annem beni çağırıyor;
-'nazlııııı, naazzlııııı, nazlııı, nazlı!!'
ne zaman ben tuvaletteyim, duştayım vs ya kapı çalar ya telefon ya da annem beni çağırır.
bahsetmiştim bir keresinde hangi başlıklı yazıydı artık hatırlamıyorum.
ee ne var bunda. şu var duymadığım ya da cevap veremediğim için suçlanırım. kabahat bendedir 'aman sen de tuvalete girecek zamanı bulmuşsun'. bekleyeceğim, tutacağım bakacağım bana ihtiyaç yok, kapının telefonun her nasılsa çalmayacağından emin olduğum zaman gideceğim tuvalete! sanki!
tuvaletin gelince gidersin değil mi? ihtiyaçtır bu. ama yok bana yok.
bu kez de gene ben tuvaletteyken çağırdı annem.
yukarıda bahsettiğim gibi önce harfleri uzata uzata sesleniyor, cevap alamadıkça sinirlenerek nidası sertleşiyor, en sonunda sinirle kesik ve sert bir nazlı!
hemen olsun ister bir şey. ne istiyorsa artık. odamdayken de öyle çağırır hadi gel. hatta telepatiyle anla ister :) adeta. hani herhangi bir konuya tam ortasından küt diye dalması gibi, kendi dakikalardır düşünmüş, ben ne bileyim, ama bilmem gerekir!!
hani bazen bilgisayar başındayken kapıma kadar gelip çağırır, duymazmışım. banyoda değilim ki. anlayamadığı o. neyse işte kapıma gelir bir şey soracak, isteyecek diyelim anında sanıyesinde olsun.
ama ola ki ben sabırsızlık edeyim ve bunu belli edeyim bir konuda 'ooo nazlı ne kadar sabırsızsın, ah bu gençlik!!'
diyelim yemek yapıyor kendi alamadı tuzu ve ya başka bir şeyi istiyor, gittim yanına tuzu istedi. ilk önce etrafıma bakıp tuz nereye konmuş bilmeliyim, görmeliyim ki alıp verebileyim. bir sinir daha 1-2 saniye geçmiş köpürmeye başlar. hadi'ymiş! tuzu kimbilir nereye taşımış da koymuş, sürekli aynı yerde değil ki mübarek gezici! üstelik kendi değiştiriyor birşeylerin yerini bana söylediği de yok. ama ben saniyesinde bulmalıyım.
işte gene mutfakta herhalde bir şey lazım olmuş ayy ben de tuvalete girecek zamanı bulmuşum!!!
daha önce gene bahsetmişimdir ya neyse. rutin hayat.
ben seslensem de bir işe yaramıyor duymuyor. kapı kapalı herhalde. banyonun akustiği sesimi komşulara götürüyo galiba. annem de benim cevabımı duymadıkça deliye dönüyor. seslendiği yerden de banyonun kapısı görünmüyor. ona göre ihmalkar nazlı annesine hiç yardım etmiyor, duymuyor dinlemiyor ki!!
oysa ki tüm akşam özellikle alt yazılı bir şeye baktıysam kazara fonda sürekli annem eskileri anlatıyor. reklam aralarında, ya da dizideki bir şey başka birşeyi çağrıştırdıysa.
oh o çağrışımlar zaten. dizinin en heyecanlı, kilit yerlerinde birden kızın elindeki çanta, pantolonu, ne bileyim bir şey anneme bir şeyi çağrıştırıp geçmişe götürür. anlatmaya başlar diziyi izlemek yerine onu dinlememi ister. üstelik diziyi izleyeyim diye beni çağırıp illa oturtan da kendisi.
demiyor ki 'aa aynı bu çantanın benzeri bende de vardı 70lerde. '
o çantayı nereden, nasıl aldığını, ne zamanlar kullandığını, hangi arkadaşının ne dediğini, ve o bir şeyler diyen arkadaşlarının aile şecerelerini anlatmaya başlıyor. düşün ne kadar uzuyor.
ha bu arada ben o dizi izlerken önemli bir şey dahi olsa anlatmak istesem 'bi sus kızım diziyi kaçırtıyorsun' ya da 'bir izletmedin!'...
desem ki "sen ben izlerken konuşuyorsun ama, sen de bana izletmiyorsun". aynı şey olmadığını iddia ediyor. nedne desen açıklama yok zaten. laf kalabalığı ardından münakaşa. hem hakkını savun diye yetiştir hem de böyle bir şey bekleme...
nereden nereye vardı konu yaa..
geri dönelim, ben tuvaletteyim annem çağırıyor.
sonunda odama doğru gelmeye karar vermiş. banyo odama yakın. anlıyor ki banyodayım.
-'nazlıı'
+"anne tuvaletteyim"
-'ne yapıyorsun orada?'
aha! hep bunu sorar. gerçekten bu kaçıncı bilemedim. yani tuvalette ne yapılır ki? seçeneklerimiz neler ki? fazla seçenek yok değil mi?? küçük ile büyük.
+"tuvaletteyim işte"
-'gel yardım et'
+"e tamam anne bi çıkayım da"
-'e hadi!'
+"e bi işim bitsin!"
-'çabuk ol o zaman!'
kendi tuvalette oyalanırken iyi, ben yapmayayım bile!!
daha da kapıda beklemiş, bir açtım ki bana kızıyor çok yavaşmışım. hemen gelmeliymişim ki acilmiş ki öyle çağırmış.
+"napayım anne? yarım bırakacak halim yok herhalde"
yahu yarım bıraksam bile bir sürü iş. ay bana neyden bahsettiriyor yaa. herhalde sifon çekip el yıkamak lazım. onu beklemeye bile dayanamıyor.
cevabımı beğenmiyor, surat asarak mutfağa seğirtiyor. olur olmaz zamanlarda tuvalete girdiğimi iddia eder de hep. bir ara yalan söylediğimi bile iddia etmişti, o çağırdığı zaman tuvalette oluşumla ilgili.
diyelim erken bitmiş işim, hemen gitmişim yanına gene kızgın, niye hemen gelmemişim. tuvalette olmak bahane değil. uzuuun uzuuun el yıkamayı öğreten kendi oysa.
hatta bazen hala bundan bahseder. beni sınarmış gibi, kızım sana söylüyorum gelininm sen duy gibisinden kendinden örnekleyerek.
tuvaletten çıkınca elini iki kere yıkarmış. sanki hiç bilmiyorum, yeni tanıştık kendisiyle.!! beklediği cevap; "aa evet ben de anne!"
neden hala cevap bekliyor anlamıyorum. bize tee küçükken öğretti bunları. unutmuş mu olabilirim, hiç öğrenmemiş mi, kıt beyin miyiym?
beklediğine benzer bir cevap alamazsa bir şüpheye düşer. bir süre sonra benzer bir konuyla daha karşılaşırız.
gene beklediği gibi bir cevap alamazsa sinirlenmeye başlar.
neden ara ara beni sınamak, sınava tabi tutmak istiyor anlamıyorum ki. titizliği öğreten kendi.
işte arada bir böyle ani quiz yapar annem bir de.
en azında bu sorusuna "hıı" diye onay cevabı vermeliyim. ola ki vermedim baş şüpheliyim.
bir keresinde belki de daha fazla. benim de bozdu sinirimi. neden hala bunu sorduğunu, zaten yıllar önce öğretip bir alışkanlık haline getirdiğimi, hatta bazen fazla zaman harcıyorum kişisel temizliğim için diye bana kızdığını, ama neden hala beni sınamaya çalıştığını sordum. neden şüpheleniyordu? pis bir halimi mi yakalamış. hayır. öğrenemediğimi mi düşünüyor. ahmak falan mıyım. hayır. bak böyle sorunca da gene ben kabahatliyim kavga çıkarıyorummuş.
durduk yere elini antibakteriyel jellerle yıkayan kızından şüpheye düşen kendi, laf sokup duran da kendi, ne efendim örneğine karşılık vermemişim.
ay daha bana bir şeye dokunurken azarlayarak 'elini yıkadın mı sen ?' diyen biri.
ciddi ciddi sordum neyden şüphelendiğini. net bir yanıtı yok.
neden illa kendi söylediğine karşılık benim de aynısını yaptığımı söylememi bekliyor ki. üstelik bu kadar kontrolcü ve zaten dipdibe yaşıyorken!??
daha önce bir örnek de banyo kesesi üzerineydi. nolursa olsun kullanmadan hemen önce bir sabunlayıp duruluyormuş. e iyyiiii. bana ne bundan. bize bunu taa çocukken öğretti. ama hala sorguluyor. yapıp yapmadığımdan emin değil. aa pis nazlı. hijyenine dikkat etmiyor demek, mikrop kapıp ölecek!
sohbet konusu açmak için söylediği birşeyler değil bunlar, ben ses tonundan anlarım bildiğin sınav...
şöyle bir şey. bu onay beklemesi herhalde. çocukken de böyleydi. hani bize hijyeni öğretirken. şükür ki hemen öğrendik ama annemi inandırmak daha büyük mesele.
okuldan gelince sofraya oturmadan önce illa sorar. oysa ki daha ayakkabımızı çıkararıken elimizi yıkamamızı belirtir. zaten hemen gider yıkarız ama hala şüpheli. daha küçükken banyoda kontrol ederdi, elimizi yıkama sahnemizi görmeden inanamazdı. sonra da masada sorardı bir de. ola ki cevap vermedim, gördü ya işte diye düşündüm, hemen şüpheye düşer fırçaya başlar.
+"e gördün ya işte lavabo da yıkarken!"
sağlamasını yapacak herhalde...
.............
küçükken bizi annem yıkardı daha bitmedi yani. ona kalsa kazık kadar oluncaya kadar yıkıyacak da ben engellemiştim gene. ablacığımın ses ettiği yoktu. garip mi gelmiyordu bilmiyorum. ketumdur açıklamaz.
yıkamak ki ne yıkmak. sanırsın çitiliyor. ya da yıllardır yıkanmamış bitli, pireli, çamurlu, vebalı çocuklarız da. öyle bir yıkama. çocuk derisi ne kadar kalın olabilir ki. zaten canın ne kadar.
ama keseyi öyle bir hırsla sürter ki, gücünün farkında değildi ya da gücünün bizdeki yansımasını mı tahmin edemiyordu yoksa anca böyle temizlenir, mikroptan arınırlar mı diyordu nedir. derimizi yüzecekmiş gibi sürte sürte keselerdi.
nasıl bir keseleme resmen kızarır tahriş olurdu. sımsıcak da su. saçımızı da bir hırsla yıkardı.
hatırlıyorum. saç derimizi iyice kaşıya kaşıya. ya acıtıyorsun desen de nafile. kendine belki çok sıcak gelmiyordu su ama bana geliyordu. ama dinleyen mi var. cidden dinlemez bizi temizlemeye odaklanmış duymaz bile, kaç kere ağlattı beni bilmiyorum. ama temizliğim içinmiş. hem cildim hem kafa derim öyle bir tahriş olurdu ki, bir de evirilip çevrilmekten yorgun bir tarafları acışa acışa uyurdum. ben hep itiraz eder hakkımı arardım. ablam ancak belli bir sınırı aşarsa biraz itiraz ederdi. genelde korkudan susardı. zaten annemde banyoda çığlık atsak duymazdı, dinlemezdi.
nasıl bir keseleme öyle evire çevire, yıkamıyor da normal hayatta yapmadığını, yapmayacağı ya da kendine yakıştıramadığı için yapamayacağını yapıyor da acısını çıkarıyor adeta dövüyor gibi yıkardı.
bu yüzden korkumdan banyoya girmek istemezdim, annem de çocuğuz diye hiç dinlemediği için beni yıkanmayı sevmiyor sanırdı. çocuğuz ya anlamayız, bilmeyiz, seçemeyiz, hissedemez, karar veremez. sanki beyinsiziz. ben itiraz etmek zorunda kaldıkça suçlandım, inatçılıkla, bağırmakla suçlandım. eski evimizde çocukken banyoda odun sobası yanardı. çatır çatır gürültüsü, suyun sesi, buhardan gözgözü görmez olmuş bu sırada ölümle pençeleşircesine yıkanan çocuk ben bağırmak zorundayım elbette! ne duyuyor ne dinliyor ne yapayım.
bitli falan da değildik yani.
hani herkesin bir bit bulaşma hikayesi vardır okuldan. ohoo ayrı mesele o!!
kafamızda gazyağıyla oturttuydu bizi. o zamanlar iyi bit şampuanı mı yoktu, yoksa annem ona değil eski yöntemlere mi güveniyordu.
bizim kafa yansın, kokudan burnunun direği kırılsın, üstüne bir de çamaşır makinasında yıkanan çamaşır gibi yıkan. işkence yaa. sonraki günlerde bit korkusu yüzünden de çok çektik.
iki de bir bizi yakaladığı gibi en ışık yerde, pencerenin önünde çekiştirerek saçımızı kontrol eder oldu bir süre..
aa unutum. gaz yağıyla kafa derimiz yanarak yıkandıktan sonraki gün. 10lu yaşlardayız artık. sabah kafayı kuaföre gitmeye taktı. en iyisiymiş saçımızı kısacık kestirmek!! öyle deyip bizi kandıracaktı, sıfıra vurduruverecekti.
'saçımızı kısacık kestirelim' takıntısı o zaman başlamış demek. hala mı bitleneceğimi düşünüyor ki iki de bir 'saçımızı kısacık kestirelim' diyor acaba!?
okuldaki bazı çocuklar kızlı erkekli sıfır traşla gezdi aylarca, salgın bitene kadar. galiba onu görmüş ve ilham almıştı. kendi saçını kısa kullanır zaten yıllardır.
benim sayemde gitmedik o günlerde kuaföre yoksa bende yaş 10 ablam 13 kel gezecektik o yıl.
ama olsun küçüğüz, çocuğuz! ne anlarız, ne biliriz, ne hissederiz ki! boydan da akıldan da yoksun... kel gezsek nolur sanki...
çok uğraştım tabi. kavga da ettim ağladım da. ablama kazıtacak kafamızı kandırıyor bizi dedim safım yok canım dedi inanmadı. aslında bırakacaktım 13 yaşında kel gezince anlasaydı. da bana olan olacaktı.
----------
ben itiraz ediyorum bir şeylere diye kavgacı ve inatçıyken, hele bir kararsız olayım, o gün inatçı olmayayım ezik muamelesi görürüm. kendini ezdirme nutukları.
ne bileyim ablam kavgadan kaçarım hissemden vazgeçerim hesabı kaçak dövüşür, illa hakkını aramaz, yedirir, ama eziklikle, saftiriklikle pek suçlanmazdı. bazen 'böyle hemen hep ağlayacaksan' deyip acırdı sonra.
bir gün niye diye sordum. ciddi sormuşum demek. ama ablam çabuk üzülen ağlayan, çok kırılgan ve hassas bir kızmış.
ha ben değilim yani. ablam isyan edip hakkını aramak için çabalayacağına sessizce içli içli kedi yavrusu gibi ağlamışlığı var ya; o hassas ben değilim.
ben de çok ağladım. e ağlattı. banyoda haşadı çıkmış bir çocuk olarak ağlarken sus ağlama diye azarlardı. aramızda bir tartışma oldu iyi cevap veremediğimden hakkımın bana verilmediğini düşündüm ağladım, sus ağlayacak ne var ezik gibi dedi.
demek mızıl mızıl ağlayan çocuğa dayanma kapasitesi 1 çocukla sınırlıydı.
benim de ağlamam fazla geliyordu. hem ben ablam gibi ne olduğunu hiç anlamayarak, yüzüne çelişkisini falan vurmadan sırf üzüldüğüm için değil ezildiğim için sinirimden ağlıyordum. öncesinde isyan ediyor, kavga çıkarıyordum, çıkarmasam da zaten eziktim.. sonunda ağlamak yerine laf yetiştirmeyi, tartışmayı, kendimi savunmayı, haklı olduğumu kanıtlamak için her yolu denemeyi öğrenmek zorunda kaldım. mecbur kaldım bir bakıma sadece kişilik özelliği değil.
-------------
annem bizi üniversiteye girinceye kadar kendi yıkasa ablam ses çıkaramazdı. onun da benim kadar derisi yüzülüyordu halbuki. utanma duygularımız da başlamıştı.
önce banyodaki odun sobasını iki kez yakamayacağını iddia ederek hep beraber yıkanmamız gerektiğini savundu annem ben kendim yıkanmak isteyince. sonra beceremeyeceğimi savundu. gücüm yetmezmiş. ısrar edince sizle girmem banyoya diye. ne oldu dersiniz. eğer bu banyoyu kaçırırsam bir hafta yıkanamazmışım.
eskiden haftada bir yıkanılırdı ya. pazar günleri.
aklısıra bende yutacağım. sizden sonra girerim kalan suyla idare ederim dedim. soba sönermiş, sıcak su kalmazmış, soğuksuyla da üşütürmüşüm. ya kendi yıkayacak ya yıkanmayacağım. hani zorla kolundan tutup soyup suya batırmayı yediremiyor kendine. ama akıl oyunlarıyla razı edebilecek beni.
naptım dersiniz. yıkanmadım. inatçılıktan başka çare bırakmadı bana.
banyodan çıkınca da aptala nispet yapar gibi; ohh ne güzel sıcacık sularla yıkanmışlar, oh mis gibi olmuşlar, oh şimdi mışıl mışıl uyuyacaklarmışşş... hatta bunu çocuksu sesle söylüyor sonra da çocuk gibi oh çatlayayım da patlayayımmış. bütün hafta da koktuğumu iddia ederek gözümü korkutmaya çalıştı. ne yiyip içiyor ki ufacık çocuk ne kokması.
daha da üstüme gelince beni kendi yıkamaktan vazgeçinceye kadar banyo yapmayacağım blöfünü ortaya atmak zorunda bırakıldım!
aa ama ablam benden büyükmüş ama birşey diyormuymuş annesinin kendini yıkamasına??
korkuyor da senden ondan demiştim. çok şaşırmıştı, hiç beklemediği bir cevap galiba. neden korksunmuş ki.
işine gelmeyince nasıl posta koyduğunu bilmiyorum sanki. biz o kadar laf mı biliyorduk, bir şekilde haklı çıkmayı, istediğini yaptırtmayı başarıyordu. ama bir süre sonra mecburen gardımı aldım bende.
o hafta sonu da beni yıkamasına izin vermedim. ona göre saçma ve yanlış bir çocuk inadı. kaynar suyla çekiştirilerek derisi yüzülmeden yıkanılmaz tabi. ablam itiraz edemediği için devam etti deri yüzümüne bir süre. beni o hafta kendi yıkamak için bir sürü şey denedi. bu hafta da böyle kalamazmışım. ben korkutmaya bile çalışmıştı. derim kirden parça parça olur dökülürmüş. hasta olur hastanelik olurmuşum. doktorda bana bakmaz istemezmiş bu ne pis kız dermiş. herkes beni ayıplarmış, hem bunun ne biçim bir annesi var ki çocuğunu yıkamıyor derlermiş..vb..
inatçılık etmesem var ya beni eşek sudan gelinceye kadar döveceğine yıkardı. zaten yıkama işlemi de bir tür dayaktı!
artık her zamankinden daha sıcak sularla, daha çok sürterek yıkardı. derim yırtılsa acımayacak yani, temizlikten diyecek...
direttim. hatta önce beni bayıltana kadar dövmesi gerektiğini iddia ettim. eğer kendi başıma yıkanmama izin vermezse bundan sonra bir daha asla yıkanmayacağımı savundum. artık bunlara karşılık neler dedi tam hatırlamıyorum.
e pes etti sonunda. ama kendileri iki kişi olduğu için daha fazla su harcayacaklarını, bana az sıcak su kalacağını savunarak beni kandırmaya çalışmıştı. gerekirse soğuk suyla yıkanırım dedim. hasta olurmuşum. olsun olayım dedim.
(hasta çocuğa bakmayı pek sevmez,)
sonunda bıraktı. onlardan sonra, ablam buhardan ve çitilenmekten bitkin, kızarış halde çıktıktan sonra girdim.
gayet de iyi su vardı bir kere! tabi banyo kapısında bekleyip beni sorgu sual etmeden duramadı. saçımı yıkamış mıyım? şunu yapmış mıyım bunu yapmış mıyım?? çıktıktan sonra da iyice sordu. bazı öğretmenler bir şey öğretirken iki kere dedirtir ya annem de öyle, ikişer kere sordu. güya birinde yanlış cevap vereceğim ve yakalayacak, kendim yıkanamadığımı savunarak başaracak. ama nafile. daha hatta saçımı kurutunca da saçımı kontrol etti. hani afferim de demedi. kendi izin verene kadar öyle devam etse kim bilir ne olurdu artık...
kendi kendime yıkanmak için verdiğim bu mücadeleden benim aklımda kalanlar bunlarken annemin aklında kalan benim yıkanmak istememem oldu. iyi mi?
kendi yıkamasın kendi başıma yıkanayım isteğim mücadelesini unutup, yıkanmak istemediğim için inat ettiğimi sandı, öyle hatırladı, yıllarca başıma kakmaya kalktı.
misal;
-'hayret çocukken hiç sevmezdin yıkanmayı şimdi hergün banyodasın'
+"senin yıkamanı sevmezdim. derimi yüzecekmiş gibi sürtedin keseyi"
-'aman sende, iyice temizlenin diyedir'
tabi onun gözünde belki bir haftadır yıkanmamış, off pislik birikmiş..deri değiştirmemiz gerekir..
bir gün de keselenmenin çok iyi bir şey olduğunu, ölü derinin de kirle beraber atılıp cildin nefes aldığını tazelendiğini söylüyordu. ufacık çocuklarda ne ölü dersi allah aşkına!
başka bir zamanda o kadar eskiyi hatırlayamayacağımı iddia ediyordu. bilmem neyi neyi hatırlamıyormuşum. bir komşumuz varmış bilmem kim onu. koskoca kadını, hiç irtibatım yokmuş demek neden hatırlayayım. demek ki hafızamda yer edecek bir şey olmamış. (hani o bir şey hatırlayıpsöylemiştir de ben hatırlamıyorumdur, bunu yakalamıştır bir gün , aha ben çocukluğumu hiç hatırlayamıyor olurum gözünde.)
.......
daha bitmedi!! uzattım değil mi. valla bunu kısa yazcam!!
bir de sümkürme mevzuu var!!
çocukken daha hassas bünyeli olursun daha sık soğuk falan alırsın, biri bir şey bulaştırır hastalanırsın ya.
anneler de çocuklerını kendi sümkürtür.
tiksinç mi oldu? napim.
bizi sümkürtürken de neredeyse banyodaki hırpalanmayı yaşatırdı. sanırsın kafasını arkasından tutup ittirince çocuk daha iyi sümkürebilecek..
ay tiksinmeyin! ayı kadar herifin pis sümüğünden mi bahsediyoruz!! :))
çocuk sümüğü bu!
hatırlıyorum beni sümkürmekten soğuttu, korkuttu!
hani bir noktadan sonra artık burnunu çekersin çünkü çıkmıyordur. artık neredeyse. annem buna inanmaz illa çıkacak o. öyle garip sesler çıkararak, içine çekilerek olmaz.
iyice burnumu sıka sıka iki de bir mendili dayardı burnuma, eğer çok çıkmamışsa inandırıcoı gelmez, kafamı geri çektiğimi iddia ederek kafamı arkadan bastırırdı.
kafayı presliyor yani! arkada el önde buruna dayalı mendille baskılayarak.
çıkmıyorsa da sinirlenir, 'sümkürsene kızım kocana çeyiz diye mi saklıyorsun!!' derdi.
şimdilerde tuvaletten hemen çıkmamı istediğinde ben de "napayım? yapmamayım da kocama çeyiz niyetine mi tutayım?" derim. bunu kendim uydurdum sanıyor. sen böyle derdin desem de inanmaz. hiç hatırlamıyormuş!!! annem hiç diyorsa bir konuda bilin ki sırf haklı çıkmak için öyle diyor....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder