konumuz elektrikli süpürge ve ya vileda...
nasıl başlasam ki konuya öyle boş baktım ekrana.
hayal edin bi ben elektrikli süpürgeyle yerleri temizliyorum işte... anneme göre öyle pek de iyi değilim, çok yavaşım! iddiası benim bir saat süren bu etkinliğimi kendisinin 15 dakikada daha iyisini yapacağı.
ben yani biz öğrenciyken ders çalışalım diye pek karıştırtmazdı, anca şu büyük temizliklerde, ya da yazın boş vaktimizde.
tabi öğrencilik bitti bir süre sonra. annemin de yaşı ilerledi. ufak tefek arızalar vermeye başladı. ben de duruma el attım. çoktan.
zaten atmasam olmazdı, kızım sana söylüyorum gelinim sen duydan nasibimi alırdım, o da ayrı.
fakat mesele burada bitmedi, başladı tam tersi.
hani erkekler emekli olunca birden evde fazla vakit geçirmekten ev dedektifine dönerler (enişte bey gibi),
ya, işte annem de emekli erkeklere benzedi.
aman duymasın onlardan gıcık kapar.
teyzemin eşi öyle. önce çalışıp, ev geçindirmekten, çocuk büyütmekten kendilerine pek zaman ayırmadıkları için hobi edinememişler. evde fazla zaman geçirmeye ne kendi alışıktı ne teyzem onun sürekli evde olmasına.
teyzem tabi kendine göre yöntemler ve rutinler geliştirmiş yıllar boyunca. ama şimdi evde ne işe ne okula giden sürekli dibinde biri varken bu rutinleri, düzeni bozuldu.
haliyle hem evde hem beraber bu kadar çok zaman geçirmeye başlayınca bazı sorunlar patlak verdi.
eniştemin kendini ' fahri eleştirmen' sanmasından ötürü.
bütün gün evde ya, teyzemin her yaptığına kulp takar, beğenmez ve doğrusunun nasıl yapılacağı hakkında bol bol fikir beyanında bulunur oldu. halbuki kendisi bir başına fiilen ne tam bir ev temizliği yapmışlığı var ne de dolma sarmışlığı yani yemek yapmışlığı. ama olsun fikir yürütmek bedava.
ben de kaç kez şahit oldum bilmem, mutlaka takacak bir kulp bulur. yıllardır sadece mideye indirmeyi bildiği yemeklerin nasıl pişirilmesi gerektiğini herkesten daha iyi bildiğini savunur oldu.
bununla da kalmadı tabi teyzemin ev temizliğine de taktı.
yani bu yıllardır süregelen birşeydi, yeni değil. ta ki teyzem eniştemi bir kursa yollamayı başarıncaya kadar.
baktı ki olacağı yok, her işe onun deyimiyle maydanoz, başka bir yol buldu.
'sen gençliğinde saz çalmaya pek meraklıydın ama artık çalamazsın herhalde' diye diye gazı verdi! :))
özellikle çalamazsın artık çok dokunmuş, iddiaya girmişler :))
o gün bu gündür sazdan, uda hatta bağlamadan, klasik gitara kadar ne bileyim sazlı çalgılarla haşır neşir.
tabi teyzem onu evden dışarı çıkarmayı kafaya koyduğu için evdeyken de bu müzik aletlerini çalacağı ve kafasının bir yerden sonra şişebileceğini hesaba katmamış :) o da ayrı mesele.
işte annem de eniştem gibi bir tür fahri eleştirmen.
zaten ben yemek yapmaya kalktığımda nasıl müfettiş gibi tepeme dikildiğini anlatmışlığım vardır. temizliği de. ama mutlaka atladığım noktalar olacaktır.
ay unutmadan huzurlarınızda bugün yaptığım temizlik aktivitesi sırasında eleştirilerini esirgemeyerek bu yazı için bana ilham veren anneme teşekkürlerimi sunarım :))
işte sadece yemek yapmaya çalıştığımda (ben de şef aşcı olmadığımın farkındayım herhalde) değil temizlik sırasında da eleştirir durur.
diyelim ki makinanın kablosu yetmedi ve kapatıp fişi başka prize takacaksın. bu normal bir durum. kablolar sonsuz uzunlukta olamaz. ama sesin kesildiğini duyan annem beklediği yan odadan seğirterek bitirdiğimi zannedip, etrafı gözüyle kolaçan edip yaftayı yapıştırır.
-'şurayı unutmuşsun!!!'
+"daha oraya gelemedim ki! kablo yetmedi"
bu klasik bir diyalogdur bizim evde. çünkü hemen hemen her seferinde aynı şeyler olur.
-'bu kadar zaman oldu daha bitmedi mi?'
oysa ki sadece 10 dakika falan olmuştur.
bu arada herkül olmadığım için her eşyayı kaldırıp altını alma işlemini daha aralıklı olarak bir yardımcının geldiği zaman aktarırız. belimizi kıracak değiliz.
işte kolay çekilebilen, kaldırılabilen bir takım eşyaların altını elektrik süpürgesiyle alabiliriz.
neyse.
sonuçta ben ne herkülüm ne hızlı gonzales ama benim bir odayı elektrik süpürgesiyle vakumlamak için harcadığım bir kaç dakika anneme iki katını en az hissettiriyor olacak ki, her makina sustuğunda bitirdiğimi umuyor.
bitmediğini duyunca hem şaşırıyor hem sinirleniyor. bu kadar zaman olmuş daha bitmemiş mi? ona göre saatler geçti!!
iddiası kendinin 10 dakikada benden iyi temizleyeceği yerleri.
o kadar iddialı ki, süpürgeyi çoğu zaman elimden almak için kavgaya tutuşur. illa ben yapacağım sen yapamıyorsun! ben yorulmasın beli ağrımasın diye temizliğin çoğunu üstlenirken o beni ağır ve beceriksiz buluyor çoğu zaman.
sanırsın ben bayıldığımdan ev süpürüyorum! çok mutlu oluyorum, accayip keyifli ve tatminkar bir şey ya!!
kabloyu başka prize takıp, devam ediyorum. hani o sessizlik olunca kalktı kapıya dikildi ya. artık ayrılmaz ordan. temizlenmiş bölgede bekleyerek bir kaplumbağa kadar yavaş temizlik yapabilen kızının hatalarını arar.
o gürültüde bana direktif vermeye çalışır.
şurayı unuttun! burayı almamışsın!
gözü çok iyi gördüğünden değil maalesef. gözü bozuk ama gözlük burnunu acıttığı ve sıkıldığı için takılmaz çoğu zaman.
ne bileyim temizlik yapmanın bir kriteri değil de yapan kişinin geliştirdiği yöntemlere göre bir biçimi vardır bence.
ama anneme göre kendi yaptığı bir kriter herhalde. bazen illa elimden almaya çalışır, benim yapamadığımı iddia eder.
altı üstü vakumlu bir aletle yerde biriken bir takım şeyleri makinanın içine alma eylemi değil mi bu? bunda yapamayacak ya da yanlış yapacak ne var?
...
annemin gizemli bir bel ağrısı var, ben de yorulsun istemem. hem ağrısı tutunca koskoca kadın bir çocuğa dönüşür. korkarım. hem nazlanır, hem huysuzlanır. ilaçlar fayda etmez sürekli söylenir, ağzının tadı kaçar birşey beğenmez, tv deki programlara kusur bulur söylenir. sürekli fonda annemin söylenme sesleri.
bilinçaltımı açıp baksalar falan sırf bunlar çıkacak :) hani filmlerde olur ya.. kişinin bilinçaltına, hafızasına falan girerler bir takım görüntüler bulurlar ya. işte bende böyle bir sürü görüntünün fonunda annemin dırdırları ses efekti olarak karşılarına çıkar.
----------------------
sırf hasta olduğunda ve kötü bir takım durumlarda değil. her zaman ve her seferinde değilse de bir tür deşarj olayı mıdır nedir onun için bazen çok güzel anları da dırdırlarıyla batırma başarısına sahiptir. huzursuzluk radarı gibi, anın tadını kaçırmayı falan umursamaz. taktı mı takar....
senin mutlu olduğun böyle anların fonunda annenin beğenmemeleri, dırdırları bulunur. o hoşuna giden an annenin dırdırıyla zehir olurken o zehrini akıtıp bitirince rahatlar, ama senin suratın asılmış, iştahın kaçmıştır. kaçırmıştır, havanı bozmuştur. ama ruhu duyacağı yerde seni suratsız olmakla suçlar. anlatsan da inanmaz. saçmalıyorsundur..
esas anın tadını kaçıran senin suratsız ve huzursuz halindir ona göre. sen sebep oldun böyle böyle de. yoo hayır saçma bir söylem bu. altı üstü birine haddini bildirmiş ki ne var bunda? aslında o kavga çıkarır.
bir keresinde birine had bildirmeye çalışırken büyük bir tartışma çıktı, işe işletme sahipleri de karıştı, apar topar bizi yerimizden kaldırdı, o gün yemek yemek yerine dırdır dinledik. valla öyle bir daldı hararetli tartışmaya devamında yol boyunca ve evde tekrar tekrar konu her ayrıntısıyla incelendi, o kadar uzun sürdü ki, akşam oldu. annem hala aynı mevzuda söyleniyor. hem pazar günümüz zehir oldu hem akşama kadar ablam ben aç kaldık. güya balık yiyecektik. annem maaşını yeni almıştı, ziyafet vardı. hararetten unuttu gitti, eve dönüp tartışmaya devam etti. sonra iştahı kaçmış, siz ekmek peynir yiyin ben yemeyeceğim oldu. yumurta kırıp yediydik.
tamam tamamen haksız değildi ama oraya güzel vakit geçirmek için gitmiştik, ve kimsenin baltalamasına müsade etmemeliydik.
teyzem, eniştem, ben, annem, ve ablam güzel ve güzel manzaralı bir yere yemeğe gittik bir gün. tamam garson çocuk biraz densizdi, hafızası da pek iyi değildi. ama bu kadar kafaya takmaya ve uzatmaya gerek var mıydı.
gene olaya kendini fena kaptırdı, öğretmenliği tuttu, kazık kadar genci adam etmeye karar verdi. bir yandan garsonu azalayıp hizaya getirmeye çalıştı, bir yandan da sürekli söylendi. ne eğitimsizlik kaldı ne şimdiki zamanların gençliği... şahane bir manzara eşliğinde annemin söylenmeleri.
ama sakın bu esnada 'tamam canım, bırak artık keyfimize bakalım' gibi şeyler söylemeyin! garsona yönelttiği eleştiri okları size döner ve anında baş düşman ilan edilirsiniz. hatta öyle bir görünür ki dışarıdan anneniz garsonu azarlayarak bir tartışmaya girmemiş de siz büyük bir kabahat işlemişsiniz, sizin yüzünüzden birşey olmuş ve anneniz sizi terbiye ediyor gibi.
yani demek öyle görünmüş ki yan masadan müdehale eden çıkmıştı, demek onların bile huzurunu kaçırıyor. adamcağız annem beni azarlıyor sanmış halbuki garsona kızmış ama bana anlatıyor derdini, ben de tamam boşver demişim, hayııır boş veremezmiş!! neyse adam beni azarlıyor sanmış acımış bana. çocuğu çok azarlamayın, uslu uslu oturuyor diye beni savunduydu...
o da ayrı mesele oldu. hah yaşasın laf anlatacağım biri daha diye mi gördü nedir. konu gene başa döndü, bu defa da olayı adama anlatarak kendini savunmaya başladı. yani kimsenin bir şey yapmayacağı ya da yapamayacağı bir konuda laf mücadelesi.. iş işten geçmiş garson genç kazık kadar olmuş, zamanın gençleri çoktan man kafa olan olmuş olmayan ne olduysa olmuş. 17 milyon genci aynı anda düzeltemezsin ki...
ama annem yol yordam anlatmaya başlar, eğitimci ya, damarı tuttu. dünyayı eğitip hizaya getirecek, ayaklanma çıkaracak o an. ayaklanma sebebi; gençler neden densiz!!
neyse o anda annem iyice alevlenmiş, bir yandan bizim sanırsın hiç bilmediğimiz olayı bize tekrar tekrar anlatıp, uzatırken meseleyi; eskaza artık yediğiniz anlamak, çalan müziği duymak istemek, güzel manzarayı sessizce tıkınırken izlemek istemekteyseniz ha!!!! bu ne bencillik!!
mesela o an hepimiz galeyana gelip kavga çıkarıp, masaları devirip, yumruk yumruğa, saçsaça başbaşa kavga edip, karakolluk ya da hastanelik olup, belki de burnumuz falan kırılacak, eniştem kalbine yenik düşüp kriz geçirecek vs vb bir an!! ne demek zevk almak!! annemin deşarj olası tutmuş aslında artık hakkınız yok mutlu olup o anın tadını almaya!!
o an ki yüz ifadesini görseniz, bir hainmişsiniz gibi. hemen dırdıra başlyacak. karıkoca arasında olan kavgalara benziyor. eski defterlerden konu açılıp hepsi birbir önüne serilerek, 'zaten hep ...... olduğunu' falan yüzüne vurmak için bir fırsat gibi. ..... noktalı yere ne koyarsanız. hain, kötü, güvensiz, kavgacı... gibi sıfatlar.
eğer biri tutup da artık annemi susturmak istesin, yemeğin soğuyor desin, ya da amaan boş ver bu gençlik hep böyle hangi birine ne öğretecen, desin. ne bileyim buna benzer onaylayıcı ama susmasını da bekleyen bir üslupta. aha da suçlu bulundu. 'siz ve sizler gibiler yüzünden böyle bu gençler. ona buna aldırma, hoşgör iyice azıtıyorlar' der. kendi rahatlayıp susmaya karar verinceye kadar böyle.
sonra işte başka bir örnekte de verdiğim gibi, kendi karar verir konuyu değişmeye artık deşarj olmuştur nasıl olsa, ama sizin tadınız kaçmıştır ve bu yüzden de siz suçlusunuzdur.
o gün bu görev bana düşmüş anlaşılan. "tamam canım, bırak artık naparsa yapsın denyo keyfimize bakalım".
gibi birşey mi demişim!!! aha! hedef okları bana!
kendini hiç haklı bulmayan hain!! öyle bir kin ve isyanla, ciddi bir düşmanlık ve hayal kırıklığıyla size dönüp kendini zaten hiç haklı bulmadığınızı söyler. eski defterleri karıştırmaya başlar. cidden karıkoca kavgası gibi birşey..
'ne yani haksız mıyım?!'dan başlayarak tekrar konunun en başına döner. susturmak zehrini akıtmadan mümkün değildir. siz sırf konu kapansın da anın tadını çıkaralım istersiniz aslında sadece ama ona göre siz onu hiç bir zaman haklı bulmayan ve hatta hem kendi hem bizim haklarımızı savunuyorken o onu engellemeye çalışan, iyilikten anlamayan biri olursunuz.
birden baş düşman garson genç hedeften düşer siz geçersiniz düşman tahtına ve aslında düzeltilmesi gereken de sizmişsiniz gibi olur.
hani güzel bir anın tadını çıkarmak için bir süre algılarınızı kapamalı, kimseyi takmamalısınızdır ya. anın tadını çıkarmak için belki bencil olmak gerekir. filmlerde de olur. 'bu anın tadını kimse bozamayacak' derler. herşeyi boşverir, hoşgörürler. işte ben öyle demek isterim. eğer o an mutlu hissetmişsem biraz amaan etraf gürültülü mü olmuş, garson mu densiz, boşveeeer... yani en azında o günün hafızamda güzel manzara ve yemek olarak kalmasını, etraftaki şaşkolozları ya da garsoncağızı hatırlamak istemem.
ama ne mümküüün!!
annemin o anın tadını çıkartması da bu olsa gerek, kavga edecek bir bahane bulup deşarj olmak.
demekki bir süredir başka biri ya da bir şey bulamamış çatacak...
garson start düğmesine basmış farkında olmadan.
konuşmaktan balığı buz gibi oldu bu kez konu bu oldu. bize zehir olmasının falan gözünde bir önemi yok çünkü cidden farkında değil. o an sadece kendi dünyasına kapanmış durumda.
neşelenmeye, neşelendirmeye, yemeğimizden tat almaya ve ya konuyu değiştirmeye de hak sahibi değiliz ha. o zaman da duyarsız ve bencil kimseler olmakla suçlanırız. kendini hiiç düşünmüyor haklı olduğunu söylemiyor ve onun hakkını göz etmiyormuş oluruz.
o günün nasıl bittiğini merak ediyorsanız; konuyu değiştirmek için uğraştık ama bize kızdı. kalkalıp başka mekana gidelim dedik, e zaten biraz yemişiz iki kere mi hesap ödeyecekmişiz oldu. biz neşelendirmeye ve konu değiştirmeye çalışırken kötü olduk. ama kendi rahatladıktan sonra bizim enerjimiz düşmüştü. neye yaradı. bu seferde gene biz suçlu olduk. artık hava kararmış bir yerden bir TSM şarkısı duyulmaya başlanmış ve annem şarkıya katılarak rahatladığını belli etmişti. birazda (şimdi içki adı vermeyeyim belki mozaikleniriz ^^) aslan sütünün verdiği etkiyle.
ha bir de bizim de eşlik etmemizi buyuruyor, hiç içten olmuyor zorlamayla. aha o zaman da 'aman kızım sende amma suratsızsın!' ve uyumsuzmuşum.
annem huzurumu kaçırdı halbuki. ama ona göre tamamen haklı bir savunma. ama bu kadar uzun sürmemeliydi ki. sonra da ben eller havaya şarkıya katılıp onları neşelendirmediğim için uyumsuz ve suratsızım!!
aslında insanların bazı durumlarda kendini rahatlamış, suçsuz falan hisstemesi için hep başkalarını suçlamak bir yöntem. bencilce bir yöntem. ama zorla olmaz bu bir ruh hali.
____________
hasta olunca;
sürekli bir sinir ve şikayet halinde, ağrısı geçinceye kadar. eğer beklediğinden daha uzun sürmüş ve hareket edememiş, dışarı gezmeye çıkamamışsa sürekli dört duvar arasında olmaktan sıkıntı basıp 'ölsem de kurtulsam'lara başlar.
ee ne var doktora gitmek aklınıza gelmedi mi e be gülüm? diyorsunuz diil mi okurken!
olur buyurun bize gelin anneme siz söyleyin doktora gitmesini o zaman!!!
sıkıyorsa!
biliyoruz herhalde. ama iş ki bunu anneme kabul ettirmek. ona göre hastaneleri sevmiyor ama aslında bildiğin doktor korkusu var. hani ona ders olsun diye ben de hastalandım mı gitmiyor, kendinin bana kötü örnek olduğunu vurgulayarak kendi fikrinden vazgeçsin diye uğraşıyorum ya bir gün yazmışımdır. ama nafile. sonra ne oluyor bilin bakalım. benim nezle zor geçiyor ya da grip neyse işte. hem zor geçiyor hem annem hastalardan gıcık kapıyor :) bir de laf yapıştırıyor ; 'çok kötü birşey çıkar diye mi gitmiyorsun doktora!'.
kendi korkusunu bana yapıştırıyor yani. valla hiç aklıma gelmedi. sırf üşütüp grip falan oldum diye varlığı ilk bende ortaya çıkan, tedavi edilemez, gizemli bir hastalığa yakalanıp gebereceğim fantazisi hiç aklıma bile gelmedi benim. o kadar da paranoyak ve hastalık hastası falan değilim!!
..............
beni böyle bir şey sanmayın!!! :))
ona göre saatler süren elektrikli süpürge ile temizlikten sonra sıra silmeye gelir. tabi önce şurayı aldım mı? burası olmamış bence'ler. kendi olsa daha iyi yapacağını ima ederek.
her işini kendi yapmaya alışmış ya biraz da ondan. artık bir şeyleri yapamadığını ya da yapmaması gerektiğini kabullenmek istemiyor.
anneme göre yerleri de yanlış siliyorum.
annem eskiden yerleri silerken bizim odadan çıkmamızı istemezdi.
-'yerinizden kalkmayın yerler kuruyana kadar, yoksa ayak izi oluyor' derdi terliklerimizin altını sildirse de. aman zaten bizde ders falan çalıştığımız için odadan çıkmazdık.
ama gene de ayak izi olurdu. ben nasıl olduğunu keşfetmiş ancak inandıramamıştım. daha doğrusu kabullendirememiştim.
şöyle oluyor;
annem yerleri silmeye odanın hemen girişinden başlıyor ve ilerliyor. ama haliyle bir sonraki alana geçebilmek için demin seçtiği ve sildiği bölgeye basması gerek. böyle böyle ilerleyerek odanın sonuna gelip bitiriyor. ama sonuçta her yeri sildiği zaman ayrıca her yere de basmış oluyor. terliğinin altını ne kadar silmiş, ya da yıkamış olsa da kuruyunca illa iz oluyor.
sonra da bize kızıyor. odadan çıkmamamızı söylemiş ama çıkmışız. cidden mecbur olmadıkça çıkmazdık. ya da en azından bulunduğumuz odanın kurumuş olmasını beklerdik.
gece böyle yerleri sildiği bir gün iz olmuş ve bizi paylamaya geldi. o kadar yoruluyormuş, hem çalışıp hem ev işi yapıyormuş, hiç kıymet bilmiyormuşuz, altı üstü bir kaç dakika yerin kurumasını beklememizi söylemiş ama onu bile yapmamışız...
çıkmadık desek de inanmıyor. illa ki çıkmışız, dolaşmışız hemde!
+"anne onlar senin ayak izin!"
-'nasıl benim ayak izim olabilir nazlı? ben dakikalardır bu odada bile değildim ki? hı??'
faka bastın nazlı! hah yakalandın! demek senin ayak izin!
+"bizim ayağımız daha o kadar değil ki!"
-'e peki bu izler ne?? hayalet mi dolaştı?'
+"e senin ayak izin de ondan"
kanıtlamak için ayağımı getirip izin yanına koyuyorum, bayağı farklı.
+"silerken oldu"
-'silerken olmaz ki!'
+"oluyor. anne önce silip sonra sildiğin yere basıyorsun"
inanası gelmedi 'allah allah o kadar da siliyorum terliğin altını' diye diye söylenerek gittiydi. tabi bu ve benzeri diyaloglar birden çok kere tekrarlandı.
ben mesela ayak izi olmasın diye bir odanın en uç köşesinden başlıyorum silmeye, yani silinmemiş bölgeye basıyorum, silinene değil. her odayı böyle, koridora gelince de gene aynı. en son terliğimin altını silip kalan alanı tekrar siliyorum. en sonda da en sona kalan bölgeyi iyice yeniden silip kurumaya bırakıyorum..
böylece ayak izi olmadığını vurgulasam da fahri eleştirmen beni uzaktan izleyip kusur bulmakta kararlı. şuraı da unutma! burayı unutma.. daha ulaşmadığım bölgeler onlar ama....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder