26.03.2013

sokak numarası - sohbet fırsatları

taze taze yazıyorum. az önce annemle bir tartışma yaşadık. evimizin sokak numarası yüzünden.

şimdiii başa dönelim.
daha önce muhakkak annemin benim telefon konuşmalarıma nasıl dayanamayıp müdehale ettiğini anlatmışımdır. ne kadar güzellikle de anlatsam, tartışma da çıksa aynı. değişen hiç bir şey yok. tutamıyor kendini, illa karışacak, illa beni düzeltecek.

 hani bazen diyorum acaba bende sürekli kusur aramasının nedeni ne? kendine benzer ve ya benzemez yönlerimden bazıları mı? yönetme isteğimi, öğretmenliği mi tutuyor?:)) malum mesleki deformasyon, çoğu öğretmen emekli olsa da birilerine ders vermekten vazgeçemiyor. sürekli ders verir gibi konuşmak artık benliğinin bir parçası oluyor. hatta hal ve tavırları, yüz ifadeleri, giyim alışkanlıkları, ev düzenleri hatta benzer oluyor bana mı öyle geliyor. ben bir öğretmeni yüzünden tanırım! eski nesil olanları ya da şöyle diyelim meslekte biraz daha yıllanmışları. yüzlerine seslerine belirli ifadeler yerleşiyor. ya bir birlerine benziyorlar ya da koşullar ve gereklilikler benzediğinden oluyor bunlar.

ayy gene konuyu saptırmayı başardım.

niyeyse illa blog sayfasını açıp yazacağım yazıyı, öyle word bilmem ne dosyalarına yazmaya çalıştım olmuyor.
böyle her an bilgisayarım çökebilir, elektrik gidebilir, blog sayfası donabilir endişesi ve telaşıyla yazmak daha iyi geliyor... :.)) biri bana sen normal diilsin demişti bak şimdi o geldi birden aklıma .

annem gerek ben arkadaşlarımla günlük sohbet yaparken, gerek önemli bir konuşma sırasında bunu bir sohbet olarak algılayıp ortasından dalar. telefon hattının diğer ucundaki kişiyi tanıyorsa hele. illa rolümü çalacak. susmak bilmez ve aynı anda hem annemi hem telefonda konuştuğum arkadaşımı aynı anda anlamamı bekler. ha kendi telefonda konuşurken ben ona bir şey söylersem mesela kızar bana!!!

hem de ayrıca başka zamanlarda eğer ben onu eleştirmişsem ben telefondayken niye benle sohbet etmek istiyorsun bırak arkadaşımla konuşayım demişsem mesela. ona göre ne varmış ki bunda kendi bunu yapabiliyormuş!! külliyen palavra yaa. bu kadar olur.

daha şimdiye kadar annem telefondayken bırak sohbete çevirmeyi bir kez olsun beni dinleyip de karşı tarafa selamımı göndermedi ki!! eski tanışlar, uzak akrabalar neyse telefonda görüşülen kimseler bir kez olsun selamımı alamadılar ve bazıları beni hayırsız ilan etti!!!

anneme de sayende diyorum. anlamıyor bile. kendi telefondayken beni de duyup benle de konuşabildiğini iddia etmekte ama aslında o sırada beni duymuyor bile. yüzüme dikkatle baksa da duymuyor. söylersem de ben kabahatliyim, kendimi dinletmeyi bilmediğimi bile söyledi.

bu hayırsızlık ilanından ders aldım. eğer annemin telefonda konuştuğu kişi selam söylemek istediğim biriyse şayet, telefonu annemin elinden kapar oldum. ısrarla elinden "bir ver bir ver" diye alıyor, merhaba nasılsınız, falan filan klasik cümlelerle konuşup geri veriyorum.

annem bir keresinde kabalık olduğunu söyledi yaptığımın. sayende dedim çok sevdiğim ve anneminde arkadaşı olan ilk okul öğretmenim beni hayırsız ve selamsız biri sanıyor.
niye diyor?!! sen telefonda onunla konuşurken karşında yırtınıyorum selamımı söyle diye, ruhun duymuyor, söylemiyorsun. kadın telefonda beni soruyor diyelim annem de anlatıyor, ben de bunu anlayınca sesleniyorum selam söyle diye, hiiiç oralı bile değil.
 cidden bir keresinde yerlerde debelendim yaa. gene de bana aldırmadı, kendi konuşacağını konuşup kapattı. sonra da bana noluyor napıyorsun dedi!!
bilmiyorum nasıl ve neden. ben de çareyi telefonu kapmakta buldum. söylemeyecek çünkü selamımı.


ben telefondayken de işte başka durum. artık telefonum çaldığı zaman başka boş odalara kaçıyorum bir arkadaşımla iki çift laf edebileyim diye. ha o zamanda gizli bir şeyler konuştuğumu, hayatımda gizli biri olduğunu, hatta bazı bazı imalarından anlıyorum bunu, fazettiği bu hayatımdaki kişiyle evleneceğimi hayal ediyor.

normal bir arkadaşımla haberleşme içindeyim oysa. e diyor çıkıyorsun odadan. sanki aynı odada telefonla konuşmam mümkün de. kim diye bir sorar. tanımıyorsa o kimdi. o kişiyle ben telefondayken anneme onun kim olduğunu, nereden tanıdığımı ve daha bilimum soruyu cevaplamam gerekir. hayır sonra sor bari. yok illa o anda. cevaplamaz da sohbetime devam edersem telefonda, çok bozuluyor. dışlamışım!!
yahu senin tanımadığın bi arkadaşımla bir çift laf ediyorum, bir karışma sonra anlatırım. surat!


ona benim telefonumun çalması bir sohbet fırsatı gibi geliyor.
duymazdan gelsem benim konuştuğum şeylerden kendince bir anlam çıkarıp gene katılmaya çalışıyor. sanırsın konuşmaya hasret kalmış, yıllarca dilini bağlamışlar da tıkanmış. zaten o kadar çok konuşuyor ki, daha da telefonlarımı kapıp benim sohbetlerimi de çalacak.

ki bu da olmadı değil. selma diye bir arkadaşım vardı, sonra ailecek başka bir şehre taşındılar ama hala haberleşiriz. genelde yazışırız da, tabi iyice seyrekleşti o da ayrı mesele. bazı kızlar evlenince dış dünyaya kapanıyor adeta. yakın akrabaları eşlerinin akrabalarıyla çevrili bir hatay kurup, çıkmaz oluyorlar dışarı. odaklanma bu herhalde.

neyse selma'nın bir arayacağı tutmuş, annemde ben telefonu açınca aa selma! deyişimden duymuş anlamış. geldi aldı telefonu elimden, ben de bi konuşayım deyip bahaneyle. aa gitti telefon, evin içinde dolaşa dolaşa konuşuyor. demiyor ki selma ile nazlı arkadaş, yaşıt onlar konuşsun. hazır birini yakalamış içini döküp fazladan ama asla ona fazla gelmeyen bir 3000 bin kelime daha sarfedip deşarj olacak!!

ben saftorik de bekliyorum ki bana telefonu getirsin, ooh sohbetini etmiş, kapatmış, getirip veriyor telefonu bana. aa kapatmış selma. e diyorum ben konuşmadım, bir türlü vermeden telefonu. iki dakka da konuşmayacakmıymış artık. en az 15 dakika konuştu, üstelik benim konuşmemı bölüp, hele de benden de bahsedip, ne varsa benim yerime anlatmış.

tepki gösretmeme de şaşıyor. ne varmış ki? daha ben konuşamadım ki kızla!! aradım konuştuk da tabi benden öğreneceklerini annem anlattığı için bayatlamış artık!! ne desem hıı annem anlattı diyor.


diyelim ki benim o anda telefonda konuştuğum kişiyi annem tanımıyor, versem telefonu onunla da saatlerce konuşur. bir de ayarını bilmez ki, bazen ama, konuşmaya hasret kalınca mıdır nedir. herkesle aynı samimiyette olamaz insan, bazı insanlarla herşeyi paylaşamazsın, mesela biri sadece iyi bir iş arkadaşıdır, ya da ne bileyim çok samimileşemediğin ama o sıralar iletişim kurman gerektiği biridir. senin hakkında herşeyi, ya da diyelim ki detaylı bilgileri, özel hayatını çocukluğunu vs bilmesi gerekmemektedir. istememektesindir belki. ya da zaten o da pek meraklı değildir. ama annem yakaladı mı anlatır da anlatır.

geçende daha yirmibeş yaşında genç bir anneyle, bir komşu, üstelik gözleri felfecir okuyor, bu kelime şöyle açıklanabilir belki gözlerinden ne kadar kıskanç, fettan ve kötü niteyli biri olduğu anlaşılıyor. onunla oturmuş ortak bir konu bulmuş: annelik. oturup benim doğumumu çocukluğumu anlatoyor. kız zaten bende bir açık, bir eksik gedik ne bileyim böyle koz olarak kullanabileceği bir unsur aramakta, annem de gitmiş annelik bebeklik sohbeti.

hani erkekler bilmem kaç kelime konuşmalıymış günde ama kadınların kullanması gereken kelime sayısı bunun kat be katı ya. annem de bunu ikiyle çarpın. sayıları hatırlamıyorum ama siz bir kere de üçle çarpın. o da oluyor.

ya ne diyorsunuz eve tamirci geliyor onunla bile uzun sohbetlere dalıyor. kah devleti kurtarıyor, kah yeni nesli eleştiriyor, kah beni ablamı ve hayatımızı anlatıyor. yahu herkese herşey anlatılmaz. aman sanki gizli bir sır mı vermiş.

elbette biliyor kendini savunmayı, tek başına iki kız evlat yetiştirdi. kötü niyetlileri, garip tipleri. koruma iç güdüsü iyidir. fazlasıyla. yağmurda rüzgarda dışarı çıkmamızı istemez bile ya. kaldırımdaki göçükten öleceğimiz endişesine bile kapılır. ama canı sohbet çekiyorsa tutabilene aşk olsun öyle bir kaptırır ki karşısındakini ilgilendirmez, sıkılır, iyi niyetli midir falan gibi şeyleri görmez oluyor.

 (kendine göre sohbetmiş ama karşıdaki onun konuşmasını bölmeyi bilmiyorsa bu aslında monolog ).

tutmuş bir gün bu yirmibeşlik fettan anneye benim altımı nasıl bezlediğni anlatıyor.


-----
diyelim ben telefonda ciddi bir görüşme yapıyorum. bu ses tonun, konuşmandan anlaşılmaz mı. anlaşılması lazım ama anneciğim anlamıyor. illa kim kim kim diye soruyor. o an da ciddisin, telefonda duyulmayabilir herşey dikkatli dinlemelisin boşuna çaba. annem yakınımdaysa gelip dibime oturur, ya da karşımda durup beni dinlemek ister. yanıtlamıyorsm ve çok ciddiysem hani yüz bulup dalamamışsa sohbete dineyip anlamaya çalışır.  anlarsa da karışır.

karışma desem, anne bir dakika desem, kapıyı kapasam. kabahatli benim. yardım etmeye çalışıyormuş.

"neden yardıma ihtiyacım olduğunu düşündün? neden ben kendim yapamayayım?? bilmediğim bir zeka sorunum, bir yetersizliğim mi var?"

oldum olası birinden yardım istemeyi sevmem ben zaten, her işimi kendim halledebilmek isterim. bir de kas gücüm olsa. çamaşır makinelerini, buzdolabını ben taşıyabilsem, ben tamir edebilsem, boyum tavana yetse...
.
onları bile kendim yaparım.ah işte annem de aşırı yardım sever.

iş görüşmesi gibisinden telefon konuşmalarıma müdehale etmişliği de var. bir de annesi konuşsunmuş da kendini tanısınlarmış. annecim ilkokul çocuğu muyum ben de annem konuşacak iş görüşmesinde?
ne alakaymış, işe alacakları kişinin ailesini de bilmek istemezlermiymiş, bir de ondan dinlesinlermiş nazlı'yı.

olmaz öyle profesyonelce değil diyorum. ama kabul etmesi imkansız. o iş görüşmesi nasıl olmalıdır diye düşünmüş bulmuş, kabul etmesi lazım dünyanın. potansiyel elemanlarının ailelerini de tanımalılarmış.

bir de şu var, dayatma olarak;
'ben de konuşacağım ' ya da ben de konuşayım.
anlatamıyorum galiba ben, iyilikle söylesem ciddiye almıyor, yanıldığımı iyi bilmediğimi sanıyor, tartışma çıkarsam bir kusur buluyor hiç olmazsa kendinin iyi niyetini anlamıyor oluyorum.

diyorum ki iş görüşmesine annesini gönderen zavallı ezik gibi algılanırım.
hiç de bileymiş gidip benim ne kadar çalışkan, ne kadar iyi bir aile terbiyesi almış, ne kadar iyi eğitimli biri olduğumu anlatmalıymış, başkasından duymalarında fayda varmış. ben göndermişim gibi olur hoş olmaz desem de nafile. ona göre benim iş bulamamamın sabebi benim yeterince kendimi anlatmamamdanmış.

ben mi?

kendisi konuşsa halbuki beni havada kapacaklarmış. benim suçummuş bak, ben bıraakmıyorum annemi diye iş bulamıyormuşum.

bir ara özel sektör denediydim de.
benim kızacağımı, tartışma çıkaracağımı bilmese benim yerime iş görüşmelerine gidecek.

böyle

 telefon konuşmalarına da dalmaya çalıştığı oldu. tepemde müfettiş gibi sürekli konuşuyor. halbuki benim karşımdaki kişiyi o an için dinlemem gerek. ama anlatabilirsen anneme bunu!!

vır vır vır vır. şunu da de, nazlı!!!! bunu da de!! şurdan şöyle mezun oldum!! desene kızım!! nazlıı!! dedin mi yüksek lisans!!???
sürekli şunu da de, bunu da de, şunu dedin mi?


mecbur kalıyorum telefonun diğer ucundaki kişiye pardon deyip, annemi susturmaya.
anne bir karışma!! ama dememişim ki! duymamışlar bak!
sanırsın telefonda tanışıyoruz ilk. anne önlerinde cv var. olsun de sen gene de!!

gitmiyor ve susmuyor. sussa da dibime oturup, ofluyor, pofluyor.

telefonu kapatınca sorguya çekiliyorum. bunu demiş miyim? ya şunu? dememişim yanılıyormuşum kendi duymamış??
"acaba beni delirtmeye mi çalışıyorsun?"

-----------------
bana otel rezervasyonu yaptırmak istemişti bir keresinde. ama tepemde sürekli konuşuyor, artık beynim bloke olmuştu. eline verdim telefonu al sen yap. esas demesi gerekenleri unutan kendiydi.

------

benzeri bir tartışmanın yakın zamanındaysa surat asarak oflayarak, mimik yaparak uzaklaşır. ama huylu huyundan vazgeçmiyor misali kısa süre sonra unutur, aynını yapar.


bu kez de bankadan aradılar. kredi kartımın kullanım süresi dolmuş, kartın yenilenmesi gerekmiş, kuryeyle gönderilecekmiş. tam beraberken yakalandık telefona. tabi ben bunu anlayıncaya kadar göbeğim çatladı. gene tepeme dikildi. yüzümde ciddi bir ifade görünce iyice işkillendi. nasıl bir telefon görüşmesi bekliyorsa benden artık?? artık mecbur kaldım bankadan aradıklarını söylemeye.
dinleme moduna geçti. bu kez de bende kusur arıyor. bir hata yapacağım kesin.

ayyy bilmiyorum ama o kusur arayan, şüpheci bakışı yerleşiyor yüzüne.

tabi telefondaki görevli işini yapıyor, kimliği doğrulamak için soru soruyor falan. sonunda adresi sordu. söylüyorum. annem o sırada benden uzaklaşmış delirerek geri dönüyor.

yahu zaten çağrı merkezlerinden gelen aramalar bir mesele. ama bu görüşmeleri yapmayı hep bana bıraktığından kendinin hiç haberi yok ve bana inanmıyor. kalabalık ve gürültülü bir ortamdalar, görevliler, ve bazen mikrofonları fazla ortam sesi algılıyor, üstüne bir de aşırı hızlı konuşma eklenince, her zaman değil ama genelde anlaması bir hayli zor oluyor. iyice dikkat kesilmez ve sessiz bir yerde dinlemezsen anlaşılmıyor ki.

hani insanlar kendini bazen anlamaz, tanımaz. mesela çoğu insan dürüst, hassas, detaycı ve başkalarını hep düşünen biriyim der. ama aslında domuzun tekidir ya. acaba ben de o insanlar gibi kendimi tanımıyorum da
o yüzden mi annem  bana inanmamak da israrcı bazen?
hiç farkında olmadan kendini ifade edemeyen, yalancının önde gideni miyim??

yoo diilim.

ama annem çoğu zaman bana inanmıyor, nedense abarttığımı düşünüyor, yanlış anladığımı, yanlış bildiğimi.
öyle yaptığının da pek farkında değil, ben herkese karşı öyleyim diyor. ama değil. çoğu zaman. hatta bazen yabancılara daha çok çabucak inanıyor var ya.
bir yabancı benim söylediğimin tersini söylemişse 'yaa bak nazlı!' dediği bile oldu ki benim bilmemem imkansızdı, üniversitedeki bir hocamla ilgiliydi. adam doçentti ama karşımızdaki kişi onun araştırma görevlisi olduğunu iddia ediyordu. pes artık!

telefondaki banka görevlisine pardon deyip, anneme bastırabastıra bir ciddiye alsın beni diye;
"annecim, bir karışma! zaten ortam sesinden duyulmuyor"
of deyip uzaklaşıyor yine yalan atıyorum, abartıyorum, hiç olur mu öyle şey?!
bir keresinde benim dediğim gibi olsa adamlar niye arasınmış. onlar seslerinin az geldiğinin, yada ortam sesinin fazla geldiğinin farkında değiller diyorum. hiç olurmuymuş? acaba kulağımda mı bir sorun varmış.

görevli adres istiyor. ama anneme göre yanlış söylüyorum gene. kızıp içeri girmiş ama gene kulağı kirişte beni dinliyor. sokak numarası 1253 ama annem illa ki 1523 olduğunu iddia ediyor.

'yanlış söyledin nazlı!!!'

bir de kaydedilen bir konuşma bu, ama kayıtta kavgamız da vardır.. ooof of.

aldırmayıp devam etmeye çalışıyorum ama tepeme dikilip gelmiş, yanlış söylüyorum. adeta ben adamı duymamayım diye bir çaba içinde.

"doğru söyledim anne" diyorum arada.

iddia ediyor ki sokak numaramız 1523. banka beni bulamayacak, kart yabancıların eline geçecek, durduk yere borçlanacağım vs. yahu doğru.

konuşuyor da konuşuyor.
arada doğru söyledim diyorum.

adı kadar eminmiş yanlış söylemişim. telefondaki beyefendiye artık tekrarlattım. hayır doğru söylemişim. konuşma bitti.

ama tartışma değil. aldım son gelen su faturasını gösterdim. işte resmi evrak işte adres.

sinirleniyor, o zaman ben yanlış söylemişimdirmiş.

-----------------

artık pazarlamacılar kapımıza gelmiyor malum, telefonla neler neler satmak istiyorlar bir keresinde böyle bi telefon aldım. annem gene tepemde kimmiş, neymiş,ne istiyormuş, niye ilgilenmiyormuşum? sanki iş ya da evlenme teklif edecekler!!
yanlış telefonla bile sohbet çıkarmış annem ben telefondayken genelde tepemde.

bazen yani böyle taşma noktasına getiriyor beni yaa...sanki  özellikle sabote etmek ister gibi...

şimdi
 bunun üzerine birkaç gün karışmaz, sonra gene huylu ve huyu. vazgeçilmez ikili!!!



mesaj sesini de öğrenemedi, ki klasik yazılı mesaj sesi. ben telefonun başında değilken mesaj geldi diyelim, ya bana bir telaş sesleniyor ya kapıp yanıma getiriyor. ben tuvaletteyken bana telefonumu vermeyi bile teklif etti, o an da çalıyordu da. yahu işerken de mi konuşayım?
beklesin çıkınca ararım diyorum. hadiymiş çabuk olaymışım o zaman!!
 arayan da tanımadığım bi numara. ee kimmiş? bilmiyorum diyorum. e yazmıyor mu kim?
rehbere kayıtlı biri değil anne diyorum.

annem sanıyor ki hani arayan numara görünüyor ya, isim de görünecek. ee kimmiş?

"anne rehbere kayıtlı bir numara değil ki, yani isim bilmem imkansız"
'yaa'

tanımadığım numaraları geri aramam, geri arasam ne zaman yanlış çıkıyor, boşuna da para gidiyor.
gel de bunu anneme anlatın!!

diyor ki e arayayımmış o zaman!! illa aratıyor. e yanlış işte! hatice hanımı aramış. 

kapatıyorum telefonu. yanlışmış işte boşuna konuşma parası.

kimi aramış ki diye soruyor. hatice diye birini diyorum.
anneme kalsa bu hatice'nin aile şeceresini çıkaracağız. sorsammış ya.  ayyyy!!!

bir keresinde biri böyle yanlışlıkla arıyor ama doğru aradığından o kadar emin ki benim yanıldığımı düşünüyordu. üstsüte defalarca aradı. sonra bana diyor ki ama bilmem kim diye bana bu numarayı verdiler.
ama ben o değilim, tanımam. ama doğru çevirmiş. yanlış yazmışlardır diyorum. bir iddiacı daha. hala şüpheli kadın. ama bu numarayı yazmışlar. ben de aynı numarayı yıllardır kullanırım ve şimdiye kadar da kimliğimden şüphelenmedim. hiç kendime demedim ki  acaba ben rıza amcaların kızı gültenmiyim diye!!!

kadın bana telefonda gülten!i anlatıyor. teyzeciğim ben gülten değilim, hiç olmadım. bir yanlışlık var.
ders çalışmam gerek beni oyalıyor. niye kızıyormuşum ki? ders çalışmam gerek sınavım var diyorum da anca vazgeçti.
daha sonra bir ay kadar tekrar arayıp gülten miyim diye son bir kez daha kontrol etti.



------------------
mesaj geliyor ama telefon çalıyor sanıp bana telefonlarıma bakmadığım için kızıyor annem.
ama anne o mesaj!!
ha sonra da kimden miş mesaj?? reklam ya..
reklam mesaj olarak gelirmiymiş telefona ?? aman bende!
----------------------

ne zaman bi cevapsız çağrı alsam da annem duysa muhakkak geri aratıyor ve şimdiye kadar da hiç tutan olmadı.
tabi bu olaylar da bir konuşma konusu oluyor.
neden hatice  veya gülten olarak arandığım üzerine garip teoriler gelişti.....



24.03.2013

kaldırımdaki göçük endişesi

annemin bir endişesi daha doğrusu hüsnü kuruntusu da şu;
bizim binanın etrafındaki kaldırımda oluşan küçük göçük.

yoldan doğalgaz sistemi geçirirlerken naptılarsa kaldırımın bir bölgesinde yarım metreye bir metre civarında yirmi-otuz santim derinliğinde bir göçük oluşmuş.

annem de buna taktı. ne zaman görse söyleniyor. bunu böyle bırakmışlar, bir işi tam yapamıyorlarmış da. ya bu göçük büyürseymiş de. vs vs.

hem de epey yüksek tonda ve bana söylüyor. sanki ben yaptım.

-'bunu böyle bırakmışlar nazlı!!! ya bu göçük büyürse nazlı?! bir işi tam yapsalar olmaz mı nazlı??!! iyice büyümüş bu göçük değil mi nazlı? ay bu göçük iyice büyürse ya nazlı!!ayy burası çok çökmüş nazlı!' vb.

vs. ayrı ayrı veya bütün bir cümle olarak. gelen geçen yarım yamalak duyanlar da ben bir kabahat işledim bana söyleniyor sanıyorlar. birşey diyen olmadı ne cesaret. ama bakışlarından belli.

+"büyütme ya anne, yirmi santim bile yoktur o çukur dediğin"
 ben hiç bir şeyi görmüyor ve ciddiye almıyormuşum zaten, bu ne rahatlıkmış böyle. tabi ben anlamazmışım! anne olursam anlarmışım. sakın ha o kaldırımdan geçmeyeyyimmiş ha!!

çukur beni yutacak kabusu.

+"anne bana kızıp söyleneceğine yöneticiye söylesene"
onun da benim gibi umrumda olmayacakmış ki nasılsa. böyle rahat insanlar varken kendisine huzur yokmuş bu dünyada. herkes için endişelenip düşünen kendiymiş.

haftalardır aynı hikaye. arada unutuyor tabi. ama aklına geldiği, gördüğü an başlıyor gene.
kimseler farkında değilmiş, ne kadar dikkatsizlermiş.

kendisi de farkında değil ki endişelenip söylenmekten başka bir şey yaptığı yok.


ya o göçük büyürse, yer çatlar çökerseymiş, ya binamıza bir şey olursaymış, mazallah evsiz kalırmışız hepimiz.

sadece endişelenip, kabus senaryolar üretip, sinirini bozup duruyor.

bir gün geçende, bir yere giderken yolda çalışan belediye işçilerini gördüm söyledim.
ufacık şeyden bir şey olmaz dediler. ama annem korkuyor dedim ikna ettim. malum anne deyince akan sular durur.
söyledim gideceğim yere gittim. dönüşte akşam üstü baktım ki doldurmuşlar içini kalan asfaltla.

anneme söyledim, memnun oldu olmasına ama adeta kabus senaryosu son buldu diye de bir huylandı...

ee şimdi neye sinirlenip, endişelenecek? neye söylenecek şimdi?

yakındır merak etmeyin zor değil, bulur!


milletin arabasını park edişine bile gıcık olup söyleniyor. bahanesi çok.

bir de bana huzur kaçırıyorsun diyor. ilk-orta-lise-hatta üniversite döneminde ki gibi okulda olan komik çocuksu şeyleri anlatıp rahatladığımız, kıkıradığımız günleri özlüyor, ki bazen başıma ağrıdı konuşmayn susun da derdi, dinlemezdi ya. ama artık çocuk değilim ve o kadar da komik şey olmuyor, komik gelmiyor.

zaten komiksi olan bir şey de anlatsam, ona da bir kusu r buluyor ya


banyo mu yapsak?

-'bugün banyo mu yapsak?'

bu banyo mevzuu baydı mı sizi? ya ben ya ben?? ben napayım.

hani eskiden güneş enerjileri, kombiler falan yokken, odun sobası falan kurulurdu ya banyoya. o da öyle zırt pırt yakılmazdı. o yüzden sırayla yıkanılırdı. e bu alışkanlık yapmış, illa sırayla yıkanmamız gerek gibi düşünüyor. güneş enerjisi var, hava iyiyse her gün yıkanılabilir artık.
niyeyse bunu düşünemiyor. yarın da bir yere gideceğiz ya yıkansak mı diyor.
valla benim henüz saçım kirlenmedi. ayıptır söylemesi daha dün banyo yaptım. dedim. yoo dün değilmiş o evvelsi günmüş. valla dün yaa! havlunun birini de odamda unutmuşum hatta.

+"sen gir banyoya, ben dün yıkandım zaten"
-'yaa e su da kalmamıştır o zaman! ah nazlı ah deseydin ya dün bana ben yıkandım diye!'
+"niye su kalmasın anne? bu gün hava süperdi, kaynamış oynamıştır"
-'emin misin?'


bu defa da su yoktur diye endişeli...


hazırlık aşaması

erkenciliğin de bu kadarı!
yarın saat 11.00 gibi bir yerde olmamız gerekiyor. annemse gecikmek yerine beklemeyi tercih eder. ta beklerken de öyle sakin durmaz söylenir durur o da ayrı mesele.

daha şimdiden başladı bugün erken yatmak lazımmış. yarın erken kalkmak lazımmış.
saat şu an 19.30 gibi ya, neredeyse bu saatten yatıracak beni. ima öyle gibi geldi. alındım belki.

yarın erken kalkmak lazımmış. gideceğimiz yer bu akşam üstü belli oldu. saat başı aynı şeyi söylüyor neredeyse. yarın erken kalkmak lazım. erken yatmak lazım.
istersen diyor ben seni uyandırayım. bu beni uyandırma merasiminden zorla kurtuldum zaten şimdi ipin ucunu bi kaptırırsam yeniden başlamasından korkarım.

gerek yok dedim, saati kurarım.
cık cık diyor hafiften.

saatlere, telefonlara güven olmaz ki!! ona göre.

en iyisiymiş saat 05.00 gibi kalkmak! aaaa bakakaldım!! 11.00 gibi bir yerde bulunmak için 05.00 da kalkılır mı?
hayır fizan değil, adana bile değil.!!!! mezitli!!

+"05.00 mi?? yok artık anne!"
-'e ama ancak hazırlanırız!'
+"düğüne mi gidiyoruz da haberim yok?"

ee benim hazırlık aşamam uzun sürüyormuş!! iki saatte yolda geçseymiş, daha kahvaltı varmış bir de öncden!!
sanırsın porselen makyajla gelin başı yapıyorum hergün. valla en fazla 40 dakika sürer. yok aceleyse 15 dakikada yaparım. saçımı, makyajımı, giyimimi. ha saçıma vakit olduğu zaman maşayla falan şekil veriyorum. ama o da saatler zaten süremez, saç mı dayanır yanar yaa!!
anneme 20 dk lık bir hazırlığım saatler gibi geliyor, hem benden önce uyanır, hem çok hızlı yemek yer hem de saçı kısa olduğu ve zaten makyaja illet olduğu için hazırlığı kısa sürer. sonra da diken üstünde beni  bekler.
evden çıkmadan tuvalete gitmem bile onu gıcık eder. iki de bir geç kalacağımızı ima eder ki aslında erken bile çıkmaktayızdır.

2 saat erken kalkmalı dese neyse, 6 saat!!!

mesela seyehat için havaalanına gidilecek, binmemiz gereken saatteki servise değil nolur nolmaz diye iki önceki servise bineriz illa.

yoo ben de öyle sürekli aşırı geç kalan bunu huy edinmiş biri değilim, rahat biri ise hiç değilim. ama gereksiz yere bu kadar endişeye, telaşa kapılmanın ne alemi var. yıpratıcı unsur sadece.


o kabus senaryoları bitmez ki bizim validede.

uçağın servisini kaçırırsak, biletin yanacağını bile düşündüğü oldu. dır dır edip durdu.

daha arada iki servis daha var diyorum, ya yoksaymış? ya iptal etmişselermiş? ya bi aksilik olursaymış??
gitti onca uçak parası!! ah nazlı ah!

evin günah keçisi nazlı....

ooof of.
şimdi annem napar eder beni aşırı erken uyandırır. 5 dedi ..ama kendi ondan da erken uyanır, geç kalacağım stresinden geri de yatıp uyuyamaz. küçük küçük gürültüler yaparak benim de erkenden uyanmamı bekler. yaptı daha önce de benzer şeyler....

oldu ki cidden erken hazırlandık, öyle salonda oturup bekleriz. kıyafetimiz kırışmasın diye de ayağımızı uzatamayaız, öyle eğreti öyle istenmeyen misafir gibi... öyle olunca da dakikalar geçmez. hadi çıkalım öyleyse derim bu kez de orada bekleyecekmişiz, en iyisi evde bekleyelimmiş...

daha tutturuyor da 5 te kalkalım diye. en iyisi hiç uyumayalım anne mazallah bir daha uyanamazsak arkamızdan geç kaldılar dedirtmeyiz!!!





19.03.2013

anne görüşü

"kızı ekmek yediği için bu kadar sevinen başka anne daha var mıdır acaba hem de çocuk yaşta değil sadece 30lu yaşlarda da" başlıklı bir yazı yazacakken şu reklam çıktı meydane!

hani anne kızına yumurta pişirmiş, kızı 'çok koydun anne gene' diyor, tepeleme bir tabak. ama anne görüşüne göre bir ceviz büyüklüğünde koymuş. aa diyor anne 'o tabak bitecek'
diğer versiyonda da anne dışarısı günlük güneşlikken fırtınalar koptuğunu görerek çocuğunu anoraklara ve atkılara sarıp doluyor.

ayyy aynı benim hayatıım.

hala üstelik.

:)
bu yazdıklarım belki sizin yüzünüzde bir tebessüme neden olabilir ama yıllarca, defalarca benzer sahneleri yaşamak buna yol açmayabiliyor. ve anneniz bu kadar ısrarcı bir baskın karakter olmaya çalışırken. ve artık toplu taşıma araçlarında terbiyeli ve düşünceli gençlerin sana yer verme yaşının geldiğini göstererek 'buraya geçebilirsin abla' demekteyken..

spontan yazıyorum devrik cümleler çıkabilir.

sadece bebek ve çocukken kalın giydirme sevdası yoktu annemin şu gün bile bana dışarı çıkarken mutlaka hava tahmininde bulunur ve ona göre ben hep gereği kadar kalın giyinmiyorumdur.
şimdiye kadar kaç defa sözünü dinlediysem pişman oldum ya da olmama ramak kaldı. sadece bir annenin koruyucu iç güdüsünün verdiği anne görüşünden değil, annemle vücut yapılarımız, sıcak-soğuk algılayışımız da
epey farklı birbirinden. daha ne diyeyim. ama anlat anlata bilirsen. annem kendi doğrularını çoğu çoğu zaman kesin gerçeklik gibi algılar. kendinden dünyaya geldiğimiz içinde bizim de aynısı olduğumuzu düşünür. sanırım ablam için böyle değil, onlar biraz daha benzerler. ama benim kimyam farklı olacak ki ne zaman hava soğuk en kalın kazağını giy, yağmurluğunu, naylonlu montunu giy dese ve ben annemdir diye inanıp uygulasam, giydiklerimin içinde pişmek suretiyle hasta olurum. ter üstümde kurudu mu tamam!
ha buna da çözümü hazır. mesela böyle bir durumda berabersek illa sırtıma kağıt havlu, kağıt mendil yatırmak ister. hiç ortam falan düşünmez haa. kızının komik duruma düşeceği falan. ne anlar ne önemser. aman üşütme de karizma yerlerde gezsin.

çocukken bile gücüme giderdi de bu yaşlarda teklif etmesi bile bozuyor.
bir keresinde birileriyle bir tiyatroya gittik, malum içeri klimalı. ama annem sibirya'da yaşıyormuşuz gibi düşünüp, bana gene şu naylonlu montlarımdan giydirmiş.
bir şekilde kandırmıştır. biraz rüzgarlıysa hava mesela ona göre fırtınalıdır çünkü. beni hava buzz gibi deyip, aşırı rüzgarlı, ya da cehennem sıcağı deyip kandırmışlığı çoktur. bilerek yapmıyor tabi de kendine göre algılıyor dünyayı, bir başkasının bünyesinin o durumu nasıl algılayacağıyla ilgilenmiyor ki. kendi öyle hissetmişse herkes, ki özellikle de kızları, bilhassa ben öyle hissedeceğimdir. başka bir olasılık saçmadır, yersizdir, yanılgıdır.

ha daha geçende, evvelsi gün mersin'de hava pek rüzgarlıydı. benim de derse gitmem gerek. tutturdu da çıkma bugün diye. bu kez korkusu üşütmem değil. bu fırtınada kafama bir şey düşmesinden korkuyor.
dersi veren benim yahu nasıl gitmem. hastayım dermişim. baskıcı anne olmamak için gitmeyecen diyemiyor ama onun yerine korkunç hayaller ekmeye çalışıyor beynime. ya bir şey uçarsa ve kafama çarparsaymış, o zaman o ne yapacakmış??
hava yağmurluysa, çok rüzgarlıysa, karanlıksa, ya da acayip sıcaksa, pazarsa, bir kaç gündür üstüste hep dışarı çıkılmışsa o gün dışarı çıkılmamalıdır. nasılsa bu bir teori mi, öneri mi?? ona göre böyle.

neyse tiyatroya dönelim, tabi mekan klimalı olduğu ve kalabalık olduğu için iyice sıcak olmuş. annemin beni kandırarak giydirdiği kaban çoktan çıkmış zaten ama , kazak da fazla geliyor. için için ter döküyorum sanki sahnede hoplayıp zıplayan koşuşturan benimmiş gibi.
e kazağı da çıkaracak halim yok ya. boyuna yakasını esnetiyorum.
çok uzun yıllar olmadı bu olalı. bugün bile beni yanılttığı oluyor annemin. hele bir otokontrolu bırak elden. tamam yandın nazlı!
ha yakasını esnetiyorum ki boynum ferahlasın, müdehale etmeden duramıyor ki. sündürecekmişim kazağı!! vah kazak vah! aman o sünmesin ama ben sürüneyim!
çok sıcaklandım diyorum. böyle bir şey demiyor ama bir beğenmez yüz ifadesiyle nefes alıyor. beğenmez mi desem gene bu kız saçmalıyor, gene yanılıyor mu diyor içinden. kendiyle kıyaslayıp kendi sıcaklanmıyor çünkü benim saçmaladığımı mı düşünüyor, gene mi abartıyorum. genelde böyle ithamlarda bulunduğu için bu örnekleri veriyorum.
ama ben beni bilirim sucuk gibi terlemekteyim o sırada.
oyuna ara verildiğindeyse çıkıp dışarda nefes alıp serinlemek istiyorum. annem çıkmak istemiyor. yerini biri alır diye. bir keresinde olmuştu, bir açık göz kapmış aklı sıra yılllaaarrr önce. ama kaldırmıştık yerinden.
neyse işte beni de üşütürsün bahanesiyle yanında tutmak istiyor. ardından da aklına bir fikir geliyor en iyisi sırtıma mendil yatırmakmış.
illa sırtıma mendil yatıracakmış, teri o çekermiş.

+"tamam da nerede ya??".
-'buradaaa!! '

tiyatro salonunun ortasında, MDOB'nin de kullandığı mersin kültür merkesi binasının iöindeki salonun ortasında sırtıma mendil yatıracakmış. bir de ısrarcı. eliyle tutmuş beni çevirmeye çalışıyor. herkes çıkmış değil hem . oldu olacak sahneye çıkalım güldürük olur elaleme.

ben ki çocukken bile böyle durumlarda sinirlenirim, ben bana gülünmesinden pek hoşlanmam. ha siz bu yazdıklarıma gülebilirsiniz. bu olur. ama yüzüme karşı gülünmesi, acınarak ya da alaycı bakılması beni çileden çıkarır. hele bir sürü insanın yanında çocukmuşum gibi davranılması deli eder resmen.

bir çok insana göre bu mesele değil, tanıdım böylelerini. başkası olsa belki başkalarının bakışındaki anlamı sezemediği için önemsemiyor da ondan sinirlenmiyor. mesela bir durum olmuştu annem bana göre bana çocuk muamesesi yapıyordu. ama bir arkadaşıma göre çok güzel bir şeydi. o anda annesi onu böyle soydurup yeniden giydirse, sürekli alnını silse, saçını düzeltse, elini tutsa, ikide bir yakalayıp öpse bayılır, daha çok ister kedi gibi sırnaşır. ben niye böyleyim bilmiyorum ama böyleyim. mesela o arkadaşım hala bazen ki benden de büyüktür annesiyle aynı yatakta annesine sarılıp yatmaya bayılırmış. kedi gibi sokulur uyurmuş. bana normal ve sağlıklı gelmiyor. böyle garip bulunca ben de ona garip geliyorummuş.

hani anneler çocuklarını öpmeyi çok sever, ama bir yaştan sonra çocuklar uluorta ikide bir öpülmek istemez. normal olan bu bence... annem de aksi gibi beni garip yerlerde yakalayıp öpmeyi çok severdi. okul çıkışı, ya da böyle arkadaşların falan olduğu ortamlarda en sevdiği. birilerinin benimle dalga geçmesini falan hiç önemsemezdi, yavrusu değil miymişim, istediği zaman öpermiş, bari onlarlayken öpme desem de ama nerede anlamak? sevgisini gösteremezmiymiş, örnek olmalıymışız sevgisini göstermek konusunda. tabi sadece kendi yakalayıp öpmüyor kendini de öptürüyor. yani küçükken tatlı olurdu da e buluğ çağında ollmayaydı!

ama bir de şimdi görün, geçende dolmuştayız, bir yerden eve dönüyoruz. hemen çaprazımızda bir aile. baba kucağına almış 5 yaşlarındaki oğlunu. çocuk da öpücük manyağı olmuş ya neyse. öpüyor işte oğlunu. çocuk da gazını alamayıp adamın yanağını öpe öpe bir hal oluyor. annemi bu sahneye canı sıkılırken yakaladım. ben fırsat bıraksam her an beni ortalıkta yakalayıp kızını öpücük şov yapacak kadın buna cık cık diyor.

amaan hele aman sevgililer öpüşmesin, hafiften de olsa. bir eleştiri bir kızgınlık. ben engellemesem ona buna çatacak, sevgilileri ayıracak...

yok tiyatroda ara verilince sırtıma mendil yatırma konusunda başarılı olamadı. sonra dırdrı etti durdu tabi. bundan daha doğal ne varmış, insan çok terleyebilir ve sırtına mendil yatırmak isteyebilirmiş. kaç yaşında bilirmisiniz bu tartışma geçerken ben; 28!!

ha bir de yemek konusu var ki evlere şenlik. üniversiteye hazırlanırken beni o kadar odama hapsetti, aman ders çalışayım diye o kadar hareketsiz bıraktı ki epey kilo aldımdı. obez olmadım tabi ama 17lik bir yeniyetmeye yakışmayacak bir kiloydu. insanın dengesi pek hassas oluyor o zamanlar. kendini güzel hissetmek istiyor. ama şişmanlayonca ve annen iki de bir makyaj yapmama konusunda nutuk atarken ve sivilcelerle baş etmeye çalışırken bu pek mümkün olmuyor.
anneme kalsa hiç makyaj yapmam, ilk düğünümde evlenirken!! bir kız vardı tanıdığımız böyle. ondan bilirim. evleninceye kadar dudak nemlendiricisi dahi sürmemiş. hani pis gezmez elbette ama tamamen natüreldi herzaman. düğününde birden full makyajlı çıktı. nasıl hayranlık uyandırdı bilseniz. annem gibi pek çok kişi de. ama bence o makyaj eğreti durmuştu fena halde suratında, hiç alışık değil ki.
tuhaftır çoğu insan evlenince büyük bir değişim geçirileceğini düşünür. artık makyaj yapabilir mesela. örnekler gördüm de. ya da giyim kuşamı değişmelidir görüşü. evlenince artık genç kız gibi giyinilmezmiş gibi gelri çoğu kadına.

o da ayrı mesele. yemeye dönelim. o reklamdaki gibi sahneleri o kadar çok yaşadım ki. yelkenleri suya indirince de kilo aldım. ardında kıçın büyümüş lafı da duydum bu beni yıkabasa yedirmek isteyen aynı kişiden..


çocukken beni annesi kızını iyi beslemiyor derler diye kandırır, duygu sömürüsüyle yedirirdi fazlasını.

büyüyünce, off bayağı bir ;)) şimdilerde rejimdeydim. rejimi bir yaşam biçimine dönüştürdüm. üç beyazı azalltım mesela.. ytabi bunu annem ve teyzeme anlatmak bir hayli zor.
gençken yenirmiş esas!! sürekli bu tabirle karşılaşıyorum. benim yerimde olsalar dünyaları yerlermiş. e dedim zaten belli ki benim yaşımda zaten yemişsiniz dünyaları :)) aha da sonra fırçayı ben yedim!! :))

bu gün işte, tabağımda kalan bezelyeleri alabilmek için annemin önündeki ekmekten bir parça alıp kaşığıma itelemek istedim taneleri.
sevincini bir göreceksiniz. tekrar hayata döndüm ve ekmek yemeye başladım!! herhalde ona göre böyle. ay ya aman ekmeksiz doyulmuyormuş ki!!

anında önündeki bütün ekmekleri yemem için önüme koydu sevinçle, al hepsini ye istersen ben yenisini alırım o taraftan. hiç beni dinlemesen kalkıp yeni dilimler almaya gitti. büyük sevinç! nazlı yeniden ekmeğe döndü!!

ye ye yiyebilirsin diyor mutlu bir şekilde. annem ekmek yemediğim zamanlar yeterince doyamadığımı düşünüp üzülüyor. onu üzmektense tıkabasa yiyip şişko patates olmak bir yana gelecekteki klasikleşmiş Türk sağlık sorunlarına da göz yumma fedakarlığında bulunmalıyım adeta.

sadece tabağımda bezelye bırakmamak için yardımcı olarak bir parça ekmek aldığımı anlamasıyla bozguna uğramış gibi bir yüz ifadesiyle karşılaşıyorum. zavallı nazlı aç geziyo. sonra annesi kıyıp buna bir şey yedirmiyor mu diyecekler!!!

mesela markette mutfak alışverişi yaparken de özellikle abur cubur reyonuna girmiyorum artık. yersem de iyisinden bir kalıp çikolata yiyorum bazen. belki ayda bir. yemeyi azalttıktan sonra insan sürekli özlem duymuyor, unutuyor. demekki şeker, çikolata gibi şeyler bir tür bağımlılık!!

ama beraber alışverişdeysek annem şunu alalım mı, bunu alalım mı diye sormadan edemiyor. artık yemiyorum, ya da canım istemiyor gibi şeyler duymak da onu pek memnun etmiyor. ama severdin diyor.
bir ara deli gibi rulo kat gofretlerden yerdim. onu diyor. artık yemiyor ve özlemiyorum.

anne görüşü işte, bir yemeği beğenerek yersem illa ikinci tabağı yememi bekler, yemezsem ki çook uzun zamandır yemem beğenmediğimi düşünür ya da duygu sömürüsü yapar. ısrar eder. biraz azaldı son zamanlarda ama. her an pörtleyebilir, bu ısrar meselesi bu sessizlik beni korkutuyor :))

ha zaten porsiyonları hep çok koyar. rejimde olsan ne yazar. o kadar yiyemem demen nafile. bitecek o tabak!! hele başka birinin yanında bunu söylemeden duramıyor :)


şu kedi gibi bu yaşta annesiyle uyuyan kızı bir de mezuniyette görmeliydiniz, parodi gibiydiler. bir sürü kadın akraba gelmişti, hepsi kızı şapur şupur öpe öpe tebrik etmiş, kızımız o kadar mes-ud olmuştu ki, öpücük sesleri hala çınlıyor uzay boşluğunda... :) böyle cuk cuk diye. tuta tuta kafasını, yanaklarını bastıra bastıra öpmüşlerdi. kız da kedi gibi erimişti. 12 saat boyunca böyle öpüp okşasalar mutluluktan ölürdü.





9.03.2013

birikmiş sümük baş ağrısı yapar

annemin teorisi bu. ne zaman başım ağrısa yeterli sümkürmememden kaynaklandığını ileri sürer. çocukkenki gibi kafamı ve burnumu presleyememekten  muzdarip :))
başım ağrıyor dedim mi. birikmiş ama çıkmamış sümüğün baş ağrısı yaptığı savını ortaya atar. ona göre baş ağrısı demek sinüzit demek. kendinde de var da. başka baş ağrısı türü olamaz.  zaten neredeyse bir doktor kadar iyi tanı koyduğu ama ilaç yazamayacağı için en iyisi sümkürmek!! :))
ama sinüslerin bulunduğu ne bilem kendinin ağrıdığı gibi benim de suratımdaki kemikler ağrımıyor. benimki boyun ve enseden geliyor, tepemin içi ağrıyor. beynim zonklyor.
işte sinüzitmiş. sümkürmüyormuşum.

alllah allah nasıl durduk yere sümkürebilirim ki? hani bir birikim hissetsem. iğrençleşti gene konuşma ama..
durup dururken nasıl sümküreyim.
annemin teşhisi ve savına göre :)) isteyerek sümkürürsem elbet birinden birinde bir şeyler çıkarmış. rahatlarmışım. başım ağrımazmış..
bıraksam zorla sümkürtecek eskiden olduğu gibi.
çıkmayınca birşey bir sinirlenirdi ki. iyice sümkür nazlı!! aaa iyice!! kocana mı saklıyorsun sümüğünü!! sümkür! hem bana bağırır hem böyle der ve hem de minnacık olan burnumu sıkıştırırdı, sonrada arkadan kafamı da tutar iterdi. adeta preslerdi. karadenizli miyim laz mıyım ki koca burnum olsun.öyle bastırık küçük bir burun. sıkmak ama ne sıkmak, ağzımı açmasan nefes alamayacağım. gerilerde varmış iyice sümküreyim de çıksınmış...

sümkürmekten korkar oldum zahir :)) aynı banyo yapmak gibi. öyle bir çitilerdi ki banyoya girmek kabus gibiydi, korkardım resmen.
hiç hatırlamıyor tabi bana bir de eskiden hiç sevmezmişim banyo yapmayı şimdi banyodan çıkmıyormuşum allah allah!

doçent yardımcısı

anlatım bozukluğu herhalde. bir tanıdığımız var. uzaktan da akraba. bir üniversitede öğretim üyesi. kendisi şu an yardımcı doçent, doçent olacak.
annem  ne zaman ondan birine bahsedecek olsa illa ünvanını ters söylüyor ama. yardımcı doçent diyemiyor.
illa işte bizim bir akraba var doçent yardımcısı diyor.
benim düzeltmeme de gıcık. ama anlatım bozukluğu olmuyor mu? sanırsın bir doçent var ve bir de onun ayak işlerini falan yapan bir yardımcısı var...

doktor korkusu

bu defa kısa yazcam, valla!!
:))
Geçende ufak bir sağlık sorunu yaşadım. bayanlara özel birşey. anladınız siz onu. doktora gitmeye karar verdim, bu iş böyle olmayacak. kendi kendine düzeleceği yok. çok mühim bişey değil, kadınlarda sık raslanan bir durum.
ama malum daha önceden de çeşitli yazılarda konu açıldığı üzere annemin doktor meselesi-korkusu üzerine birşeyler yazmıştım.
hiç sevmez doktora gitmeyi, ölümüne korkuyor, napsam olmuyor. sen gitmezsen ben de gitmem tehdidim bile işe yaramıyor. korkusu öyle büyümüş ki yani benim bile doktor yüzü görmeme ihtimalimi önemsemiyor.
tabi bu arada korktuğunu da inkar ediyor. kendini o kadar iyi tanıyormuş ki hastalıklarını da çözebilirmiş. doktor ne bilecekmiş ki. kendi daha iyi tanı koyarmış, bir işte ilaç yazamamış o kadarmış fark!!
öyle çok basit şeyler için doktora gitmeye gerek yokmuş. ama bir grip bile günlerce haftalarca sürebiliyor bazen. ama gitmiyor. yerine hasta dolaşıp, sıkılıyor ve sinirleniyor. ölsem de kurtulsam demeye başlıyor.
daha birkeç sene önce artık birinden bir domuz mu keçi mi o sıra hangi virüs salgınsa artık o, bilemiyoruz tabi doktora gitmediği için. neyse bir gribe yakalandı ki nereden baksan bir ay sürdü. doktor kelimes.  aman çıkmasın ağzımdan. sanırsın devletine ihanet etmiş bir hainim! öyle bir kin dolu yan bakış!! o hasta halinde ve aslında o ufacık bedeninden öyle gür bir sesle de isyan ediyor ki doktora gitmem diye. tamam kısa ve zayıf ama herhalde ben de onu kucaklayıp, sırtıma atıp zorla götüremem doktora.
zaten denesem var ya gözü döner korkusundan kafamı falan kırar!!

bu ne şiddet bu ne celalse kıyameti koparıyor doktor deyince. öyle sürünerek yaşamaya razı aklısıra, ya da ölüp kurtulmaya. bu arada da bana çektirmeye!!

naptıysam ikna olmadı yaa. ya dedim şu salgın, bulaşıcı griptense. ölürmüş o da!! ya dedim bana bulaşırsa ben de mi öleyim??? allah korusun, allah gecinden versin.

zorla kendi kendine atlattı hastalığı. bol bol çorba ve kilolarca narenciye tüketerek. zaten çok ilaç kullanmak hiç de iyi birşey değilmiş!! bir sürü yan etkileri olurmuşmuş.
güya ben de ona ders verecem, hastalandım mı ben de gitmez yüzüne de bana hiç iyi örnek olmadığını söylerim. ama oralı değil. bir acıma duygusu var ama.. sen gitmezsen ben de gitmem oyununu bile yemiyor.
hiç korkmazmış!!!
bir süre ben gitmemeye inat eder ona ders vermeye kalkarsam da bu kez benim korktuğumu düşünüyor. hatta yazmışımdır bir keresinde bana çok kötü bir sonuç-haber falan almaktan korktuğumu düşündüğünü söyledi.

aklıma bile gelmedi. ben de aslında az paranoyak değilimdir hani ama sırf ateşlendim diye oturup gebereceğimi de düşünmem. saçma.

neyse karar verip de bir durumda doktora gideceksem de illa benle gelmek ister. ha eskiden beni susturup kendi konuşması ayrı bir mevzu. eskidendi. şimdilerde benim korkabileceğimi ima ederek benle gelmek istiyor. bir gün laf arasında tabi üstü örtülü biçimde eğer kötü bir haber alırsam yalnız olmamamın daha iyi olacağını düşündüğünü söyledi!!

niye kötü haber alayım ki????
her anne herhalde çocuğu için endişe duyar ama bu ne karamsarlık? doktor görmeye görmeye oldu u bence!
doktorlar felaket tellalı sanırsın. anneme göre öyle..

neyse işte geçende eski kist mevzuum nüksetti herhalde, o yüzden kızlar arasında dedim. ama ayıp bulduğumdan değil bu konularda konuşmayı, yazmayı.
neyse karar verdim, randevu aldım, gideceğim. benimle gelmek istedi. ha bir de benim doktora derdimi anlatamayacağımı sanması var ki aynı kadın bana iki de bir çok laf biliyorsun sen!! der durur.
gelmesini istemedim. ara da bir yıl, artık ne zamansa benle gelmesine müsade etmiştim. pişman oldumdu.

o zaman doktorum, ultrason cihazıyla bakmak istedi benim yumurtalıklara. iyi tamam. bunda ne var ki. ama annemin yüz ifadesini bir görseniz. makinanın ekranında, yumurtalığımın içinde Alien filminden falan bir yaratık belirecek sanırsınız!! öyle bir ifade. altı üstü bir ceviz kadar bir kist. ama annemde veremliyim ve ölüm döşeğindeyimmiş gibi bir ifade. durduk yere içini karartır.

doktor, hastane, muayene deyinde aklına sırf kabus senaryoları geliyor. sırf bakışları ola iyi, sürekli konuşma isteği, ben eksik söyleyeceğim ve bu yüzden mahvolacağım... hani diyorum ya sadede gelememe diye.. ilk regl olduğum günden başlayacak anlattırmaya bana. konuşturmuyorum, tembihledim diye huzursuzlanıyor, sürekli kaş göz işaretleri. doktorun yanında onu suskun tutabilmek için onun yüzünden insanların beni aptal sandığını söyledim.

bu kez yalnız gittim. çok önemli bir şey değil de nolur nolmaz önlem ve gelecekte başıma gelebilecekleri önlemek açısından. zaten bir şey çıktığı da yok. ama doktor gene de bir kan testi istedi. fakat o gün aç karnına çıkmadığım için ertesi güne kaldı tahlil.

annem bu tahlil konusunu duyunca işkillendi. belli ki içinden doktor tahlil istediğine göre korkunç bir şey var dedi. güya bir de belli etmeyecek bana.
ertesi sabah zaten erken gidecektim baktım annem çoktaan kalkmış, endişeli bekliyor. ben de geleyim diye tutturdu. sabah sabah ne gerek var yola düşmeye, muhakkak ki bir kaç kişi de sıra olacak, orada beklemesine ne gerek var. zaten kan alacaklar sonuç anca akşam üstüne çıkar. beş on dakikalık bir şey için onca yolu çekmesine ne gerek var.

ya işte bir de bu gereksiz derecede paranoyak ve karamsar tutumu beni de endişe ettirir. eski tecrubelerimden bilirim. ben aslında pek önemsemiyor, korkmuyorumdur. ama annem o kadar endişe ve korku iindedir ki bana da yansıtır. yanımda kimse yokken bişey gelmez aklıma, korkmam. ama annem yanımdayken tedirgin olurum. hem hastaneden hem doktordan hem de iğneden hazzetmiyor ya..

benim de kötü olmama yol açar. yalnızken yaptırdığım iğneyi hissetmezken annem de yanımdaysa onun yüzünden ve hatta ben hasta olmama rağmen benim onun tedirginliğine tedirgin olmamdan birşeyler ters gider. damarı bulamaz vs birşey olur...
tepemde müfettiş gibi de dikildiği için zahir hemşireyi de endişelendiriyor, heyecanlandırıyor. iki de bir de korkma ha der!!

birkeresinde, yahu daha iki yıl evvel. 30 yaşındaki kızına iğne yaptırırken korkma diyordu!!
işte bu abartılı endişeli davranışları yüzünden insanlar beni aptal, korkak ve bu yüzden kendini ifade bile edemeyen aciz biri sanmışlardı.
korktuğum falan da yok, acısa ne olacak ki. geçer. altı üstü iğne işte. anestezisiz ameliyetla bir yerimi koparmıyor ya, manyak değil sonuçta hemşire.

annemin bu aşırı endişelerinin yaydığı olumsuz enerjinin aksilik çıkardığını düşündüm. kendim hallediyorum.

neyse sabah gelecekmiş benle. istemedim. bir de cümlenin başında mahsus 'istersen' diyor.
"neden isteyeyim? bu kadar mı ödlek tavuğum anne gözünde? bu kadar mı zayıfım?"
'amaan sen de nazlı!!'

kendi benden çok korkuyor ha. bıraksan benden kan alınırken dizine vura vura vah benim talihsiz yavrum diye ağlayacak.

işte zaten bu aşırı abartılı endişeli halleri yüzünden beni aptal sanmaları bir yana ölümcül bir hastalıkla allah korousun pençeleşiyorum sanan da oldu. acıyarak bakıyorlar yüzüme. vah zavallı kız pek de gençmiş der gibi. dayanamayıp ben çatıyorum artık. altı üstü bir tahlil diye.
tabi  annemin haline kapılıp benim bilmediğim şeyler olduğunu da sanmış olabilirlerdi ya... artık o kadarını bilemem.
kendim gittim sıram gelince ooh rahat rahat oturdum koltuğa kanımı aldılar. iğneyi neredeyse hissetmedim bile.
tahlil sonucu öğleden sonraya kaldı. o kadar saati dışarda geçirmek istemedim eve dönüp bekledim. vakti gelince de çıktım gittim hastaneye.

maşşallah!! hiç bir şey yok... ben zaten çıkacağını da düşünmemiştim ki.. hemen 5 dakikada bitince işim, gideyim de dedim bir forumda dolaşayım, son indirimden bir şey  alabilirim belki kendime. ya da yeni sezon neon renklerde bir bluz falan..

kaptırmışım, 2 saat gezmişim. meğer geciktim diye annem merakından ölmüş. eve gidince beni yine o garip yüz ifadesiyle karşıladı. nasıl tarif etsem acıma, üzüntü, hayal kırıklığı, isyan karışımı bir yüz ifadesi.
çocukken baktığımız balıklar, kuşlar falan öldüğünde bize bunu söylerken ki yüz ifadesinin bir versiyonu.
ya da büyük annemizin öldüğü zamanki.

allah rahmet eylesin büyük annemiz öldüğünde ablam lisede ben ortaokuldaydım. zaten epeydir hastaydı kendisi. neyse. annem bu ölüm haberini bize çok zor vermişti. ana tabi sonuçta kendi annesi ve bu gerçek ona daha zor gelmiş olmalı. ama bize bunu söylerken ki işte o yüz ifadesi yok mu. bir de öyle söylemişti ki biz o yaşta hala ölümün ne olduğunu bilmiyormuşuz gibi. cennete gitti demişti. o kadar da küçük değildik, aptal da değildik. biliyorduk ölüm ne. nasıl öğrenmişsek artık. ama annem hala bilmiyormuşuz gibiydi. ama bu konuda alınan bir tek bendim neden ölüm ne bilmeyelimdi aptal mıydık biz. ablam alınmazdı böyle şeylere. aptal yerine konulduğunu ya da konulduğumuzu hiç anlamazdı. bir gün söylemiştim. yok aslında farklı konularda kaç kez. hiç öyle düşünmemiştim derdi böyle durumlarda ne güzel derdim içimden keşke benim de aklıma gelmese de böyle alınmasam, kızmasam, daha kolay mı olur hayat...

neyse eve gelince o yüz ifadesi karşıladı beni. bense elimde alışveriş torbaları, ohoo çoktan unutmuşum hastaneden çıktığımı, tahlili falan.
ben gecikince çok merak etmiş, endişelenmiş, kötü bir şey oldu sanmış, kızarım diye de arayamamış.
ne oldu ne çıktı diyor tahlil sonucu. belli ki kendini en kötüsüne hazırlamış.

gecikmişim de ya, kötü birşey çıktı ve ben dayanamayıp hastanede bayıldım, yataklara düştüm ya da tövbe tövbee.. ama onun aklı böyle çalışıyor gerçekten!!! hep en kötüsü karamsarına.
bir de beni karamsar bulur! kendi iyimsermişmiş. o iyimser gibi yapıp kendini kandırmaya çalıştığı anlardaki yapaylığı bir görseniz...

'ne çıktı?' diyor korkuyla.
ama bu saçma derecede kötümser halleri beni deli ediyor!! "ne çıkacak anne?? üç günlük ömrüm kaldığı mı??ayyy!!"
ne bilecekmiş? aramamışım geç gelmişim!!
"ne kadar karamsarsın yaa!! tahlilden illa bir şey mi çıkar"
'ne bileyim nazlı, doktor tahlili kötü birşey görmüş ki istemiş diye düşündüm'
"önlem olarak isteyemez mi!"

ona öyle gelmiyormuş. tahlil dediğin önlem olarak istenmezmiş ki, bir terslik sezmiş ki doktor istemiş.. tahlil kanıtı olurmuş teşhisinin...

'hiç bir şey mi çıkmamış' diyor. o kadar emin değil ki, çıksa rahatlayacak. sanırsın, saattlerce karabasan hayaller kurdu ve sonra bunlar yıkıldı.
"yakında delirebileceğim çıkmış anne!!"
ben de pek iyimser biri sayılmam ama bu kadar da paranoyak değilim. kolum ağrıyor diye kol kanseri olduğumu ve öleceğimi düşünmem. ters hareket yaptım da hamladı zaar derim içimden. ohoo ama anneme kalsa...