annem benden erken uyanıyor. bu yüzden kahvaltıyı kendi hazırlama gereği duyuyor.
.....
ha beni de erkenden kaldırmamak için kendini zor tutuyordur. onu tek engelleyen şey benim çıkaracağım münakaşa olmasıdır herhalde.
beni sabahları nasıl ürküterek uyandırmayı başardığı ve bu alışkanlığından nasıl vazgeçirmeyi başardığımı bir keresinde yazmıştım. ama hemen öyle çabucak vazgeçmez haa. mücadeleci ve inatçıdır, illa kendi dediği, kendi doğru bildiği olacak o kadar.
ama işte bir yerden sonra benim söylenmelerim, itirazlarım vs bıktırıcı hale gelince. aman şimdi nazlı'nın lafını dinlemeyeyim deyip tutuyordur kendini. ona göre bu hır çıkarmak ve ya dırdırmış. bazen olur böyle birşey yapacakmış da ben dırdır ederim diye yapmamış. yani aslında kesin doğru ve ailemize kesin uygun, benim zevkime de uyması kesin gereken bir şey ama işte ben kavgacı, inatçı ve dırdırcı olduğum için yapamıyor. zevklerim, alışkanlıklarım hatalı benim!!
ha durum böyle ama elinde oyuncak olduğum günler, yani onun istediği, beğendiği ve aldığı şeyleri giydiğim, yediğim, yaptığım zamanlarda da sıkılıp bana pısırık deyip suçladığı da oldu. çocuk ve yetişme çağına doğru beni kaç kere azarladı bilmem.
pembe tonları severim, toprak tonları-sıcak tonlar. ama annem mavi ve yeşillere bayılır. küçükken bana böyle şeyler giydirdiği oldu, pembeler, kırmızılar da giymedim değil ama.
alış veriş yapıyoruz bir gün bana hem önlük alınacak, hem birkaç parça şey, eskiyen, küçülenlerin yerine. küçüğüm ki o zaman, öyle çok karar verebilmiş değilim, önemli gibi gelmiyor.
bir şey soruyor bu nasıl? bu olsun mu gibisinden. çok dert değil, umurumda değil falan herhalde, ya da kararsızım.
annem ilgisizliğime, kararsızlığıma sinirleniyor;
-'hangisi olsun nazlı?' diye soruyor azarlı şekilde (damarıma basıyor ama daha ben farkında değilim, gelecek yıllarda cevap yapıştırılacak.)
+"bilmem, fark etmez".
belki bu kararsızlığımın ya da umursamayışımın nedeni de kendiydi. belki fikrimi söylerdim beğenmezdi, takmazdı ya da ablam gibi mesele çıkmasın diye susardım. masmavi ya da gri giymek hoşuma gitmese de aldırmazdım. zaten o zamanlar moda sektörü bu kadar gelişmediği için seçenek de fazla olmazdı. üstüme olan neyse onu alırdık.
ablama böyle kızdığı olmadı değil ama nasılsa herhalde ben ses etmesem de memnuniyetsizliğim yüzümden akardı da mı dikkat çeken ben olurdum, en çok fırça yiyen ben olurdum acaba. belki de sorun benim zevklerimi vs. fark eder etmez bunları anneme göre değiştirmemem oldu belki.
-'kızım! istiyor musun istemiyor musun bir karar ver! kararlı ol! böyle pısırık gibi fark etmez deme!'
kasiyere dönerek -'kendi zevkleriniz oluşsun artık!!'
(kendi zevkleriniz oluşsun, kendiniz karar verin ben beğenmeyeyim değiştirmeye çalışayım)
ha yok ben bunu beğenmedim şu olsun desem gene kendi seçtiğini beğendirmek isteyecek. denedik gördük zamanında. kendi kendime aldığım birşeyi illa beğenmedi, giyemezmişim, bana olmazmış diye ısrar ede ede gitti değiştirttiydi. e hani kendi zevkimiz olsundu, kendimiz karar verebilelimdi? n'oldu?
ha kendi karar versin diye bırakacak ama sürpriiiz kızlar kendi zevkleri diye annelerininkine uygun şeylerle dönecek, ablamın yaptığı gibi.
kendimiz alışveriş yapalım diye bıraktığı zaman ben ee sazan, kendime göre alırdım, madem öyle. artık ablam kendi zevki gerçekten öyle miydi yoksa mesele olmasın diye farkına varmadan anneme mi benzemişti de öyle şeyler alıyordu annemin zevkine de uygun. bilemedim. etki tepki herkeste aynı olacak, aynı sonucu verecek diye bir şey yok ki.
aldığımızı eve getiriyoruz merekla sorup görmek istiyor. ha çünkü zaten yıllardır öğretmeye çalıştı bakalım öğrenebilmişler mi kızlarım doğru zevki-seçimi.
aa ablası öğrenmiş bak! zaten zeki kızım benim hem matematiği de şahane. aa küçüğü olmamış! ah nazlı ah!! gene öğrenememişsin! ah bu kızda bir anlama sorunu var!! böyle şeyler olmaz ki! ablam cici bir kırka almış ben sıcak tonlarda kareli gömlek.
herhalde esasen kendine benzeyen kızını değil kendine benzemeyeni kendine benzetme uğraşısı, mücadelesi ona çekici gelen. biri zaten kendine benzeyerek kendinin kesin doğruluğunu kanıtlamış oluyor, artık onu ikna etmeye, düzeltmeye gerek yok. ama esas benzemeyenle uğraşılmalı doğru yola gelmeli.
belli edermişim demek böyle olduğunu ki...
belki bu kadar üstüme gelmeseydi, beni değiştirmek, kendine benzetmek için bu kadar uğraşmasaydı ben de farkında bile olmadan zaten ona benzeyecektim. böylece evde hırgür falan olmayacak, üçüz gibi yaşayıp gidecektik. belki de fazla üstüme geldi tüm bunlar ondan. hani insanın bir sınırı vardır, bir bam teli vardır. o sınırı geçtin mi, o bam teline bastın mı, damarına dokundun mu artık inadına dokunur ya. annem o derece üstüne gelir, kırk kere aynı şeyi söyler... ika etmek için o kadar çok uğraşır ki o damarına denk gelir işte, inadına aksini yapasın gelir...bende de öyle oldu.
herhalde bilinç altında öğretme, kavga etme, tartışma, ikna etme, mücadele etme dürtüleri vardı annemin; bu ihtiyaçları karşılayacak kişi de ben oldum. için için farklılığımızı sezmiş, ya da ben sezdirmiş olacağım ki...
gene beraber alışveriş yapıyoruz bir gün. o zamanlar da avm falan yok muhtemelen ykm'dedir. ne seçtiysek artık kasaya gelmişiz.
-'bunu mu aldın nazlı?!!'
şimdi duyan da sanır ki ben yaşıma, durumuma, tipime uygun olmayan bir şey aldım. mesela 13 yaşında gittim jartiyer aldım. ya da ne bileyim pretty woman'daki parlak rugan diz üstü çizmeyi. transparan bir abiye. dantelli bir iç çamaşırı takımı. kırmızı ruj. yüksek ökçeli abiye ayakkabı. yani abesle iştigal edecek bir şey.
yoo normal bir kazak almışım. koyu pembe, v yaka. omuzlarında manşetinde düğmeler var.
+"hııı"
-'bunu giyemezsin!'
+"giyerim"
-'okulda olmaz ki kızım!'
+"okulda giymem ben de! dışarda giyerim, gezmeye giderken, kursa giderken, alışverişe giderken"
sade şeyler almalıymışım! ikna oldu mu hayır. kasa başında beni fikrimden caydırmaya çalıştı. çok canlı bir renkmiş, giyemezmişim. hani bunu da böyle ne bileyim tatlılıkla demiyor, öyle bir söylüyor ki sen dünyanın en büyük aptallığını, hatasını yapan pis bir suçlusun, anneni yanılttığın için hainsinmiş gibi. öyle suçlayıcı bir tavır ve ses tonu.
+"hani kendi zevkimize göre alacaktık? öyle demiştin!"
-'nıth! cık cık! nazlı ama bu olmaz ki?!!'
+"okulda giyecek süveterim var! bunu dışarda giyerim anne!"
-'giyemezsin sonra boşuna dolapta kalacak! git hemen başka bir şey seç nazlı, kasiyer ablanı bekletmeyelim! hadi bak git ablanla o da baksın! hadi gidin beraber bir daha bakıverin...'
(alt metin; dolapta kalacak çünkü ben sana onu giydirmem)
çünkü ona göre sade giyinilmeli, öyle açık tonlarda. koyu olacaksa illa siyah ya da kahve olmalı ama bir genciz bize açık renk zaten daha iyi olur. o zaman beyaz, krem, gri, diğer tüm renklerin de mümkün olan en açık tonu olabilir tabi. modelleri de klasik ve sade olmalı... belki bir kelebek motifi ya da çiçek ama fazla olmamalı.
artık daha neler dediyse sinirime dokunan. muhtemelen benim hatalı, zevksiz, beceriksiz olduğumu ima eden ya da buluğ çağında bana öyle gelecek şeyler. bunu istiyorum diye devam etsem, ki ettim. etraftaki herkese benim ne kadar inatçı olduğumu, boşuna giymeyeceğim bir şey aldığımı söyleyecek. ki söyledi.
bir de onlardan özür diler gibi. kusura bakmayın kızım çok inatçı, affedin! gibisinden. ha onların umrunda mıydı, farkında mıydılar. boş boş bakıyorlardı işte. ama ben kabahatli olduğum için özür dilemesi gerekendim. canlı koyu bir pembe sevmek abes bir şeydi. hataydı. inattı.
bozulduğumu görünce illa başka bir şey seçivermem konusunda ısrar etti. hani ablam bir şeyler alıyor, kendi de e bana alınmazsa olmaz ki!
+"istemem! almıyorum bir şey!! kendi zevkine uymuyo diye beğenmeyeceksin yine"
ha bu yüzüne vuruldu insan içinde
-'olur mu hiç öyle şey!'
almadım, yürüdüm gittim kapıya. orada bekledim onları. aklımsıra peki madem bunu alayım bari deyip almasıydı o kazağı. ama öyle olmadı. bana da ablamın seçtiği bir şeyin aynısının bir küçük bedeni alınmış. bir de sevinçten havalara uçmam bekleniyor. uçuk renklerde bir şey işte. asla giymedim. her giy dediğinde bile giymedim.
o sıralar büyüme-gelişme çağındayız falan annemin farklı korkuları oluşmaya başlamış. aşık olup hormonlara emanet hayatımızı mahvetmek ya da sapıklara yem olmak gibi. herhalde her ebeveynin özellikle de annenin korkusu bu. ama bundan korunmanın yolu giyim kuşamla değil dikkat, ve önlemle, tedbirle olması gerekir. boş, ıssız, karanlık sokaklardan geçmemek, tanımadığın kimselerle konuşmamak gibi. bunları da tembihlerdi elbet. ama ona göre bir kız aslında her zaman ama en çok da evlenene kadar görünmez gibi olmalıydı. sadece dersleri ve başarılarıyla dikkat çekme hakkına sahip olabilirdi.
teorisine göre elbet temiz, şık giyinmek hakkımız ama mümkün olduğunca dikkat çekmeyen şeyler olmalı.
kendi de öyle giyinirdi zaten, daha olgun versiyonu.
saçını da kısa kestirirdi. bizim de. (kısa saçtan bahsetmişimdir) elinden gelse ve fizik müsade etse bizi erkek çocuğu gibi gezdirirdi ama o genetik geniş kalçalarla erkek gibi görünmemiz imkansızdı!
bir gün bana diyor ki o zamanlar, o kazağı giyemezmişim çok canlı bir renkmiş. ben beğendiğimi söylesem de sonunda ben beğensem hatta yakışsa bile özellikle de bu yaşlarda bu kadar dikkat çeken bir renk giymemem gerektiğini, hem çünkü yanlış anlaşılabileceğini söylüyor. ama küt küt cevaplar için kendi kaşınıyor. hemen anladım demek istediğini.
+"ne yani anne daha doğru dürüst büyümemiş, kaşını bıyığını bile çekmemiş, sivilceli bir ergeni yollu mu sanacaklar"
hayır ama hafif kız sanabilirlermiş!!
bayağı da ağırdım! inektim, sivilceliydim, 'arkadaş olarak görülendim' :))
yani hafif kız sanılmamak, yanlış anlaşılmamak için dikkat çekmemeliyiz, kadınsı olmamalıyız, hatta erkek gibi görünmeliyiz!! saçma! annem seksi şeylerden de hiç hoşlanmaz. kendini koruma dürtüsü bir yandan belki ama cinsiyetsiz görünerek korunulmamalı, akıllı ve temkinli olarak korunulmalı.
----
mecbur kalıyorum. beni mecbur bırakıyor. hiç birşeyi öyle kolay elde edemedim ben. biraz benim zevklerimi, hislerimi, isteklerimi anlayıp, hesaba alıp ona göre anlayışlı davransaydı bende böyle isyankar, lafazan, ona göre kavgacı ve inatçı olmazdım.
annem sadece kendi doğrularını mutlak doğru olarak görüyor öz kızlarınınkiler çok önemli değil. o herşeyin en doğrusunu bilir ve uygular bize sadece onu uygulamak kalır o kadar. aynı şeyleri aynı anda sevmeyip istemeyebileceğimiz düşüncesi aklına gelmiyor, umursamıyor. ve bu konu da yıllardır inatçı, herhalde başka türlü düşünemiyor. yapmasını istemediğiniz birşeyi ona anlatmak için öyle bir iki sefer itiraz etmeniz, tartışmanız, yok mantıklı biçimde dile getirmeniz yetmez. zaman lazım. kendi doğrusunun illa bize de uymayacağını kabul edemez. elbet bizden tecrubeli çoğu konuda ama mesele tecrube gerektiren konular değil zevkler, alışkanlıklar konusunda da.
_____
dedim ya sabah benden erken kalktığı için bana kahvaltı hazırlıyor diye. onu da kendine göre yapıyor :)
mesela bana tost yapacak değil mi, eğer o gün iştahlı bir günüyse ve aç hissediyorsa bana kol kadar tost hazırlıyor. ama eğer tam tersi aç hissetmediği ve iştahsız bir günüyse minnacık bir tost hazırlıyor :)
ve bana fazla gelmişse tost, bir kısmını streç filme sarıp kaldırmama şaşırıyor, ya da az gelmişse biraz daha ekmek çıkarıp yememe.
ilkinde rejimdeyim diye yemediğimi sanıyor, ikinci örnekte ise bir türlü doymadığımı 'hani rejimdeydin!! :)' diyor alaycı şekilde.
ama iki tost büyüklüğü arasında öyle bir fark var ki bariz. mesela biri fil diyelim diğeri ise kuzu. biri tost makinasından dışarı taşıyor öbürü makinanın yarısını bile doldurmuyor.
ben yaparım sen yorulma desem de nasılsa benden önce kalktığını zahmet falan olmadığını söylüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder