kafayı kırmaktan daha olası.

-'üf iyi, tamam ama yarım saat'
+"yarım saat mi? anne buradan çarşıya gitmek yarım saat"
 (yavrum o zamanlar forum mu vardı? sahil mi vardı? kafe mi vardı bu kadar çok? sahil kayalarla doluydu ve anneme göre alkoliklerin mekanıydı gidilmemeliydi hem zaten deniz de neydi ki?)

-'siz de o zaman bahçede oynayın!' (annem hala oyun çağında sanıyor bizi)
+"16 yaşında evcilik mi oynayacağız?"
-'ya ne? napacaksınız ki çarşıda?'

........................

ya tabi sadece sapıklardan korumak için uğraşmazdı canım. karşıdan karşıya geçerken sağına soluna iyi bak diye tee üniversitedeyken bile hatırlatırdı... para konusunda da mümkün olduğunca dolandırılmayalım, kazıklanmayalım diye bir şeyler anlatırdı. ama sonuçta milyon dolarlarla oynamadığımız için hayatımızın sonu değildi dolandırılmak  ya da kazıklanmak. nedense trafik canavarından bile daha az korkardı sapıklar varken..

bir kız varmış oğlanın teki aşık olmuş, kafayı takmış, kız yüz vermeyince başına bela olmuş, kız okulu bırakmak zorunda kalmış, ailesi birbirine girmiş, kızın başına bir şey geldi sanmışlar, taşınmak zorunda kalmışlar, savcılığa vermişler. başka bir örnekte, oğlan kız karşılık vermeyince kızı vurup öldürmüş, yok kaçırıp ırzına geçmiş, hamile bırakmış, kızın hayatı kaymış... sürekli böyle kötü sonlanan örnekler duyduk. sonunda da aman dikkat edin.

tamam kötü de bunlar bunun için çözüm bakımsız ve asosyal olmak mı. her şeyden korkmak mı. bu kadar korkularla korkak büyüyen biri ne kadar sağlıklı bir yetişkin olabilir ve bu kişi nasıl çocuk yetiştirsin.. hatta önce yapsın?
 ama işte korku ve endişelerinden bunlar aklına gelemiyordu.


Some Days Everything Goes Wrong-----------------------
aman bir hata yapmayın!;

sapıklar ve saplantılı bela aşıklar bir yana başka korkuları da vardı. mesela bizim aşık olmamız..
böyle bir lafı vardı 'hormonlara emanet yaşamak'. bundan kastı hormonların verdiği dürtülere kapılıp erken yaşta cinsellik yaşayıp hamile kalmak. kısaca mahvolmak.

bu başlık altında da ne hikayeler dinledik şehir efsanesi gibi 3. sayfalardan.
aşık olup sevişen gençler her hikayenin sonunda ya ölürdü ya da artık geri dönülmesi imkansız durumlara düşerlerdi.... şevişen yeni yetmeler öldü. ya da aileleri birbirini öldürdü öksüz kaldılar. adı kötüye çıktı kızın.  kız hamile kaldı ya evlenmek zorunda kaldılar okullar bırakıldı, oğlan çırak kız kaynana yanında bebek bakıcısı oldu ya da oğlan kızı terk etti kız bir başına bebek doğurdu çöpe attı, ya da ailesi öğrendi kızı dışladı reddetti, kız sokaklar düştü... mahvoldu!!

bilmem kimin bir kızı varmış lisede aşık olmuş, çocukla beraber olunca hamile kalmış, sonunda evlenmişler ama işte ikisi de okulu bırakmış hayatları mahvolmuş! yani bak anlık bir hata yapmışlar hayatları bitmiş!!

iyi değil tabi ama artık mutlu olma haklarını, ya da yeni baştan başlama, hayatlarını tekrar yoluna koyma, yeniden çekidüzen verme vs haklarını tamamen kaybetmişler gibi konuşurdu. benzer bir hikayeden konu açılır artık bitti hayatları derdi... yaşıyorlar ama.. belki başka şekilde mutlu olurlar... neden illa sıralama bozuldu diye sonsuz mutsuzluğa mahkumlar ki? neden hemen mutlu olma hakları bitti de artık bir sonraki nesle terk edildi...

ta tabi bende bunları onaylayacak değilim ama aşık olmak bu kadar korkunç bir şey olur muydu. başka sevişilmeyen ve hamile de kalınmayan hikayeler de vardı. sonunda çocukcağızlar ya aşklarına karşılık alamamaktan zaafiyet geçirip hastalanıyorlardı, ya da aşk düşüncesinden ders çalışamıyor, üniversiteyi kazanamıyor ve aileleri yıllarca dershaneye gönderemediği için de üniversite okuyamıyorlardı. iyi iş bulamıyor ve parasız kalıyor, kısaca hayatları mahvoluyordu. zaten evlenseler bile mutlu olacaklarına garanti yoktu... kısaca aşk zaten mutsuzluktu. en iyisi hiç aşık olmamak ve ders çalışmaktı.
Cute shirts:)



evet kendisi aşkta ve evlilikte sonsuz mutlu olmamış uzun süre ama zaten sonsuz mutluluk yok ki, mutlu anlar ve durumlar var, sadece başarı, kariyer, para falan da tüm hayatına her zaman, sonsuz mutluluk getirecek diye bir şey yok ki.
tabi ki evliliğin temelinde iyi anlaşma ve sevgi olmalıymış ama aşk yaramazmış (kendi aşık olup evlenince ve iş yürümeyince..). aşık olmak yerine anlaşmak olurmuş. zaten öyle cinsellikten falan bahsedilmez onun adı çocuğum olsun istiyorum eylemi :)
zaten daha başka zevkler varmış hayatta. çocuklarının başarısı, mutluluğu... çikolata ve ya pasta yemek... çeşitli hobiler... çiçekler...


eskiden daha fazlaydı bu korku, kötü sonlu hikayeler, umutsuzluk endişelerden dolayı.

zamanla az biraz azaldı kuruntularu, büyüyünce biz ve baktı ki bir şey olmuyor, akıllılar falan..

ama bitti değil. hala 3. sayfa haberleri gibi mutsuz sonlu, aşkla başlayıp mahvolmayla biten hikayeler devam etmiyor değil... azalmakla beraber...

..................


bir de tabi iş işten geçmiş ya da bizden geçmiş gibi konuşmaları var. şaşıyor ve kızıyorum;
+"sanırsın kızın değil kız kardeşinim!" diyorum...
ya da baktı evlenemiyorum aşkı kötülemeye başlıyor. zaten bu devirde kalmışmıymış falan... hadi aşktan kestin umudu, benden niye kesiyorsun...
hem bazen umudunu kesmiş gibi konuşuyor bazen de her tanıdığım karşı cinsten medet umuyor. hele birinden iki kere bahsedeyim...
ama bazen de aşık olurum hastalanırım ya da 'hata' yaparım diye endişelenip nutuklara da başlıyor. hata yapmak burada nikah olmadan sevişmek.... keşke o kadar kapılsam, aklımı mantığımın çoğunu kaybetsem de...

hem bilmişlik tasladığımı düşündüğünde 'sen gençsin ne gördün ki bileceksin' der hem de işte tee yazının başında dediğim gibi yaşlı muamelesi yapar. bir doktora gitsemmiş kimbilir nelerim çıkarmış!!
bir gün de aldığımız bir ürünün üzerindeki etikette yazan minicik yazıları okuyamadım diye artık iyi göremediğimi iddia etti... loş ışıkta karınca duası gibi yazıyı nasıl okuyayım ben! artık gözüm de iyi görmüyormuş farkında mıymışım? bir doktora gideyimmiş. "sen gitmiyorsun! ben de gitmeyeceğim"

... ay çok uzun yazdım geneee :))








20.01.2013

elektrikli süpürge ve vileda işbirliği versus fahri eleştirmenlik

ev temizliğiyle ilgili bir şeyler yazmışımdır kesin. şimdi pazar pazar yeni konu bulamam valla :) çünkü daha demin başıma geldi..
konumuz elektrikli süpürge ve ya vileda...

nasıl başlasam ki konuya öyle boş baktım ekrana.
Cleaning Tips for Your Whole House
hayal edin bi ben elektrikli süpürgeyle yerleri temizliyorum işte... anneme göre öyle pek de iyi değilim, çok yavaşım! iddiası benim bir saat süren bu etkinliğimi kendisinin 15 dakikada daha iyisini yapacağı.

ben yani biz öğrenciyken ders çalışalım diye pek karıştırtmazdı, anca şu büyük temizliklerde, ya da yazın boş vaktimizde.
tabi öğrencilik bitti bir süre sonra. annemin de yaşı ilerledi. ufak tefek arızalar vermeye başladı. ben de duruma el attım. çoktan.
zaten atmasam olmazdı, kızım sana söylüyorum gelinim sen duydan nasibimi alırdım, o da ayrı.

fakat mesele burada bitmedi, başladı tam tersi.

hani erkekler emekli olunca birden evde fazla vakit geçirmekten ev dedektifine dönerler (enişte bey gibi),
ya, işte annem de emekli erkeklere benzedi.
aman duymasın onlardan gıcık kapar.
 teyzemin eşi öyle. önce çalışıp, ev geçindirmekten, çocuk büyütmekten kendilerine pek zaman ayırmadıkları için hobi edinememişler. evde fazla zaman geçirmeye ne kendi alışıktı ne teyzem onun sürekli evde olmasına.
teyzem tabi kendine göre yöntemler ve rutinler geliştirmiş yıllar boyunca. ama şimdi evde ne işe ne okula giden sürekli dibinde biri varken bu rutinleri, düzeni bozuldu.
haliyle hem evde hem beraber bu kadar çok zaman geçirmeye başlayınca bazı sorunlar patlak verdi.
eniştemin kendini ' fahri eleştirmen' sanmasından ötürü.

bütün gün evde ya, teyzemin her yaptığına kulp takar, beğenmez ve doğrusunun nasıl yapılacağı hakkında bol bol fikir beyanında bulunur oldu. halbuki kendisi bir başına fiilen ne tam bir ev temizliği yapmışlığı var ne de dolma sarmışlığı yani yemek yapmışlığı. ama olsun fikir yürütmek bedava.

ben de kaç kez şahit oldum bilmem, mutlaka takacak bir kulp bulur. yıllardır sadece mideye indirmeyi bildiği yemeklerin nasıl pişirilmesi gerektiğini herkesten daha iyi bildiğini savunur oldu.
bununla da kalmadı tabi teyzemin ev temizliğine de taktı.
yani bu yıllardır süregelen birşeydi, yeni değil. ta ki teyzem eniştemi bir kursa yollamayı başarıncaya kadar.
baktı ki olacağı yok, her işe onun deyimiyle maydanoz, başka bir yol buldu.
'sen gençliğinde saz çalmaya pek meraklıydın ama artık çalamazsın herhalde' diye diye gazı verdi! :))
özellikle çalamazsın artık çok dokunmuş, iddiaya girmişler :))
o gün bu gündür sazdan, uda hatta bağlamadan, klasik gitara kadar ne bileyim sazlı çalgılarla haşır neşir.
 tabi teyzem onu evden dışarı çıkarmayı kafaya koyduğu için evdeyken de bu müzik aletlerini çalacağı ve kafasının bir yerden sonra şişebileceğini hesaba katmamış :) o da ayrı mesele.

işte annem de eniştem gibi bir tür fahri eleştirmen.
zaten ben yemek yapmaya kalktığımda nasıl müfettiş gibi tepeme dikildiğini anlatmışlığım vardır. temizliği de. ama mutlaka atladığım noktalar olacaktır.

ay unutmadan huzurlarınızda bugün yaptığım temizlik aktivitesi sırasında eleştirilerini esirgemeyerek bu yazı için bana ilham veren anneme teşekkürlerimi sunarım :))

işte sadece yemek yapmaya çalıştığımda (ben de şef aşcı olmadığımın farkındayım herhalde) değil temizlik sırasında da eleştirir durur.

diyelim ki makinanın kablosu yetmedi ve kapatıp fişi başka prize takacaksın. bu normal bir durum. kablolar sonsuz uzunlukta olamaz. ama sesin kesildiğini duyan annem beklediği yan odadan seğirterek bitirdiğimi zannedip, etrafı gözüyle kolaçan edip yaftayı yapıştırır.
-'şurayı unutmuşsun!!!'
+"daha oraya gelemedim ki! kablo yetmedi"

bu klasik bir diyalogdur bizim evde. çünkü hemen hemen her seferinde aynı şeyler olur.
-'bu kadar zaman oldu daha bitmedi mi?'

oysa ki sadece 10 dakika falan olmuştur.
bu arada herkül olmadığım için her eşyayı kaldırıp altını alma işlemini daha aralıklı olarak bir yardımcının geldiği zaman aktarırız. belimizi kıracak değiliz.
işte kolay çekilebilen, kaldırılabilen bir takım eşyaların altını elektrik süpürgesiyle alabiliriz.
neyse.
sonuçta ben ne herkülüm ne hızlı gonzales ama benim bir odayı elektrik süpürgesiyle vakumlamak için harcadığım bir kaç dakika anneme iki katını en az hissettiriyor olacak ki, her makina sustuğunda bitirdiğimi umuyor.
bitmediğini duyunca hem şaşırıyor hem sinirleniyor. bu kadar zaman olmuş daha bitmemiş mi? ona göre saatler geçti!!
iddiası kendinin 10 dakikada benden iyi temizleyeceği yerleri.
o kadar iddialı ki, süpürgeyi çoğu zaman elimden almak için kavgaya tutuşur. illa ben yapacağım sen yapamıyorsun! ben yorulmasın beli ağrımasın diye temizliğin çoğunu üstlenirken o beni ağır ve beceriksiz buluyor çoğu zaman.

happy house cleaning
sanırsın ben bayıldığımdan ev süpürüyorum! çok mutlu oluyorum, accayip keyifli ve tatminkar bir şey ya!!

kabloyu başka prize takıp, devam ediyorum. hani o sessizlik olunca kalktı kapıya dikildi ya. artık ayrılmaz ordan. temizlenmiş bölgede bekleyerek bir kaplumbağa kadar yavaş temizlik yapabilen kızının hatalarını arar.
o gürültüde bana direktif vermeye çalışır.

şurayı unuttun! burayı almamışsın!

gözü çok iyi gördüğünden değil maalesef. gözü bozuk ama gözlük burnunu acıttığı ve sıkıldığı için takılmaz çoğu zaman.

ne bileyim temizlik yapmanın bir kriteri değil de yapan kişinin geliştirdiği yöntemlere göre bir biçimi vardır bence.
ama anneme göre kendi yaptığı bir kriter herhalde. bazen illa elimden almaya çalışır, benim yapamadığımı iddia eder.
altı üstü vakumlu bir aletle yerde biriken bir takım şeyleri makinanın içine alma eylemi değil mi bu? bunda yapamayacak ya da yanlış yapacak ne var?
...

annemin gizemli bir bel ağrısı var, ben de yorulsun istemem. hem ağrısı tutunca koskoca kadın bir çocuğa dönüşür. korkarım. hem nazlanır, hem huysuzlanır. ilaçlar fayda etmez sürekli söylenir, ağzının tadı kaçar birşey beğenmez, tv deki programlara kusur bulur söylenir. sürekli fonda annemin söylenme sesleri.

bilinçaltımı açıp baksalar falan sırf bunlar çıkacak :) hani filmlerde olur ya.. kişinin bilinçaltına, hafızasına falan girerler bir takım görüntüler bulurlar ya. işte bende böyle bir sürü görüntünün fonunda annemin dırdırları ses efekti olarak karşılarına çıkar.

----------------------
sırf hasta olduğunda ve kötü bir takım durumlarda değil. her zaman ve her seferinde değilse de bir tür deşarj olayı mıdır nedir onun için bazen çok güzel anları da dırdırlarıyla batırma başarısına sahiptir. huzursuzluk radarı gibi, anın tadını kaçırmayı falan umursamaz. taktı mı takar....

senin mutlu olduğun böyle anların fonunda annenin beğenmemeleri, dırdırları bulunur. o hoşuna giden an annenin dırdırıyla zehir olurken o zehrini akıtıp bitirince rahatlar, ama senin suratın asılmış, iştahın kaçmıştır. kaçırmıştır, havanı bozmuştur. ama ruhu duyacağı yerde seni suratsız olmakla suçlar. anlatsan da inanmaz. saçmalıyorsundur..
esas anın tadını kaçıran senin suratsız ve huzursuz halindir ona göre. sen sebep oldun böyle böyle de. yoo hayır saçma bir söylem bu. altı üstü birine haddini bildirmiş ki ne var bunda? aslında o kavga çıkarır.
bir keresinde birine had bildirmeye çalışırken büyük bir tartışma çıktı, işe işletme sahipleri de karıştı, apar topar bizi yerimizden kaldırdı, o gün yemek yemek yerine dırdır dinledik. valla öyle bir daldı hararetli tartışmaya devamında yol boyunca ve evde tekrar tekrar konu her ayrıntısıyla incelendi, o kadar uzun sürdü ki, akşam oldu. annem hala aynı mevzuda söyleniyor. hem pazar günümüz zehir oldu hem akşama kadar ablam ben aç kaldık. güya balık yiyecektik. annem maaşını yeni almıştı, ziyafet vardı. hararetten unuttu gitti, eve dönüp tartışmaya devam etti. sonra iştahı kaçmış, siz ekmek peynir yiyin ben yemeyeceğim oldu. yumurta kırıp yediydik.

tamam tamamen haksız değildi ama oraya güzel vakit geçirmek için gitmiştik, ve kimsenin baltalamasına müsade etmemeliydik.

teyzem, eniştem, ben, annem, ve ablam güzel ve güzel manzaralı bir yere yemeğe gittik bir gün. tamam garson çocuk biraz densizdi, hafızası da pek iyi değildi. ama bu kadar kafaya takmaya ve uzatmaya gerek var mıydı.
Bringing back Sunday dinner: Herb roasted striped bass from @Aimee | Simple Bites
 gene olaya kendini fena kaptırdı, öğretmenliği tuttu, kazık kadar genci adam etmeye karar verdi. bir yandan garsonu azalayıp hizaya getirmeye çalıştı, bir yandan da sürekli söylendi. ne eğitimsizlik kaldı ne şimdiki zamanların gençliği... şahane bir manzara eşliğinde annemin söylenmeleri.
ama sakın bu esnada 'tamam canım, bırak artık keyfimize bakalım' gibi şeyler söylemeyin! garsona yönelttiği eleştiri okları size döner ve anında baş düşman ilan edilirsiniz. hatta öyle bir görünür ki dışarıdan anneniz garsonu azarlayarak bir tartışmaya girmemiş de siz büyük bir kabahat işlemişsiniz, sizin yüzünüzden birşey olmuş ve anneniz sizi terbiye ediyor gibi.
yani demek öyle görünmüş ki yan masadan müdehale eden çıkmıştı, demek onların bile huzurunu kaçırıyor. adamcağız annem beni azarlıyor sanmış halbuki garsona kızmış ama bana anlatıyor derdini, ben de tamam boşver demişim, hayııır boş veremezmiş!! neyse adam beni azarlıyor sanmış acımış bana. çocuğu çok azarlamayın, uslu uslu oturuyor diye beni savunduydu...
o da ayrı mesele oldu. hah yaşasın laf anlatacağım biri daha diye mi gördü nedir. konu gene başa döndü, bu defa da olayı adama anlatarak kendini savunmaya başladı. yani kimsenin bir şey yapmayacağı ya da yapamayacağı bir konuda laf mücadelesi.. iş işten geçmiş garson genç kazık kadar olmuş, zamanın gençleri çoktan man kafa olan olmuş olmayan ne olduysa olmuş. 17 milyon genci aynı anda düzeltemezsin ki...
ama annem yol yordam anlatmaya başlar, eğitimci ya, damarı tuttu. dünyayı eğitip hizaya getirecek, ayaklanma çıkaracak o an. ayaklanma sebebi; gençler neden densiz!!

neyse o anda annem iyice alevlenmiş, bir yandan bizim sanırsın hiç bilmediğimiz olayı bize tekrar tekrar anlatıp, uzatırken meseleyi; eskaza artık yediğiniz anlamak, çalan müziği duymak istemek, güzel manzarayı sessizce tıkınırken izlemek istemekteyseniz ha!!!! bu ne bencillik!!

mesela o an hepimiz galeyana gelip kavga çıkarıp, masaları devirip, yumruk yumruğa, saçsaça başbaşa kavga edip, karakolluk ya da hastanelik olup, belki de burnumuz falan kırılacak, eniştem kalbine yenik düşüp kriz geçirecek vs vb bir an!! ne demek zevk almak!! annemin deşarj olası tutmuş aslında artık hakkınız yok mutlu olup o anın tadını almaya!!
o an ki  yüz ifadesini görseniz, bir hainmişsiniz gibi. hemen dırdıra başlyacak. karıkoca arasında olan kavgalara benziyor. eski defterlerden konu açılıp hepsi birbir önüne serilerek, 'zaten hep ...... olduğunu' falan yüzüne vurmak için bir fırsat gibi. .....  noktalı yere ne koyarsanız. hain, kötü, güvensiz, kavgacı... gibi sıfatlar.

eğer biri tutup da artık annemi susturmak istesin, yemeğin soğuyor desin, ya da amaan boş ver bu gençlik hep böyle hangi birine ne öğretecen, desin. ne bileyim buna benzer onaylayıcı ama susmasını da bekleyen bir üslupta. aha da suçlu bulundu. 'siz ve sizler gibiler yüzünden böyle bu gençler. ona buna aldırma, hoşgör iyice azıtıyorlar' der. kendi rahatlayıp susmaya karar verinceye kadar böyle.
sonra işte başka bir örnekte de verdiğim gibi, kendi karar verir konuyu değişmeye artık deşarj olmuştur nasıl olsa, ama sizin tadınız kaçmıştır ve bu yüzden de siz suçlusunuzdur.

o gün bu görev bana düşmüş anlaşılan.  "tamam canım, bırak artık naparsa yapsın denyo keyfimize bakalım".
 gibi birşey mi demişim!!! aha! hedef okları bana!
 kendini hiç haklı bulmayan hain!! öyle bir kin ve isyanla, ciddi bir düşmanlık ve hayal kırıklığıyla size dönüp kendini zaten hiç haklı bulmadığınızı söyler. eski defterleri karıştırmaya başlar. cidden karıkoca kavgası gibi birşey..
 'ne yani haksız mıyım?!'dan başlayarak tekrar konunun en başına döner. susturmak zehrini akıtmadan mümkün değildir. siz sırf konu kapansın da anın tadını çıkaralım istersiniz aslında sadece ama ona göre siz onu hiç bir zaman haklı bulmayan ve hatta hem kendi hem bizim haklarımızı savunuyorken o onu engellemeye çalışan, iyilikten anlamayan biri olursunuz.
birden baş düşman garson genç hedeften düşer siz geçersiniz düşman tahtına ve aslında düzeltilmesi gereken de sizmişsiniz gibi olur.

hani güzel bir anın tadını çıkarmak için bir süre algılarınızı kapamalı, kimseyi takmamalısınızdır ya. anın tadını çıkarmak için belki bencil olmak gerekir. filmlerde de olur. 'bu anın tadını kimse bozamayacak' derler. herşeyi boşverir, hoşgörürler.  işte ben öyle demek isterim. eğer o an mutlu hissetmişsem biraz amaan etraf gürültülü mü olmuş, garson mu densiz, boşveeeer... yani en azında o günün hafızamda güzel manzara ve yemek olarak kalmasını, etraftaki şaşkolozları ya da garsoncağızı hatırlamak istemem.
ama ne mümküüün!!
annemin o anın tadını çıkartması da bu olsa gerek, kavga edecek bir bahane bulup deşarj olmak.
demekki bir süredir başka biri ya da bir şey bulamamış çatacak...
garson start düğmesine basmış farkında olmadan.

konuşmaktan balığı buz gibi oldu bu kez konu bu oldu. bize zehir olmasının falan gözünde bir önemi yok çünkü cidden farkında değil. o an sadece kendi dünyasına kapanmış durumda.
neşelenmeye, neşelendirmeye, yemeğimizden tat almaya ve ya konuyu değiştirmeye de hak sahibi değiliz ha. o zaman da duyarsız ve bencil kimseler olmakla suçlanırız. kendini hiiç düşünmüyor haklı olduğunu söylemiyor ve onun hakkını göz etmiyormuş oluruz.

o günün nasıl bittiğini merak ediyorsanız; konuyu değiştirmek için uğraştık ama bize kızdı. kalkalıp başka mekana gidelim dedik, e zaten biraz yemişiz iki kere mi hesap ödeyecekmişiz oldu. biz neşelendirmeye ve konu değiştirmeye çalışırken kötü olduk. ama kendi rahatladıktan sonra bizim enerjimiz düşmüştü. neye yaradı. bu seferde gene biz suçlu olduk. artık hava kararmış bir yerden bir TSM şarkısı duyulmaya başlanmış ve annem şarkıya katılarak rahatladığını belli etmişti. birazda (şimdi içki adı vermeyeyim belki mozaikleniriz ^^) aslan sütünün verdiği etkiyle.
ha bir de bizim de eşlik etmemizi buyuruyor, hiç içten olmuyor zorlamayla. aha o zaman da 'aman kızım sende amma suratsızsın!' ve uyumsuzmuşum.
annem huzurumu kaçırdı halbuki. ama ona göre tamamen haklı bir savunma. ama bu kadar uzun sürmemeliydi ki. sonra da ben eller havaya şarkıya katılıp onları neşelendirmediğim için uyumsuz ve suratsızım!!
aslında insanların bazı durumlarda kendini rahatlamış, suçsuz falan hisstemesi için hep başkalarını suçlamak bir yöntem. bencilce bir yöntem. ama zorla olmaz bu bir ruh hali.

____________

hasta olunca;
sürekli bir sinir ve şikayet halinde, ağrısı geçinceye kadar. eğer beklediğinden daha uzun sürmüş ve hareket edememiş, dışarı gezmeye çıkamamışsa sürekli dört duvar arasında olmaktan sıkıntı basıp 'ölsem de kurtulsam'lara başlar.
ee ne var doktora gitmek aklınıza gelmedi mi e be gülüm? diyorsunuz diil mi okurken!
olur buyurun bize gelin anneme siz söyleyin doktora gitmesini o zaman!!!
sıkıyorsa!
biliyoruz herhalde. ama iş ki bunu anneme kabul ettirmek. ona göre hastaneleri sevmiyor ama aslında bildiğin doktor korkusu var. hani ona ders olsun diye ben de hastalandım mı gitmiyor, kendinin bana kötü örnek olduğunu vurgulayarak kendi fikrinden vazgeçsin diye uğraşıyorum ya bir gün yazmışımdır. ama nafile. sonra ne oluyor bilin bakalım. benim nezle zor geçiyor ya da grip neyse işte. hem zor geçiyor hem annem hastalardan gıcık kapıyor :) bir de laf yapıştırıyor ; 'çok kötü birşey çıkar diye mi gitmiyorsun doktora!'.
kendi korkusunu bana yapıştırıyor yani. valla hiç aklıma gelmedi. sırf üşütüp grip falan oldum diye varlığı ilk bende ortaya çıkan, tedavi edilemez, gizemli bir hastalığa yakalanıp gebereceğim fantazisi hiç aklıma bile gelmedi benim. o kadar da paranoyak ve hastalık hastası falan değilim!!


..............

Need to start cleaning the house dressed like this hehe
beni böyle bir şey sanmayın!!! :))

ona göre saatler süren elektrikli süpürge ile temizlikten sonra sıra silmeye gelir. tabi önce şurayı aldım mı? burası olmamış bence'ler. kendi olsa daha iyi yapacağını ima ederek.
her işini kendi yapmaya alışmış ya biraz da ondan. artık bir şeyleri yapamadığını ya da yapmaması gerektiğini kabullenmek istemiyor.
Pensar que innovar está en manos de cualquiera, “tan solo” falta buscar soluciones a problemas cotidianos
anneme göre yerleri de yanlış siliyorum.

annem eskiden yerleri silerken bizim odadan çıkmamızı istemezdi.
-'yerinizden kalkmayın yerler kuruyana kadar, yoksa ayak izi oluyor' derdi terliklerimizin altını sildirse de. aman zaten bizde ders falan çalıştığımız için odadan çıkmazdık.

ama gene de ayak izi olurdu. ben nasıl olduğunu keşfetmiş ancak inandıramamıştım. daha doğrusu kabullendirememiştim.

şöyle oluyor;
annem yerleri silmeye odanın hemen girişinden başlıyor ve ilerliyor. ama haliyle bir sonraki alana geçebilmek için demin seçtiği ve sildiği bölgeye basması gerek. böyle böyle ilerleyerek odanın sonuna gelip bitiriyor. ama sonuçta her yeri sildiği zaman ayrıca her yere de basmış oluyor. terliğinin altını ne kadar silmiş, ya da yıkamış olsa da kuruyunca illa iz oluyor.

sonra da bize kızıyor. odadan çıkmamamızı söylemiş ama çıkmışız. cidden mecbur olmadıkça çıkmazdık. ya da en azından bulunduğumuz odanın kurumuş olmasını beklerdik.
gece böyle yerleri sildiği bir gün iz olmuş ve bizi paylamaya geldi. o kadar yoruluyormuş, hem çalışıp hem ev işi yapıyormuş, hiç kıymet bilmiyormuşuz, altı üstü bir kaç dakika yerin kurumasını beklememizi söylemiş ama onu bile yapmamışız...

çıkmadık desek de inanmıyor. illa ki çıkmışız, dolaşmışız hemde!


+"anne onlar senin ayak izin!"
-'nasıl benim ayak izim olabilir nazlı? ben dakikalardır bu odada bile değildim ki? hı??'
faka bastın nazlı! hah yakalandın! demek senin ayak izin!

+"bizim ayağımız daha o kadar değil ki!"
-'e peki bu izler ne?? hayalet mi dolaştı?'

+"e senin ayak izin de ondan"
 kanıtlamak için ayağımı getirip izin yanına koyuyorum, bayağı farklı.
+"silerken oldu"
-'silerken olmaz ki!'
+"oluyor. anne önce silip sonra sildiğin yere basıyorsun"

inanası gelmedi 'allah allah  o kadar da siliyorum terliğin altını' diye diye söylenerek gittiydi. tabi bu ve benzeri diyaloglar birden çok kere tekrarlandı.

ben mesela ayak izi olmasın diye bir odanın en uç köşesinden başlıyorum silmeye, yani silinmemiş bölgeye basıyorum, silinene değil. her odayı böyle, koridora gelince de gene aynı. en son terliğimin altını silip kalan alanı tekrar siliyorum. en sonda da en sona kalan bölgeyi iyice yeniden silip kurumaya bırakıyorum..

böylece ayak izi olmadığını vurgulasam da fahri eleştirmen beni uzaktan izleyip kusur bulmakta kararlı. şuraı da unutma! burayı unutma.. daha ulaşmadığım bölgeler onlar ama....









17.01.2013

özlü sözler

yalnızken annem; -'g.tün mü büyüdü senin??' - misafirin yanında annem; -'o tabaktakiler bitecek küçük hanım!'

https://twitter.com/LOSTHAYATI/status/291873244405964800

bazen annem; -'kim bilir doktora gitsen nelerin çıkar' (yaşlanıyormuşum), bazen de 'senin yaşın kaç ki?! ne bilecen?!!'

https://twitter.com/LOSTHAYATI/status/291873837849653249


fotoğraf buldum ama ona uygun yazım yok

Assisi, ItalyPinned Image

16.01.2013

ben yokken

yıl:  1990lar annem evden çıkarken;
-'ben yokken kimseyi eve almayın'
+"tamam anne"
-'anladınız mı? neydi?'
+"sen yokken eve kimseyi almayacağız"
-'en iyisi ben yokken kapıyı kimseye açmayın!! tanıdığınıza bile açmayın'
+"tamam anne"
-'anladınız mı?'
+"anladık"
yeterli gelmiyor;
-'???eee'
+"kapıyı açmayacağız bile"

bu ezberlediğimiz replikleri binlerce defa, yıllarca tekrar ettik. ikişer kereden!! :))

-----------

yıllar geçti.
2000lerin başı.
okuldan eve geliyorum, annem kapıya kadar gelip birşeyler satanlara gıcık olur. en azından iddiası bu yönde.
kapıya gelen pazarlamacıları azarlayarak kovar ve bize de tembihler kapıyı açmayın diye.
ben üniversitedeyken bile durum buydu.

ama gitmiş bize evde yalnızken kapıları açmamayı tembihleyen, sıksık laf arasında konuyu açıp bizim öğrenip öğrenemediğimizi sorgulayan annemi bir keresinde nasıl buldum dersiniz??

okuldan geldim, ne olduysa sinirliyim de, başımda çatlıyor, ah o migrenden neler çektim ben..
neyse bir baktım bizim kapı ardına kadar açık, ve konuşma sesleri geliyor.
az çıktım merdiveni bir baktım genç bir çocuk anneme birşeyler satmayı başarmış.
o sıralarda bir şekilde epey dardaydık. hem bana alışveriş yapma tutumlu olmamız lazım diyor hem kendi evde zaten bulunan bir küçük ev aletini, elektrikli süpürgeyi vs alıyor.
annemin ya sohbet havası gelmiş ya saflığı tutmuş.
çocuğun temiz yüzüne, aldatıcı konuşmasına kanmış almış da almış...

bir geldim eve bu sahne. çocukta bir bozuldu, bir işkillendi böyle. yaşlıca hanımı kandırırım düşüncesindemiydi nedir.

+"nedir o?"
-'bir şeyler aldım'
+"hani sırası değildi? ne aldın?"
-'elektrik süpürgesi, blendır, tansiyon aleti'
+"anne bunlar bizde var! bozuk falan da değil. ne şimdi?"

satış belgelerini de çoktan imzalamış ama hala elinde.

ben böyle sorunca ama lazımmış, eskimişmiş diye konuşuyor. eskimiş falan değil. üstelik annem bir şeyi sırf eskidi diye bozulmadan ve tamir edilmeden atılmasına fena halde karşıdır. ne zaman bu konuda bir şey olsa, birinden birşey duysa hemen dırdıra başlar, bize de öğütler. hani haksız da değil.

ama sen git hem de o sıra bunları al. ne efendim öğrenci çocukmuş, harçlık çıkarıyomuş..
çocukta böyle genç, bebek yüzlü, bebek yüzü yüzünden efendi ve temiz bir aile genci imajı var. belli ki orta yaşlı hanımları tatlı dille kafalamayı da iyi bellemiş. ama gözleri felfecir okuyor. hele ben gelince böyle bir huzursuz oldu birşeyler oldu...

hemen şüphelendim.
+"hem bana para yok diyosun, hem pazarlamacıları sevmem hiç, hem de gidip bunları alıyorsun"
-'ama napim öğrenci çocuk'
+"yaa anne bırak! alıp okutalım bari!!! çocuk dediğin de benden büyüktür!! ver bakim onları!"

alıverdim elinden dosyayı, ohoo anneme 500 milyonluk (o zamanlar sıfırlar atılmamış) falan bir meblağ. ama daha az önce bana annem 300 milyon demişti.!!!


tanınmamış markalara o kadar para. garantisi var mı? yahu çalıntı bile olabilir. hem o öğrenci diye ben mi feda olacağım..

+"sen 300 dedin anne! burada 500 yazıyor! nasıl inanıyorsun bunlara? göz göre göre kazıklayacak ben gelmesem!!"

naptım ettim, satışı iptal ettim. senet gibi nedir garip belgeleri, kağıtları da caart diye yırttım. hatta yırtık kağıtları da vermedim çocuğa.

daha da çocuk hala annemin üzerine oynuyor. hocam hocam diyor. annemin içinin yağları eriyor.. oğul özlemi de mi var nedir?? onu bir oğlu bilecekmişmiş..

çocuğa da ağzının payını verdim. utanmıyor musun sen yaşlı hanımları oğuldu öğrenciydi ayaklarına kazıklamayı??!! falan filan...

neyse çocuk gitti. annem de hala acımaya devam ediyor.. böyle bir acımaya başladımı bir şeylere önünü alamaz.. hasta hayvanları bir anda mesela eve doluşturmaya kalkmışlığı var. titizlikten bahseden, hayvan kılının zararından, temizlik zorluğundan ikide bir dem vuran insan..

ya zamanında bize yapmadığını, demediğini bırakmayan bi komşu kadına yaşlanmış hastalanmış diye acımıştı. tamam acısında beni bakıcı diye yollamasın..

onu da sonra anlatırım fakaaat çıkmam lazım...



15.01.2013

aynı kişi mi farklı kişi mi


annem iddiacıdır.
bir keresinde, yakın zamanda benimle Balçiçek Pamir yüzünden kavga etti.

alışmışız, aklımızda kalmış eski soyadıyla artık soyadı İlter. hatta bir tv programı var ya. ona rastladım. artık ne zaman değiştiyse soyadı, bilmiyorum, ben yeni fark ettim.

+"aa soyadı değişmiş, Pamir'di"
-'hayır o başka biri'
+"yok aynı kişi, ya evlenmiş ya ayrılmış demek"
-'aynı kişi değil nazlı!!'
+"ama aynı kişi anne!"

nasıl bir sinirleniyor, nasıl bir iddia. hem bana çok bilmiş diyo hem hiç bir şey bilmeyeyim bekliyor.

-'adım kadar eminim!!! Balçiçek Pamir yaşlı, şişman bir kadın!! bu küçük yüzlü ve genç!'
+"rejim yaptı belki bilmiyoruz"

 bağırarak artık, bana patlayacağı tutmuş;
-'farklı kişiler!! istersem gazetede bulur gösteririm!! adım kadar eminim!!'
+"adın kadar eminsin!"
.................

canım gecenin köründe, pazar pazar kavga çekmedi pek.
ama şu ki;


Balçiçek İlter

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Balçiçek İlter (ya da eski soyadıyla Balçiçek Pamir) (d. 16 Haziran 1973, Bursa), 
Habertürk TV sunucusu, gazeteci.


http://tr.wikipedia.org/wiki/Bal%C3%A7i%C3%A7ek_%C4%B0lter

ya da;
"
Balçiçek İlter boşandıktan sonra ilk kez Bloomberg HT’de Gülin Yıldırımkaya’ya konuştu

Habertürk'ün ekran yüzlerinden Balçiçek İlter, Bloomber HT ekranlarında Gülin Yıldırımkaya'nın sorularını yanıtladı. Soyadındaki değişikliğe dair merak edilenleri de anlatan İlter hayalindeki TV programını paylaştı. 
Balçiçek Pamir olmak için epey emek verdin. Tabii evlenmek anlamında demiyorum, ismini markalaştırmak anlamında… Şimdi yeniden Balçiçek İlter’ olmak zor mu? Nasıl hissediyorsun?Soyadım değiştiğinden itibaren izleyicilerden o kadar ilginç tepkiler almaya başladım ki, büyük bir çoğunluk evlendiğimi zannediyor. Bu çok garip çünkü hayatımın bir parçası olduğu için, neredeyse her zaman ekrandan ikizlerim olduğunu söylüyorum ya da gazetede köşemde yazıyorum. Evlendiğimi zannedenler var, feministlik yaptığım için eski soyadıma döndüğümü söyleyip bana kızanlar var. ‘Ne gerek var, biz bu soyadına alışmıştık’ diyenler var. Buradan söylemek isterim ki; on beş yıllık bir beraberliği sona erdirdik eşimle ve Pamir onun soyadıydı ve ben de bu ayrılığın ardından kendi soyadımı kullanmaya geri döndüm.
'BALÇİÇEK PAMİR' NASIL 'BALÇİÇEK İLTER' OLDU?
Neden Pamir soyadıyla devam etmedin?
Eşim kullanmamı arzu etmedi. Onun da bu konu ile ilgili haklı gerekçeleri olduğunu düşünüyorum. Ben belki sadece Balçiçek’i kullanabilirdim diye düşünüyorum, ismim Ayşe, Fatma gibi bir şey olsaydı soyadı değişikliği yüzünden işim daha zor olurdu. Emek verip bir marka oluşturuyorsun, insanlara kendini hatırlatıyorsun tabiri caizse sahne adı Balçiçek oluyor bu yüzden soyadı değişikliğini çok önemsemedim. İlter de babamdan bana kalan bir soyadı. Bir çok kişi hala Pamir diyor, arada İlter diyenler var ama herkesin aklında duran soyadlarından çok Balçiçek ismi diye düşünüyorum. Balçiçek ismi çok rastlanmamış olması bağlamında ilk defa bana böyle bir avantaj sağladı. Balçiçek ismi çok zor bir isimdir, ben hiç rastlamadım ve özellikle çocukken Balçiçek ismini taşımak çok zordu. Çocuklar acımasızdır, ki ben bunu kendi ikizlerimde de gözlemliyorum, garip isimler duyduklarında dalga geçebiliyorlar ve benim çevremde en garip isime de ben sahiptim. Dolayısıyla zor zamanlar yaşadım. Şimdi yavaş yavaş meyvelerini topluyorum, boşandım, soyadım değişti ama Balçiçek dendiğinde soyadı ne olursa olsun ben akla geliyorum. Diyaloglarımda soyadımı kullanmadan Balçiçek demem insanların beni anımsaması için yeterli oluyor. Tabii bazen zaman zaman yıllar alışkanlığıyla Pamir soyadı geliyor ağzıma ama her şey bir şekilde yoluna giriyor.
"

... devamı şurada; kaynak; http://www.gazeteciler.com/medya-kosesi/balcicek-pamir-nasil-balcicek-ilter-oldu-24565h.html

bu karman çorman yazıya ne başlık koysam acaba - ne yapıyorsun orada - saçımızı kısacık kestirelim - haydi banyoya

annem beni çağırıyor;
-'nazlııııı, naazzlııııı, nazlııı, nazlı!!'

ne zaman ben tuvaletteyim, duştayım vs ya kapı çalar ya telefon ya da annem beni çağırır.

bahsetmiştim bir keresinde hangi başlıklı yazıydı artık hatırlamıyorum.

ee ne var bunda. şu var duymadığım ya da cevap veremediğim için suçlanırım. kabahat bendedir 'aman sen de tuvalete girecek zamanı bulmuşsun'. bekleyeceğim, tutacağım bakacağım bana ihtiyaç yok, kapının telefonun her nasılsa çalmayacağından emin olduğum zaman gideceğim tuvalete! sanki!
tuvaletin gelince gidersin değil mi? ihtiyaçtır bu. ama yok bana yok.

bu kez de gene ben tuvaletteyken çağırdı annem.
yukarıda bahsettiğim gibi önce harfleri uzata uzata sesleniyor, cevap alamadıkça sinirlenerek nidası sertleşiyor, en sonunda sinirle kesik ve sert bir nazlı!

hemen olsun ister bir şey. ne istiyorsa artık. odamdayken de öyle çağırır hadi gel. hatta telepatiyle anla ister :) adeta. hani herhangi bir konuya tam ortasından küt diye dalması gibi, kendi dakikalardır düşünmüş, ben ne bileyim, ama bilmem gerekir!!

hani bazen bilgisayar başındayken kapıma kadar gelip çağırır, duymazmışım. banyoda değilim ki. anlayamadığı o. neyse işte kapıma gelir bir şey soracak, isteyecek diyelim anında sanıyesinde olsun.
ama ola ki ben sabırsızlık edeyim ve bunu belli edeyim bir konuda 'ooo nazlı ne kadar sabırsızsın, ah bu gençlik!!'
diyelim yemek yapıyor kendi alamadı tuzu ve ya başka bir şeyi istiyor, gittim yanına tuzu istedi. ilk önce etrafıma bakıp tuz nereye konmuş bilmeliyim, görmeliyim ki alıp verebileyim. bir sinir daha 1-2 saniye geçmiş köpürmeye başlar. hadi'ymiş! tuzu kimbilir nereye taşımış da koymuş, sürekli aynı yerde değil ki mübarek gezici! üstelik kendi değiştiriyor birşeylerin yerini bana söylediği de yok. ama ben saniyesinde bulmalıyım.

işte gene mutfakta herhalde bir şey lazım olmuş ayy ben de tuvalete girecek zamanı bulmuşum!!!

daha önce gene bahsetmişimdir ya neyse. rutin hayat.
ben seslensem de bir işe yaramıyor duymuyor. kapı kapalı herhalde. banyonun akustiği sesimi komşulara götürüyo galiba. annem de benim cevabımı duymadıkça deliye dönüyor. seslendiği yerden de banyonun kapısı görünmüyor. ona göre ihmalkar nazlı annesine hiç yardım etmiyor, duymuyor dinlemiyor ki!!
oysa ki tüm akşam özellikle alt yazılı bir şeye baktıysam kazara fonda sürekli annem eskileri anlatıyor. reklam aralarında, ya da dizideki bir şey başka birşeyi çağrıştırdıysa.

oh o çağrışımlar zaten. dizinin en heyecanlı, kilit yerlerinde birden kızın elindeki çanta, pantolonu, ne bileyim bir şey anneme bir şeyi çağrıştırıp geçmişe götürür. anlatmaya başlar diziyi izlemek yerine onu dinlememi ister. üstelik diziyi izleyeyim diye beni çağırıp illa oturtan da kendisi.
demiyor ki 'aa aynı bu çantanın benzeri bende de vardı 70lerde. '
o çantayı nereden, nasıl aldığını, ne zamanlar kullandığını, hangi arkadaşının ne dediğini, ve o bir şeyler diyen arkadaşlarının aile şecerelerini anlatmaya başlıyor. düşün ne kadar uzuyor.

ha bu arada ben o dizi izlerken önemli bir şey dahi olsa anlatmak istesem 'bi sus kızım diziyi kaçırtıyorsun' ya da 'bir izletmedin!'...
desem ki "sen ben izlerken konuşuyorsun ama, sen de bana izletmiyorsun". aynı şey olmadığını iddia ediyor. nedne desen açıklama yok zaten. laf kalabalığı ardından münakaşa. hem hakkını savun diye yetiştir hem de böyle bir şey bekleme...

nereden nereye vardı konu yaa..


geri dönelim, ben tuvaletteyim annem çağırıyor.
sonunda odama doğru gelmeye karar vermiş. banyo odama yakın. anlıyor ki banyodayım.
-'nazlıı'
+"anne tuvaletteyim"
-'ne yapıyorsun orada?'

aha! hep bunu sorar. gerçekten bu kaçıncı bilemedim. yani tuvalette ne yapılır ki? seçeneklerimiz neler  ki? fazla seçenek yok değil mi?? küçük ile büyük.

+"tuvaletteyim işte"
-'gel yardım et'
+"e tamam anne bi çıkayım da"
-'e hadi!'
+"e bi işim bitsin!"
-'çabuk ol o zaman!'

kendi tuvalette oyalanırken iyi, ben yapmayayım bile!!
daha da kapıda beklemiş, bir açtım ki bana kızıyor çok yavaşmışım. hemen gelmeliymişim ki acilmiş ki öyle çağırmış.
+"napayım anne? yarım bırakacak halim yok herhalde"
yahu yarım bıraksam bile bir sürü iş. ay bana neyden bahsettiriyor yaa. herhalde sifon çekip el yıkamak lazım. onu beklemeye bile dayanamıyor.

cevabımı beğenmiyor, surat asarak mutfağa seğirtiyor. olur olmaz zamanlarda tuvalete girdiğimi iddia eder de hep. bir ara yalan söylediğimi bile iddia etmişti, o çağırdığı zaman tuvalette oluşumla ilgili.

diyelim erken bitmiş işim, hemen gitmişim yanına gene kızgın, niye hemen gelmemişim. tuvalette olmak bahane değil. uzuuun uzuuun el yıkamayı öğreten kendi oysa.

hatta bazen hala bundan bahseder. beni sınarmış gibi, kızım sana söylüyorum gelininm sen duy gibisinden kendinden örnekleyerek.
tuvaletten çıkınca elini iki kere yıkarmış. sanki hiç bilmiyorum, yeni tanıştık kendisiyle.!! beklediği cevap; "aa evet ben de anne!"
neden hala cevap bekliyor anlamıyorum. bize tee küçükken öğretti bunları. unutmuş mu olabilirim, hiç öğrenmemiş mi, kıt beyin miyiym?
beklediğine benzer bir cevap alamazsa bir şüpheye düşer. bir süre sonra benzer bir konuyla daha karşılaşırız.
gene beklediği gibi bir cevap alamazsa sinirlenmeye başlar.
neden ara ara beni sınamak, sınava tabi tutmak istiyor anlamıyorum ki. titizliği öğreten kendi.
işte arada bir böyle ani quiz yapar annem bir de.

en azında bu sorusuna "hıı" diye onay cevabı vermeliyim. ola ki vermedim baş şüpheliyim.
 bir keresinde belki de daha fazla. benim de bozdu sinirimi. neden hala bunu sorduğunu, zaten yıllar önce öğretip bir alışkanlık haline getirdiğimi, hatta bazen fazla zaman harcıyorum kişisel temizliğim için diye bana kızdığını, ama neden hala beni sınamaya çalıştığını sordum. neden şüpheleniyordu? pis bir halimi mi yakalamış. hayır. öğrenemediğimi mi düşünüyor. ahmak falan mıyım. hayır. bak böyle sorunca da gene ben kabahatliyim kavga çıkarıyorummuş.

durduk yere elini antibakteriyel jellerle yıkayan kızından şüpheye düşen kendi, laf sokup duran da kendi, ne efendim örneğine karşılık vermemişim.
 ay daha bana bir şeye dokunurken azarlayarak 'elini yıkadın mı sen ?' diyen biri.

ciddi ciddi sordum neyden şüphelendiğini. net bir yanıtı yok.

neden illa kendi söylediğine karşılık benim de aynısını yaptığımı söylememi bekliyor ki. üstelik bu kadar kontrolcü ve zaten dipdibe yaşıyorken!??

daha önce bir örnek de banyo kesesi üzerineydi. nolursa olsun kullanmadan hemen önce bir sabunlayıp duruluyormuş. e iyyiiii. bana ne bundan. bize bunu taa çocukken öğretti. ama hala sorguluyor. yapıp yapmadığımdan emin değil. aa pis nazlı. hijyenine dikkat etmiyor demek, mikrop kapıp ölecek!

sohbet konusu açmak için söylediği birşeyler değil bunlar, ben ses tonundan anlarım bildiğin sınav...

şöyle bir şey. bu onay beklemesi herhalde. çocukken de böyleydi. hani bize hijyeni öğretirken. şükür ki hemen öğrendik ama annemi inandırmak daha büyük mesele.
okuldan gelince sofraya oturmadan önce illa sorar. oysa ki daha ayakkabımızı çıkararıken elimizi yıkamamızı belirtir. zaten hemen gider yıkarız ama hala şüpheli. daha küçükken banyoda kontrol ederdi, elimizi yıkama sahnemizi görmeden inanamazdı. sonra da masada sorardı bir de. ola ki cevap vermedim, gördü ya işte diye düşündüm, hemen şüpheye düşer fırçaya başlar.
+"e gördün ya işte lavabo da yıkarken!"

sağlamasını yapacak herhalde...

.............

küçükken bizi annem yıkardı daha bitmedi yani. ona kalsa kazık kadar oluncaya kadar yıkıyacak da ben engellemiştim gene. ablacığımın ses ettiği yoktu. garip mi gelmiyordu bilmiyorum. ketumdur açıklamaz.

yıkamak ki ne yıkmak. sanırsın çitiliyor. ya da yıllardır yıkanmamış bitli, pireli, çamurlu, vebalı çocuklarız da. öyle bir yıkama. çocuk derisi ne kadar kalın olabilir ki. zaten canın ne kadar.
ama keseyi öyle bir hırsla sürter ki, gücünün farkında değildi ya da gücünün bizdeki yansımasını mı tahmin edemiyordu yoksa anca böyle temizlenir, mikroptan arınırlar mı diyordu nedir. derimizi yüzecekmiş gibi sürte sürte keselerdi.
nasıl bir keseleme resmen kızarır tahriş olurdu. sımsıcak da su. saçımızı da bir hırsla yıkardı.
hatırlıyorum. saç derimizi iyice kaşıya kaşıya. ya acıtıyorsun desen de nafile. kendine belki çok sıcak gelmiyordu su ama bana geliyordu. ama dinleyen mi var. cidden dinlemez bizi temizlemeye odaklanmış duymaz bile, kaç kere ağlattı beni bilmiyorum. ama temizliğim içinmiş. hem cildim hem kafa derim öyle bir tahriş olurdu ki, bir de evirilip çevrilmekten yorgun bir tarafları acışa acışa uyurdum. ben hep itiraz eder hakkımı arardım. ablam ancak belli bir sınırı aşarsa biraz itiraz ederdi. genelde korkudan susardı. zaten annemde banyoda çığlık atsak duymazdı, dinlemezdi.
nasıl bir keseleme öyle evire çevire, yıkamıyor da normal hayatta yapmadığını, yapmayacağı ya da kendine yakıştıramadığı için yapamayacağını yapıyor da acısını çıkarıyor adeta dövüyor gibi yıkardı.
bu yüzden korkumdan banyoya girmek istemezdim, annem de çocuğuz diye hiç dinlemediği için beni yıkanmayı sevmiyor sanırdı. çocuğuz ya anlamayız, bilmeyiz, seçemeyiz, hissedemez, karar veremez. sanki beyinsiziz. ben itiraz etmek zorunda kaldıkça suçlandım, inatçılıkla, bağırmakla suçlandım. eski evimizde çocukken banyoda odun sobası yanardı. çatır çatır gürültüsü, suyun sesi, buhardan gözgözü görmez olmuş bu sırada ölümle pençeleşircesine yıkanan çocuk ben bağırmak zorundayım elbette! ne duyuyor ne dinliyor ne yapayım.

bitli falan da değildik yani.
hani herkesin bir bit bulaşma hikayesi vardır okuldan. ohoo ayrı mesele o!!
kafamızda gazyağıyla oturttuydu bizi. o zamanlar iyi bit şampuanı mı yoktu, yoksa annem ona değil eski yöntemlere mi güveniyordu.
bizim kafa yansın, kokudan burnunun direği kırılsın, üstüne bir de çamaşır makinasında yıkanan çamaşır gibi yıkan. işkence yaa. sonraki günlerde bit korkusu yüzünden de çok çektik.
iki de bir bizi yakaladığı gibi en ışık yerde, pencerenin önünde çekiştirerek saçımızı kontrol eder oldu bir süre..
aa unutum. gaz yağıyla kafa derimiz yanarak yıkandıktan sonraki gün. 10lu yaşlardayız artık. sabah kafayı kuaföre gitmeye taktı. en iyisiymiş saçımızı kısacık kestirmek!! öyle deyip bizi kandıracaktı, sıfıra vurduruverecekti.

 'saçımızı kısacık kestirelim' takıntısı o zaman başlamış demek. hala mı bitleneceğimi düşünüyor ki iki de bir 'saçımızı kısacık kestirelim' diyor acaba!?
okuldaki bazı çocuklar kızlı erkekli sıfır traşla gezdi aylarca, salgın bitene kadar. galiba onu görmüş ve ilham almıştı. kendi saçını kısa kullanır zaten yıllardır.

benim sayemde gitmedik o günlerde kuaföre yoksa bende yaş 10 ablam 13 kel gezecektik o yıl.
ama olsun küçüğüz, çocuğuz! ne anlarız, ne biliriz, ne hissederiz ki! boydan da akıldan da yoksun... kel gezsek nolur sanki...

çok uğraştım tabi. kavga da ettim ağladım da. ablama kazıtacak kafamızı kandırıyor bizi dedim safım yok canım dedi inanmadı. aslında bırakacaktım 13 yaşında kel gezince anlasaydı. da bana olan olacaktı.
----------

ben itiraz ediyorum bir şeylere diye kavgacı ve inatçıyken, hele bir kararsız olayım, o gün inatçı olmayayım ezik muamelesi görürüm. kendini ezdirme nutukları.
ne bileyim ablam kavgadan kaçarım hissemden vazgeçerim hesabı kaçak dövüşür, illa hakkını aramaz, yedirir, ama eziklikle, saftiriklikle pek suçlanmazdı. bazen 'böyle hemen hep ağlayacaksan' deyip acırdı sonra.

bir gün niye diye sordum. ciddi sormuşum demek. ama ablam çabuk üzülen ağlayan, çok kırılgan ve hassas bir kızmış.
ha ben değilim yani. ablam isyan edip hakkını aramak için çabalayacağına sessizce içli içli kedi yavrusu gibi ağlamışlığı var ya; o hassas ben değilim.
ben de çok ağladım. e ağlattı. banyoda haşadı çıkmış bir çocuk olarak ağlarken sus ağlama diye azarlardı. aramızda bir tartışma oldu iyi cevap veremediğimden hakkımın bana verilmediğini düşündüm ağladım, sus ağlayacak ne var ezik gibi dedi.
demek mızıl mızıl ağlayan çocuğa dayanma kapasitesi 1 çocukla sınırlıydı.

 benim de ağlamam fazla geliyordu. hem ben ablam gibi ne olduğunu hiç anlamayarak, yüzüne çelişkisini falan vurmadan sırf üzüldüğüm için değil ezildiğim için sinirimden ağlıyordum. öncesinde isyan ediyor, kavga çıkarıyordum, çıkarmasam da zaten eziktim.. sonunda ağlamak yerine laf yetiştirmeyi, tartışmayı, kendimi savunmayı, haklı olduğumu kanıtlamak için her yolu denemeyi öğrenmek zorunda kaldım. mecbur kaldım bir bakıma sadece kişilik özelliği değil.

-------------
annem bizi üniversiteye girinceye kadar kendi yıkasa ablam ses çıkaramazdı. onun da benim kadar derisi yüzülüyordu halbuki. utanma duygularımız da başlamıştı.

önce banyodaki odun sobasını iki kez yakamayacağını iddia ederek hep beraber yıkanmamız gerektiğini savundu annem ben kendim yıkanmak isteyince. sonra beceremeyeceğimi savundu. gücüm yetmezmiş. ısrar edince sizle girmem banyoya diye. ne oldu dersiniz. eğer bu banyoyu kaçırırsam bir hafta yıkanamazmışım.
eskiden haftada bir yıkanılırdı ya. pazar günleri.
aklısıra bende yutacağım. sizden sonra girerim kalan suyla idare ederim dedim. soba sönermiş, sıcak su kalmazmış, soğuksuyla da üşütürmüşüm. ya kendi yıkayacak ya yıkanmayacağım. hani zorla kolundan tutup soyup suya batırmayı yediremiyor kendine. ama akıl oyunlarıyla razı edebilecek beni.
naptım dersiniz. yıkanmadım. inatçılıktan başka çare bırakmadı bana.
banyodan çıkınca da aptala nispet yapar gibi;  ohh ne güzel sıcacık sularla yıkanmışlar, oh mis gibi olmuşlar, oh şimdi mışıl mışıl uyuyacaklarmışşş... hatta bunu çocuksu sesle söylüyor sonra da çocuk gibi oh çatlayayım da patlayayımmış. bütün hafta da koktuğumu iddia ederek gözümü korkutmaya çalıştı. ne yiyip içiyor ki ufacık çocuk ne kokması.
daha da üstüme gelince beni kendi yıkamaktan vazgeçinceye kadar banyo yapmayacağım blöfünü ortaya atmak zorunda bırakıldım!
aa ama ablam benden büyükmüş ama birşey diyormuymuş annesinin kendini yıkamasına??
korkuyor da senden ondan demiştim. çok şaşırmıştı, hiç beklemediği bir cevap galiba. neden korksunmuş ki.
işine gelmeyince nasıl posta koyduğunu bilmiyorum sanki. biz o kadar laf mı biliyorduk, bir şekilde haklı çıkmayı, istediğini yaptırtmayı başarıyordu. ama bir süre sonra mecburen gardımı aldım bende.

o hafta sonu da beni yıkamasına izin vermedim. ona göre saçma ve yanlış bir çocuk inadı. kaynar suyla çekiştirilerek derisi yüzülmeden yıkanılmaz tabi. ablam itiraz edemediği için devam etti deri yüzümüne bir süre. beni o hafta kendi yıkamak için bir sürü şey denedi. bu hafta da böyle kalamazmışım. ben korkutmaya bile çalışmıştı. derim kirden parça parça olur dökülürmüş. hasta olur hastanelik olurmuşum. doktorda bana bakmaz istemezmiş bu ne pis kız dermiş. herkes beni ayıplarmış, hem bunun ne biçim bir annesi var ki çocuğunu yıkamıyor derlermiş..vb..
inatçılık etmesem var ya beni eşek sudan gelinceye kadar döveceğine yıkardı. zaten yıkama işlemi de bir tür dayaktı!
artık her zamankinden daha sıcak sularla, daha çok sürterek yıkardı. derim yırtılsa acımayacak yani, temizlikten diyecek...
direttim. hatta önce beni bayıltana kadar dövmesi gerektiğini iddia ettim. eğer kendi başıma yıkanmama izin vermezse bundan sonra bir daha asla yıkanmayacağımı savundum. artık bunlara karşılık neler dedi tam hatırlamıyorum.
e pes etti sonunda. ama kendileri iki kişi olduğu için daha fazla su harcayacaklarını, bana az sıcak su kalacağını savunarak beni kandırmaya çalışmıştı. gerekirse soğuk suyla yıkanırım dedim. hasta olurmuşum. olsun olayım dedim.
(hasta çocuğa bakmayı pek sevmez,)

sonunda bıraktı. onlardan sonra, ablam buhardan ve çitilenmekten bitkin, kızarış halde çıktıktan sonra girdim.
gayet de iyi su vardı bir kere! tabi banyo kapısında bekleyip beni sorgu sual etmeden duramadı. saçımı yıkamış mıyım? şunu yapmış mıyım bunu yapmış mıyım?? çıktıktan sonra da iyice sordu. bazı öğretmenler bir şey öğretirken iki kere dedirtir ya annem de öyle, ikişer kere sordu. güya birinde yanlış cevap vereceğim ve yakalayacak, kendim yıkanamadığımı savunarak başaracak. ama nafile. daha hatta saçımı kurutunca da saçımı kontrol etti. hani afferim de demedi. kendi izin verene kadar öyle devam etse kim bilir ne olurdu artık...

kendi kendime yıkanmak için verdiğim bu mücadeleden benim aklımda kalanlar bunlarken annemin aklında kalan benim yıkanmak istememem oldu. iyi mi?
 kendi yıkamasın kendi başıma yıkanayım isteğim mücadelesini unutup, yıkanmak istemediğim için inat ettiğimi sandı, öyle hatırladı, yıllarca başıma kakmaya kalktı.
misal;

-'hayret çocukken hiç sevmezdin yıkanmayı şimdi hergün banyodasın'
+"senin yıkamanı sevmezdim. derimi yüzecekmiş gibi sürtedin keseyi"
-'aman sende, iyice temizlenin diyedir'

tabi onun gözünde belki bir haftadır yıkanmamış, off pislik birikmiş..deri değiştirmemiz gerekir..
bir gün de keselenmenin çok iyi bir şey olduğunu, ölü derinin de kirle beraber atılıp cildin nefes aldığını tazelendiğini söylüyordu. ufacık çocuklarda ne ölü dersi allah aşkına!

başka bir zamanda o kadar eskiyi hatırlayamayacağımı iddia ediyordu. bilmem neyi neyi hatırlamıyormuşum. bir komşumuz varmış bilmem kim onu. koskoca kadını, hiç irtibatım yokmuş demek neden hatırlayayım. demek ki hafızamda yer edecek bir şey olmamış. (hani o bir şey hatırlayıpsöylemiştir de ben hatırlamıyorumdur, bunu yakalamıştır bir gün , aha ben çocukluğumu hiç hatırlayamıyor olurum gözünde.)

.......

daha bitmedi!! uzattım değil mi. valla bunu kısa yazcam!!
bir de sümkürme mevzuu var!!
çocukken daha hassas bünyeli olursun daha sık soğuk falan alırsın, biri bir şey bulaştırır hastalanırsın ya.
anneler de çocuklerını kendi sümkürtür.
tiksinç mi oldu? napim.

bizi sümkürtürken de neredeyse banyodaki hırpalanmayı yaşatırdı. sanırsın kafasını arkasından tutup ittirince çocuk daha iyi sümkürebilecek..

ay tiksinmeyin! ayı kadar herifin pis sümüğünden mi bahsediyoruz!! :))

çocuk sümüğü bu!

hatırlıyorum beni sümkürmekten soğuttu, korkuttu!
hani bir noktadan sonra artık burnunu çekersin çünkü çıkmıyordur. artık neredeyse. annem buna inanmaz illa çıkacak o. öyle garip sesler çıkararak, içine çekilerek olmaz.
iyice burnumu sıka sıka iki de bir mendili dayardı burnuma, eğer çok çıkmamışsa inandırıcoı gelmez, kafamı geri çektiğimi iddia ederek kafamı arkadan bastırırdı.
kafayı presliyor yani! arkada el önde buruna dayalı mendille baskılayarak.
çıkmıyorsa da sinirlenir, 'sümkürsene kızım kocana çeyiz diye mi saklıyorsun!!' derdi.

şimdilerde tuvaletten hemen çıkmamı istediğinde ben de "napayım? yapmamayım da kocama çeyiz niyetine mi tutayım?" derim. bunu kendim uydurdum sanıyor. sen böyle derdin desem de inanmaz. hiç hatırlamıyormuş!!! annem hiç diyorsa bir konuda bilin ki sırf haklı çıkmak için öyle diyor....


13.01.2013

annemin isyanı

başlığı okuyunca sanmayın ki evlenmiyorum diye isyan ediyor. hı? o ayrı. ona da isyanı var. gerçi evlilerede gıcık, hele sarmaş dolaş gezen yeni evlilere iyice. b.k var evlenecek dedi geçende. beni bir gülme aldı.
kendi çelişkisinin de hiiçç farkında olmadığı için kızarak baktı bana bir de... ne var? der gibi. b.k varmış evlenecek, göreceklermiş günlerini.
hai bana evlen deyip duruyordun noldu? dedim. o başkaymış.
nasıl başka? hani b.k vardı evlenecek, bende mi günümü göreyim?

ne diyeceğini bilemeyince kıvırmalara geçiyor, inşallah benimkisi iyi olurmuş...
belki onlarınkisi de iyi olur.
kimin?
hai şu laf çaktğın elele, yeni evlilerin.
bize ne ki?

kızarken, eleştirirken  iyi, olumlu dilek dilerken bana ne?

__________________________

gel gelelim isyaağğnn'a.
annem bazen durduk yere isyan eder, itiraz eder triplere girer. canı çekiyor, aşeriyor adeta. eğer elinde bir sebep yoksa yaratır, hiç olmadı olmayacak şeylere kulp takar.

bugün, yani dün world travel channel'de ayhan sicimoğlu'nun programı gusto vardı. bu kez hindistana gitmiş.
bir camiye girdi, haliyle her zamaki gibi ayakkabılarını çıkardı.

annem itirazname ile isyağğnnameye başladı.

ah işte ben yalın ayak dolaşamam
ayakkabılarımı çıkaramam
ben yalın ayak basamam hiç işte.
ay ben çıplak ayak oralara basamam.

basamam basamam basamam.


beklediği şey nedir bir kaç tahminim var ama hiç biri ona yeterli gelmiyor.
mesela ben de basamam demek. onayı ve ortak durumu alınca susmaz, devam eder aynı lafların versiyonlarına.
kalabalık mekandaysak da bir şeye isyağn ettiyse de susmak bilmez. herkesten onay alsa bile bu ona yeterli gelmiyor.
 o anda o durum tüm dünyada tamamen değişmeli gibi geliyor ona. herşeyin en doğrusu en düzgünü ve en mantıklısını kendinin bildiğinden emin olduğu için ve tabi mesleki deformasyon, herkese herşeyi öğretmen ve dahası düzeltmek istiyor. hatta yönetmek.

o anda toplu isyan çıksın ve o annemin isyan ettiği konu kökten değişsin bekliyor.

hele ki etrafındakiler onaylamasın, siniri iyice oynuyor, aynı şekilde söylenirken etrafı duyarsız ve rahat ilan ediyor.
işte kendisi o kadar titiz ve düşünceli bir insanmış ki bunun böyle olmayacağını bilirmiş, değişmeliymiş...

geçende bir yerlere gittik, bunu tatil konu başlığı altında yazmayı düşünüyorum, neyse işte biryerden başka bir yere yürünmesi gerek. evet yorgunuz ama yürümekde zorundayız.
itiraz ve isyan silsilesini başlatıyor annem. ben yürüyemem, yürüyemem, yürüyemem, yürüyemem... defalarca aynı şey.
hayır otobüste kalıp bizi beklemek istemiyor, yürümek de istemiyor, gittiğimiz şehrin kuralları ve yolları değişsin!!!

yani o anda yapılabilecek bir şey yok, otobüste kalmamışsın, ama yürürken de söylenip duruyorsun, kimsenin birşey yapamayacağı bir konuda kökten bir değişiklik beklliyor.

istersen otobüse dönelim, sen bekle, ben onlara yetişir beraber dönerim onlarla diyorum.
yok olmaz. gelecem.
yoruldum diyorsun da.
e yoruldum tabi! ben buraları yürüyemembu kadar yürüyemem yürüyemem!!!
napalım anne söyle?
ne bileyim.
beş dakka oturup dinlen istersen.
beş dakka ne ki bittim ben! işte ben bu kadar yürüyemem yürüyemem!

baştan nereye nasıl gidileceğini falan öğrenmiştim özellikle. dedim yürünecek yer var!! yürürüm dedi.

dönelim otobüse.
yok! dönülmez artık.
ee nolacak?

ne dinlenmek, ne dönmek ne de yürümek istiyor. çocuk gibi mantıksız bir inat ve söylenme. herhangi bir çözüm önerisi yok, başkasının önerisini beğenmiyor.
ee?

sonuç; söve söve söylene söylene yürümek.

gene böyle benzer bir durumda uyarıyorum ama aynı gene!!


hem yaşlandım ben yoruluyorum diyor bazen, hem yorulursun deyince kızıyor inada bindiriyor, hem de itiraz, söylenme ve inat.

ne var demeyin, öyle kendi kendine isyan etmiyor ki , yüksek tonda. herkesin özellikle de benim tadımı kaçırıyor. ve bunun ne farkında ne de umrunda ne de bir çözüm önerisi var.

mesela bir mucize olsun yol kısalsın, düzelsin... gökten zembille sonuç ve ya değişim insin bekliyor. ya da herkeste bir birlik duyguu olsun o anda.... onlarca kişi aynı şeyi nasıl düşünsün...

______________________

gelgelelim hindistan isyanına.

şimdiye kadar bir kere bile hindistana gitmeyi konuşmadık, özenmedik, istemedik.

peki bu şiddetli isyanın sebebi nedir?

canı isyan çekmiş olacak. itiraz etmeyi ve bir şeyin aksini iddia etmeye bayıldığı için sanırım.


hindistan'da bir şey yiyemem, yiyemem, yiyemem, ,,,

konu uzuyor, değişik itirazlar..

sonra çıplak ayakla dolaşmaya geliyor konu gene aynı...


anne hindistan'a mı gideceğiz?
ne münasebet! asla gitmem! üstüne para verseler gene gitmem!! gitmem!


sanırsın annemi zorla hindistan'a gönderiyorlar, çıplak ayak dolaştırıp, zorla yemek yediriyorlar.

öyle bir isyanda!!!





diziler - ben mimli dizi kaçırtıcısı - uyku düzeni

ooof of nedir çektiğim benim bu dizilerden :) hele Yalan dünya tatile girince annem Karadayı'ya sardı :)
nereden başlasam ki konuya?
kaldırılan diziler ve yeni başlayan diziler, saat, gün değişiklikleri.

neyse bunlar mühim değil de. esas bizdeki mesele annemin dizilerin yayınlandıkları kanal ve günleri iyice karıştırması.
yani tabi böyle aksiyon dolu bir hayatımız olmayınca, günler birbirine benziyor ve bazen insan günleri karıştırıyor. o da var.
aramızda sürekli aynı diyaloglar geçiyor akşamları. bir dejavu yaşadım sanki!

-'iyi bugün öyle geçer ki bir zaman var'
oysa ki o gün salı değil. perşembe.
+"yok intikam var bugün"
-'aa bunlar da iyice şaşırdı, iki de bir gün değiştiriyorlar'
+"ondan değil bugün perşembe anne"
-'yaa'
salı günü zaten izlemişti öyle bir geçer zaman ki'yi. doyamamış ağlaşmaya demek.

-----------------
ben açmasam kanalı da şaşırıyor.
hani bazen odamda oluyorum falan. bakıyorum başka bir şey izliyor.
+"ne o bunu mu izlemeye başkadın?"
-'kaldırmışlar herhalde dila hanım'ı. öyle küt diye. cık cık cık'
+"yoo anne o atvde değil ki starda"
-'yaa? e niye söylemiyorsun ben kızım?'

--------------------

söylemediğimden değil artık bu haftadan sonra da öğrenmiştir diye umduğumdan. her gün aynı sohbetin versiyonlarını çevirmek beyin hücrelerime zarar veriyor. ya da diyorum ki nasılsa zaplarken bulur. ama zaplamıyor ki. günden de kanaldan da pek emin. saatleri genelde aynı zaten. iki dizi varsa da üstüste mesela yalan dünya ve kayıp şehir. zaten bir tane de olsa aynı saatlerde bitiyor..

ha bir diziyi o hafta izlememeye karar vermişsen olanları zaten anlatmıştım uzuun uzun.

her güne bir dizi var hatta çakışan da var. o zaman da yakalarsak tekrarını. 20 dakika ve kuzey güney. çakışanlar; öyle bir zaman ki geçer (^^ her seferinde değişen isimli tek dizi) ile 20 dakika, muhteşem yüzyıl ile de kuzey güney.

.......................

ay aman biliyorum ben de yok digiturk, yok d smart, yok tivibu vs.
aman deyim o zaman işler iyice karışır, hepsini izlememiz gerekir falan! ^^ aman diyeyim!

------------------

biten dizi de var. ama nasılsa seçenek çok yerine biri çıkar. mesela alev alev.

--------------

bana kalsa yabancı dizi izleyeceğiz ama annem gözlük takıp, burnunu acıtıp altyazı okumak istemiyormuş. hem yazıyı okuyacağım diye adamın suratını iyi inceleyemiyormuş.

ne zaman reklam arasında baksam, ya da dizi bitmişse, ara vermişse, bir şekilde işte yerli dizi yoksa o anda duyduğum hep aynı şeyler oluyor işte yukarıda belirttiğim sebepler...

tabi bu sebeplere anneme göre komik olmayışı, çok fazla konuşma olduğu için yezıya yetişememek de ekleniyor.

her seferinde neredeyse;
-'bizim espri anlayışımıza uymuyor bunlar' , 'bana hiç komik gelmiyor bu' ,  'pek de komik değil' , 'ne var ki şimdi bunda bir de gülme efekti eklemişler' benzeri söylenmeler eşliğinde izlemeye çalışıyorum yabancı dizileri. bir de talk show meselesi var ki o da dizi durumuna benzer.

evet bazen kendi politikacıları, kendi ülkeleriyle ilgili olayların, ünlülerin gırgırını yapıyorlar ama bunun dışında anlaşılabilir sonuçta. ama annem kesin hükmünü vermiş bir kere...
--------

ya yukarıda belirttiğim gibi söyleniyor, ya izlemek istemediği için dikkatini vermeyip sohbet etmek istiyor ve konuşacak bir şeyler buluyor, kendini dinlememi istiyor, hatta bana bak diyor, hiç yoksa yarın ne yemek yapılacağı, ya da esas izlediğimiz yerli dizinin arasına giren reklam biter ve diziyi kaçırırız endişesiyle konuşuyor açalım diye.

hani zaten kumanda kendindeyken başka kanalı açtırmak mesele. hani önce özet oluyor illa ki, uzuun uzun. o sırada izleyelim the bing bang theory'i bari diyorum...

gene aynı sohbet tabi. ya özet kısaysa, ya reklam kısaysa, ya hemen biterse... sonra hadi açmaya razı oldu diyelim hangi kanalda, ohoo kumanda alınacak yan taraftan, tuş aranacak, basılıp açıncaya kadar ohhoooo..
kısa zaplama tuşu var iki kanal arasında kısa gidiş-dönüş yapıyor. ona basmasını söylüyorum diyelim. o da ayrı mesele, o tuş hangisi acaba. başka tuşlara basar. gösteririm vs. yok öyle zormuş. tamam gözü bozuk biraz göremiyor diyelim. ama illa gözlük de takmayacak. el yordamıyla da bulamıyor. eğer baştan beri kumanda ondaysa da canı bana hiç vermek istemiyor. ben hızla başka yerlere bakıp dizisini kaçırtan mapusluk bir suçluyum!
hani tek diziyse o gün özet uzun ama üstüste aynı kanalda yani iki dizi olacaksa özetler biraz daha kısa oluyor. dizi özetine bakarken bile söyleniyor bu kadar uzatmaya ne gerek varmış diye. ama izlemeden de duramıyor. dırdır için bahane oluyor. hani ya kısaysa da kaçarsaymış. bir iki kaçtı öyle arada mimliyim artık!! mimli dizi kaçırtıcısı nazlı!

---
eğer kumanda kendindeyse dönüp önce bana soruyor -'kanal d'deydi değil mi' diye. her zaman tutturduğu söylenemez. söylerken de pek emin, ama tutturamadı diyelim bir bozuk atıyor bana. düzeltmezsem de olmuyor. dizi bitmiş sanıyor işte vs. kanal kanal bir dolaşıverip bakamıyor.

sonra kumandayı alıp kanalı açıyor. ki bazen kanalın kayıtlı olduğu yeri de karıştırıp başka kanallarda geziniyor. tabi ben hemen söylemezsem. hani bazen de kızıyor. aman iyi ki söylemişim! çok bilmişim! söylemesem dizisini ve kanalını bulamasa, unutsa gene ben suçlu. niye söylememişim?

kanala bakıp reklamın bitip bitmediğine ya da ne kadar süre kaldığına bakıp karar verinceye kadar dakikalar geçiyor zaten... benim dizi kaçtı, bitti. bir de hemen döneceğini iddia etmez mi.
hani zaten kanallar bildiğin yalancı. reklamın arasına başka fragman sokup tekrar reklama girdikleri çok. hani kenarda süre yazıyor az kalmış diye boşuna bekliyorsun fragman ve tekrar reklam. aman işte benim yabancı diziye dönünceye kadar anlarsınız zaman geçiyor gidiyor.
hani eskaza o sıra kısa reklam alası tutmuş, özeti nedense kısa sürmüş, ya da biz bir şeylerle oyalanırken unutmuşuz ve başlamışsa dizisi hıh! kaçan da bir kaç dakika yani tamamı değil.

hıh işte benim yüzümden kaçmış!! ne varmış o garip dizilere bakacak?

............

diyelim kumanda bende kalmış. gene aynı. nasılsa özet bir saate yakın reklamıydı falan. bing bang i ya da how i met your motherı falan izleyeyim diyorum. ama işte daha önce yukarıda bahsettiğim aynı lafları işitiyorum.
kmik değil, altyazı hızlı geçiyor, reklam bitmiştir.
en çok da reklam bitmiş mi deyip iki de bir zap yaptırıyor. bir şey anlamıyorum ki.
aman hele ki bitmiş olsun işte suçlanacak bir kusurum bulundu, kendisi de haklı çıktı!

---------------------

neyse işte gece yarısı tekrarını izliyorum ben de. tabi geç saat kendi daha erken yatıyor her seferinde değilse de ara ara beni de deniyor şu yaşımda bile.
-'hadi yatalım artık' , 'tv de bir şey de yok, yatalım bari'

neden senkronize yatağa yatmamız gerekiyor ki?

şimdi gene iyi, bir de eskiden kavga çıkardı. hani sabah erkenden dersim varsa zaten 01.00a kadar nasıl kalayım uykum gelir. ama yoksa da.. hani erken dediğim saat 21. 30da başlardı gidin uyuyun. sıkılıyordu bizden herhalde, gürültü de yapmıyorduk ama yalnız kalıp kafa dinlemek mi istiyordu bizi yatağa postalayıp acaba. hani bu durum uzuuun yıllar sürdü. ablam üniversiteye gitti ben kaldım. bir süre sonra ben de üniversiteye başladım. ama gene devam...
hadi sabahın körü kalkılacaksa tamam da 21.30 da bebek gibi uyunmaz. yastığa başımızı koyunca gelirmiş!! iddiası buydu annemin. tabi bir şeyi elde edinceye kadar takılmış plak gibi tekrarlaması var. dokuz buçukta uyumayacağız o belli özellikle erken başlıyor ki erken pes edelim...
hani bir de tartışmaya dönüşüyor uykum daha yok biraz daha oturayım desen. gelirmiş o!! yastığa başını koy. sonra bir yüzünü yıkadın mı, dişini fırçaladın mı, tuvalete gittin mi sorgusu var. ilk okuldayken ve öncesi tamam da. artık öğrenirsin be! lise öğrencisine çişini hatırlatmak nedir?
ablam sinir mi olmazdı, tartışmadan kaçmak için mi.
illa bunlar sorulacak... yahu ben de üniversiteye başladığımda hala soruyordu. yüzümü yıkamış mıyım, dişimi fırçalamış mıyım tuvalete gitmiş miyim??
"hayır 10 gündür yıkamadım" diye ironi yapsan ne yazar, çok mu inandırıcı söylüyordum acaba? hemen ciddiye alır kavga çıkarırdı. "şaka anne! bebek miyim bunu bilmeyeceğim? pis yatsam da sana ne. mikrobum kendime"... olur muymuş. ee senin yüzün benim yüzüm.. zaten yıkamadan yatamam yağlı cilt bu.. ay neyse..

 ohoo daha şu var
-'bir tuvalete git istersen!' .
tuvalete gitmeyi unutmuş olabilirim belki!!.
+"niye?"
-'ne zamandır gitmedin'
+"gelmemiş demek"
-'yaa'
sanırsın üç yıl falan olmuş..
+"gidip popomu koyarsam klozete gelir mi ki uyku gibi"

insan gelince anlar, gider yapar!!
okula gitmek için evden çıkarken sorulan en önemli soru bu aynı zamanda. çocukken neyse o zaman bile sıkılırdım da kazık kadar üniversiteliye de çişini hatırlatmak. ama ya yolda gelirseymiş derdi o zaman.

ben nasıl biriyim ne yiyip içiyorum ki bu kadar şeyimden habersizim acaba.. aha da münakaşa..

uyku meselesinde de böyle üstüme gelir sinirimi bozar iyice uyuyamaz olurdum. ben oysa ki annem hemen uyur, gerçi iddiası zor uyuması ve az uyuması üzerinedir ama. daha ben dalmadan yan odadan horlama sesi gelirdi. ben yarım saat çabalarken dalmak için o beş dakika ama bu çoook uzun!!
......
ya tamam düzenli uyku falan filan sağlık mağlık falan filan. bana ne ben sağlığı sağlıklı beslenerek bulayım gidin siz uyuyun erkenden! :))
erken kalksam bile kolay kolay uykum gelmez benim. gececiyim demek aslında ben.

neyse bu mücadeleci müdehalelerini püskürtmek için ohhooo çok uğraştım.

tv dizi derken nereye geldi yaa...


---------------
pazartesi; yalan dünya -  kayıp şehir
salı; öyle bir geçer zaman ki
çarşamba; muhteşem yüzyıl
perşembe; intikam
cuma; dila hanım - beyaz show
cumartesi; alev alev
pazar; ben bilmem eşim bilir

sonra kumanda bana kalır..


....

ne zaman cnbc-e ya da e2'yi açsak 'tekrardır bu' der. her zaman.
iyi ki bir tekrar yayını olduğunu söylemişim bir keresinde. hani bazen talk showlar kısa bir ara veriyor da, eskiler yayınlanıyor ya bir hafta falan. ona denk gelmiş demek. ya da bazen dizileri izleyemeyenler için tekrardann yayınlıyorlar ya..
hem tekrardır bu der hem onay bekler.
değil desem şaşırır. ama ben tekrar demişim!!
hani sezonun ortası ne diye sırf tekrar olsun. yazın oluyor bu!
bu iki kanalın yayın düzenini anneme anlatmam imkansız. talk şovlar, diziler tekrar, filmler önceden yayınlanan şeyler...
öyle olsa bile bunların hepsini izledik mi ki? izlediğin bir şey sana tekrar olur! izlememişsen senin için yenidir ki..
ama anlatabilirsen anlat.
bazen izliyorum ama dediğim gibi alt yazı var diye dikkatini toplayacağına benimle konuşmak istiyor. ben çok dalmışsam mesela
-'ikinci kere niye izliyorsun ki bunu?? kırk kere verdikleri şeyi?'
+"yeni bu!!"
-'aa!! hayret'

tekrar yayını bu, ya da bunu vermişlerdi dediğim ya yazındır, ya hafta sonu tekrarlarınıdır. ama bir kere duydu ya mimlendiler bitti!!

-'aa yeni bölüm veriyorlar mı?'
+"niye vermesinler? sezonun ortasında"
-'yaa ben hep tekrar sanıyordum'

hani bazı kanallar yeni açılırken başka kanallardan alınmış dizi, program ve ya filmleri reklamsız neredeyse döndürüp dururlar ya (şu an tv2 de olduğu gibi). annem cnbc-e ile e2'i öyle sanıyor...

anlatsam da unutup gene aynı diyaloglar...
-'aman bu da tekrardır'
+"anne tekrarsa bile biz izlemedik ki bize tekrar olmaz ki"
-'ha izlemedin mi?'
+"yeni sezonunda nasıl izlemiş olayım"
sanki izletiyor da....

aslında izlememek için bahane 'tekrardır bu' demesi.


----------------

bir de mesela bir film izlerken ya da yeni bir dizi bölümü, yeni bir oyuncu.
hepsini birbirine benzetiyor ve benzettiği kişi olduğunu düşünüyor. galiba bir iki sene oldu bir film izliyorduk, ben almıştım filmi. başroldeki genç oyuncunun da bilinen ilk filmi. öncekinde rolü küçükmüş ve zaten izlemedik. ama annem ısrarla iddiayla o kız bilmem kim ben tanıdım. değil desem de ben hatırlamıyorum oluyor.
 ama değil! benziyor evet. sarışın, uzun boylu, bebek yüzlü. ama aynı kişi değil.
gerçeğin parçaları-winters bone filmindeki Jennifer Lawrence'ı illa Charlize Theron' yaptı. iddia ediyor ki ben hatırlamıyorum kız şeytanın avukatında varmış, uzuk doğulu yakışıklıyla (Keanu Reeves uzak doğulu oldu), sonra gene bir filmde daha oynamışlar hani kız kansermiş ama gizliyormuş ya!! sonbaharda aşk başkadır'ı kastediyor.
işte bu kız aynı kızmış.
diyorum ki
+"ama bu kız daha yirmi yaşında bu neredeyse ilk bilinen filmi."
-'e tamam işte demek ki önce bunda oynamış'
+"ama bu film yeni anne, kızın adı Jennifer Lawrence, o bahsettiğin Charlize Theron. benzerler ama o değil"

biliyorum ama ne yapayım?? değil ama. hala benim yanlış hatırladığımı düşünüyor. neyime gıcık olduysa o an benim bilemeceğime inanmış.

jenerikte kızın adını gösterdim de öyle, canı da sıkılıyor. e hem bana film meraklısı diyor hem bilemeyeceğimi iddia ediyor.

 (amy adams'ı da nicole kidman yapmıştı julie ve julia filmini izlerken)

----------------


ohoo fazla iddiaya da gelemiyor.
pierce brosnan olayı gibi :))

____





11.01.2013

sıcak su - ben yapayım - bir dejavuyu yaşar gibiyim

sabah kahvaltısı atraksiyonu.
sabah kahvaltı edeceğim, yiyeceğim şeyleri çıkarıyor, masaya koyup hazırlıyorum çay kaynarken.
hani annem benden önce kalkıp hazırlıyor ya ama tabi gene de bir şeylerle uğraşmak gerekiyor. çayı tazelemek, tost makinasını fişe takmak gibi.

annem aslında tostu da benim için pişirip masaya koymak istiyor ama malum daha önceki gönderilerden birinde de bahsettiğim gibi teknolojiden (bir şey uzatmayın elini saklar, geri geri çekilerek iyice bastıra bastıra itiraz eder!), elektrikli aletlerden ve özellikle bir elektrikli aletin fişini prize takmaktan ölesiye korkuyor.

iletişimsizlik her Türk ailesinde olduğu gibi bizde de mevcut olduğundan hayatımız yanlış anlamalar ve bunların sonucu münakaşalar üzerine kurulu. abarttım ya neyse. ama öylee...
benim için masayı kurmuş, koca bir bardağı tepeleme, silme ne denirse işte dudak paysız suyla doldurup masaya koymuş. iyi bir su içicisiyim de. bunu bilip dikkate aldığını gösterecek, bazen beni hiç takmıyorsun, zevklerime saygı göstermiyorsun dediğim için.
fakat şöyle bir şey var ki benim boğazım özellikle bu aylarda biraz fazla hassaslaşıyor. Mersin sıcak bir akdeniz şehri diye soğuk olmuyor sanmayın, aldanmayın. ah o rutubeti yok mu insanın kemiğini çürütür ki bu bölgelerde en çok görülen hastalık romatizma, kireçlenme gibi hastalıklardır.
e bu havalarda sürekli iç mekanda olacak halimiz yok, gerçi zaten hep klimayla ısıtılmış ortamlarda da boğazım bir tuhaf oluyor. konuşmaktan, bağırmaktan da iyice tahriş oluyor.
niye mi bağırıyorum? öğrencileree. yani hiç çalışmıyo değiliz hani ev kızı, kız gurusu dedik diye :)
bir dershanede iliğimi kemiğimi sömürtüyorum işte. öğretmenlerin derdi evet beni gerdi!

ha neyse işte boğazım hassas, bu havalarda direk musluktan su içemiyorum içersem de zaten buz gibi akıyor bademciklerim şişiveriyor. ama iltihaplanacak kadar çok değil sadece beni rahatsız edecek kadar. evet Mersin'de musluktan su içebiliyoruz.
yani bu durumda suyuma kaynayan çayın altından biraz kaynar su ekleyerek, ılıştırmam gerekiyor.
bu durum kasım sonu aralık başı gibi başlar, ocak şubat feci neredeyse sıcak su içebileceğim.
senelerdir böyle bu. ama annem tabi gene bunu unutuyor nedense. bilmiyorum belki görmedi ılıştırırken suyumu. bunca sene nasıl görmemiş olabilir ki. yoo gördü be. gördü her seferinde de bir çattı bana. ama bu durumu mu kabullenemiyor, unutuyor mu, ciddiye mi almıyor yoksa ona göre gene abartıyor muyum bilinmez...
bazen o an mutfakta olmuyor görmüyor. ama gördüğü zaman sahne şöyle.
ben onun benim için silme doldurduğu bir bardak suyu boşaltacak, o beni bu kadar düşünürken ben bunu anlamayan bir nankör ve hainim!
masaya koymuş ya hani bardağı, alıp kaynayan çayın oraya tezgaha götüreceğim ki çayımı doldururken ona da sıcak su ekleyebileyim.
elimi bardağa doğru uzatırken haykırarak;
-'ben yeni doldurdum onu nazlı!!'

ama sesinde nasıl bir hayal kırıklığı bir sitem var anlatamam. kör nazlı, ahmak, nankör nazlı! annenin koyduğu suyu anlayamıyorsun! herhalde anlıyorum! evde bir üçüncü kişi yok şu an benim için bir bardak su dolduracak, akşamdan bilmem nereye kaldırdığımız bardak ta kendiliğinden yerinden inip benim için su doldurup kendini masaya gidecek akla sahip değil şu an. öyle bir teknoloji icat edilmedi daha. e ben de mutfağa yeni girdiğime göre, elbet biliyorum annem koymuş.

daha ben cevap veremeden ekliyor;
-'temiz su o! yeni doldurdum!!'

ya sen de ne var bunda! bir şey yok. ama bu sahnenin her gün tekrarlanması işin garibi ve sinir bozucu olanı. yok eğer o anda mutfakta değilse, yani benim bardağı alıp, suyu biraz eksiltip kaynar su ekleyerek ılıştırma anımı göremememişse bu olmuyor ama. çoğu zaman görüyor ve hep aynı tepki. o aynı tepkiyi vermekten usanmıyor, bir öğrenemedi gitti kışlık boğaz hassasiyetimi; ben aynı şekilde açıklama yapmaktan bıktım, usandım.
 ha bazen hatırlıyor boğaz hassasiyetimi ama bu bahara, ya da temmuza-ağustosa, sıcaklık olmuş 40 derece, denk geliyor niyeyse, o zaman da soğuk su içme kavgası meydana geliyor. boğazım hassasmış ama ben dolaptan su içiyormuşum, hiç kendime bakmıyor muşum!! ama yaz aylarında olmuyor ki!!! hem de hiç olmuyor!! gel de bunu anlat! hep beni düşünüyormuş ama ben anlamıyor muşum, hiç kendime özen göstermiyor muşum!! boğazım şişecekmiş yataklara düşecekmişim...vs. yazın değil anne kışın boğazım hassas desen de o beni çekiştirmeye öyle odaklanmış oluyor ki duymuyor bile..

 bazen pes edip öyle içip gidiyorum, sonra günümü görüyorum. zaten sıcak yataktan çıkmışım, sıcak çay içeceğim ama buna karşılık soğukça bir su içersem hah al başına belayı. sabahları biraz daha hassas oluyor boğazım. bütün gün bir şişlik, bir gıcık.. sonra üstüste sıcak bir şeyler içmem gerekiyor, boğazımı iyice atkılarla dolayıp sıcak tutmam icap ediyor.

mesela bu son üç gündür hep aynı diyalog. bir dejavuyu yaşar gibiyim. hani öyle bir film vardı ya. Bill Murray ile Andie McDowell oynuyordu. adam her sabah aynı güne uyanıyordu!!

+"anne sıcak su ekleyeceğim"
-'yaaa' ( benden ilk defa duydu sanki!!)
..................

dün de aynı diyalog vardı.

elimi bardağa doğru uzatırken haykırarak;
-'ben yeni doldurdum onu nazlı!!' ya da -'temiz su o! yeni doldurdum!!'

+"anne sıcak su ekleyeceğim"
-'yaaa'

...................
bazen yani sabah sabah iyice uyanmış, açılmışsam daha bardağa uzanmadan şöyle diyerek belirtiyorum ki aynı diyalog yaşanmasın. ha hep böyle yap da nazlı aynı sahneden kurtul diyceniz. hıı tabi. o zaman da başka aynı sahnelerle karşı karşıyayım ki.
kendi kendime söylenir gibi;
+"suya da biraz sıcak su ekleyeyim de boğazım ağrımasın, sonra gıcık oluyor boğazımda"

ses yok. bir şey demiyor. bana ne, iyiii der gibi bakıyor öyle. sanki hiç böyle bir mevzu olmamış, sanki hiç böyle bir şey olmamış da ben kendi kendime söyleniyorum gibi davranıyor. ya da hatırlamıyor gerçekten böyle düşünüp hissediyor.
 hatta birkaç gün üstüste aynı şeyi mi yapmışım acaba, ses tonumu mu yanlış anladı, alınganlığı mı tutu canı kavga mı çekiyordu çemkirdi bana.

-'iyi ki söyledin hiç bilmiyoruz!'
ya da -'aman sen de!'
hastalık hastası mıymışım???!!!
--------------

arada bir annemin kavgası gelir. üst üste hiç kimseyle tesadüf işte kavga edecek bir şey olmamışsa, bir siniri tepesine çıkar. boşaltması deşarj olması gerekir. bu durumlarda ben ona göre sebebiyet vermiyorsam çevresindekilerden çıkar acısı. artık bir garsona mı denk gelir, bir muavine mi, apartman görevlimize mi, yolda sokakta gittiğimiz bir yerlerde saçma-yanlış bir hareket yaptığını düşündüğü yabancı birine mi denk gelir. ama illa çatacak bir yer bulur.
en yakındaki kişi de malum benim. hedef nazlı. kusurlu hareketim aranır!
diyelim ki o sabah öyle bir günü ve ben yukarıdaki gibi belitmişim. itiraz yapışır suratıma!;

-'iyi koy! yok sıcak su, koyma diyen mi var kızım?!!'
+"dökeceğimi sanma diye"
-'niye öyle bir şey sanayım?'

aaaa nazlı! hiç öyle sanır mı!!!!??? hayal görüyorum, bi tarafımdan uyduruyorum demek! şimdiye kadar hiç öyle sanmadı ki!

oysa daha önceki tepkileri suyu boşaltıp araya vereceğim kaygısından. sanki başkası doldurmuş olabilir ki hemen itiraz ediyor. sonra da unutup işte böyle diyor!!
,,,

bazen bu diyalog uzamaz, ben susarım. sabah sabah ne unutkanlığını ne ikilemlerini hatırlatacak mecalim yok. ama bazen de onun canı uzatmak ister kavgası gelmiştir çünkü.
benden ters cevap bekler ki tartışalım, belki böyle davrandığının da farkında değil, içinden öyle geliyor, bilinçaltından. aman kavga çıkarayım demiyor da kavgası gelmesi, bilinç altında yanlış anlamalara, alınganlığa falan dönüşüyor. hani olur ya öyle, tersinden kalkmak deriz falan.

ha benim ters cevap verecek halim yoksa ya biter, ama bitmediği de olur, takacak bir şeyler illa bulur.
hiç olmadı önceden sinirlendiği bir olayı, durumu hatırlayıp sinirlenir, bağırır çağırır, dırdır eder... sinirini oynatır... yatıştıramazsın da her şey batar. haklısın desen konu uzadıkça uzar, abartma kendi sinirini bozma desen haksız mıyım yani nazlı diye yeni itiraz edecek bir şey bulmuş olur, sabah sabah benim de asabımı bozuyor, tansiyonumu oynatıyorsun desen aman sen de abartma der!

her şekilde dinleyeceğim, katlanacağım demek bu. geçen de bir şey için benim de sinirimi bozduğunu söyledim. öyle ama. sırf o da değil günlük pozittif enerjimi de etkiliyor bu. ee evde sürekli huzursuz, kavga için yer arayan, çatacak yer arayan, hiç olmadı bilmem ne zamanki olayı hatırlayıp sinirlenen bir anne.

 sırf kendi kendine de sinirlenmiyor gelip bana anlatıyor hem de zaten bildiğim ve kim bilir kaçıncı kez yinelenen bir konu, olay ve. böyle rahatlıyormuş, beni şişiriyor ama!! o umrunda değil. söylesem de ben suçluyum. kırk yılda bir dertleşmek istemiş!! kırk dakikada bir desek şuna!! hadi saatte olsun ikram edeyim... beni böyle bazen şişiriyor, moralim falan kalmıyor sonra da ben asık suratlı karamsar oluyorum iyi mi?? gene ben suçluyum!!

dedim ki hep bana anlatıyorsun, bazen 20 yıllık olayı, hem de sakince değil ha, aynı sinir, yüksek ses, aynı tabirler.. beni şişiriyor. sırf aynı şeyi kaçıncı kez duymak değil yani niye ben de hatırlayıp sinirleneceğim, üzüleceğim ki...
ciddi sinirli yani yeni olmuş bir şey gibi, oradan konu dünyanın olumsuz şeylerine, insanların kötülüğü, erkeklerin kabalığı, kadınların birbirini tutmamasına, berbat evliliklere, kadına şiddete bile dayanıp iyice benim enerjimi düşürüyor.

 ee napacakmış böyle rahatlayabiliyormuş. tekrar tekrar konuşarak!! ama tansiyonu çıkıyor yahu!! olsunmuş!! e ben benim de sinirim bozuluyor, sonra suratsızsın diyor bana yaa!!
yani bana böyle davranacak, anlatacak ama ben ruhsuz, duygusuz biri gibi hahaha hihihi neşeli, güleryüzlü gezeceğim! neyim ben acaba? şebek mi?

ha öyle olsam da duygusuzlukla suçlanırım ya!! gerçekten!

bir gün bir şeylere sinirlenmiş gene bana boşaltıyor içini, üzülmesin diye hep ondan tarafım, haklısın, katılıyorum, ne biçim insanlar var, böyle davranmamalılar falan diyorum. bir süre sonra neşemizi bulalım diye müzik açıp, dershanede olan komik bir olayı anlatıyorum. kısa bi süre sonra diil ha.. saatler geçiyor, konu değişiyor falan ondan sonra. ben o neşelensin, siniri geçsin, unutsun, bir şeye gülsün diye uğraşıyorum o beni azarlıyor!
ne kadar ruhsuzmuşum!! şimdi şarkı dinleyip gülecek hali mi varmış?? hiç haline üzülmüyormuşum ki! tutmuş fıkra anlatıyormuşum! bu ne bencillikmiş!!

+"aman anne! ben sen neşelen diye uğraşıyorum! hep öyle demez misin? suratsız oturma sen bari diye."
-'şimdi neşelenecek halim mi var kızım??'
+"napsam suç, napsam sana yaranamıyorum. sussam suratsız, senden taraf değilim sanırsın, neşelendirmeye çalışsam bencil dersin"
-'üf sen de kavga edecek yer arıyorsun'

gel de sinirlenme şimdi! gel de üzülme! sanırsınız ben zamanlamayı bilmiyorum. hayır daha önceki tecrubelerden biliyorum o an napmam gerektiğini, yapmasam isteyeceği bir şeyi. ama yapınca görüyorsunuz işte.

mesela o başka bir yerde sinirlenmiş, ben de eve yeni dönmüşüm ve günüm iyi geçmiş, komik bir şeyler falan olmuş. böyle bir sahne düşünün. eve giriyorum cenabet bir hava evde. senin günün iyi geçti mi bari diyeceğine başlıyor anlatmaya. enerjimi düşürüyor ama bunu söylemeye hakkım yok. hadi söylemeyeyim. gene her halükarda ben suçluyum. niyeyse. bir yol bulacak beni suçlu gösterecek.
telefonda başka bir arkadaşıma günümü anlatıyorum. bir süre sonra azar yiyorum efem kendi böyle sinirli üzgünken, tansiyonu çıkmış hastayken ben kakara kikiri yapıyormuşum telefonda!
aynı kasvete büründüğümde de beni karamsar ve suratsız olmakla suçluyor. neşeli olsam o da kendi kendime bile gene bu kez de bencilim...

hala bu yaşa geldim yaranamadım, bilemiyorum napayım. bi öyle bi böyle sürüp gidiyor işte.
kendi bu ikilemini söylesem, sana napsam yaranamıyorum desem de fayda yok. ben beceremiyorumdur! sanki ben akıl okuyabiliyorum da!!

hani aniden bir konunun ortasından dalıverip anlatması gibi, anlamazsam kızması gibi. ben akıl okuyamam ki!!
ama beklendi adeta bu!! o an canı çikolata mı çekiyor fıkra mı, yoksa başka bir şey mi söylemeden ben bilmeliyim. tutturamazsan suçlusun!!


-------------------
bu hep böyleydi, ben çocukken de bana denk gelirdi bir şekilde. sonunda beni ağlatırdı. sinirimi bozduğu, haksız yere öfkelenip azarladığı için, ve ben bazen de yeterli cevap veremezdim, ya da söylediğim şey neyse ters mi anlardı neyse artık benim başımda patları sabah sabah. sesini iyice yükseltir azarlardı iyice. bakardım zahir cevabımı takmıyor, haksızlığa, azarlamasına bozulurdum ağlardım. ha ağlayınca da sinirlenirdi iyice. ağlayacak ne varmış şimdi. e beni eziyorsun! küçüğüm cevaplarım yeterli gelmiyor, bilemiyorum, eziliyorum. çoğu zamanda boş yere, bu kadar laf yenmeyecek bir sebeple yani. sanırsın büyük bir hata yapmışım. kavgası gelmiş annemin o da bana denk gelmiş. ağlayınca ben daha da yükselir sesi ne varmış ağlayacak? herşeye böyle pısırık gibi ağlarsam ohooo neler gelirmiş başıma...vb... devam eder azarı.

arada sırada ablama denk geliyordu ama o zeki, söz dinleyen, uslu kız ya daha nadiren. o zamanda ablam ya susar tamam anneciğim der ya siner bir köşeye çekilir. ağlamaklı kalır. ha eğer ben onu savunmaya kalkarsam tecrubeyle sabit ya sen ne anlarsın olur ya kabak benim başıma patlar, işte kusurlarımın yüzüme vurulabileceği an, fırsat geçmiştir eline!!
e ben de karışmaz oldum bu durumda. o beni savunmaktan çekinirken. gene de dayanamazdım savunurdum öyle demek istemedi falan, yumuşatmaya çalışırdım. ama bunlar nadir olan şeylerdi. ablam tuhaf aslında, hep benden daha ağlak, hassas ya da nasıl desem duygusal olmuştur. beklediği notu alamaz ağlar, okulda bir şey olur üzülür ağlar, hatta haberlerde üzücü bir şey görür hani biz de duygulanırız ama o ağlar. hem de sessiz ve içli. acırsın yani. hani şöyle yavru kedi etkisi yaratır insanda.

.....
sabah sabah durduk yere, bir incir çekirdeğini doldurmayacak sebepten azarlayıp ağlatır hem de ben suçluyum. misal; sabah acele okula, işe yetişilecek ya acele ediliyor kahvaltı. benim biraz yavaş ve kendimce hareket etmiş olmam bir sebep. ya da yumurtanın kabuğunu soyamamam. sıcak çünkü, daha nasır tutmamış ellerim yanıyor bence. ona göre beceriksizimdir mesela. elimden kapar bir sinir soyar, öyle bir koyar ki önüne al zıkkımlan beceriksiz der gibi, tadın kaçar, damarına denk gelir.
ancak akşama pişman, en sevdiğim tatlıyı falan yapmış beni öperken bulurdum.
ama hem ağlattı o bişey değil hadi hem aşağıladı beni. ha bunları epey sonra yetişme çağlarında anlar oldum da ona göre davrandım. hem tepki verdim hem kendimi savundum, korudum. ağlatmadım kendimi, ezdirmedim, pısırık, sulugöz dedirtmedim. işte istediği gibi ağlamayan, kendini ezdirmeyen bir kız oldum ama o zaman da kavgacı ve inatçı oldum gözünde!!

çoğu zaman kendimden bahsediyorum bir ablam yokmuş gibi. o duygularını hiç belli etmez, tepkilerini de. annemden korkusundan, sevgi ve acımasından ne benden taraf olur annemin tepkisini çekmeye cesareti olurdu ne bana kıyıp tam annemden taraf olabilirdi. karar vermesi seçim yapması her zaman zordu onun için. bir tek evlilik kararı alırken şaşırtıcı biçimde zor karar vermedi. o annesinin sözünden çıkmayan, kararsız, çekimser, politik (herkesle iyi geçinen, nabza göre şerbet veren anlamında yoksa bizde tüm o seksenler kuşağı gibi apolitik yetiştirikdik), fitneden, entrikadan hiç anlamayan kız gitti birden üniversitedeki bi hocasının asistanını kapaklayıverdi! :)) annemin daha erken demelerine rağmen kararından dönmedi. hani iyi de olmuş, şanslı gene. evlilikleri hala gayet iyi. eniştem barışçıl bir insan iyi arkadaşlar hem de...

-------------------

suyuma sıcak su kattığımı unutuyor da başka şeyleri değil.
sabah yumurtayı zor soydum. çok taze olunca zor soyulur ya, böyle elini atıyorsun minnacık kopuyor. soyuncaya kadar soğuyacak üstelik çin işkencesi gibi uzadıkça uzuyor kabuk soyma işlemi.
annemde baktı söyleniyorum ver ben soyayım diyor. elimin yandığını sanıyor. illa ver ben soyayım. yandığı için değil, soğumuş zaten. zor soyuluyor desem de. illa ver ben soyacağım. elim yandığı için acımaz da halime küçük kopup uzun süre alıyor diye elimden almaya çalışıyor yumurtayı gene. ben yaparım desem de inadı tuttu illa elimden alacak kendi soyacak. ha bunu da şöyle bir ifadeyle yapıyor; bir kabuğu soyamadı yumurtanın beceriksiz, ben daha iyi soyarım der gibi.
hatta dayanamayıp kendinin daha iyi yumurta kabuğu soyduğunu iddia etti. benim beceriksizliğim yani. kendininki de zor soyulmuş ama o kadar da değil.
illa aldı elimden kendi soymaya başladı. hayır o da soyamadı!

hani birisi bir şey yaparken sen içinden daha iyi yapacağını düşünürsün ya bu annemde hat safhada. elektrik süpürgesiyle yerleri alırken, beni inceler doğru düzgün yapıyormuyum diye. kusur arar. ha bir yeri es geçtim diyelim kavga sebebi. yapamıyorsun diye elimden almaya çalışır. oysaki maalesef kendi yapamıyor. çünkü yaş icabı gözleri benim kadar iyi göremiyor. ama gel de anlat. sen göremiyorsun bak şurayı unutmuşsun ver ben alayım desen de olmaz. kabul etmez. oraya o şeylerin sonradan döküldüğünü bile iddia etti!!

yumurta kabuğu soyma işlemine gıcığım diye kendi soyacakmış bundan sonra! 32 yaşındaki kızına. sonra beni de sabırsız ve beceriksiz yapacak tabi!! yermiyim.

anlamıyorum ki bazen eskiden büyüdün koca kız oldun derdi, bazen de çocuk yerine koyardı...
hala yapar bunu. sıcak bir yemek mi yenecek aman kızım ağzın yanar, üfle! ne bileyim bir şey zor mu kesiliyor tabakta , ver ben keseyim!
hani tamam desen bazen de yüzüne vurur.  bu yaştakinin etini kendi mi kesecekmişmiş.
hep ona beceremediğimdenmiş gibi de geliyor gibi davranıyor..


---------

dışarda yemek yiyoruz yanımızda birileri de var. önce çorba içeceğiz. annem kaşığı elime almadan atılıyor. aman kızı çok sıcakmış yanarmışım!! valla çocukken yanardım, artık pek işlemiyor.
 ama nasıl bir itiraz çocukla konuşur gibi. bir şey olmaz diye devam edeceğim hala atılıyor karşımdan!! yanacakmış ağzım!!
üfle üfle diyor ve üfleme işaretleri falan yapıyor. ilkokul çocuğuyla ilk defa dışarda sıcak yemek yiyor sanki. hem benim yaşımla, tohuma kaçmakla alay eder gibi konuşur, işine gelmedi mi yaşımdan dem vurur hem de ağzın yanacak yavrum!! hay allahım!
yanmaz anne.. hala üfle diye baskı yapıyor. yanmadı sonuçta ağzım falan. sıcacık bir çorba içimi ısıttı.

yalnızken yaşımdan, geçtiğinden dem vurur, hatta bi keresinde çok küçük basılı harfleri olan bir etiketi okuyamadım diye yaşlanmakla suçladı, bir doktora gitsemmiş kimbilir neler çıkarmış!!
o kadar küçük ki etiketin puntosu yazıyı sığdırmak için... okuyamamışım, gözüm bozulmaya başlamış işte!!
ben rejimdeyken iyice yedirmeye çalışan annem bazen de tutar bir saatten sonra bir şey yememek gerektiğinden dem vurur, mide hazmetmezmiş hele ki 30undan sonra metabolizma yavaşlıyor, insan yaşlanmaya başlıyormuş!!
 hah işte bazen de çocuk yerine koyacağı tutar. hem de yabancıların yanında. küçük olmadığım epey de belli yani ha!! :)) neyseki çok yaşlı, kart bir suratım, tipim yok şükür de.. e ama 12 yaşında sanmazlar 18 de, 22 de. hadi düşünsünler ki 27 olabilirim.. ee gene az değil. çorbasını annesine üfletecek yaş değil!

sonra tutmuş içine ekmek doğrayayım mı diyor o gün bana!! doğramak istesem kendim yapabilirim değil mi, kadı ki zaten kendim yapmalıyım!!

eskiden kendi doğrayıverirdi çorbalarımızın içine ekmeği. bize sormazdı bile. hiç sevmezdim. söylesen de dinlemezdi ki. öyle güzel olurmuş, severmiş, karar verildi! seveceksiniz!
 ben sonuncu parçaya doğru gelinceye kadar fazla sıvı çekerdi, lapa gibi olurdu diye sevmezdim, ama nafile. ben doğrarım derdim bazen, ellemesin diye. sonra da doğramazdım.

masadayız şimdi. eskiye dönelim. eski dediğim lise yılları falandır. gene küçük değilim yani.
soracağı tutmuş ki ben doğrarım demişim. ama doğramıyorum. yemeğimize dalmışız. ara ara hissediyorum bana dik bakışlarını. hem bana bakış atıyor hem tabağıma.
 e hani doğramadın ekmek!!?? beceriksiz, unutkan nazlısı ekmek doğramayı ya bilmiyor, ya unuttu ya da beceremiyor! mesela sevmiyor istemiyor olamaz!
uzun zaman bekledi, sabretti. ben insanları hele ki annemi ablamı kendimi tanırım, fark ederim. bir şey söyleyecek gibi duruyor ama söylemiyor bakışı, duruşu, tavrı, nefes alıp verişi vardır annelerin. sabrını zorluyor yani. bekliyor. seni sınava tabi tutuyor. bakalım kızım çorbasına ekmek doğramayı başarabilecek mi gibi.. hissediyorum, tam bakmasam da. hani odaklanmadığın yerleri de görür, fark edersin ya, flu olsa da. öyle işte.
öyle bakıp kontrol ediyor sadece, hafiften kendince gergince. ben de doğramak istemiyorum. lapa değil çorba içmek istiyorum. ekmeği ayrı yiyorum. hayıır olmazz!! kendi doğramaz bu arada ekmeğini banıp yer. ama çorbaya ekmek doğrayıp yemeyi çocuklar mutlaka sevmelidir!! kesin!
hem yemeğini yeyip hem beni sınava tabi tutabilir. ablam sevip sevmediğini bilmez, fark etmez, doğramış işte. ama ben neden doğramıyorum ki?? ahh ah nazlı sen kime çektin? unutkan, beceriksiz.. bir ekmek doğrayamadı çorbasına!!
baktı bende tık yok, artık işte unuttum mu sanıyor, bilmiyorum mu alıverdi bir parça ekmek, öyle de hızlı doğrayıverdi çorbaya. yahu yapma!! anne diyorum.
anlamıyor. ben doğrarım demişim yapmamışım!! bak sözüne de hiç güven olmaz bunun! sözünü tutmadı. sanki yemin etmişim!
+"yapmadım çünkü istemiyorum, sevmiyorum!!"
haa iyi canım o zaman dersin beklersiniz. yapacağını yaptı kendi dünyasına daldı. düşüncesinde nazlı kızı gene sınavdan çaktı!
madem öyle söyleniyorum lapa gibi oluyor diye. ne güzelmiş yumuşacıkmış işte.

+"ya ben dişsizmiyim? çorba zaten sıvı."
-'böyle güzel oluyor diye ben, seversiniz diye kızım'
+"ben sevmiyorum anne. her çorba içtiğimizde söyledim"

uzatmıyor, öyle yedirdi nasılsa. ama önemli değil böyle yenir lapa gibi. kruton mu doğrayalım! kim uğraşacak bir de ekmeği kızartmakla yahu?? öyle yiyeyim gitsin işte.

şimdilere dönelim. yabancı ya da misafirlerle dışarda yemekteyiz ya işte. ekmek doğrayayım mı diyor ya işte gene. bakakalıyorum niye.
+"sevmem ki ben"
eline de almış ekmek, bölmüş bile. hayır ekmek atacak olsam çorbama 32 yaşındayım ya yapabilirim!
sevmem dememe de bozuluyor.
-'eskiden severdin'
+"sevmezdim o zamanlar da, sen benden önce davranıp ekmek doğrardın"
-'yemeseydin o zaman, söyleseydin'

 (ilk defa duyuyor gibi bunları benden yaa)
+"kaç kere söyledim, kaç kere kavga ettik, nimet yenmez mi diye yedim"

..............

daha et yerken ben doğrayayım mı var!!! evde de olur bazen dışarda da. böyle diyor çünkü beceremediğimi, beceremeyeceğimi düşünüyor. bazı etler sert olu, bazı bıçaklar da çok keskin olmaz. ee zor kesersin eti. hayır nazlı beceremiyor!! sanki.

çok ahmakça görünmez mi, koskoca kız annesine doğratıyor eti, annesine böldüyor ekmeği çorbasına atsın diye. çok saçma değil mi.

ben olsam umrumda olmaz valla, kes dese de kesmem. 32 yaşına gelmiş çocuğum bunu da kendi yapamayacak mı? tut ki yapamıyor, hani durduk yere, el becerisi falan yok, ne bileyim kolaya konmayı seviyor, ya da birinden bir şey istemeyi, birine birşey yaptırmayı seviyor, vs. yapmam valla. suratına da kendin yap kaç yaşındasın sen 10 mu derim!!
o yaştakinin etini ben niye keseyim? çorbasına ekmeği niye ben doğrayayım. kendi düşünsün yapsın. o beni düşünsün derim, ben yaşlandım derim...

hani bazen bir kavanozun kapağını açamam, e annemin eli alışmış böyle şeylere ona açtırırım ya... ondan mı esinleniyor acaba...