1.12.2017

annemin Prens Charles ile evlenme hayalleri.

Prens Chaarles'ın küçük oğlu prens Harry evleniyor diye duymuş ya annem başladı hayallerini anlatmaya.
küçükkken prens charles ile evlendiğini hayal edermiş! nasıl da şevkle inanarak anlatıyor hani kendiyle dalga geçiyor falan değil yani. hani insan küçükken düşündüğü ya da yaptığı şeylerle dalga geçer ya sonra annem geçmez!!
kendini çok ciddiye alır. çokmuş özgüveni!
prenses Diana'yı severmiş ama o sevgilisi yok mu daha evlenmeden önce de beraberlermiş hayat dergisinde görmüş zamanında. nefret edermiş o kadından. zaten kraliçe de saray da istememiş o kadını oh olsun!
yaa evet aslında prens charles esmer, bodur ve huysuz bir kadın arıyormuş ama bulamayınca işte Diana'yı almış!!
onu sevmesinin de nedeni eminim çoktan ölmüş olmasıdır!
sanki ingilizce biliyor da, lisede öğrendiği 2-3 kelimeyi bilgi sanıyor, yabancı dizi izlerken 1-2 kelime tanıdık geliyorsa ki telaffuz farkından dolayı başka şeyler de olabilir, ne dediğini anladığını iddia ediyor!
bak şimdi annem bu konularda iyimser! geçmişiyle övünmek, kendini yüceltmek, kendini dev aynasında görmek konularında. başka konularda ya da başkalarına karşı iyimser değil ama.

bir yerden sonra dinlemez oluyorsun bu kadar çok aşırı konuşunca ve komik derecede abartılı olunca? giyeceği gelinliği hatta saray düğününü hayal edermiş de... başka odaya ya da tuvalete gidiyorum eğer peşimden gelmezse hala konuşuyor oluyor, o kadar dalıyor ki hayallerine ve konuşmaya ben odadan ayrılmışım farkına varmıyor bile...

hayret nasıl olduysa bana da soruyor ben hayal etmişmiyim böyle şeyler hiç. şimdi hayır desem memnun olacak ve kendisinin ne kadar gelişmiş bir hayal gücü ve zekası olduğunu kanıtlamışcasına övünecek; tecrubeyle sabit.
evet desen burun kıvıracak. kendini dev aynasında gördüğü için kendinin prens charles ile evlenme olasılığı benim jon bon jovi ile evlenme olasılığımdan kat kat yüksek zannediyor!! gerçekten.

annem kendine özgüven aşılandığını çok özgüvenli olduğunu söyler. aslında insanın kendine moral vermesi için bir takım şeyleri abartması bir yere kadar normaldir bence, hatta gerekli ve iyi bir şeydir de. ama kendine moral verirken iyice şişinmesi kendini dev aynasında görürken başkalarını hele ki bu başkaları yabancı insanlar olsa neyse en yakın çevresiyse işte bu hastalıklı bir durumdur bence.
başkalarının moralini bozup aşağılayıp küçük görüp kendini daha yüksekte görmeye çalışması sorunlu bir durum bence. ki ben böyle yetiştim.

başkasının çok net göremeyeceği kadar gizli durumlar. annem rol yapmasını bilir ve insanlar birbirini derinden tanıyamıyor anca yüzeyini görebiliyor tabi bunu da herşeyi bildiğini anladığını zannederek yapıyor.

nasıl ki yasaklamaları belirgin şekilde yasak yapamazsın yapmayacaksın gibi emir kipli yapmayacak kadar kurnaz; yerine moral bozma, korkutma, özgüven kırma gibi türlü psikolojik oyun, mobbing hatta bullying tarzında giderse bunda da öyle.

hani odamıza poster asmaya izin vermezdi, dergilerden nefret eder bulduğu anda çöpe atardı. ama birini beğenmene de imkan vermemek için sürekli aşağılık kompleksli konuşurdu.
biz alamayız
biz yapamayız,
biz gidemeyiz
biz olamayız

hani kendi de boşanmadan sonra kopmleksler yaşıyor olabilir, akrabalar çok laf etti, tanıdık konu komşu da, yan gözle bakanlar, art niyetliler, laf sokanlar, iletişimi aniden kesiverenler, acıyanlar; saçma beklentileri olan insanlar, dedikodu yapanlar vb: bunlar kırıcı şeyler. ama halen eğlenme keyif gezme gibi şeyleri kendine de bana da layık bulamıyor.
ablama olur ama o prenses! evli o!!
ama bana asssssla olmaz. kendine bile birazcık olabilir ama bana olmaz edalarında. öyle açık net belirgin sözlerle değil; biz Türk'üz unutmayalım; açık sözlü herşeyi konuşabilen insanlar değiliz. içimize atarız ve bunları açıkça değil imalarla, hareketlerle, eda nida vb belli ederiz. açıkça söylenemeyenin tersini söyleyerek vurgularız....
mesela omuzların güzel değil ama bacakların güzel diyerek iyi niyetli ve moral veren bir yorum yerine omuzlarımız açamayız bacaklarımızı açamayız zaten düzgün de sayılmaz deriz. annem der yani.

ince ince sürekli eleştirir laf sokar. sana yapamayacaksa başka biri konu olur eleştirilerine ama sana anlatmaktadır çünkü kızım sana söylüyorum gelinim sen duy deyimine bağımlıdır.

ya da aklı sıra şaka yapmaya kalktığında laf sokar. mesela küçükken michael jackson dinliyordum, hayranlığımı görmüş olacak ve memnun olmamış olacak ki hemen moralimi bozma çalışmalarına başlamıştı. şarkıdan bir şey anlamaması bir yana ama sevmemesi kendini ilgilendirir ellilerinde biriyle 15 yaşlarında birinin zevki nasıl aynı olabilir.
sadece kuşak farkı değil mesele annem sabit fikirlidir ve inatçıdır. değişimden hiç ama hiç hoşlamaz. yeni çıkan şarkılardan bile hoşlanmaz ki bir önce çıkan şarkıya bile daha alışamamıştır sene geçse de... öyle olunca yenilikçi değil eski kafalı kalıyor insan.

hani sürekli gençleri beğenmeyen ve eleştiren tiplerden. kendi gençliğinden yıllar geçmiş ama kendi çocukları bile kendi gençliğindeki gib olsun ister. zamanın geçtiğini her şeyin değiştiğini anlayamıyor kabul edemiyor.

mesela geçende epey oldu da neyse, bilgisayarımı yeniledim. çok komik sürekli dırdır etmesi.
her lafının başı da aynı;  benim bildiğim!

eskiden üretim de tüketim de azmış tabi ve yapıla eşyalar da daha sağlammış, senelerce kullanırlarmış. ama annem çağı anlayamıyor ve çağa yetişmek gerekliliğini.

merakından da her mağazaya popomun dibinden geldi, işte teknosa medamarkt, vatan ve bazı bayiler. ben de sonuçta o kadar teknoloji bağımlısı değilim her değşikliği takip etmiyorum haliyle bilgi almam gerek kıyaslama için. her mağazada konuştuğum her görevliye aynı şeyi söylüyor; önce gerçekten değiştirmek gerekip gerekmediğini.
yani ben anneme göre gerizekalı beyinsiz olduğum için anlayamamışımdır belki! hem o erkek ve inkar etse de erkekleri üstün görüyor annem, çocuk bilir söyler.  sanki de anlıyormuş gibi teknik terimle dolu ki anlamayız diye çocuk da abartmıyor yai pür dikkat dinleyerek; bu mu daha iyi yani diye soruyor.
ya çocuk napsın emir mi verecek bunu al bunu alma diye; dolambaçlı yoldan derdini anlatmak zorunda. ama annem emrini dinleyecek bir lider arıyor gib benim yerime karar vermesini bekliyor çocuğun.
sonunda da benim bildiğim bir kere alınır diyor. eskiden bir kere alırlarmış bir makineyi 30 yıl kullanırlarmış. bir de onaylanma alkışlanma hak verilme bekliyor ki; beni de azarlasınlar ama!!! insanlar da yaşlı teyze işte diye düşünüp gülümseyince hem bozuluyor hem şaşırıyor; ama en doğrusunu en iyisini o bilir!
zırt pırt perde ve yatak örtüsü değiştirilir ama makineler değiştirilmez. eski bir bilgisayarda şu an da gerekli olan ama yapamayacağım şeyler olmasını nasıl anlasın annem? yavaşlamış eskimiş bilgisayarı nasıl anlasın? yavaş yavaş yaparsın sende diyor...
her mağazada aynı şeyi söyledi benim bildiğim 1 kere alınır, eskiden 1 kere alır hep onu kullanırdık; çalışanlar satış yapmak yerine beni eleştirsin beklentisinde hatta başka alışverişe gelmiş insanlardan da aynı şeyi beklemekte.... ben de koca alıyoruz sanki diyorum!! hani bizde insan 1 kere evlenir diye aşırı büyütülmüş bir söz var ya. 1 kere evlenecen ve eşşek gibi çekecen!! kendi çekmemiş ama özellikle benim kadar aşağı sınıftan biri çekecek!!
annem kendini üstün görür de hep.

mesela kendi prenslere ablam profesörlere layık (eniştem doçent olarak kalakaldı da anneme yetmiyor). bana gelince nerde çirkin, ucube, garip kenarda köşede aklmış tip, nonoş,şişko, hödük ucube varsa hatta iyice düştü sütçüye bile razı...

ben bir prense evlenme hayalini nasıl kurayım? komşunun oğlundan hoşlansam annem anladığı an beni aşağılama çalışmalarına başlardı. sanki normal zamanda sürekli öyle değilmiş gibi.
biz akşam çıkamayız, biz oraya gidemeyiz, bir orada yiyemeyiz, sürekli bir şeyleri yapamayacağımızı söylenir dururdu. pek çok mağazadan da alamayız mesela. girip bakmamız bile hata olur.

hani sadece tek maaşla 3 kişiyi geçindirmek zor deseniz, evet ama babam para gönderirdi bize ve anneme de dedemlerden kalan birşeyler vardı; kendi maaşından ayrıca. bazen sıkışık durumlar olsa da bu kadar aşağılık kompleksi geliştirmeye gerek var mıydı? kalabalık bir grup değilsen ya da yanında bir erkek yoksa akşam çıkmak buralarda biraz sorun olabilir ama akşamüstü çıkmak da mı hakkımız değil.

mesele yapmanın zor olduğu, sorun çıkabileceği şeyleri görmek değil hak etmediğimizi düşünmesi ve öyle hareket etmesiydi. zamanla bu durum iyice her konuya yayıldıkça yayıldı. gezme tozma sosyalleşme sadece teyzemler lütfedip gelirse durumlara kaldı.
hadi onu da geçelim daha küçük şeyler; yeme içme hariç giyim kuşam gezme gibi konularda da hep bu durum hakimdi. yapamayız alamayız edemeyiz.

ama kendine sorsan gençliğinde en kalitelilerini en pahalılarını kullanmış diye övünür de övünür. dedemin geliri çok iyiymiş kızlarını büyütürken. tamam bizim o kadar iyi olmayabilir ama esas mesele alamamak yapamamak değil hak etmediğimizi düşünmesi ve bunu bize aşılaması oldu.



şimdi bile kendi kazandığım paramla pahalı birşey alırken sürekli kafamın içinde senelerce annemin bana aşıladığı şeyler dönüyor; yakışmaz alamayız bize olmaz pahalı bize biz alamayız hatta yakışmaz yaraşmaz layık değilsin hak etmiyorsun...

tabi büyürken aynı şeyler ablama da söz konusuydu ama aniden ve erkenden evlenip okul bittikten sonra eve geri dönmemeyi kesinleştirdi; tabi annemin ablamın evliliğine alışması yıllarını aldı ama sonuçta ablamı evli ve üstün biri olarak görür oldu.

mesela kendine 1200 liralık krem almış ve döşüne bile kırışmasın diye sürüyormuş. annem bunu dinlerken mest oluyor. ablama hayranlıkla bakıyor. akıllı kızı onun. ama ben uyduruktan bir nivea krem sürüyorum diye bacaklarıma laf yiyorum. bu ablamı ve kendini üstün görüp beni çoooooook aşağılarda görmeye evrildi.

böyle aşağılık kompleksi dolu ve özellikle de aşağı görülüp her özgüven belirtim alay konusu olurken nasıl prenslerle evlenme hayali kurablirsin ki?
diyelim lisedeyken bir şapka modaymış ben de almışım kendime ve hevesle takıp aynada bakıyorum kendime: hemen cevap suratını da tabla gibi gösterdi!!
diyelim mont almışsın hemen yapıştırır götünü kocaman gösterdi.
hele sivilcen çıkmışsa annene gün doğar!!

ben ev sürekli yas evi olmasın ve kendime zorla güzel anı yaratmak için çırpınırdım. anneme kalsa matem evi gibi ne neşe ne müzik ne kahkaha ne güzel anı gerekli. teyzemler geldiğinde dışarı çıkarız ve fotoğrafları da o zaman çekeriz. ama kendinin te o zamanlar bile olsa kutu kutu fotoğrafı vardı. bizim olmasa da olur!! bakar bakar övünür hayallere dalar ama bizim olmasa da olur. ben böyle güzel anımız olsun iki gülelim diye uğraşıyorum diye bana sırf moralim bozulsun diye uydurukçu, uyduruk işler ustası, boş işler uzmanı gibi isimler takardı.

bunları böyle gür sesle bağıra çağıra ve başkalarının yanında söylemez ama. ufak ufak yumuşak sesle sokar; başkalarına da anlayış ve sevgi kumkuması rolü keser.

anneme kalsa teyzemlerleyken bile fotoğraf çekmek gereksizdi, hep benim boktan işler uzmanlığım benim aklım beş karış havada!! hayat dolu ve neşeli olmaya çalışıyor sonsuza kadar matem içinde yaşamak yerine keyif almaya çalışıyorum diye!!!

nasıl prensle evlenme hayali kurasın ki bu kadar özgüvensiz yetiştirilirken??? hatta zorla kendine moral vermek için sırf özgüvenli gibi davranman bile annenin gözüne batarken? biraz moralin neşen mi var hooop: sivilcen çıkmış ya da götün de kocaman demesi! ya da saçın da yağlanmış ve ya iyi olmamış demesi!!

sanki maykıl jeksın mıdır nedir ne haltsa da beni görse beğenecek bu kadar hayranım!!!
oysa prens charles anneme aşık olur halbuki görse!!!
maykıl ceksının önünde ne artistler ne mankenler vardır hergün biriyle beraberdir seni beğenecek hali yok ya!
oysa robert redford annnemi görse aşık olmakla kalmaz oyunculuğu bırakıp ülkemize yerleşir!! evinin erkeği olur!!


çook küçümsendim böyle çok. içindeki tüm aşağılık kompleksini bana yansıtırdı. ablam zaten pısırık yalaka olduğu ve aşk çocuğu tabi o!
zaten ne neşe ne eğlence ne gezme arar ne bir güzellik görür arar ya da beklerdi ablam. annem gibi robotsu. anca biri sunarsa gösterirse verirse görür anlar... aramaz içinden gelmez kendi kendine.
geziye götürsen partiye götürsen fotoğraf çeksen memnun olur, hemen de uyum sağlar ama aslında olsa da olur olmasa da olurdur ona göre. hiç ihtiyaç duymaz.

annem de öyle. demek gençliğinde yaşadıkları sırf anneannemle dedemin sosyalliği önüne hazır sunmasından kaynaklıymış o kadar.


geçende forum'da bir mağazada bir şey sorduğum yakışıklı satış görevlisine alıcı gözle baktım diye; tabi ne hakla değil mi yaşlı içi geçmiş ölmüş bir zombiyim ben; bana diyor ki oğlum yaşındaymış o!
senin oğlum yaşında! sakalında bile ak olan ennn az 25 hatta belki 28 yaşındaki bir adamın nasıl anası olayım ben! keşke okutmayaydın da 12 yaşında vereydin sübyancının birine yetişkin çocuklarım hatta torunlarım olurdu!!
inanın ablamın çocuğunun olamayacağını bilse beni böyle seve seve gözden çıkarırdı!
ha tabi ablamın çocuğunun olamaması da benim suçum!! bizim evde her kötü şeyin suçlusu benimdir!
1994 baharında ablamla didişirken yumurtalıklarına tekme atmışım hep ondanmış belki de!!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder