27.10.2013

telkin ve telekinezi ile aşık etme---- ya da fikir ekme (inception

telkin ve telekinezi ile aşık etme---- ya da fikir ekme (inception)-____________


aynı şeyleri yeniden yaşamak diye bi başlık atabilirdim.

hemen demeyin annatmıştın, bu başka versiyon. zira malumunuz insanlar için huylu huyundan vazgeçmez derler.
bizimkisi de o çeşitten bir şey. :)) biraz gülücük kondurayım da benim de komiğime gidiyor zannedin!!!
yaşanan o anda hiiiç de komik gelmiyor, sinirleniyorum, sıkılıyorum. ama ancak çok zaman sonra, durumu başım-
dan atınca biraz matrak geliyor. ama çok ddil ha!

evet ünlemi bol hikaye. bol keseden ünlem işareti koyarım, canım öyle istiyor.

sıkı tutunun, kemerlerinizi bağlayın, başlıyoruuuz! :))
dikkat dikkat! bu yazıda geçen bazı şeyler sinirlere dokunabilir, tüm hakları bana aittir ve başınıza gelebi-
lecek her hangi birşeyden sorumlu tutulamam!

ayrıca tüm çaylar müesssesemizdendir ay ünlem işaretleri, iki nokta üstüste ve kapa parantez işaretleri...

ve ayrıca bu yazı yazılırken ya da olay yaşanırken herhangi bir canlıya asla zarar verilmemiştir.
ben hariç! :)

korkmayın o kadar da şiddet dolu değil, sadece her zamanki gibi karamsar ve uzun bir yazı. daha başlayamamadan
belli değil mi?

bak hala uzatıyorum.! ah nazlı ah! of aman nazlı...

 bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken ben dedemin beşiğini tıngır
mıngır sallar iken...

ayyy tee evvel zaman gitti yaaa!

korkma yavrum şakacıktan öyle başlıyorum, o kadar gerilere gitmiyor masalımız...

olay günümüzde geçmektedir. karakterler; bir akşam vakti artık salona çekilmiş, yemek yenmiş, tv karşısında,
en rahat eşofmanlarımızla oturmuş takip ettiğimiz Türk dizisinin başlamasını beklemekteler.
yani bendeniz ve annem.
ben bütün gün annemin dırdırını ve ben kızlarıma asla karışmam iddasında olup da donuma bile karışmasıyla uğraş-
mış, o da yetmezmiş gibi daha sonraki saatlerde de şımarık, umursamaz, hayatı cep telefonu mesajları, internet
takılmaları, çıkma rekoru skor tablosu gibi şeyler hazırlamalarına ramak kalmış, duyarsızlaşmakta, lakayt ve hazır
cevap yeniyetme öğrencilerine belki de boşu boşuna boğaz patlatmakla geçirmiş, tenefüs zamanları çıkan gürültüden
kafam şişmiş, artık sessizlik aramaktayımdır.
e tabi boşuna.

yemek sessiz mi geçti nazlı hanım??
haayyyıııır.

sadece çok yorgun ve açtım, kulaklarım çınlıyor ve kısa bir süreliğine beynimi seslere kapatmayı başarmış sayılırdım.
yoksa konuşma olmadığından değil.
hani şu 40 yıllık evli karı kocaların halleri gibi, ben de o usanmış kocalar gibi aslında dinlemeden sırf huzursuzluk
çıkmasın diye he hı evet, yaa, tabi..vb şeyler geveleyerek atlatmayı başaradım.

ha yoksa bir tabak daha yersen var, bir dilim ekmek daha yersen var diye duymadığımdan değil. şu yaşıma geldim hala
anneme göre yeterince yemek yemedim! asla yeterince yemek yemezsin. eskiden diyor ne güzel yerdin! şimdi hiç beslenmiyorsun!

evet bir dönem şu ankine nazaran daha iştahlıydım ve bir tabak daha bir dilim daha baskısına yenilirdim. ders çalışırken
ağzım boş durmasın, ben severim diye çörek, börek, kurabiye, kek yiye yiye şişmiştim!
ha ders çalışma döneminde tv izlemek çook yanlıştı, hadi 10dk molada. hele ki müzik dinlemek! resmen şeytan işiydi.
hatta volkmenim suikaste uğramıştı! neymiş efendim dersten başka birşeyle uğraşmak yanlışların en büyüğüydü. neme lazım
sonra aşık falan olurum, derslerden falan koparım, sınavı kazanamam, okuyamam ve hayatım mahvolurdu. sürekli bu karamsar
lafları işittim. sıvavı kazanamamak mahvolmaktı ve bunun için müzik bile yeterdi. e sınava bir daha girersin ne var
diyeceksiiniz. yoo bir kere kaybettin mi hep kaybedersin, zaten bir kere kaybetmek mahvolmaya yeter, asla toparlanamaz
insan! böyle karamsar düşünceler ve üniversiteye gidemeyip hayatı mahvolan insanların şehir efsaneleriyle ilgili hikayeleriyle
baskılanıyordum.

sıkıntıdan da önüme ne konarsa öğütüyordum. zaten buluğ çağı..

________________________________

şimdi araya sigara dumanı girdi. annem gene ağzında sigara evde fink atıyor. ama suratıma üflemediği sürece zararlı değilmiş.
dağılıyormuş nasılsa! zor tutuyorum kendimi bari odama girmese! girmez olur mu?!!! elinde balkondan topladığı çamaşırlar,
ağzında sigara 'bunları nereye koyayım nazlı?' diyor.!
yani tekerrürden ibaret hayatım. kirli şeyleri tereddütsüz yatağıma koyabiliyor, temizleri nereye koyacağını soruyor.

yatağın üstüne koyuver annecim diyorum, hayret ve sitem içinde 'yatağa???? kızıyorsun yatağa koyunca hani?!!!'
kimbilir kaçıncı kez oluyor bu. annecim temiz şeyleri koyabilirsin kirli şeyleri koyma.
hah anneme göre sohbet açıldı yanımda sigarasını tüttürebilir, suratıma üflemiyor ki!
nereye koyayım? dolaba yerleştireyimmi?
yok canım ayak ucuna koyuver ben yerleştiririm.
olsun sen çalış ben yerleştireyim.

oysa ki ben sigarasını burda içmesin diye acele çıkmasını sağlamaya çalışıyorum. ama anlamıyor. sigarasına ters baksam da.
zaten gene aynı savunmaya başlar. bu kadarcıktan bişey olmazmış dağılırmış aman sanki suratına üflemiş de...

bırak diye ısrarımı dinlemiyor aklı sıra bana iyilik yapacak. ama hiç birşeyimin yerini bilmiyor ki.
her birini tek tek soruyor. ama bu bana iyilik olmuyor, sen çalışmaya devam et diyor bir de.
anne bırak ben kaldırırım!
ay sana da iyilik hiç yaramıyor nazlı!!
ne iyiliği anne tüm sigarayı burada içtin, nefret ettiğimi bile bile! koktu heryer!

aman tamam!

bir hışım çıkıyor, aşığına laf ettim! kellem vurulmalı benim!!

bazen de beni odanda istemiyorsun sigara bahane diyor. o kadar da çok kokmazmış ki! dağılırmış!!!!!

annemin bu evin içinde dolana dolana sigara içmesi yüzünden odaları havalandırmaktan kaç kere soğuk algınlığı yaşadım.
bari bi mutfakta iç de ardından havalandırırız diyorum. ama sıkılıyormuş tek yerde durup içerken!!
odamın penceresini açık gördü mü de hemen kapatır, üşütüyorsun der. sigara kokusu var derim inanmaz.

küsüp çıktı gitti. söyleniyor bir lüksü sigarasıymış onu da fazla görüyormuşum!!


_____________________________________________

gene saptım konudan ya!

ne diyordum, buluğ çağındaki tıkınmalarım.

işte stresten ne koyarsa yiyordum, annem de ben yedikçe mutlu oluyor, daha da çok ve değişik şeyler pişiriyordu.
o yaşta o boya hem sivilceli hem de şişko bir kız oldum. buluğ çağı ve stres yetmez gibi bir de kendine güvensizlik.
ha o zamanlar bu kadar zayıflık moda değildi ama ben düpedüz şişkoydum.

annem o günleri hala yad eder. ne güzel yermişim o zamanlar şimdi aç geziyormuşum!
aç gezmiyorum bir kere un-tuz-şekeri minimuma düşürdüm, abur cubur yemiyorum. yerine atıştırmak ve açlığımı bastırmak istersem
meyve ya da ceviz, badem, fındık gibi kuruyemişlerden tüketiyorum.
tabi buradan gençken yemek yenir yiyebildiğin kadar ye' nutkuna geçebiliriz.

hiç dememiş demek bu kız 17 yaşlarında bu kadar kilolu sonra ne olacak? ya sağlığı bozulursa?
yok yani obez denecek kadar değildi, ama yaşıma ve boyuma göre oldukça fazlaydı.
 hiç aklına gelmemiş demek.
o kadar kilonun sağlıksız olduğunu düşünememiş, eskiden kilolu hanımlar beğenilirmiş ya, annemin gençliğinde de öyleymiş.
bambıldayan etlerim hoşuna bile giderdi, yolun ortasında popomu avuçlayıp ne güzel oynuyor diye mıncıdığı bile olmuştu.

o akşam da daha fazla yemek yememi sağlamaya çalışmadan duramazdı. zatena nnem mücadeeleyi hiç bırakmaz.
hatta annem diyette olduğumu düşünüyor ama değilim sadece yeme stilimi değiştirdim, neyse işte hatta böyle olmasam da
yemeye ve kilo almaya devam etsem sıkılır, o zaman da popomun büyüdüğünü söyler, (bi ara az biraz kilo almıştım da)
zayıflamam gerektiği konusunda eleştirilere başlar.
yani eleştirmek, tersini yaptırtmaya çaılışmak, mücadele etmek onun en sevdiği şey. mücedele, müdehale, mübadele.

bir tabak daha ye beğendiysen!
tuzak soru! yemezsen beğenmedin demek onun kitabında. bu şekilde korku ve duygu sömürüsüyle yedirecek güya.

konuyu uzatmadan yememeyi başardım ama nutuk dinlemeyi değil. e daha saat erkenmiş çok acıkırmışım sabaha kadar.
aaa bu kadar aç kalmak hiç doğru değilmiş nazlı!!
sanki bir daha bir şey yemeyeceğim!

yyaa aslında konumuz telkin ve anne telekinezisiydi ama yeme içme konusunda değil, daha oraya gelemedim gene uzattım.
:))))))))))))

hah, yeme faslını geçtik şükür. tepkisizliğime gıcık ola ola gitti. ben de masayı topladım, bulaşıkları yerleştirdim.
gidip elimi ağzımı yıkadım, yüzümü sildim, makyajı şimdiden sildim, temizledim, nemlendiricimi de sürdüm.
üstümü değiştim, annemin 'neffret' ettiği renk, çilek pembesi eşofman takımımı giyip, rahat ettim.

hiç sevmezmiş bu rengi, basit bir renkmiş, cartmış. renkleri de dayatmaya çalışıyor üstü kapalı.
birgün diyor ki insanların birbirine anlayışlı olması lazımmış yani, kardeşler arası, ebeveynlerle, arkadaşlarla, eşler
arası zaten. çok anlayışlı ve fedakar olmazsanmış yürümezmiş. her konudaymış, hatta insanlar birbirinin sevmediği
renklere bile saygı göstermeliymiş!!!

o anda söylemiyor bunu bambaşka bir zaman diliminde ve yerde...

ee ben de ölgün renkleri sevmiyorum, hele griden neffret ediyorum, napıcaz? niye canlı renk giymiyorsun o zaman anne?
hep gri hep gri falan...??

daha çocukken bile bize böyle çok sade şeyler giydirmek isterdi. kadınlar hele ki kızlar görünmez gibi olsalar daha
iyiymiş....dikkat çekmek demek tehlike demekmiş. öyle derdi.

ama ben sevdiğim renklerin içinde mutlu hissediyorum kendimi, denedim, sevmediğim bir renkte kıyafetlerle günüm iyi geçmi-
yor, enerjim düşük oluyor o zamanda bişeylere katlanma kapasitem düşük oluyor. falan.

renkler benim için bir çeşit kendini ifade etme biçimi. siz şimdi sanmayın ki Brezilya'da festival kostümleri gibi giyiniyorum.
normal şeyler işte... o sıkıcı, içi geçmiş, bezmiş, hayattan beklentisi sadece taksitlere odaklanmış, indirgenmiş, sıkıcı,
memure kılığına girmeyeceğim! pimpirik ihtiyar olsam da zevkli bi ihtiyar olacağım!!

neyse işte üzerimde çilek pembesi eşofmanımla salona tv karşısına geçtim.
ayaklarımı da uzattım.
biz böyle izleriz. annem uyuklar bana ne olduğunu anlattırmaya çalışır. sormasa da tekrar izlemeye başlayınca anlamaz ne oldu.
bu kim? neden öyle yaptı? der. dizi-film anlatmayı sevmem, kısaca geçiştiririm.

hayret ettiniz değil mi dizi ve ya film alatmayı sevmememe?!! :)))
seevmiyorum işşte.

____________________________

şüphelendirici bir sessizlik oldu. ve ardından çalışmalar başladı.
bu kez hedef apartmanımıza yeni taşınan, annemin yaşlarında, dul bir hanımın biricik oğluna beni aşık etmeye çalışmayaaa...

yöntem: sürekli ondan bahsetmek.

o kadar çok bahsediyor ki sanırsın kendi aşık!

şöyle efendiymiş, böyle akıllıymış, şöyle kibarmış, böyle inceymiş, şöyle düşünceli, böyle beyefendiymiş.

öve öve bitiremiyor. annemle başka bir komşu hoşgeldinize gitmişler, öyle güzel ağırlamış ki...
kapıda nasıl karşılamış, nasıl yolcu etmiş, oturup sohbet etmiş, anlaşılan o ki bizim erkek ilgisine hasret teyzeleri
yalaka biçimde iltifatlara boğmuş. bana öyle geldi.
ya çocuk yalaka ya annem abartıyor. ikisi de mümkün :)

şöyle başarılıymış böyle kariyerliymiş, şöyle mütevaziymiş, böyle kıymet bilirmiş, şöyle annesine karşı hassasmış, böyle
misafire hitabı biliyormuş. valla çok cana yakın ve samimiymiş, hoş sohbetmiş. annesine yardım etmiş ikram servisinde.
çok da becerikliymiş. valla benden başarılıymış!!

izletmeyecek diziyi yaa.. sürekli fonda annemin bu adamı anlatan konuşması.
nasıl mutlu, heyecanlı. herhalde nazlı'ya anlatırsam ve biraz abartırsam aşık etmeyi başarırım mı dedi kendine?

_____
şöyle birşey var mesela arkadaş ortamında biriyle biraz daha samimisindir, bir arkadaş da der ki ay siz birbirinize ne yakışıyorsunuz
falan. hee bi etkilenirsin. olur mu olur. işe yarar. çöpçatanlığın en saf ve tatlı halidir o. ve üstelik zorlama değildir,
hesaplı da değildir.

ama anneminkisi düpedüz zorlama ve saçma. ve biliyorum bir konuda kendine güvenir: ikna.
ve annem bu yolla beni birine aşık edebileceğine inanıyor. daha önceki başarısız girişimlerine rağmen.
hayır görücü usulü ve ya mantık evliliğine inanmıyor (güya). (dediği bu ama ).
anneme göre yani severek evlenmeli ama mantığa da aykırı olmamalı (kendini kastediyor olabilir mantık derken)
gerçi aşktan ve aşıklardan da gıcık kapar ya. neyse.

beni bu şekilde bir şekilde yani yönlendirebileceğine inanıyor belli.



bütün akşam kafamı şişirdi. diziden birşey anlamadım. konuyu değiştirmeye çalışıyorum. değişmiş gibi oluyor. durup durup geri dönüyor
adamı övmeye. çocuk diyordum bu yaşya saçma oldu :) sanki.
hem bi sevimsiz geldi, herif diyesim var!

annem bir şeyden çok bahsedince bıktırıcı olduğunu, ters tepebileceğini, baskı gibi görüneceğini bilemiyor galiba.

uğraşıyor ki ilgini-merakımı çeksin.

fiziksel özelliklerinden bahsetmiyor. demek ki yakışıklı sayılmaz.

ay nazlı böyle düşünme, iç güzellik önemli! demeyin yalancılar!!
bal gibi de birinci dereceden önemli dış güzellik!
ya ben de tescilli yakışıklı olacak demiyorum ama yok siz ısrar ediyorsanız o da olur! :))

yakışıklılık da göreceli, yani gözüne hoş görünmeli karşındaki.
yalan mı?
o zaman önünüze gelenle çıkın, evlenin , ne halt ederseniz edin, be bana ne?!

_________
şöyyle bol köpüklü bir kahve yaptım kendime, içiyorum :))))

oh missss.

___________

şimdi birisinden bahsederken güzel ya da yakışıklıysa hemen belirtiriz, değilse bu konuyu erteleriz.
böyle. gerçek bu.

annem o akşam nasıl bir tip olduğundan hiç bahsetmedi, ben de sormadım.

gerçi annemle yakışıklılık-güzellik anlayışımız da uymaz ya. zaten annem çok güzel ve yakışıklı kimselerden gıcık kapar.
:)

hemen böyle bir konuda hep aynı şeyi söyler; 'aman yakışıklıyla evlendik de noldu? keşke çirkinle evleneymişim'

evet babamdan bahsedeceğim, tamam bi Kadir İnanır bi Cüneyt Arkın, bir Tarık Akan değildi (yaş yakınlığı bakımından yazdım bu isimleri)
ama yakışıklı adamdı, hakkını yemeyelim.

evliliği yürümedi diye yakışıklılığı mı suçlamalı?

____________________




YETERNCE UZUN DİİL AAYYYY BU YAZIYI TAMAMLAYAMAMIŞIIM :))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder