____
şimdi annemin bir yöntemi vardır yapılmasını istediği şeyi emir kipinde 'bunu yap!!' demek değil de sen yapıncaya kadar kafa ütülemek. takılmış plak gibi her fırsatta aynı şeyi söyler.
hani fikir ekimi (inceptionculuk) akımından başka bir de tekrarlama yoluyla beyne işleme yöntemi var. bu o işte.
mesela 'elma var yesene', 'elmanı yesene' , 'elmanı yedin mi'. hani çocuklar fazla meyve yemeyi sevmez de anneler yesin diye uğraşır, soyar da verir. bu alışkanlık o çocukluk günlerinden kalma işte. o zaman küçüğüz diye bir iki denemeden sonra soyar önümüze koyardı. biz büyüdükçe soyup önüne koyma işlemi tekrarlama lafına dönüştü. 'elma var yesene', 'elmanı yesene' , 'elmanı yedin mi'. ama bu defalarca senin elmayı elinde görünceye kadar sürer. 15dakikaya bir aynı laflar 'elma var yesene', 'elmanı yesene' , 'elmanı yedin mi'.
diyelim ki o an canın elma yemek istemiyor, bir saat sonra falan yemeyi düşünüyorsun, ne bileyim yemek ağır gelmiş, çok yemiş içmişsin şişmişsin, bir süre sindirmeyi bekleyip öyle yemek istiyorsun. hem ben bir yerde okumuştum meyveyi yemeğin hemen ardına değil 1 saat sonrasında yemek daha iyiymiş. ama bizim evde bir saat dayanabilirsen tabi.
neredeyse her gün aynı işkence, ben zaten şarkılarda da nakaratın çok tekrarlanmasından bile hoşlanmam, öyle şarkılara dayanamıyorum, ciddi sinirim oynuyor...
işte neredeyse her gün yemekten sonra annem başlar. hani sofra toplanır, bulaşıklar makinaya tıkılır, ne bileyim makinaya sığmayan tencere tava elde yıkanıp kurulanıp yerine kaldırılır. oh dersin bu fasıl da bitti dizimi izleyebilirim, hayır izleyemezsin. hemen başlar annem, meyveyi önceden yıkayıp her zaman oturduğunuz yerin mümkün olan en yakın yerine koyar. yahu elbette iyi beslenelim sağlıklı olalım istiyor. onu biliyoruz da. aynı şeyin bu kadar çok tekrarlanması artık bazen insanı inada sürüklüyor, iştah kapatıyor..
bulaşık işleri tamam, hah elimdeki deterjan kokusundan hoşlanmam hiç ben, gidip sabunlamalıyım elimi ve de ağzımı. ama o yoo odadan çıkamazsın hain!! nasıl bir bakış o yıllardır aynı. öğrenemedi gitti elimdeki deterjan kokusundan hoşlanmadığımı vs.
mutfaktan çıkarken o hayretler içerisinde ve hainmişcesine bakışı savurarak bana; 'nazlı? nereye?' diyor.
ha bunu çoğu salondan çıkışımda da soruyor ya. diyelim ki gecenin 11.00i falan, bu soru. hay allahım nereye gidebilirim ki??
ülkemizde kadınları ufunet basınca, sıkıntıyla kendilerini her istedikleri saatte sokağa atıp bir dolaşıp hava alıp dönme imkanları yok ki. o medeniyet yok. hava kararınca erkeklerdeki bakış da değişiyor. aa hava karanlık aa yalnız bir kadın aa acaba aranıyor mu, aa yoksa yollu mu? bu ve benzeri düşünceler birkaç saniye içinde beyinlerinden geçiveriyor gibi bakışlarla karşılaşırsın. ne yollusun ne aranıyorsun halbuki. markete gidiyorsun ya da aptal dolmuşunu beklemektesin. neyse işte konu nereye geldi. yani demem o ki biz kızlar her istediğimiz saatte öyle sokaklara fırlayıp çıkamıyoruz kötü niyetli manyaklara çatmayalım diye tıkılıp kalıyoruz eve.
ama sanki bunu bilmiyormuş gibi annem hep ayağa kalkınca bir endişe sorar bana nereye?? hani sanki her istediğim saatte dışarı çıkma alışkanlığım varmış gibi. bir sıkılıp hareket etmek isteyemem, çişim gelemez, balkona çıkıp bir oksijen almak da isteyemem, odamda bir şeye bakmak vs isteyemem. aa nereye?? aboo hele dizinin ortasında süreyi uzatmak için sahneleri aşırı uzatıp bizi salak yerine koyarken bana fenalık gelmiş ve hay ben sizin dizinin diye içimden söverken, nasıl diziyi bırakıp çıkarım odadan!! pis hain!!
ciddiyim her seferinde eğer çok dalıp gitmemişse sorar.
-'nazlıı?? nereye?'
+"offfff sıkıldım!!"
-'reklama girsin bari'
+"niye anne mecbur muyum bu diziyi aralıksız izlemeye"
hayır değilmişim ama bak kaçırdığım şeyleri anlatmazmış haa!! aman çok korktum, bir bölüm kaçırırsam artık bir daha anlayamam o diziyi o kadar mankafayım zaten ben!!
bazen yarıda bırakır odama giderim dönmem. merak edip gelip sorar, önce olduğu yerden seslenir bir kaç kez: 'nazlıııı başladı!' 'nazlıı reklam bitti ha!', sonra baktı tepki yok, ya duymuyorum ya o benim cevabımı duymuyor, bazen odanın kapısına giderim duysun da bana seslenip durmasın diye,
+"izlemeyeceğim anne"
-'aa niye?'
+"off sıkıldım yaa!!"
bazen 'iyi ben sana anlatırım neler oldu' dediği de olur. işte esas mesele o. bilmek istemiyorum ki. gizem, bilinmezlik, esrarengizlik istiyorum ama bu dizilerde hiç yok. herşey başından zaten belli sürekli uzatmaları oynuyorlar ki zaten... üç bölüm izlemesen bile olur, hiç bir şey kaçırmazsın beş dakikada anlarsın kaçırdıklarını. hem zaten anlamasan ne olur, bu mu sorunsal?
+"yok anlatma istemem, bilmek istemiyorum"
-'allah allah?!'
bazen işte duymadığımı düşünerek kapıma kadar gelir, endişe, sitem ve merakla sorar, e reklam bitmiş dizi başlamış!!
yani bir şekilde yüzüne gelmeyeceğini kesin ve net biçimde bildirmezsen, sen oraya gelip oturuncaya kadar içerden bildirim de bulunur. dizide ne olmuş, reklam mı girmiş, bitmiş mi, gelecek miyim... tekrarlama alışkanlığı sürer. ta ki ya sen bu tekrarlamalardan (gizli baskı) bıkıp gidecek oturacaksın tv başına ya da ciddi ciddi izlemeyeceğini söyleyeceksin.
eğer bir şekilde duymamış, bildirmemişse ve kapına kadar gelmişse fırçayı yersin. e madem izlemeyecekmişim ne diye söylemiyormuşum da annemi endişelendiriyormuşum da kapıma kadar gelip soruyormuş da zaman kaybediyormuş diziyi kaçırıyormuş!!!!
ay dejavu mu bundan bahsetmiş miydim? zaten zırt pırt başıma geliyor bir kaç defa yazmamın ne önemi var.
ha ya da 'nereye?' diye ciddi ciddi merakla soruyor tv başından kalkıyorsam. akşamın bir vakti serbestçe zaten dışarı çıkma alışkanlığı olmayan bir genç kız üç oda bir salon evin salonundan acaba neden ayrılıyor???
o kadar saçma geliyor ki bu soru delleniyorum, tersliyorum. ama annemin böyle bir özelliği de var farkına varmadan damarına basmak, birşeyi elli kere söyleyerek sinirini bozmak. ha böyle deyince de ben suçluyum. yani bir şeyi elli kere söyleme, sorma annem sıkılıyorum deyince. ben de elli kere sordurtmayaymışım.
hemen her dediği olsun yani!! benim istediğimin vs bir önemi yok...
şu yaşa geldim beraber oturduğumuz evden çıkarken zaten de odadan bile çıkarken nereye gittiğimi bildirmemi istiyor. böyle mi istiyorsun desem de inkar ediyor bir de.
şöyle bildirmeliyim tv odasından çıkarken;
+''odama gidiyorum ben, sıkıldım, izlemeyeceğim bu diziyi.''
ya da +"tuvalete gidiyorum, döneceğim"
o zaman kaçırıyorum diziyi diye endişelenmiyor, beni evin içinde arayıp merak etmiyor iyi mi?
hani aklına bir şey düşer de odandaki kitaplıkta birşeyler arıyorsan ve bir süredir odada değilsen bir merak gelir, bakar eğer çok dalıp gitmemişse ya da uyuyakalmamışsa tv karşısında.
birgün kitaplarımın arasında bir şey arıyorum efendim ses etmeden çıkmışım odadan, e bilemezmiş ki ben neredeyim, neden çıktım, dönecekmiyim!! "anne evden mi çıkıyorum?? nereye gideceğim, odamdayım iştee!"
-'ben ne bileyim?'
+"evden çakmamı bekliyorsun herhalde!!"
-'amaan nazlı be sen de merak ettik, sorduk!!'
acaba hayalinde evden kaçtığım mı var, ya da son derece gizemli, ve 46 odalı şatomuzun içinde dolaşırken kayıp mı oldum??!! hayaletler mi kaçırdı? merdivenden düşüp yaralandım ve yardıma mı muhtacım?? avuç içi kadar yerde ne seçenek var ki nerede olayım??
ya da odamdayım;
-'nazlı ne yapıyorsun?'
+"dolabıma bakıyorum"
-'e gel dizi var!!'
+"ayy anne diziden usandım yaa!!"
-'iyi ne arıyorsun?'
+"bir şey"
-'işte ne? ben yardım edeyim'
+"annecim sen git diziyi izle, ben gelmeyeceğim"
-'aman iyi sana yaranılmıyor'
sanki kendine yaranılabiliyor da. bir konuda ısrarcıysan kararlıysan inatçı, kararsızsan kararı başkasına bırakıyorsan pısırık olma. birşeylere karşı çıkıyor ağzın laf yapıyorsa herşeye bir lafın var, yok karşı çıkmıyorsan pısırık olma, ezdirme!!
annem acaba ikizler burcu mu?? yoo. hımm alçalanı ikizler de ondan etkileniyo herhalde...
bazen üşenip salon kapısından nidalı seslenir sitem ve merak, endişe karışımı bir nida 'nazlıııı neredesin??'
..........................
her zaman normal cevap veremiyorum. çünkü sabrıma, bam telime dokunuyor. akşam akşam hem de tek başıma sokaklara dökülmeyeceğime, ufacık evin fazla seçeneği olmadığına göre ve annem bunu bildiğine, aynı tartışmaları daha önce defalarca yapmamıza rağmen gene aynı şekilde sorunca.
örnek 1;
-'nazlı nereye??'
+"zimbabve'ye"
-'öf be sen de, sorduk!'
+"anne saat gece 11!! nereye gidebilirim ki?? "
-'ben ne bileyim!!!'
yani benden herşey beklenir!!! yemeğin üstüne hemmen meyvesini yemeyen, yatağının üstüne attığı ceketini hemmen kaldırmayan, 14 yaşında yemeğin altını kısmayı unutup güzelim tencerenin yanmasına neden olan, dizisini yarım bırakıp kalkan güvenilmez bir kızdan herşey beklenir!! ne bileyim diyor yahu!! seçeneklerim nedir ki??
örnek 2;
-'nazlı nereye??'
+"dodi bar'a gidicem yavuklum bekliyor!"
-'aman nazlı sorduk ne var tersleyecek'
+"anne ne gibi seçeneklerim var ki nereye gideyim?"
-'ben ne bileyim!!!'
+"?????" (bakışmalar var burada ama kimse gülmüyor)
-------------
meyve konusu da benzer işte sen o meyveyi yiyinceye kadar sorar aynı şeyi defalarca. onun istediği hemen yemendir niyeyse. istediği oluncaya kadar sorar, işte bazen sinirine dokunur artık 15 dakikaya bir elmanı ye demesi. çünkü zaten yiyeceksindir, elmayı yemeyi bilemeyecek kadar da gerizekalı değilsindir ki, ayrıca herhalde elmanı istediğin zaman yeme özgürlüğüne en azından sahipsindir herhalde. ama yook 15 dakikaya bir aynı şeyi tekrarlayacak illa.
illa. (yaklaşık 15dk, sürpriz yayıp 10 dk ya da indirebilir! ama onun içinde farklı bir saat dilimi var ona göre çoook uzun dakikalar geçiyor. elmanı yemeyecek, besinsiz kalacak, hasta olacak ve öleceksin. tüm bunlar o gün ki meyveni yememenden kaynaklanacak!!)
yemekten sonra, işlerini bitirip koltuğa oturduğunda;
-'elmanı koydum şuraya ha!'
+"tamam"
(söylemese görmeyeceğim, tam dizimin dibine konulan meyveyi. o kadar dizimin dibinde ki hareket edemiyorum o kadar! ama göremem anlayamam ben onu mesela leğen sanırım o yüzden de yemem. leğen yenmez ki!!)
15 dk sonra
-'elmanı yesene'
+"yerim"
15 dk sonra
-'elmayı yıkamıştım'
+"biliyorum, gördüm"
(e ye o zaman!! demek istiyor burada anne)
15 dk sonra
-'yedin mi elmanı?'
+"yiyeceğim"
(e hadi o zaman ye de gözümle göreyim, yiyecek misin, yiyebilecek misin, elma yemeyi bilmiyor ya da unutmuş da olabilirsin sonuçta! )
15 dk sonra
bu kez kelimesiz soru, gözlerle!! sehpada duran elmana bakıyor, karar veriyor!! sinirleniyor!
-'yemeyeceksen ne diye yıkattın bana?!'
(sanki ben yıka dedim, ben yıkayamam sanki. hani çocukken işte pek sevmezsin, unutursun ya meyve yemeyi o alışkanlığın verdiği bir şey yaptığı ama artık daral geliyor yahu. çocuk değilim ve meyve yemeyi seviyorum ki)
+"ayy! yiyeceğim yaa!! yemekten en az bir saat sonra yenmeli sindirim ve kilo alma açısından daha doğruymuş diyorum ya!!"
-'ee işte saatler oldu!! ye artık!!'
(oysa ki sadece 1 saat hatta belki ancak 50dk falan olmuştur. annemin saat anlayışı da farklı anlatmıştım herhalde. ama yemeğin üstüne yemezsen hemen şüphelisin gözünde. kendinin öyle çok fazla kilo alma derdi yok ya! herkes öyle sanıyor. anlatsan da aynı, o an için hıı tamam diyor. bir kaç gün sonra aynı kısır döngü.)
+"saatler mi? 1 saat olmadı bile anne"
ama illa bıktırıncaya kadar soracak. diyelim ki arada istedin yeyiverdin ama eğer fark etmemişse 1 veya 2 defa daha aynı şeyi soracak. ha gördü mü yediğini ama unutacak ve bu kez yedin mi diye soracak.... 'kanıtla yediğini!!' diyecek neredeyse!!
.........................
kendinin karar verdiği, istediği bir şey hemmen olsun istiyor, senin istemenin, zamanlamanın vs bir önemi yok. bıktırıncaya kadar soracak. şimdi gene iyi yetişme çağında o buluğ çağı denen çağda da aynıydı.
bir de biraz iştahsızdım annemse ısrar yoluyla bana birşeyler yedirmenin derdindeydi sürekli. sırf iştahsızlıktan değil, sevmediğim şeyleri yedirmek isterdi, kendi seviyormuş ama!! ben de öz kızıymışım!! yani seveceğim!! bu bir emirdir!!
.....................
annemle benim farklılıklarımız fazla, ablamla annemin ise daha az.
ama annem farklılık dinlemez ki. zaten ablam da ben bir şeylere karşı çıkıyorum zaten diye susar annem ne istiyorsa sırf mesele çıkmasın diye her dediğini yapardı.
hal böyle olunca ben kötü kız o iyi, örnek kız olurdu. bu da beni deli ederdi. anneme sen istedin, sen kızma diye yapıyor bunu, bayıldığından değil ablam! derdim. bir de onu savunurdum ama işe yaramaz...
annem bizi güçlü birer birey olalım isteyerek yetiştirmeye çalıştı. bunu hep dile getirdi. en çok kendimize ve üçümüz birbirimize güvenmeliydik. tek başına hem anne hem baba olduğu için ve bekar bir kadın olarak bir sürü zorluk ve saçmalıkla baş etmek zorunda kaldı. bize de hep güçlü olmamızı, kendimizi ezdirmememizi, kullandırtmamamızı salık verirdi.
çocukken karşı çıkmayı bilmezdim pek, yöntem olarak yani, ablam zaten uyumluydu fazlasıyla. o annem ne isterse hemen yapardı kendi istese de istemese de mesele olmasın diye. ama ben kendimin istediğine göre hareket etmek isterdim. istediğim şeyi istediğim zaman yapayım. meyve yemek de olsa, odayı toplamak da olsa ders yapmak da olsa. nasılsa yapacağım ama sıralamasına kendim karar vereyim. hayır olmaz!!! her zaman da karşı çıkmayı bilemezdim falan.
o zaman da annemden nutuk dinle. bak şimdi; karşı çıkmayı, kendimizi savunmayı, istediklerimizi elde etmeyi bilmeliymişiz, kendimizi ezdirmemeliymişiz..
e o zaman bu ne? değil mi? kendi bizi sürekli ezerken. söylesen de inkar eder, sen suçlu olursun. bak ablana o öyle diyor mu!? diyemez ki senden korkuyor! niye korksun? suçlarsın dırdır edersin diye... hiç yapmam!
genelde ebeveynlerde yok tüm insanlar da bir kanı var ki o da çocukların bazı şeyleri bilmediği, anlamadığı, bilemeyeceği, anlayamayacağı, isteyemeyeceği, hissedemeyeceği.
kendi düşüncemizde bir düzenimiz olamaz. mesela okuldan gelince işte yapacaklarımız şeyler konusunda kendi düzenimizi oluşturamayız, bilemeyiz bunu. böyle isteklerimiz olamaz... ama öyle değil ama işte gene ama gel de bunu anlat.
ki hala bizim evde devam eden bir duru meyve yeme olayı gibi.
hem karta kaçtın, tohuma kaçıyorsun diye takılır hem de bazı şeyleri bilemediğimi, kendi kararımı veremeyeceğimi sanır. bu nasıl bir ikilemse artık!!
(daha geçende kızım sana söylüyorum gelinim sen anla misali bana banyoda nasıl keselendiğini anlatıyor ve benden onay bekliyor 'evet anne ben de öyle yapıyorum' dememi. ama çok saçma değil mi ben çocuk değilim ki 32 yaşındayım. ha bunu da ikide bir hatırlatmadan edemez ama çocuk muamelesi yapan da bizzat kendi. baktı onaylamıyorum soruyor bana ben nasıl keseleniyormuşum. öğretmen quiz yapıyor1 bakalım kaç not alacağım! "keselenmek nedir? ben bilmiyor" dedim yabancı aksan yaparak. kızdı. alay ediyormuşum anneyle!!! ha dedim "sen beni ahmak yerine koyarken iyiydi. kendin öğretmedin mi keselenmeyi bana anne?? hı, derimi yüzecekmiş gibi sürte sürte!" amaaaan ben de be nazlı!!)
...
daha üniversiteye giderken bana karşıdan karşıya geçme taktiği veriyordu!!
sonra baktım ben ona aynı şeyi yapmaya. çok kızdı! aptalmıymış, bilmiyormuymuş? ee dedim ben aptalım, bilemem, öğrenmemiş olamam yani? yok canımmış öyle demek istememişmiş. esas dedim sen dikkat etmelisin sen artık genç değilsin. gerçekler acıdır ama öyle! gözü gençliğindeki gibi iyi görmüyor, eskisi gibi hızlı yürüyemiyor, esas kendi daha dikkatli olmalı.
mesela karşıdan karşıya geçme konusunda bir hayli gereksiz biçimde iddialı. eskisi gibi hızlı hareket edemediğini göremiyor, kabul etmiyor. ben tutmasam kendini yollara atacak. sürücüler birer deli ülkemizde yayanın iki kat dikkatli olması gerek.
böyle bir kaç defa yüzüne vurmak zorunda kaldım da demez oldu. yüzüne vurmak tartışmaya dönüşür tabi. hala bizim altına eden birer bebek olduğumuzu hiç bir şey göremeyeceğimizi sandığı için. bir yandan da yaşımızı laf vurarak söylerken. mesela bir arkadaşım gelmişti, ablam da bizdeydi bulduk buluşturduk saçma komik şeyleri eğleniyoruz kendimizce. çok sesli gülmüşüz, güya şakayla karışık 32 ve 35 yaşlarında olduğumuzu dile getirdi. evde gülüyoruz bir de sesli sokakta değiliz ki yollu sanılalım..
bir de bu endişeyi bize işledi yıllarca. haklılık payı yok değil. ülkemizde böyle konular o kadar karmaşık ve muallakta ki. üstelik ülkecek iyi iletişim kuramadığımızdan, istediğimiz gibi her konuyu konuşamadığımızdan birbirimizi yanlış anlama uzmanlarıyız.
hayatlarımız yanlış anlamalar üzerine mi kurulu nedir :))
-------
vıjjjjjt başka konuya döndük...:)
ben okuldan gelince heme yemeğe otuıralım isterdi. yahu bir elimi yıkayayım. hadi hadi! bir telaş seslenir durur! halbuki el yıkama konusundaki titizliği bize veren de kendi.
ben hem elimi yüzümü yıkayayım hem önlüğümü çıkarayım isterim. ama içerden gelen sesten rahat yok ki. ablam elini yıkar odaya seğirtir aman mesele çıkmasın, yeter ki mesele çıkmasın.
bana da hadi diye seslenir annem.
tamam anne üstümü değiştiriyorum!! bu bir alışkanlık, bir karar sonuçta. ama bizim alışkanlık, istek ve kararlarımızın bir önemi yok bize bunlar öğütlense de. yani durum şu oluyor;
kararlı olun ama bana değil,
kendinizi ezdirmeyin ama bana değil,
karşı çıkmayı bilin ama bana değil.
bu ikilemi yüzüne vurursan ya abartıyor olursun ya kavga çıkarıyor.
hani daha küçükken, ne yapacağına kendin karar veremezken her dediğini yapınca da suçlusun. bir şey yüzünden gereksiz bir azar yedin diyelim, hani ağlarsın ama karşı çıkmayı bilmediğin için.
her dediğini yaptığın için 'istemiyorsan yapmayacaktın!!' diye, boş yere azarladığında karşı çıkamamışsan 'kendini bana bile ezdirmeyin!!' diye fırça yersin. buna rağmen aynı şey kısa sürede olmuşsa pısırıklıkla suçlanırsın!! hani çocukken beni epey suçladı pısırık olma! diye.
bunu hatırlatıp beni sen yetiştirdin, bu canavarı sen yarattın diyorum!
nasıl bir dönüşümse zamanla oldu zahir, pısırıklık, kararsızlıkla suçlanmamak için benim seçtiğim yöntem istediğimi yapmak bunun için mantıklı biçimde diretmek oldu. karşı çıkmaksa evet, ısrar etmekse evet, karşımdakinin mantıksızlıklarını ikilemlerini gözler önüne sermekse evet, istediğimi mantıklı ve ciddi biçimde açıklamaksa, istemekse evet. ama gene yaranamadım ki her zaman tam olarak.
o zaman da inatçı ve dikkafalı, kavgacı oldum.
kendi rakibini kendi yarattı sonra da ezmek istedi. fiziğim benzemese de ana kişilik hatlarım kendisinin tıpkısı sadece zevkler ve renkler konusunda farklıyız, temel tartışmalarımız da buradan çıkar.
mesela beni delirten şeylerden biri de ablama çok kızmamasıydı. yani ablam kendi istemese bile annemin dediklerini yapar aferim alır, ama ben aynı şekilde davransam pısırıklıkla suçlanırdım. burun kıvırıldı.
esas mesele ablamın istemediği halde yaptığını belli etmemesiydi annem onu istiyor sanırdı. ama ben belli ederdim, yani bilsin onun hatırı için yaptığımı. ama işte esas hoşa gitmeyen de bu olurdu ki bunu daha sonraları fark edebildim.
mesele benim karar ve isteklerimin farklı yönde olması bunu bilmem ve belli etmemdi. ablam içine atardı ama pısırıklıkla suçlanmazdı. tut ki istemiyorum yapmam diye direttim o zaman da inatçıydım kavgacıydım. ama bana böyle ablama böyle davranıyorsun, ne yapsam suç karşı çıksam inadım çıkmasam pısırık! bir karar ver! desem bak gene suçlanıyorum saçmalamakla!!
bunu da yüzüne vurmaya hiç gelmezdi çünkü bu ikilemli davranışını kendi de açıklayamazdı. sonunda beni suçlayacak bir konu bulur ya da kavgayı büyüterek aşırı bir davranış sergilememi bekleyip kendine bağırdığımı söyleyerek su yüzüne çıkardı.
----
elma meselesinden nereye geldik yahu!!
bir süredir yazmıyorum ya tıkanmışım!
----
her insanın kendine göre bir düzeni vardır. değil mi? ders çalışma sistemi, gibi. ne bileyim dolabını düzenleme gibi.
hayır olamaz sadece annemin düzeni var ona uyulacak!!!
(bu kendi düzeni diretmelerinden çook zaman sonra nispeten kurtulabildim. ki hala karışmadan duramaz)
bir zaman bize ders çalıştırırdı ama kendi öğrencilerine olduğundan daha sert. sonuçta başkasının çocuğunu savunacak ana babası var ama bizim kendi.
anlatma tarzı bana uymazdı mesela. ama bu benim anlayamamamdanmış. o zaman böyle suçlardı beni. (karşı çıkıp çıkmamaya ve bunu nasıl yapacağımı tam kestiremediğim zamanlar). ablam anlıyormuş ben anlamıyormuşum. çok kızdığı zaman aptallıkla suçlardı. kendinin anlatamadığından değil yani!
bakalım ablam hakikatten anlıyor muydu yoksa korkusundan ben anlamadım diyemiyordu. ben sazan olduğum için anladınız mı dedi mi anlamamışsam söylerdim.
en sevdiği şeylerden biri de benim anlayamadığımı yakalamak. anlamadığımı söylememişsem hadi bakalım o zaman anlat nazlısı!! (salak mı kontrolü)
hıh yakaladım anlamamışsın işte aptal! hiç aptal falan değilim!! ben sözele yatkınım ablam sayısala. bunu bilse de kabul edemedi yıllarca. matematik öğretmeni falan da değil yani sınıf öğretmeni. ona göre daha iyi meslek edinebilmek için matematik ilk şarttı, gerisi tırttı!
ona göre kıskandırmak da bir öğrenme yöntemi olabilirdi. ablamı matematikte başarılı diye öve öve bitiremezdi benim zeki kızım! (kızım sana söylüyorum gelinim sen duy misali). ne bileyim konu komşuya akrabaya eşe dosta ablamın matematik başarısından söz edilirdi. kaç puan çektiğinden deneme sınavlarında mesela. o salaklar da ben başarısızım sanırdı. mecbur olurdum ben de kendimi övmeye. ama hani bir matematik değil! hani bizim toplumda öyledir matematiğin iyiyse ohoo zeki ve başarılısın ama sözelde iyiysen hıı iyi aferim ama yani o kadar da zeki değilsin! kimse yüzene bunu net söylemez ama ima edilir hissettirilir.
güya ben kıskandığım için daha başarılı olmaya başlayacağım. hiç öyle olmadı ve bunu anlayamadı yıllarca. sınıfta kalmazdım sonuçta ama çok yüksek değildi notum matematik fizik geometri gibi derslerde. tarih, coğrafya, edebiyat, türkçe, hatta din bilgisi, müzik, resim, beden, ingilizcede de ben iyiydim ablam vasattı ama göze batmazdı çünki aaa matematiği iyi onun!!.
zekanın çeşitleri olabileceği akıllarına gelmezdi herhalde. matematiğim iyi değildi belki ama ablamında duygusal zekası benim kadar iyi değildi yani. ben her zaman okulda beni sevmeyen, gıcık kapan birileriyle karşılaştım mesela. onlar ki pek boş durmazlardı.
ablamsa hem etliye sütlüye karışmazdı benim gibi ama herkesle de az çok diyalog kurardı. politikti biraz.
ben değildim. sevmediğimle sırf sorun çıkmasın vs diye sohbet etmezdim. belli edermişim demek kimi seviyor kimi sevmiyorumu. dikkat çekermişim demek.
mesela başarılı olduğum dersin öğretmeleri severdi beni bu da bana gıcık olma sebebi verirdi. belki ablama da gıcık olan olmuştur aynı sınıfta olmadığımız için tam göremem. ama en azından onunla uğraşmazlardı. belki de biraz uğraşan olmuştur mesela onu kötüleyen, dedikodu çıkaran, laf sokan vs. ama zaten böyle şeyleri pek anlayamazdı o, tecrubeyle sabit. ben söylemesem birinin bir dediğinin esas anlamını ablam hiiç anlamazdı. ben söyleyince uyanır ama neden böyle yaptıklarına anlam veremezdi, sebep bulamazdı. seni kıskandıkları için desem de kıskanma sebebini bile idrak edemezdi. kendi hiç kıskanç değil ki herhalde ondan. fitne değildir ve fitneliği de anlayamaz. neyse ki şanslı da karşısına fitne birileri çok çıkmıyor!! bir de şanslı olmasa safımı ben her yerde koruyamam ki.
o iş yerindeki rakibinin haset, garip davranışını bile sezemiyor.. bu onun için bir açıdan iyi siniri bozulmuyor ama bir açıdan da kötü nasıl mücadele edilir öğrenemiyor. şanslı da bir şey olmuyor ve tabi başarılı şükür. bu tür bir önsezisi yok ama mesela benden çok daha anaç ruhlu ve şefkatlidir.
benimle ise her zaman bir uğraşan bulundu. öyle sosyal, süper popüler ve dikkat çeken, bunu seven biri olmasam bile illa bir gıcık kapan ve fitnelik yapan oldu hayatımda. ilkokulda belki olmamıştır, anlamamışımdır yada küçüktük. ama orta okulda, lisede, üniversitede, dershanelerde, mümkün mertebe girdiğim her sosyal ortamda oldu. hep anladım ve hep mücadele etmem gerekti. dediğim gibi öyle çok dışa dönük, herkesle sohbeti olan, çok güzelliğiyle erkeklerin hemen dikkatini çeken biri olmadım da, derslerdeki başarımla övünen bir de olmadım, en pahalı en moda kıyafetleri de giymedim ki bu kadar kıskanılayım. ama bir şekilde sivriliyorum demek.
illa fitne bir kız olur, piyango bana vurur. hatta özellikle dikkat çekmemek için özel çaba sarf etsem bile.
biraz da sessiz/sedasız görünürüm ben. ciddiyetimden. insanları öncelikle incelemek sonra diyalog kurmak istememden.
ha esas dikkat çeken belki de bu. hıh sessiz kızı bulduk bunla uğraşır ezeriz kullanırız deşarj oluruz gibi bir hissiyat içine giriyorlar belki bilinç altında... tabi sonra bakıyorlar diş geçiremeyecekler esas fitnelik böyle başlıyor!
neyse ki böyle şeyleri sezip önlem alıyor püskürtebiliyor başa çıkabiliyorum valla ablam benim yerimde olsa napardı bilmem. çok zorlanırdı herhalde. zekidir ama bu tür bir önsezisi yok, saftoriktir bir açıdan..
---------------
gene nereden nereye geldik. tabi sonradan başardım. annemin bana ders çalıştırmasına gerek olmadığına ikna ettim. epey uzun ve meşakkatli bir süreç sonucunda.
tabi o zaman da ders çalışma düzeni mücadelesi de oldu... ben okuldan gelinde hani el yıkama, üstbaş değiştirme, yemek yeme, bir dinlenip kafa boşaltma evresinden sonra ödev yapmak vb isterim. ilk önce bir dinlenip okuldaki kimi olayları kafamdan atıp öyle derse oturmak. bu da aşağı yukarı bir saatten fazlasını alır benim için. ama ahhh gene mücadele!! anlat anlatabilirsen.
anneme göre yemekten hemmen sonra derse oturulmalı okuldaki bilgiler unutulmadan, sıcağı sıcağına. oysa ben hemen konsantre olamıyorum. hem sıkılıyorum, ben insanım ders çalışma makinası değil. yemek ve ders çalışmak temel gıdam olarak yeterli değil!
mesela bir süre müzik dinleyip kafamı boşaltmalıyım. kafama birşeyler takılıyor. yok ders değil. güldüğümüz birşey, bir dedikodu, onun gibi şeyler. ve tabi kendimce düşmanlarıma verdiğim mücadelelerim kafamda... ama bana ikisi de inanmazdı bu kadar da düşmanım olamazmış bir neden yokmuş. sanki kız kıskançlığı için büyük ve önemli bir neden gerekirmiş gibi!!
hatta öyle saatlerce de ders çalışamam, konsantrasyonum bozulur bir ara verip müzik dinlemem lazım. anneme göreyse bu yanlış! ders sıcağı sıcağına aralıksız blok çalışılmalı çok akşam saatlerine kalırsak kafamız almaz!!
düşün sabahtan öğlene okuldasın, sonra pırıl pırıl bir havada eve tıkılıp saatlerce blok ders yapıyorsun ve daha sonra da zaten hava karardığı ve dışarı çıkamayacağın için eve tıkılmış, hapsolmuş oluyorsun, sabah erken kalkacağın için de erken yatmak zorundasın bir de. yani hayatın ders çalışmak. tv ve müzik bile yok!!
tabi annem abartıp bebekler gibi 21.00 da yatmamızı isterdi, yok artık bari 22.00-22.30 falan olsun. tartışma başlar! ablam kuzu gibi odasına çekilir uyumayacaksa ya benle sohbet edecek ya bir şey okuyacak. tabi sesimizi duyan annem fırça basmaya odamıza gelir, ışıkları söndürür, uykuya dalmamız emredilir!!
ha bu bahsettiğim orta okul yaşı değil hani o zaman nispeten küçük ve çocuksusun, bu lise hatta üniversite yıllarında bile geçebiliyor.!!!
uykum gelmedi'yi kabul etmez, başımızı yastığa koyar ve biraz beklersek bünyemiz verirmiş!! vermiyor benimkisi! deşarj olamadım!
ha yapma bakalım sıkıysa. aynı elma olayı gibi aynı şey tekraralanır ya pes edecek uykuya teslim olmayı yatakta bekleyeceksin ya da uyku sinirinden kaçacak. kırk kere 'uyuyun artık' dan sonra!!!
bir yerden sonra özellikle yetişme çağında acayip şekilde inat damarıma denk getirirdi. o kadar çok aynı şeyi söylüyor, ısrar ediyor ve seni dinlemiyor ki. uyuyacaksan da uykun sinirden kaçar. sonra suçlama başlar benim yüzümden ablam da uyuyamıyormuş, onun sınavları daha zormuş, daha yakınmış, benim yüzümden siniri bozuluyormuş.
zaten uyuyacağım ama istediğim saatte, zaten herhalde sabaha kadar kalacak takatim yok, altı üstübirkaç dakika daha. yook uyuyacaksın!! uyu artık kızım. emir kipsiz. gelip ışığı söndürür, zorla aldığım blue jean, hey girl dergilerine bakamayacağımmış. zaten anneme göre tam konsantre ders, öyle hayal kurmak yok. akşam yatmadan önce 1-2 saat falan bir program falan izlerdik, e bu kadar yeter!! geleceğimiz kurtulsun derken ruhumuz kuruyabilir. şimdi değil hep gelecek önemli.
ablam da napsın *'ben ışıktan rahatsız olmuyorum, uyuyabiliyorum anne!' kısık sesle.
hem nalına hem mıhına! ne şiş yansın ne kebap misali...
bana göre kararlılığım, ona inadım devam etti sonuçta. illa onun istediğinden bir kaç dakika sonra uyuyacağım.
şimdi odaya geliyor 'hadi yatın, erken kalkacaksınız' diyor.
pijamaları çekmişiz zaten belli ki uyuyacağız az sonra ama kesin garantiye almak istiyor, neredeyse tepemizde bekleyecek uykuya dalıncaya kadar. ablamın bir itirazı yok zaten laf ona da değil.
zaten uyuyacağım, uyumamak gibi bir seçenek mi var kafa kazan gibi olmuş.
+"yatacağım zaten" diyorum cevaben yüzümü tonikle silerken. ama inanmıyor güvenmiyor. yemeği de yakmışım, günah keçisi, güvenilmez biri olmuşum gözünde. uyumayı unutacağım ya da uyumayacağım inadımdan ve kuruyup öleceğim! inanmayarak yüzüme dikiyor gözünü. bu sessiz cümle 'yatağa girdiğini göreceğim küçük hanım!' demek.
-'hadi o zaman'
+"yüzümü sileyim de"
-'üff sen de uzatıyorsun, silmesen nolacak sanki?'
+"senin sivilce gibi bir derdin yok tabi"
-'bir şey olmaz! hadi kızım beni ayakta diktin, bak ben sizden daha çok yorgunum' nutuğu.
+"yatacam git bekleme anne , bebek miyiz tepemizde yatağa girişimizi izliyorsun? masal da oku pışpışla da bari."
ablam annesinin iyi kızısı, tartışmayı sezip uykuya dalmış numarası yapıyor.
tuhaf annem ablamın sessizlik, kararsızlıklarını pısırıklıkla hiç suçlamadı. belki kırk yılda bir o an için siniri bozuksa. dedim ya ben hep göze batan oldum.
ona göre o an yalan söylüyorum, gidip girmeyeceğim yatağa, o zorla aldığım aptal dergilere bakıp hayallere dalacağım, bir popçuya aşık olup, derslerden kalacağım, sonra da ifleh olmam artık. okul yarım kalacak, ya da torpille bitirtilecek. üniversiteye gidemeyeceğim. hayatım hatalarla dolacak, mahvolacağım. ya kötü bir işte yorulup ezileceğim, ya kötü bir evlilik yapıp üzüleceğim. sırf o gün heme uyumayıp biraz dergi okuyup hayal kurduğum için geleceğim yanacak. hatta bikli sokaklara düşerim, pavyonda şarkıcı olur kötü, pis bir otel odasında ölü bulunurum!!!
abarttın diyeceksiniz belki ama annem böyle sezdirirdi. böyle kabus senaryoları vardır onun. etraftan kimselerden örnek verir. bilmem kimin kızı oğlanlarla çıkmış, 16 yaşında hamile kalmış. hayatı mahvolmuş. evet kötü bir durum ama eğer aklı ve desteği varsa ikinci bir şansı hala olabilir o kızın. bir hata yaparsan belki geri dönebilirsin. sıfırdan başlarsın. en azından hayattasın ve hala şansın var. ama annmin örnekleri öyle karamsardı ki... küçük yaşta hamile kalanlar, okulu yarım bırakıp bir daha işi rast gitmeyenler, üniversite okumayıp cahil kalıp hatadan hata beğenenler.... bunların hepsi az uykudan! ha yok canım benim yüzümdendir kesin! ben o gün az uyudum 15 dk diye, kelebek etkisi işte onların hayatı mahvoldu!!
kendinin sivilce derdi yok ya tamam bitti gayrı diğerleri önemli değil. gereksiz zaman kaybı, sabunla yıka yeter. hadi çabuk çabuk...!!
bazen de gene zorla aldığım kasetçalarımdan müzik dinlerdim gizlice çoktan yatağa girmiş uyumuş numarasıyla.
yani kitap okumalısın, müzik dinlemeli, sinemaya gitmeli, arkadaş edinip eğlenmelisin kendince ama okul bitince.
ha siz sandınız ki lise bitince, öss geçip üniversiteye başlayınca. hayır! üniversite bitince!!
mesela kazık kadar kız olun 22 yaşında ama hiç sinemaya gitmemiş! hiç konser görmemiş, müziği de işte arada bir keyif yaptın mı radyoda duyar, tv de bir klibe denk gelirsen. hatta süslenme de. süper bakire ol!
ha böyle bi anım var da. her şeyi erteletip okul bitince derdi, zaten süsü de sevmez. bir gün işte şu yaşa kadar sinemaya gidilmemiş olabilir mi yaa gibisinden söylenmiştim. o zaman konu açıldıydı..
düğünümde süslenirim, evlenince kocamla giderim sinemaya konsere yemeğe.. oo dedim dersten başka bir şey bilmeyen süper bakire embesil. böyle biri nasıl koca bulacaksa. koca nasıl bulcaz anne üniversite bitince mi? herhalde bir çöpçatan vasıtasıyla bulunur körükörüne evlenilir diye mi düşünüyordu. yoksa hala bizim büyümediğimizi ve hiç büyümeyeceğimizi düşünüp bu konu aklına mı gelmiyordu.
zaten bu konular yasaklıydı, ya da çook üstü örtülü konuşulurdu. evlenmeden önce olmazdı onu öğrenmiştik.
daha bu konulara dönüş yaparım elbet.
.......
günümüzdeyiz.
yeni aldığım bir iki parça şeyi ve fazladan bir battaniyeyi odamdaki koltuğun üzerine koymuştum. diye başlamıştım nerelere geldik.
sıra oda-dolap düzeni. koltuğun üzerindekileri bana defalarca hatırlattı. demek istediği kaldır artık.
-'yeni bir kazak mı almışsın, koltuğun üstünde'
+"hıı" şöyle güzel böyle tatlı bir kazağı tarif ediyorum. güya kısa olsun diye tırnak içine devam etmedim ama gene uzun oldu.
bir süre sonra başka bir şekilde hatırlatıyor
-'battaniyeyi de kullanıyor musun?'
aradan zaman geçtiği için ben konuyu unutmuşum ama annemin düşündüğü bu demek hala.
+"battaniye mi?"
-'koltuğunun üstündeki'
+"hı yok, geçende migrenim tutmuş uzanmıştım ya"
-'kullanmıyorsan kaldır'
+"hı hı"
ertesi gün hala battaniye orada. kazağı öncelikle yıkamak için makinaya attım, ben aldığım hiç bir şeyi yıkamadan giyemem de.
konu hala battaniye, bir şekilde hatırlatıyor. ama ben gene unutmuşum mevzu ne. annem böyle durduk yere bambaşka bilmem ne zaman konuşulmuş bir konuya pat diye dalıverir, sonra sen anlamazsan kızar. aradan haftalar geçmiş olsa bile, ya hatta küt diye üç yıl öncesinden bir konuya hiç de giriş yapmadan daldı. belli ki bir şekilde kendi aklına gelmiş bir süredir de düşünüyor. ama anlamıyor ki sen onun kafasının içinde değilsi bilemezsin. anlamaz neyi, ne falan diye sorarsan azarlı şekilde hatırlatır. aman sen de ne unutkansın. nasıl izah etsem battaniye olayı taze. işte öyle bir yerinden dalar ki mevzuya girişi ve hatırlatmayı kafasında geçmiş düşünmüş kurmuş, gelişme hatta sonuca doğru birden dışa dile döküyor. sen öyle kalıyorsun neydi diye! fırçayı basar!!
ha bak, üç yıl önce bir komşumuzun kızı bebek sahibi oldu (bu laf da gıcığıma gidiyor sonsuza kadar bebek kalacak değil ya). neyse işte, hediye falan almıştık. bebeğe çok şirin bir yelek de vardı. zaten evlenince başka semte taşındı. bizde pek görmedik kendisini. yıllar geçti unutuldu. hani anca kızla ilgili bir durum olacak da biz duyacağız da hatırlayacağız. yani öyle fazla irtibatımız da yok.
bir gün küt diye -'ne güzel yelekti, dii mi' gibisinden bir ifadeyle atıldı annem. işte o gün hediye olayının üzerinden üç yıl geçmişti. hem ben ne bileyim ne yeleği, hangi yelek. boş boş baktım.
nasıl sinirleniyor neredeyse dövecek.
-'ya şu yelek yok mu?!!'
sanki hayatımda sadece bir yelek olmuş. hediye ettiğimiz bebek yeleği desene. yok yelek de yelek. hala anlamayınca delirmek üzere. bazen insanın dili takılır da düşündüğü şeyi anlatamaz, o kelimeyi seçinceye kadar saniyeler geçer, geçtikçe uzar. işte öyle bir an.
sanki ben annemin kafasının içindeyim, ya da dışarıdan görebilirim. ne bileyim ne yeleği.
sinirlene sinirlene
-'ya yok mu nazlı! öykü'ye aldığımız yelek!!'
+"ha ee"
-'hele şükür anladın!'
+"anlatamadın ki anne, yelek diyorsun gerisi yok ne bileyim ben üç yıl önceki hediye yelekten bahsediyorsun!"
-'sanki milyon yelek var da'
+"e olmaz mı iki de bir bana yelek aldırıyorsun! kot yelek mi, örgü yelek mi, içi büflonlu yelek mi, naylon yelek mi, son aldığım son moda tüylü yelek mi?"
o yeleğin şirinliği gelmiş aklına...
kaç kere olur buuu. anne ben nereden bileyim kafanda hangi konuyu düşünüyorsun önce bir hatırlatma özeti geçsene... yok.
-'yer yoksa benim dolapta yer bulalım'
+"neye?"
-'battaniyeye yaa!!'
+"haa gerek yok"
-'e kaldır o zaman'
+"gene gerekecek"
-'kimbilir ne zaman'
+"görünen o ki yakında."
-'kaldır sen gene de, sonra çıkarırsın'
+"hııı"
kaldırmadım hala duruyor! ben o battaniyeyi koltuğumda seriliyken seviyorum belki! ama kaldırana kadar hatırlatacak.
-----------------
eskiden olsa kendi istediği bir yere kaldırır sonra gerekti mi bulamazdım, kendine sorunca da hiç bir şeyin yerini bilmiyor, sorumsuz olurdum.
yıllar süren mücadeleden sonra dolabımı elletmemeyi başardım. ama lafla karışmadan olamaz.
eskiden dayanamaz kendi kaldırırdı işte, hatta tüm dolabın düzenini değiştirir, kendince en iyi düzeni oluştururdu. sonra bir şeyi ara ki bulasın. bir bakmışsın en çok giydiklerin en altta en arkada en usandığın ya da bir şeyle uymadığı için fazla giyilmeyenler önde. illa tutturur da kendi daha iyi düzenliyormuş. hiç de demez yani kızlar şu şurda bu burda haberiniz olsun. sürpriiiiz çamaşır yıkanıp kurudu mu dolabı kendince düzenlemiş.
ben hemen kendime göre değiştirirdim tabi. ama bir kaç gün sonra gene kendince düzenlemiş. bir de bana fırça atıyor. öyle olmazmış.
odamızı da böyle toplardı. nasıl oluyor bilmiyorum mesela en çok kullandığım not defteri en görünmez yere gitmiş.
insanların düzeni bu kadar mı farklı olur yahu?
bir de güzel düzenlediğinden emin ki. herşeyi kolayca bulurmuşuz artık. tam tersi. coğrafya kitabı lazım yok. her yeri karıştırıyorum yok. e ders var. kitap yok. güya en çok kullandıklarımızı en göz önüne sıralamış.
ya da kıyafet konusu da aynı. hem kendine şuyum nerede bulamıyorum deyince suçlusun, kızar hem de illa kendi düzenleyecek.
hani insan ders çalışırken bir düzeni olur, masası çıfıt çarşısı gibidir ama artık göre göre hafızana işlemiştir ney nerede ezbere bilir elini atınca bulursun ya öyle. ama annem dağınıklığa dayanamaz. kaç kere öyle hazırladığım ödevleri darmadağın etti. kitaplar başka yerde, notlar başka. halbuki onların sayfa arasında olması gerek. oysa ki o sana iyilik edip güzelce düzenlediğinden emin. bulamamak da senin suçun o kendinden emin.
her seferinde kavga çıkara çıkara vazgeçirdim odamızı, dolabı toplamaması konusunda. kendimiz yaptık.
ama bazen ciddi madur olduk yani. bir sayfalık bir ödevimi sen ders notu san katlayıp, kaldır en ücra yere. neyse ki çözdüğümüz testleri attığı gibi atmamıştı. testleri de masada karışıklık oluyor diye atardı. e tekrar dönüp bakacam ben ona, neyi neden yanlış-doğru yapmışım diye.. hıı.
mahsus dergilerimi de attığı oldu.
-'aa ben eski sandım attım!' hiç de rol yapamaz ama yaptığını sanır.
+"daha evvelsi gün gözünün önünde almadım mı? ne gerek var diye diye sen"
-'ha o o muydu?' bilmiyor numarası
+"oydu ya"
-'okumuşsundur zaten çoğunu yeter!'
+"okutmadın ki!! ödevdi testti diye diye, kaldı öyle köşede elleyemedim bile!"
-'aman canım neyse de gelecek ay okursun!'
gelecek ay da aldırmamak için uğraşacak. tecrubeyle sabit. düşüncesi bir kaç ay alamaz, okuyamazsam unutacağım ve soğuyacağım dergilerden. zaten bunun sonu kötü yol!!! dergi okudum diye sokaklara düşeceğim!!
ama bu durumla daha önce de karşılaştığım için deneyimliydim ilk seferki gibi olmadı, yemedim.
hem bazı sevdiğin dergileri atmak istemezsin koleksiyon yapmak istersin. ama ennem göre bu boş, fuzuli yer işgalinden başka birşey değil. hadi aldın, okuyup bitirdiğin an atmalısın. bundan çook yıllar sonra ben tezimi hazırlarken eski alışkanlığının bağımlılığına dayanamayıp makalesinden yararlandığım dergiyi çöpe atıp, masamı da kendine göre düzenlemişliği de var.. iki haftadır öyle karmakarışık dururmuymuş hiç masa!!!!
kavga!
dergilerimi lisedeyken yok etme yöntemiyle çok karşılaştım. önce aldırmamak için uğraşır, ola ki aldın, en kısa sürede çöpte. ha bazen de uyarırdı çabuk oku da atalım! fuzuli! olur ya hayal kuarar dersleri aksatırım sonrası kötü yol!!
e etki tepki. ben de işimde uzmanlaştım. odamızı düzenleme konusunda anlaştığımıza göre dergilerimi de sakladım bulup atmasın diye. odayı, dolabı toplamaya karışmıyordu, söz vermişti. ama oday dağınık görmek istemiyormuş. biz de dağınık bırakmazdık. ama ola ki unutmuşsun dergiyi hem de düzensiz bir yerde hoop çöpe!! ya da bi ara da hoop odun sobası çırası olmuş!!
daha neleri aldı çıra yaptı!! güzel resim yapan bir arkadaşım bana bir çizimini hediye etmişti. evde çıra yokmuş, e soba da yanmamış. odamıza bakmış atılacak var mı onu bulmuş!.
+"anne yaa o hediyeydi!"
-'kağıt mı hediye?'
+"resim! arkadaşım çizdi hediye etti yaa!!"
-'amaan sanki picasso!'
+"belki olacak!"
-'kavga edecek yer arıyorsun sen nazlı ha!!'
+"sen de sebebiyet verme! odamı karıştırma! şeylerimi atma, yakma"
kız ablamdan duymuş resminin kül olduğunu küstü bana!
anneme göre aman çocuğuz bizim küsmemizden ne olacak. çocuk dediği yaş 17. o bana küsken lise bitti, bir daha görüşmedik, kız bana küs kaldı. amanmış sanki ne varmış anneme göre.
herhalde aşk mektubu falan sandı korktu. en büyük korkularından biri de aşık olup, hormonlarımızın esiri olmamızdı. sanki bizi o kadar temkinli, akıllı ve klasik bir türk kızı olarak yetiştirmemişti. sonu çünkü mahvolmaktı!!
hani oan göre herşeyin bir sırası vardı, aynı anda olamazdı.
önce dersler, okul, başarı, mezuniyet sonra başka şeyler. bak gülüm noldu? aklına uyduk okulda koca adayı çıkaramadık sonumuz evde kalmak oldu!! ah anne ah!!
okul bitince dediği üniversite ha. sonra atandın, atanmadın, iş buldun bulmadın derken ne eğlenmişsin ne evlenmişsin, ne de dersten başka hayat hakkında bir bilgin tecruben var. ama ona göre derste başarılı oldun mu hayatta hep kazanırsın. ama canım annem hayat ne adil ne senin gibi bizi koruyucu, acımalı, şefkatli neyse de.
herşeyin bir sırası var. dersler, okul, mezuniyet, başarı, iş bulma sonra evlenme, bebek, ev sahibi olma. sıralama bu. biri yer değiştirir düzen bozulursa yandın! bitti hayatın söndü artık!!
yıllarca bizi bu imalarla yetiştirdi. birşeyleri kendinden gizli yapmaya sürükledi.
yasak değildi ama çooook yanlıştı. korkuları vardı başımıza kötü şey gelmesi. tabi ama. başımıza hiçbir şey gelmemesi de iyi miydi? çok savunmasız olmaz mı insan?
sürekli dile getirdiği bir şey; 'her şeyin bir sırası var'
ki ben bu sıralamayı bozanlar da gördüm, gecikmişlerdi önce evlenip çocuk sahibi olup sonra okudukları için ama hiç bir şey için geç değildi. hayatları sönmemişti, sadece sorumlulukları fazla olduğu için daha zordu. ama istedikten sonra neden olmasındı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder