27.01.2013

napacaz yakışıklıyı? - hata - korkular - sapıklardan nasıl korunur

David Boreanaz David Boreanaz


David Boreanaz    Geçenlerde dizimiz bitmiş ama hala tv izlerken, annem pek yapamaz ama o an zapping yapmaya başladı. Gene geleceğiz aynı konuya ama napayım ... Artık hangisiyse kanalın, cnbc-e mi e2 mi, onlardan birine geldik, o anda da bir talk show yayınlanıyor. Gene aynı şey oldu, annem hemen çevirmeye niyetlenerek (aslında izlemek istemiyor bence bahane arıyor yaa);

-'tekrardır bu!'
+"değil"
-'sen diyorsun tekrar diye hep!!!'

iyi ki bir kaç kez tekrara denk gelmiş, ya da iyi ki ben de o sıra o bölümü izlemişim de... hep mi tekrar olacak yaa?? diyelim hep tekrar her bölümünü izlemediğin bir programın izlemediğin o bölümünün tekrar olmasının ne önemi var aayyyy... (ne kadar çok bahsettim ben de bu durumdan ama napayım ikide bir başıma geliyor! bu defa etiketlere de ekledim)

+"hep demiyorum! hafta sonu tekrar!! Conan da haftanın dört günü yayında, cumaları tekrar"
-'ama çoğu zaman tekrar diyorsun'
+"sezon arası ya da onların bir bayram tatili falan olursa da tekrar bölümler yayınlanıyor"

'ee işte, demek ki hep tekrar' der gibi bakıyor annem... hep tekrar ve yeni değil tekrarsa izlemenin bir anlamı yok bir daha. kendi de izlemiş sanırsın... sonra kendi önüne dönüyor.

hemen çevirmeye niyetli, ama işte kimdiyse konuk o an çevirmesini istemedim.

+"ay çevirme yakışıklı varmış konuk!"
-'napacaz ki yakışıklıyı??'
+"bakarız, bakalım gerçekte nasıl biriymiş"
-'aman sanırsın tanışacaksın da seni beğenecek!!'

 (annem bu konuları sevmez, korkar. azz sonra bahsedeceğim)

+"tabi canım beni kim beğensin artık! hem napacaz ki yakışıklıyı? artık bizden geçmiiiş gitmiş.... yaşlandım ben ya 'bir gitsem doktora kim bilir nelerim çıkar!' (bir gün bana bunu kendi dedi) acaba diyorum anne gidip bir mezar yeri mi alsak? (bunu da bir gün kendi söyledi) benim yüzüm artık toprağa bakıyor da!"

-'allah korusun kızım!'

güya açık bıraktı, değiştirmedi kanalı, bu kez de konuşmaya başladı, önce altyazının saçma olduğu, sonra Conan'ın tipi, komik olmayışı kendince eleştirdi, sonra konuğu nereden tanıdığını sordu, filmi kendi de izlemiş mi, nasıl bir filmmiş, hatırlayamamış.... hem annemi dinliycem hem görüntüyü sesi takip edecem tv'deki hem de alt yazıyı okuyacağım.. yani anlayacağınız gene doğru dürüst izletmedi.
bilerek mi yapıyor yoksa farkında olmadan mı yapıyor bilemiyorum. ama ne zaman bu kanallarda alt yazılı bir şey izlesek fonda sürekli konuşuyor, bir şekilde bana da izletmemeyi başarıyor. ya da bir şey istiyor benden, meyvemi yemiş miyim diye soruyor, gözüyle etrafı kolaçan ediyor, kabukların olduğu tabak neredeymiş, belki yememişimdir diye... bir daha bir daha soruyor meyvemi yedim mi... ya bunu da daha önce anlatmışımdır işte... çocukken meyve yemek istenmez ya da unutulur ya o zamanlardan kalan vazgeçilmez bir alışkanlık. meyvemi yememi söylemek, sormak ve göz ucuyla etrafı kontrol ederek gerçeği aramak!!!


_______________
alarmlarını çaldıran, kendini gıcık eden kelime 'yakışıklı'. annem bu konuları konuşmayı sevmez; yakışıklı, çekici birinden bahsetmek, aşık olmak, cinsellik, hele sevişmek... evet eskiler böyle konulardan açık açık konuşmayı sevmezler ama zaten bende pornografik biçimde bahsedelim demiyorum. sonuçta ben de Türküm Amerikalı, Avrupalı falan değiliz. ama annem bu konuları üstü örtülü biçimde bile konuşmaktan hoşlanmaz. ama bak evlilik olur, evlenmek istemek olur, çocuğum olsun istemek olur; bu konular konuşulabilir. cinsellikten ancak şöyle bahsedilebilir çocuk yapmak adı altında...

yakışıklı kelimesine bile irite oluyor. eskiden de böyleydi ben yani ablam ve ben küçükken de. hadi o zaman korkuları, endişeleri hatta kuruntuları vardı. ee şimdi? ablam evli o bir yana. bana da arada sırada koca kız oldun, yaşın geldi, geçiyor gibi beylik lafları etmeyi bilirken...

gerçi bizim büyüdüğümüzü de kabul etmesi yıllarını aldı, 'küçüksün bir şey olmaz' diye diye... hani saçım başım kötüyken, kıyafetimin dizi çıkmışken vs dışarı çıkmam normalmiş diye iddia ederdi de... yani kimse beni eleştirmez ya da ben kendi kendime huzursuz olmamalıydım. küçüğüm ya bir önemi yok. şık olmak, güzel görünmek istemem gerekmez... ohoo daha bunu 9-10 yaşlarından tee lise yıllarına kadar işittim.. hatta süslenmemi de istemezdi... çok da süslensem bari... kendince endişeleri, korkuları vardı. mesela, tabi bunu o zamanlar söylemiyor yıllar sonra, büyüdüğümü kabullenememek değil sorun, süslenir ve çok dikkat çekersem başıma kötü birşey gelir korkusu. kötü bir şeyden ne kastedildiğini anladınız.
1. ona göre yani bunu net biçimde gereklilik olarak dile getirmese de saçımızı kısacık kestirme tutkusundan, süslenmemi istememe saplantısına kadar, dikkat çekmek , yani bir erkeğin. birisi bize kafayı takacak, başımıza bela olacak. ya da sapıklar takılacak peşimize.
2. ya da birisi bize aşık olacak ayıkla pirincin taşını.
3. biz birine aşık olacağız korkusu. aman aman, sonra 'hormonlarımıza emanet' hareket edip hatalar yapıp hayatımız mahvolacak korkusu..

bunlar her aklı başında ebeveynin korkuları olabilir. ama bunlar başımıza gelmesin diye oğlan çocuğu gibi, ya da bakımsız tipler olarak gezemeyiz, hem yanlış ve saçma hem zaten olabilecekler böyle engellenemez, dünyada biçim biçim sapık olduğunu düşünürsek.

ama tabi biz küçükken tv dizi ya da programlarından öğrenemezdik bu kadar çeşitli sapıklık olduğunu ki.

yani annem kendini korumak, kollamak adı altında sadece yalnızken, ya da değilken bile karanlık ve boş sokaklardan geçmememizi, tanımadıklarımızla konuşmamamızı, bir şey almamamızı vs öğretmekle, öğütlemekle kalmadı. tabi bir yaştaki çocuğa nasıl anlatırsın böyle şeyleri, anlayamaz ya da boşuna fazla korkar. başka şekilde öğütlenir; kötü insanlar diye. annemde öyle yaptı tabi. ama o endişe dolu yüz ifadesini unutmak mümkün mü... hem kendi tekrarlar hem bize tekrarlatır; 'ne yapmayacakmışız?' diyerek. ve bu durum çok tekrarlanır. hatta quiz bile yapılır! :)
herhalde annem bizi tek başına büyüttüğü içindi çift katmalı, etkenli, çift kişilik endişesi. iki ebeveynin paylaşacağı endişeleri tek başına yüklenmişti.
ama o endişeli ama garip şekilde tarif edilemez yüz ifadesi korkuturdu beni. ablam dediğim gibi saf ve şanslıydı neyseki. ha ben de şanssız sayılmam da onunkisi gibi bir saflık bende yok. imaları anlamaz, biri kendinden hoşlanıyor, bakıyor, laf sokuyor ya da atıyor anlamazdı.
nasıl desem ki bu bir tür kadınsı bir sezgi mi 6. his mi...
ablam kendi gibi saf ve iyi niyetli sanırdı dünyayı. ben bu işte bir gariplik var sezerdim..

yani işte annem bizi tembihlerkenki yüz ifadesi beni korkutmuştur. sanırsın bizi zombi dolu post apokaliptik bir dünyaya yolluyor okul diye... hani bir yaşta bunları anlatmak zor dedim ama 15 yaşında sapıklardan korunun aman kızım bile diyemezdi, hala 7 yaşındaymışız gibi tembihlerdi. oysa bir şekilde bir şeyler öğrenmiştik. ama annem bunu anlamazdı işte hala sapıklıktan, cinsellikten, aşktan bahsedemez, insanların başına gelen korkunç şeyleri anlatamazdı. bunun yerine hala kötü insanlar diye bahsederdi. hani ben 14-15ken ablam 17-18di birde. ben de yani anne sapıklar mı dersem, sinirlenirdi. ben nereden biliyormuşum bunları? ne bileyim ya kız arkadaşlar bahsetmiştir ya gazeteden, tv de birşeyler duymuşumdur.. anneme kalsa daha kimbilir kaç yaşına kadar bilmemeli aşk, cinsellik, kötü insanlar olarak sapıkları...


işte yani sırf tembihlemekle kalmaz, giyim kuşam ve süsümüze de karışarak bir şekilde bizim cinsiyetsiz, dikkat çekmeyen (kadın cinsi olarak) varlıklar olmamızı sağlayarak bir şekilde korumaya almak isterdi.

........................................................

böylece kimse yan gözle bakmayacak, sapıkların dikkat alanından kurtulmuş olacağız ve kimse de bize aşık olup başımıza bela olmaz. ona göre aşık olma yada birinin sana aşık olması bir tür belaydı. hani tabi asla senin beğenmeyeceğin, olmayacağı belli, ya da zaman olarak uygun olmayan durumlarda birinin hem de takıntılı şekilde sana saplantı duyması bela olabilir de..

artık bizim biraz büyüdüğümüzü düşündüğü zamanlar şehir efsanesi gibi ne acayip 3. sayfa haberleriyle başımızı şişirdi anlatamam. tabi böyle korkunç şeyler maalesef insanların başına geliyor. ama ne bileyim korkutmak, korku salmak falan çare mi.
sürekli konu gelir aynı yere saplanırdı, zavallı kızcağızların başına gelen korkunç şeyler bizim de kulağımıza küpe olmalıydı...
korkutmak, eve tıkmak, güzel görünerek dikkat çekmemizi istememek, engellemeye çalışmak,  insanlardan uzak tutmak yerine mesela temkinli olmayı, insanları daha iyi tanımayı, bazı söz ve ya davranışların ardında yatabilecek kötü şeyleri anlatsa, ve daha çok tembihleseydi ya. korkmazdım ya ben, kendimi kollamayı da dikkatli olmayı da bilirdim şükür. ama şaşkın biri olsa ciddi ödleğin teki olur çıkardı bu tembihler ve korku hikayelerinden sonra.

ah o okul gezilerine, arkadaş doğum günlerine gidebilmek için ne diller dökmek, ne numaralar çevirmek zorunda kaldım.  ablam mı sayemde genelde. bir şekilde gezilere gözetmen falan olarak katılırdı, doğum günlerine mümkünse gelir ya da kapıya kadar bırakarak, sonra da dışarıda beklerdi. mesela genç kızlar kız arkadaşlarıyla bir çarşı gezmek istemez mi.

[(ya siz ne diyorsunuz. burada mersin üniversitesine gideceğim tamam mı, zaten kayıt işlemlerine beraber gittik çiftlikköy kampüsüne. ama okulun ilk günü de annem ne dese beğenirsiniz benimle gelip bahçede beklesemiymiş! ilk okuldayken bile istememiştim ama gitmemişti sırada yanıma oturmuştu. git diyorum gitmiyordu. korkarmışım. bir gün korkarım diye korktuğunu ama benim gururumdan belli etmediğimi düşündüğünü söylemişti. ilk okulda bile korkmadım tee ki üniversite!! hıı gel derste yanımda oturup elimi tut diye çıkışmıştım.. ama küçükmüşüm ki acaba dönmeyi bilecek miymişim?
hiç mi ayrılmadınız siz yaa? diyeceksiniz. hep mümkün olan en yakın okul ve dershanelere gittik de. yok artık! üniversitede de... iyi dedi gelmedi tabi ama illa da sordu dolmuştan nerede ineceğimi biliyor muymuşum? yok artık!! annem şimdi kafasında uyduruyor, kuruyor bir korku hikayesi. nazlı üniversitenin ilk günü eve dönemeyecek, sülalesinin bile doğup büyüdüğü kendi şehrinde kaybolacak, sapıkların eline düşecek aahhh vaaah.. diyelim cidden kayboldum birine soramaz mıyım, telefon edemez miyim, tekrar dolmuşa binemez miyim... yok illa hikayenin sonu ölüm falan... of hele ilk-orta-lise yılları eve on dakika geç gel. o on dakika kabus senaryolarını çoktan kurmuş kafasında ve jandarmayı aramak üzere... okul da yakın haa.. of ablamı üniversiteye başka şehre yollamak da ayrı meseleydi. bir de ben küçüğüm ya oysa daha açıkgöz olan benim ama aynı anda bize birşey anlatır tembihlerken benim için daha çok korkardı, endişelenirdi. tıfıldım biraz da...)]

zorla izin alırdım ben kızlarla bir yere gidecekken, aslında ona göre evden çıkmayıp, hiç süslenmeyip sırf ders çalışsam en iyisiydi. bazen de ben gitmeyeyim arkadaşın evine onlar bize gelsin diye düşünürdü. hep evdeyiz yani. ev kazalarını düşünmüyor tabi. sapıklarla karşılaşmak banyoda düşüp kafayı kırmaktan daha olası.

-'üf iyi, tamam ama yarım saat'
+"yarım saat mi? anne buradan çarşıya gitmek yarım saat"
 (yavrum o zamanlar forum mu vardı? sahil mi vardı? kafe mi vardı bu kadar çok? sahil kayalarla doluydu ve anneme göre alkoliklerin mekanıydı gidilmemeliydi hem zaten deniz de neydi ki?)

-'siz de o zaman bahçede oynayın!' (annem hala oyun çağında sanıyor bizi)
+"16 yaşında evcilik mi oynayacağız?"
-'ya ne? napacaksınız ki çarşıda?'

........................

ya tabi sadece sapıklardan korumak için uğraşmazdı canım. karşıdan karşıya geçerken sağına soluna iyi bak diye tee üniversitedeyken bile hatırlatırdı... para konusunda da mümkün olduğunca dolandırılmayalım, kazıklanmayalım diye bir şeyler anlatırdı. ama sonuçta milyon dolarlarla oynamadığımız için hayatımızın sonu değildi dolandırılmak  ya da kazıklanmak. nedense trafik canavarından bile daha az korkardı sapıklar varken..

bir kız varmış oğlanın teki aşık olmuş, kafayı takmış, kız yüz vermeyince başına bela olmuş, kız okulu bırakmak zorunda kalmış, ailesi birbirine girmiş, kızın başına bir şey geldi sanmışlar, taşınmak zorunda kalmışlar, savcılığa vermişler. başka bir örnekte, oğlan kız karşılık vermeyince kızı vurup öldürmüş, yok kaçırıp ırzına geçmiş, hamile bırakmış, kızın hayatı kaymış... sürekli böyle kötü sonlanan örnekler duyduk. sonunda da aman dikkat edin.

tamam kötü de bunlar bunun için çözüm bakımsız ve asosyal olmak mı. her şeyden korkmak mı. bu kadar korkularla korkak büyüyen biri ne kadar sağlıklı bir yetişkin olabilir ve bu kişi nasıl çocuk yetiştirsin.. hatta önce yapsın?
 ama işte korku ve endişelerinden bunlar aklına gelemiyordu.


Some Days Everything Goes Wrong-----------------------
aman bir hata yapmayın!;

sapıklar ve saplantılı bela aşıklar bir yana başka korkuları da vardı. mesela bizim aşık olmamız..
böyle bir lafı vardı 'hormonlara emanet yaşamak'. bundan kastı hormonların verdiği dürtülere kapılıp erken yaşta cinsellik yaşayıp hamile kalmak. kısaca mahvolmak.

bu başlık altında da ne hikayeler dinledik şehir efsanesi gibi 3. sayfalardan.
aşık olup sevişen gençler her hikayenin sonunda ya ölürdü ya da artık geri dönülmesi imkansız durumlara düşerlerdi.... şevişen yeni yetmeler öldü. ya da aileleri birbirini öldürdü öksüz kaldılar. adı kötüye çıktı kızın.  kız hamile kaldı ya evlenmek zorunda kaldılar okullar bırakıldı, oğlan çırak kız kaynana yanında bebek bakıcısı oldu ya da oğlan kızı terk etti kız bir başına bebek doğurdu çöpe attı, ya da ailesi öğrendi kızı dışladı reddetti, kız sokaklar düştü... mahvoldu!!

bilmem kimin bir kızı varmış lisede aşık olmuş, çocukla beraber olunca hamile kalmış, sonunda evlenmişler ama işte ikisi de okulu bırakmış hayatları mahvolmuş! yani bak anlık bir hata yapmışlar hayatları bitmiş!!

iyi değil tabi ama artık mutlu olma haklarını, ya da yeni baştan başlama, hayatlarını tekrar yoluna koyma, yeniden çekidüzen verme vs haklarını tamamen kaybetmişler gibi konuşurdu. benzer bir hikayeden konu açılır artık bitti hayatları derdi... yaşıyorlar ama.. belki başka şekilde mutlu olurlar... neden illa sıralama bozuldu diye sonsuz mutsuzluğa mahkumlar ki? neden hemen mutlu olma hakları bitti de artık bir sonraki nesle terk edildi...

ta tabi bende bunları onaylayacak değilim ama aşık olmak bu kadar korkunç bir şey olur muydu. başka sevişilmeyen ve hamile de kalınmayan hikayeler de vardı. sonunda çocukcağızlar ya aşklarına karşılık alamamaktan zaafiyet geçirip hastalanıyorlardı, ya da aşk düşüncesinden ders çalışamıyor, üniversiteyi kazanamıyor ve aileleri yıllarca dershaneye gönderemediği için de üniversite okuyamıyorlardı. iyi iş bulamıyor ve parasız kalıyor, kısaca hayatları mahvoluyordu. zaten evlenseler bile mutlu olacaklarına garanti yoktu... kısaca aşk zaten mutsuzluktu. en iyisi hiç aşık olmamak ve ders çalışmaktı.
Cute shirts:)



evet kendisi aşkta ve evlilikte sonsuz mutlu olmamış uzun süre ama zaten sonsuz mutluluk yok ki, mutlu anlar ve durumlar var, sadece başarı, kariyer, para falan da tüm hayatına her zaman, sonsuz mutluluk getirecek diye bir şey yok ki.
tabi ki evliliğin temelinde iyi anlaşma ve sevgi olmalıymış ama aşk yaramazmış (kendi aşık olup evlenince ve iş yürümeyince..). aşık olmak yerine anlaşmak olurmuş. zaten öyle cinsellikten falan bahsedilmez onun adı çocuğum olsun istiyorum eylemi :)
zaten daha başka zevkler varmış hayatta. çocuklarının başarısı, mutluluğu... çikolata ve ya pasta yemek... çeşitli hobiler... çiçekler...


eskiden daha fazlaydı bu korku, kötü sonlu hikayeler, umutsuzluk endişelerden dolayı.

zamanla az biraz azaldı kuruntularu, büyüyünce biz ve baktı ki bir şey olmuyor, akıllılar falan..

ama bitti değil. hala 3. sayfa haberleri gibi mutsuz sonlu, aşkla başlayıp mahvolmayla biten hikayeler devam etmiyor değil... azalmakla beraber...

..................


bir de tabi iş işten geçmiş ya da bizden geçmiş gibi konuşmaları var. şaşıyor ve kızıyorum;
+"sanırsın kızın değil kız kardeşinim!" diyorum...
ya da baktı evlenemiyorum aşkı kötülemeye başlıyor. zaten bu devirde kalmışmıymış falan... hadi aşktan kestin umudu, benden niye kesiyorsun...
hem bazen umudunu kesmiş gibi konuşuyor bazen de her tanıdığım karşı cinsten medet umuyor. hele birinden iki kere bahsedeyim...
ama bazen de aşık olurum hastalanırım ya da 'hata' yaparım diye endişelenip nutuklara da başlıyor. hata yapmak burada nikah olmadan sevişmek.... keşke o kadar kapılsam, aklımı mantığımın çoğunu kaybetsem de...

hem bilmişlik tasladığımı düşündüğünde 'sen gençsin ne gördün ki bileceksin' der hem de işte tee yazının başında dediğim gibi yaşlı muamelesi yapar. bir doktora gitsemmiş kimbilir nelerim çıkarmış!!
bir gün de aldığımız bir ürünün üzerindeki etikette yazan minicik yazıları okuyamadım diye artık iyi göremediğimi iddia etti... loş ışıkta karınca duası gibi yazıyı nasıl okuyayım ben! artık gözüm de iyi görmüyormuş farkında mıymışım? bir doktora gideyimmiş. "sen gitmiyorsun! ben de gitmeyeceğim"

... ay çok uzun yazdım geneee :))








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder