sabah kahvaltısı atraksiyonu.
sabah kahvaltı edeceğim, yiyeceğim şeyleri çıkarıyor, masaya koyup hazırlıyorum çay kaynarken.
hani annem benden önce kalkıp hazırlıyor ya ama tabi gene de bir şeylerle uğraşmak gerekiyor. çayı tazelemek, tost makinasını fişe takmak gibi.
annem aslında tostu da benim için pişirip masaya koymak istiyor ama malum daha önceki gönderilerden birinde de bahsettiğim gibi teknolojiden (bir şey uzatmayın elini saklar, geri geri çekilerek iyice bastıra bastıra itiraz eder!), elektrikli aletlerden ve özellikle bir elektrikli aletin fişini prize takmaktan ölesiye korkuyor.
iletişimsizlik her Türk ailesinde olduğu gibi bizde de mevcut olduğundan hayatımız yanlış anlamalar ve bunların sonucu münakaşalar üzerine kurulu. abarttım ya neyse. ama öylee...
benim için masayı kurmuş, koca bir bardağı tepeleme, silme ne denirse işte dudak paysız suyla doldurup masaya koymuş. iyi bir su içicisiyim de. bunu bilip dikkate aldığını gösterecek, bazen beni hiç takmıyorsun, zevklerime saygı göstermiyorsun dediğim için.
fakat şöyle bir şey var ki benim boğazım özellikle bu aylarda biraz fazla hassaslaşıyor. Mersin sıcak bir akdeniz şehri diye soğuk olmuyor sanmayın, aldanmayın. ah o rutubeti yok mu insanın kemiğini çürütür ki bu bölgelerde en çok görülen hastalık romatizma, kireçlenme gibi hastalıklardır.
e bu havalarda sürekli iç mekanda olacak halimiz yok, gerçi zaten hep klimayla ısıtılmış ortamlarda da boğazım bir tuhaf oluyor. konuşmaktan, bağırmaktan da iyice tahriş oluyor.
niye mi bağırıyorum? öğrencileree. yani hiç çalışmıyo değiliz hani ev kızı, kız gurusu dedik diye :)
bir dershanede iliğimi kemiğimi sömürtüyorum işte. öğretmenlerin derdi evet beni gerdi!
ha neyse işte boğazım hassas, bu havalarda direk musluktan su içemiyorum içersem de zaten buz gibi akıyor bademciklerim şişiveriyor. ama iltihaplanacak kadar çok değil sadece beni rahatsız edecek kadar. evet Mersin'de musluktan su içebiliyoruz.
yani bu durumda suyuma kaynayan çayın altından biraz kaynar su ekleyerek, ılıştırmam gerekiyor.
bu durum kasım sonu aralık başı gibi başlar, ocak şubat feci neredeyse sıcak su içebileceğim.
senelerdir böyle bu. ama annem tabi gene bunu unutuyor nedense. bilmiyorum belki görmedi ılıştırırken suyumu. bunca sene nasıl görmemiş olabilir ki. yoo gördü be. gördü her seferinde de bir çattı bana. ama bu durumu mu kabullenemiyor, unutuyor mu, ciddiye mi almıyor yoksa ona göre gene abartıyor muyum bilinmez...
bazen o an mutfakta olmuyor görmüyor. ama gördüğü zaman sahne şöyle.
ben onun benim için silme doldurduğu bir bardak suyu boşaltacak, o beni bu kadar düşünürken ben bunu anlamayan bir nankör ve hainim!
masaya koymuş ya hani bardağı, alıp kaynayan çayın oraya tezgaha götüreceğim ki çayımı doldururken ona da sıcak su ekleyebileyim.
elimi bardağa doğru uzatırken haykırarak;
-'ben yeni doldurdum onu nazlı!!'
ama sesinde nasıl bir hayal kırıklığı bir sitem var anlatamam. kör nazlı, ahmak, nankör nazlı! annenin koyduğu suyu anlayamıyorsun! herhalde anlıyorum! evde bir üçüncü kişi yok şu an benim için bir bardak su dolduracak, akşamdan bilmem nereye kaldırdığımız bardak ta kendiliğinden yerinden inip benim için su doldurup kendini masaya gidecek akla sahip değil şu an. öyle bir teknoloji icat edilmedi daha. e ben de mutfağa yeni girdiğime göre, elbet biliyorum annem koymuş.
daha ben cevap veremeden ekliyor;
-'temiz su o! yeni doldurdum!!'
ya sen de ne var bunda! bir şey yok. ama bu sahnenin her gün tekrarlanması işin garibi ve sinir bozucu olanı. yok eğer o anda mutfakta değilse, yani benim bardağı alıp, suyu biraz eksiltip kaynar su ekleyerek ılıştırma anımı göremememişse bu olmuyor ama. çoğu zaman görüyor ve hep aynı tepki. o aynı tepkiyi vermekten usanmıyor, bir öğrenemedi gitti kışlık boğaz hassasiyetimi; ben aynı şekilde açıklama yapmaktan bıktım, usandım.
ha bazen hatırlıyor boğaz hassasiyetimi ama bu bahara, ya da temmuza-ağustosa, sıcaklık olmuş 40 derece, denk geliyor niyeyse, o zaman da soğuk su içme kavgası meydana geliyor. boğazım hassasmış ama ben dolaptan su içiyormuşum, hiç kendime bakmıyor muşum!! ama yaz aylarında olmuyor ki!!! hem de hiç olmuyor!! gel de bunu anlat! hep beni düşünüyormuş ama ben anlamıyor muşum, hiç kendime özen göstermiyor muşum!! boğazım şişecekmiş yataklara düşecekmişim...vs. yazın değil anne kışın boğazım hassas desen de o beni çekiştirmeye öyle odaklanmış oluyor ki duymuyor bile..
bazen pes edip öyle içip gidiyorum, sonra günümü görüyorum. zaten sıcak yataktan çıkmışım, sıcak çay içeceğim ama buna karşılık soğukça bir su içersem hah al başına belayı. sabahları biraz daha hassas oluyor boğazım. bütün gün bir şişlik, bir gıcık.. sonra üstüste sıcak bir şeyler içmem gerekiyor, boğazımı iyice atkılarla dolayıp sıcak tutmam icap ediyor.
mesela bu son üç gündür hep aynı diyalog. bir dejavuyu yaşar gibiyim. hani öyle bir film vardı ya. Bill Murray ile Andie McDowell oynuyordu. adam her sabah aynı güne uyanıyordu!!
+"anne sıcak su ekleyeceğim"
-'yaaa' ( benden ilk defa duydu sanki!!)
..................
dün de aynı diyalog vardı.
elimi bardağa doğru uzatırken haykırarak;
-'ben yeni doldurdum onu nazlı!!' ya da -'temiz su o! yeni doldurdum!!'
+"anne sıcak su ekleyeceğim"
-'yaaa'
...................
bazen yani sabah sabah iyice uyanmış, açılmışsam daha bardağa uzanmadan şöyle diyerek belirtiyorum ki aynı diyalog yaşanmasın. ha hep böyle yap da nazlı aynı sahneden kurtul diyceniz. hıı tabi. o zaman da başka aynı sahnelerle karşı karşıyayım ki.
kendi kendime söylenir gibi;
+"suya da biraz sıcak su ekleyeyim de boğazım ağrımasın, sonra gıcık oluyor boğazımda"
ses yok. bir şey demiyor. bana ne, iyiii der gibi bakıyor öyle. sanki hiç böyle bir mevzu olmamış, sanki hiç böyle bir şey olmamış da ben kendi kendime söyleniyorum gibi davranıyor. ya da hatırlamıyor gerçekten böyle düşünüp hissediyor.
hatta birkaç gün üstüste aynı şeyi mi yapmışım acaba, ses tonumu mu yanlış anladı, alınganlığı mı tutu canı kavga mı çekiyordu çemkirdi bana.
-'iyi ki söyledin hiç bilmiyoruz!'
ya da -'aman sen de!'
hastalık hastası mıymışım???!!!
--------------
arada bir annemin kavgası gelir. üst üste hiç kimseyle tesadüf işte kavga edecek bir şey olmamışsa, bir siniri tepesine çıkar. boşaltması deşarj olması gerekir. bu durumlarda ben ona göre sebebiyet vermiyorsam çevresindekilerden çıkar acısı. artık bir garsona mı denk gelir, bir muavine mi, apartman görevlimize mi, yolda sokakta gittiğimiz bir yerlerde saçma-yanlış bir hareket yaptığını düşündüğü yabancı birine mi denk gelir. ama illa çatacak bir yer bulur.
en yakındaki kişi de malum benim. hedef nazlı. kusurlu hareketim aranır!
diyelim ki o sabah öyle bir günü ve ben yukarıdaki gibi belitmişim. itiraz yapışır suratıma!;
-'iyi koy! yok sıcak su, koyma diyen mi var kızım?!!'
+"dökeceğimi sanma diye"
-'niye öyle bir şey sanayım?'
aaaa nazlı! hiç öyle sanır mı!!!!??? hayal görüyorum, bi tarafımdan uyduruyorum demek! şimdiye kadar hiç öyle sanmadı ki!
oysa daha önceki tepkileri suyu boşaltıp araya vereceğim kaygısından. sanki başkası doldurmuş olabilir ki hemen itiraz ediyor. sonra da unutup işte böyle diyor!!
,,,
bazen bu diyalog uzamaz, ben susarım. sabah sabah ne unutkanlığını ne ikilemlerini hatırlatacak mecalim yok. ama bazen de onun canı uzatmak ister kavgası gelmiştir çünkü.
benden ters cevap bekler ki tartışalım, belki böyle davrandığının da farkında değil, içinden öyle geliyor, bilinçaltından. aman kavga çıkarayım demiyor da kavgası gelmesi, bilinç altında yanlış anlamalara, alınganlığa falan dönüşüyor. hani olur ya öyle, tersinden kalkmak deriz falan.
ha benim ters cevap verecek halim yoksa ya biter, ama bitmediği de olur, takacak bir şeyler illa bulur.
hiç olmadı önceden sinirlendiği bir olayı, durumu hatırlayıp sinirlenir, bağırır çağırır, dırdır eder... sinirini oynatır... yatıştıramazsın da her şey batar. haklısın desen konu uzadıkça uzar, abartma kendi sinirini bozma desen haksız mıyım yani nazlı diye yeni itiraz edecek bir şey bulmuş olur, sabah sabah benim de asabımı bozuyor, tansiyonumu oynatıyorsun desen aman sen de abartma der!
her şekilde dinleyeceğim, katlanacağım demek bu. geçen de bir şey için benim de sinirimi bozduğunu söyledim. öyle ama. sırf o da değil günlük pozittif enerjimi de etkiliyor bu. ee evde sürekli huzursuz, kavga için yer arayan, çatacak yer arayan, hiç olmadı bilmem ne zamanki olayı hatırlayıp sinirlenen bir anne.
sırf kendi kendine de sinirlenmiyor gelip bana anlatıyor hem de zaten bildiğim ve kim bilir kaçıncı kez yinelenen bir konu, olay ve. böyle rahatlıyormuş, beni şişiriyor ama!! o umrunda değil. söylesem de ben suçluyum. kırk yılda bir dertleşmek istemiş!! kırk dakikada bir desek şuna!! hadi saatte olsun ikram edeyim... beni böyle bazen şişiriyor, moralim falan kalmıyor sonra da ben asık suratlı karamsar oluyorum iyi mi?? gene ben suçluyum!!
dedim ki hep bana anlatıyorsun, bazen 20 yıllık olayı, hem de sakince değil ha, aynı sinir, yüksek ses, aynı tabirler.. beni şişiriyor. sırf aynı şeyi kaçıncı kez duymak değil yani niye ben de hatırlayıp sinirleneceğim, üzüleceğim ki...
ciddi sinirli yani yeni olmuş bir şey gibi, oradan konu dünyanın olumsuz şeylerine, insanların kötülüğü, erkeklerin kabalığı, kadınların birbirini tutmamasına, berbat evliliklere, kadına şiddete bile dayanıp iyice benim enerjimi düşürüyor.
ee napacakmış böyle rahatlayabiliyormuş. tekrar tekrar konuşarak!! ama tansiyonu çıkıyor yahu!! olsunmuş!! e ben benim de sinirim bozuluyor, sonra suratsızsın diyor bana yaa!!
yani bana böyle davranacak, anlatacak ama ben ruhsuz, duygusuz biri gibi hahaha hihihi neşeli, güleryüzlü gezeceğim! neyim ben acaba? şebek mi?
ha öyle olsam da duygusuzlukla suçlanırım ya!! gerçekten!
bir gün bir şeylere sinirlenmiş gene bana boşaltıyor içini, üzülmesin diye hep ondan tarafım, haklısın, katılıyorum, ne biçim insanlar var, böyle davranmamalılar falan diyorum. bir süre sonra neşemizi bulalım diye müzik açıp, dershanede olan komik bir olayı anlatıyorum. kısa bi süre sonra diil ha.. saatler geçiyor, konu değişiyor falan ondan sonra. ben o neşelensin, siniri geçsin, unutsun, bir şeye gülsün diye uğraşıyorum o beni azarlıyor!
ne kadar ruhsuzmuşum!! şimdi şarkı dinleyip gülecek hali mi varmış?? hiç haline üzülmüyormuşum ki! tutmuş fıkra anlatıyormuşum! bu ne bencillikmiş!!
+"aman anne! ben sen neşelen diye uğraşıyorum! hep öyle demez misin? suratsız oturma sen bari diye."
-'şimdi neşelenecek halim mi var kızım??'
+"napsam suç, napsam sana yaranamıyorum. sussam suratsız, senden taraf değilim sanırsın, neşelendirmeye çalışsam bencil dersin"
-'üf sen de kavga edecek yer arıyorsun'
gel de sinirlenme şimdi! gel de üzülme! sanırsınız ben zamanlamayı bilmiyorum. hayır daha önceki tecrubelerden biliyorum o an napmam gerektiğini, yapmasam isteyeceği bir şeyi. ama yapınca görüyorsunuz işte.
mesela o başka bir yerde sinirlenmiş, ben de eve yeni dönmüşüm ve günüm iyi geçmiş, komik bir şeyler falan olmuş. böyle bir sahne düşünün. eve giriyorum cenabet bir hava evde. senin günün iyi geçti mi bari diyeceğine başlıyor anlatmaya. enerjimi düşürüyor ama bunu söylemeye hakkım yok. hadi söylemeyeyim. gene her halükarda ben suçluyum. niyeyse. bir yol bulacak beni suçlu gösterecek.
telefonda başka bir arkadaşıma günümü anlatıyorum. bir süre sonra azar yiyorum efem kendi böyle sinirli üzgünken, tansiyonu çıkmış hastayken ben kakara kikiri yapıyormuşum telefonda!
aynı kasvete büründüğümde de beni karamsar ve suratsız olmakla suçluyor. neşeli olsam o da kendi kendime bile gene bu kez de bencilim...
hala bu yaşa geldim yaranamadım, bilemiyorum napayım. bi öyle bi böyle sürüp gidiyor işte.
kendi bu ikilemini söylesem, sana napsam yaranamıyorum desem de fayda yok. ben beceremiyorumdur! sanki ben akıl okuyabiliyorum da!!
hani aniden bir konunun ortasından dalıverip anlatması gibi, anlamazsam kızması gibi. ben akıl okuyamam ki!!
ama beklendi adeta bu!! o an canı çikolata mı çekiyor fıkra mı, yoksa başka bir şey mi söylemeden ben bilmeliyim. tutturamazsan suçlusun!!
-------------------
bu hep böyleydi, ben çocukken de bana denk gelirdi bir şekilde. sonunda beni ağlatırdı. sinirimi bozduğu, haksız yere öfkelenip azarladığı için, ve ben bazen de yeterli cevap veremezdim, ya da söylediğim şey neyse ters mi anlardı neyse artık benim başımda patları sabah sabah. sesini iyice yükseltir azarlardı iyice. bakardım zahir cevabımı takmıyor, haksızlığa, azarlamasına bozulurdum ağlardım. ha ağlayınca da sinirlenirdi iyice. ağlayacak ne varmış şimdi. e beni eziyorsun! küçüğüm cevaplarım yeterli gelmiyor, bilemiyorum, eziliyorum. çoğu zamanda boş yere, bu kadar laf yenmeyecek bir sebeple yani. sanırsın büyük bir hata yapmışım. kavgası gelmiş annemin o da bana denk gelmiş. ağlayınca ben daha da yükselir sesi ne varmış ağlayacak? herşeye böyle pısırık gibi ağlarsam ohooo neler gelirmiş başıma...vb... devam eder azarı.
arada sırada ablama denk geliyordu ama o zeki, söz dinleyen, uslu kız ya daha nadiren. o zamanda ablam ya susar tamam anneciğim der ya siner bir köşeye çekilir. ağlamaklı kalır. ha eğer ben onu savunmaya kalkarsam tecrubeyle sabit ya sen ne anlarsın olur ya kabak benim başıma patlar, işte kusurlarımın yüzüme vurulabileceği an, fırsat geçmiştir eline!!
e ben de karışmaz oldum bu durumda. o beni savunmaktan çekinirken. gene de dayanamazdım savunurdum öyle demek istemedi falan, yumuşatmaya çalışırdım. ama bunlar nadir olan şeylerdi. ablam tuhaf aslında, hep benden daha ağlak, hassas ya da nasıl desem duygusal olmuştur. beklediği notu alamaz ağlar, okulda bir şey olur üzülür ağlar, hatta haberlerde üzücü bir şey görür hani biz de duygulanırız ama o ağlar. hem de sessiz ve içli. acırsın yani. hani şöyle yavru kedi etkisi yaratır insanda.
.....
sabah sabah durduk yere, bir incir çekirdeğini doldurmayacak sebepten azarlayıp ağlatır hem de ben suçluyum. misal; sabah acele okula, işe yetişilecek ya acele ediliyor kahvaltı. benim biraz yavaş ve kendimce hareket etmiş olmam bir sebep. ya da yumurtanın kabuğunu soyamamam. sıcak çünkü, daha nasır tutmamış ellerim yanıyor bence. ona göre beceriksizimdir mesela. elimden kapar bir sinir soyar, öyle bir koyar ki önüne al zıkkımlan beceriksiz der gibi, tadın kaçar, damarına denk gelir.
ancak akşama pişman, en sevdiğim tatlıyı falan yapmış beni öperken bulurdum.
ama hem ağlattı o bişey değil hadi hem aşağıladı beni. ha bunları epey sonra yetişme çağlarında anlar oldum da ona göre davrandım. hem tepki verdim hem kendimi savundum, korudum. ağlatmadım kendimi, ezdirmedim, pısırık, sulugöz dedirtmedim. işte istediği gibi ağlamayan, kendini ezdirmeyen bir kız oldum ama o zaman da kavgacı ve inatçı oldum gözünde!!
çoğu zaman kendimden bahsediyorum bir ablam yokmuş gibi. o duygularını hiç belli etmez, tepkilerini de. annemden korkusundan, sevgi ve acımasından ne benden taraf olur annemin tepkisini çekmeye cesareti olurdu ne bana kıyıp tam annemden taraf olabilirdi. karar vermesi seçim yapması her zaman zordu onun için. bir tek evlilik kararı alırken şaşırtıcı biçimde zor karar vermedi. o annesinin sözünden çıkmayan, kararsız, çekimser, politik (herkesle iyi geçinen, nabza göre şerbet veren anlamında yoksa bizde tüm o seksenler kuşağı gibi apolitik yetiştirikdik), fitneden, entrikadan hiç anlamayan kız gitti birden üniversitedeki bi hocasının asistanını kapaklayıverdi! :)) annemin daha erken demelerine rağmen kararından dönmedi. hani iyi de olmuş, şanslı gene. evlilikleri hala gayet iyi. eniştem barışçıl bir insan iyi arkadaşlar hem de...
-------------------
suyuma sıcak su kattığımı unutuyor da başka şeyleri değil.
sabah yumurtayı zor soydum. çok taze olunca zor soyulur ya, böyle elini atıyorsun minnacık kopuyor. soyuncaya kadar soğuyacak üstelik çin işkencesi gibi uzadıkça uzuyor kabuk soyma işlemi.
annemde baktı söyleniyorum ver ben soyayım diyor. elimin yandığını sanıyor. illa ver ben soyayım. yandığı için değil, soğumuş zaten. zor soyuluyor desem de. illa ver ben soyacağım. elim yandığı için acımaz da halime küçük kopup uzun süre alıyor diye elimden almaya çalışıyor yumurtayı gene. ben yaparım desem de inadı tuttu illa elimden alacak kendi soyacak. ha bunu da şöyle bir ifadeyle yapıyor; bir kabuğu soyamadı yumurtanın beceriksiz, ben daha iyi soyarım der gibi.
hatta dayanamayıp kendinin daha iyi yumurta kabuğu soyduğunu iddia etti. benim beceriksizliğim yani. kendininki de zor soyulmuş ama o kadar da değil.
illa aldı elimden kendi soymaya başladı. hayır o da soyamadı!
hani birisi bir şey yaparken sen içinden daha iyi yapacağını düşünürsün ya bu annemde hat safhada. elektrik süpürgesiyle yerleri alırken, beni inceler doğru düzgün yapıyormuyum diye. kusur arar. ha bir yeri es geçtim diyelim kavga sebebi. yapamıyorsun diye elimden almaya çalışır. oysaki maalesef kendi yapamıyor. çünkü yaş icabı gözleri benim kadar iyi göremiyor. ama gel de anlat. sen göremiyorsun bak şurayı unutmuşsun ver ben alayım desen de olmaz. kabul etmez. oraya o şeylerin sonradan döküldüğünü bile iddia etti!!
yumurta kabuğu soyma işlemine gıcığım diye kendi soyacakmış bundan sonra! 32 yaşındaki kızına. sonra beni de sabırsız ve beceriksiz yapacak tabi!! yermiyim.
anlamıyorum ki bazen eskiden büyüdün koca kız oldun derdi, bazen de çocuk yerine koyardı...
hala yapar bunu. sıcak bir yemek mi yenecek aman kızım ağzın yanar, üfle! ne bileyim bir şey zor mu kesiliyor tabakta , ver ben keseyim!
hani tamam desen bazen de yüzüne vurur. bu yaştakinin etini kendi mi kesecekmişmiş.
hep ona beceremediğimdenmiş gibi de geliyor gibi davranıyor..
---------
dışarda yemek yiyoruz yanımızda birileri de var. önce çorba içeceğiz. annem kaşığı elime almadan atılıyor. aman kızı çok sıcakmış yanarmışım!! valla çocukken yanardım, artık pek işlemiyor.
ama nasıl bir itiraz çocukla konuşur gibi. bir şey olmaz diye devam edeceğim hala atılıyor karşımdan!! yanacakmış ağzım!!
üfle üfle diyor ve üfleme işaretleri falan yapıyor. ilkokul çocuğuyla ilk defa dışarda sıcak yemek yiyor sanki. hem benim yaşımla, tohuma kaçmakla alay eder gibi konuşur, işine gelmedi mi yaşımdan dem vurur hem de ağzın yanacak yavrum!! hay allahım!
yanmaz anne.. hala üfle diye baskı yapıyor. yanmadı sonuçta ağzım falan. sıcacık bir çorba içimi ısıttı.
yalnızken yaşımdan, geçtiğinden dem vurur, hatta bi keresinde çok küçük basılı harfleri olan bir etiketi okuyamadım diye yaşlanmakla suçladı, bir doktora gitsemmiş kimbilir neler çıkarmış!!
o kadar küçük ki etiketin puntosu yazıyı sığdırmak için... okuyamamışım, gözüm bozulmaya başlamış işte!!
ben rejimdeyken iyice yedirmeye çalışan annem bazen de tutar bir saatten sonra bir şey yememek gerektiğinden dem vurur, mide hazmetmezmiş hele ki 30undan sonra metabolizma yavaşlıyor, insan yaşlanmaya başlıyormuş!!
hah işte bazen de çocuk yerine koyacağı tutar. hem de yabancıların yanında. küçük olmadığım epey de belli yani ha!! :)) neyseki çok yaşlı, kart bir suratım, tipim yok şükür de.. e ama 12 yaşında sanmazlar 18 de, 22 de. hadi düşünsünler ki 27 olabilirim.. ee gene az değil. çorbasını annesine üfletecek yaş değil!
sonra tutmuş içine ekmek doğrayayım mı diyor o gün bana!! doğramak istesem kendim yapabilirim değil mi, kadı ki zaten kendim yapmalıyım!!
eskiden kendi doğrayıverirdi çorbalarımızın içine ekmeği. bize sormazdı bile. hiç sevmezdim. söylesen de dinlemezdi ki. öyle güzel olurmuş, severmiş, karar verildi! seveceksiniz!
ben sonuncu parçaya doğru gelinceye kadar fazla sıvı çekerdi, lapa gibi olurdu diye sevmezdim, ama nafile. ben doğrarım derdim bazen, ellemesin diye. sonra da doğramazdım.
masadayız şimdi. eskiye dönelim. eski dediğim lise yılları falandır. gene küçük değilim yani.
soracağı tutmuş ki ben doğrarım demişim. ama doğramıyorum. yemeğimize dalmışız. ara ara hissediyorum bana dik bakışlarını. hem bana bakış atıyor hem tabağıma.
e hani doğramadın ekmek!!?? beceriksiz, unutkan nazlısı ekmek doğramayı ya bilmiyor, ya unuttu ya da beceremiyor! mesela sevmiyor istemiyor olamaz!
uzun zaman bekledi, sabretti. ben insanları hele ki annemi ablamı kendimi tanırım, fark ederim. bir şey söyleyecek gibi duruyor ama söylemiyor bakışı, duruşu, tavrı, nefes alıp verişi vardır annelerin. sabrını zorluyor yani. bekliyor. seni sınava tabi tutuyor. bakalım kızım çorbasına ekmek doğramayı başarabilecek mi gibi.. hissediyorum, tam bakmasam da. hani odaklanmadığın yerleri de görür, fark edersin ya, flu olsa da. öyle işte.
öyle bakıp kontrol ediyor sadece, hafiften kendince gergince. ben de doğramak istemiyorum. lapa değil çorba içmek istiyorum. ekmeği ayrı yiyorum. hayıır olmazz!! kendi doğramaz bu arada ekmeğini banıp yer. ama çorbaya ekmek doğrayıp yemeyi çocuklar mutlaka sevmelidir!! kesin!
hem yemeğini yeyip hem beni sınava tabi tutabilir. ablam sevip sevmediğini bilmez, fark etmez, doğramış işte. ama ben neden doğramıyorum ki?? ahh ah nazlı sen kime çektin? unutkan, beceriksiz.. bir ekmek doğrayamadı çorbasına!!
baktı bende tık yok, artık işte unuttum mu sanıyor, bilmiyorum mu alıverdi bir parça ekmek, öyle de hızlı doğrayıverdi çorbaya. yahu yapma!! anne diyorum.
anlamıyor. ben doğrarım demişim yapmamışım!! bak sözüne de hiç güven olmaz bunun! sözünü tutmadı. sanki yemin etmişim!
+"yapmadım çünkü istemiyorum, sevmiyorum!!"
haa iyi canım o zaman dersin beklersiniz. yapacağını yaptı kendi dünyasına daldı. düşüncesinde nazlı kızı gene sınavdan çaktı!
madem öyle söyleniyorum lapa gibi oluyor diye. ne güzelmiş yumuşacıkmış işte.
+"ya ben dişsizmiyim? çorba zaten sıvı."
-'böyle güzel oluyor diye ben, seversiniz diye kızım'
+"ben sevmiyorum anne. her çorba içtiğimizde söyledim"
uzatmıyor, öyle yedirdi nasılsa. ama önemli değil böyle yenir lapa gibi. kruton mu doğrayalım! kim uğraşacak bir de ekmeği kızartmakla yahu?? öyle yiyeyim gitsin işte.
şimdilere dönelim. yabancı ya da misafirlerle dışarda yemekteyiz ya işte. ekmek doğrayayım mı diyor ya işte gene. bakakalıyorum niye.
+"sevmem ki ben"
eline de almış ekmek, bölmüş bile. hayır ekmek atacak olsam çorbama 32 yaşındayım ya yapabilirim!
sevmem dememe de bozuluyor.
-'eskiden severdin'
+"sevmezdim o zamanlar da, sen benden önce davranıp ekmek doğrardın"
-'yemeseydin o zaman, söyleseydin'
(ilk defa duyuyor gibi bunları benden yaa)
+"kaç kere söyledim, kaç kere kavga ettik, nimet yenmez mi diye yedim"
..............
daha et yerken ben doğrayayım mı var!!! evde de olur bazen dışarda da. böyle diyor çünkü beceremediğimi, beceremeyeceğimi düşünüyor. bazı etler sert olu, bazı bıçaklar da çok keskin olmaz. ee zor kesersin eti. hayır nazlı beceremiyor!! sanki.
çok ahmakça görünmez mi, koskoca kız annesine doğratıyor eti, annesine böldüyor ekmeği çorbasına atsın diye. çok saçma değil mi.
ben olsam umrumda olmaz valla, kes dese de kesmem. 32 yaşına gelmiş çocuğum bunu da kendi yapamayacak mı? tut ki yapamıyor, hani durduk yere, el becerisi falan yok, ne bileyim kolaya konmayı seviyor, ya da birinden bir şey istemeyi, birine birşey yaptırmayı seviyor, vs. yapmam valla. suratına da kendin yap kaç yaşındasın sen 10 mu derim!!
o yaştakinin etini ben niye keseyim? çorbasına ekmeği niye ben doğrayayım. kendi düşünsün yapsın. o beni düşünsün derim, ben yaşlandım derim...
hani bazen bir kavanozun kapağını açamam, e annemin eli alışmış böyle şeylere ona açtırırım ya... ondan mı esinleniyor acaba...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder